Kızıl Çocuğa Üçüncü Mektup EKÂNIN, büyük anlayışın, estetik zevkin, bul- ma, başarma kabiliyeti- nin imtiyazlı burju- va sınıfına bir tarih mirası olduğunu ve yüksek refah şart- larından doğduğu- beraber kabul etmek nu, seninle için, bir ân düşünmiyeceğim. Çün- kü düşünürsem, irsiyetin sırlarını senin ve benim böyle bir hamlede elimize geçirdiğimizi iddia etmeğe ne hakkımız olduğunu sormam ge- rekecek. Seninle beraber farzede- m ki, servet gibi liyakat de burjuva sınıfının inhisarındadır. Bunun niçin böyle olduğunu araştıralım: Sen diyeceksin ki, yük- sek refah şartlarının Bamvr-2 iyi terbiye, iyi öğreti seçkin bir çevre, uzun bir alakagi yoluyla, burjuva sınıfının mensuplarına işçi sınıfının sahip olmadığı bir liyakat ve kabiliyet üstünlüğü vermiştir. Bu üstünlük iktısadi şartların ve refahın mahisulüdür. Ben senin izahınıda kabul edip sana soraca- ım: Bu refah neyin mahsulüdür ? Bir tesadüf eseri mi? Sen ki deter- m'nist'sin ve tarihi zarurete inanir- sın, bu kadar büyük ölçüde bir ta- rih vakiâsını tesadüfe yüklişemez- sin. Burada tarihi maddecilik en büyük imtihanlarından birini geçir- mektedir. Dâvayı felsefe bölgesine çekmeğe lüzum kalmadan, sırf bir iktısadi sınıfın teşekkülü vetiresin- mantığın bile meseleyi halledebilir. İnsafın varsa kabul edersin ki bur- juva refahı gökten inmiş değildir. Onun vücude gelmesinde, elbette ki, yekünu liyakat olan çeşitli ka- biliyetlerin payı vardır. O halde, biraz evvel, liyakatin refah eseri olduğunu ben nasıl kabul ettimse, şimdi sende refahın liyakat eseri pm teslim edeceksin t bununla iş m Se- beplilik vetiresinin sonu yoktur. Sen'de bana haklı olarak liyakatin den bir cemiyete mensup bütün fertlere eşit ölçülerle bölünmemiş olduğunu soracaksın. Eğer senin faraziyene göre burjuva sınıfı bir liyakat sınıfı ise o bu imtiyazı na- sıl ele geçirmiştir ? Burada, her ta- . rihi vakıayı istihsal şartlariyle izah eden Marx'ın anlayışındaki hata ile temas halindeyiz. Görüyoruz ki re- fahı vücude getiren iktisadi şartlar birer sebep olmadan evvel netice- dirler ve görüyoruz ki bu neticele- rin âmili olan liyakat, artık iktı- sadi şartları aşan daha derin sebep- lere bağla:.maktadır, çünkü sebep- lerin de sebebi vardır. nsan cemiyetlerinin Marx'tan sonra daha esaslı incelenmesi bize öğretmiştir ki, fertler arasındaki liyakat ve kabiliyet farklarını mey- dana getiren âmil iş bölümüdür. Burada bir taazzuv realitesi önün- deyiz. Her uzviyetleşme, uzuvlar arasında, yaptıkları işlerin farkın- dan doğan bir kabiliyet farkı vü- cuda getirir: Ayak düşünemez, baş yürüyemez. Baş ve ayak arasındaki liyakat ve kabiliyet farkı bir uz- viyetleşme kaderidir. Hayvanın ve insanın uzviyetin- den daha girift insan cemiyetlerin- de bu farklılık artmaktadır. Fertler, iş bölümünde aldıkları vazifelerin birbirinden ayrı olması yüzünden, birbirinden çok farklı kabiliyetlere sahiptirler. Bundan bir liyakat /i- yerarşisi (mertebe silsilesi) doğar. Tekâmülün yüksek serilerinde iş bölümünün arttığını, fertler ara- sındaki farkların çoğaldığını görü- yoruz. İhtisasın yüksek cemiyetlere has bir liyakat olması bundandır. Tekâmül arttıkça iş bölümü, iş bö- lümü arttıkça fertler arasındaki ihtisas, liyakat ve kabiliyet fark- ları çoğalmakta ve bu farklar ço- ğaldıkça müsavat azalmaktadır. Eğer anlayışın kadar insafında varsa, büyük ve çapraşık nazariye oyunları içinde çirpınmağa lüzum kalmadan kabul edeceksin ki, refah liyakatin, liyakat iş bölümünün, iş bölümü taazzuvun, taazzuv tekâ- mülün neticesidir. Kabul edeceksin ki iş bölümünün vücuda getirdiği liyakat ve kabiliyet farkları arttık- ça gerçek müsavat azalmaktadır ve son tahlilde varacağın hüküm şu olacaktır: Nerede tekâmül var- sa orada müsavat yoktur ve mut- lak müsavata doğru gidiş, geriye doğru gidiş demektir. Artık senin “sol, ve “ileri, olmak iddianın ne haysiyeti kaldığini var sen yine sen, nisbi bir müsavatın liyakatle kazanç arasındaki nisbet- ten başka nerede ve nagıl mümkün olabileceğini ara. Eğer sana birinci ektubumda anlattığım bu müsavat imkânından başka bir imkân bula- bilirsen hemen bana bildir. Adesenin göziyle her hafta bir iş ve hedef: (Büyük ili li — or ki: miyetin, birkaç ferdiyle açıktan ve «Kızılay'ın e ağn öni ii bu canhıra ş manzara, yaralı ve başı bedavadan doy'iralarak a kai mat» ip hayata erdirilerek miri dair ne müthiş bir ihtar /.. »