APUR kalkınca iskejeyi son defa seyrettim. 9 © a yanı karanlıkla örtülü bek-. leme odasının solgun ışığı altında iskele memuru va- pura doğru elleriyle bir ta- kım işaretler yapıyor. Ağır ağır uzaklaşıp, iskeleyi ge- ride bıraktık. Hava hayli sıcak... Ara sıra ılık bir rüz- gâr yüzüme çarpıp geçiyor. Vapurun güvertesi çok ten- ha... Yolcular parmakla sa- yılabilir. Oturduğum kane- penin karşısında denize ba- kan bir adam; iki kanepe önde bir ihtiyar, arkada cam bölmenin loşluğuna sı- gınmış bir kadın ve bir er- şılıklı v iki kalender delikanlı; onların bir sıra önünde iki genç kadın ve : daha ötede bir yüzbaşı ile arkadaşı... Hepsi bu ka- dar... Son vapur karanlığı de- liyor. İki yanımız sırâ uza- nan sahil ışık içinde... Ara- da bir gazinolarda çalınan alaturka plâkla sesleri duyuluyor ve soka kaybo- luyor. Karşımdaki orta yaş- lı adam elini kanepenin kenarına dayamış, başını da avuçları içine almış... Acaba uyuyor mu? Fakat uyumuyor, canı öyle iste- diği için öyle duruyor... Belki de düşünmekte... Yüzünü henüz göremedim; zaten güvertenin lâmbaları pek sönük... İki kanepe ön- deki ihtiyar, potinlerini çı- karıp ayaklarını altına al- mış, kanepenin üstüne bağ- daş kurmuş, yarı uzanmış bir halde uyuklamakta... En arkadaki sıralarda oturan çiftin hafif (omırıldanışları kulağıma çarpıyor. Kendi- lerinin bile zor duyabile- ceği bir sesle konuşuyor- lar. Yan kanapelerde uyu- makta olan iki delikanlı, kimbilir hangi rüya âlemin- de ?... Daha ileride iki genç kadın var... Ellerindeki kâ- gıt külâhtan boyuna fıstık çıkarıp yiyorlar, Durmadan çeneleri oynuyor. Bir tane- sinin elinde bir kitap gö- rünüyor. Hem fıstık yiyor, hem: okuyor. Genç kadın gözlerini sayfalardan hiç ayırmıyor; bazan durup ar- kadaşına sesleniyor, elinde- ki kitabı ona uzatıyor, bir yeri gösteriyor. Bitince ha- fif bir ği ve Ke okumaya dev va purumuz deni beren. e Karanlığı dele dele bitiremi- yoruz. Bu siyahlık asla par- çalanmıyor ve sona erecek gibi görünmüyor. İki yanı- mızda aynı ışıklı sahil.. Gökyüzünde tek ii yok; ay bile gizlenmiş. irden vapur yövamdi; galiba bir iskeleye geldik. İşte yanaşıyoruz. Hafif ışık- landırıl.nış küçük bir sahil köyü önündeyiz. Yanaştık ; halat atıldı, çımacı iskeleye çıktı, iskele memuru gözük- tü, bekleme odasının kapı- sını açıp: «Son vapur, doğ- ru köprüb diye bağırdı. Sesi boş kulubede nasıl aksetti, kimbilir? İçerden kimse çıkmadı. Bir düdük çalındı, tekrar halat atıldı, çımacı gemiye bindi, iskele memuru geri döndü, vapur hiddetle bağırdı ve hızla yola koyuldu. Bu hâdiseler esnasında güverte yolcuları daima kendi âlemlerinde... Yine / herşey eskisi gibi... Arka- dan hafif sesler duyuluyor, bazan uzun, sessiz dakika- lar geçiyor... Derken ince bir kadın sesi... Şarkı... Er- kek ağır bir tempoyla ona refakat ediyor... İnce, hafif bir ses, gecenin karanlığın- da dağılıverdi. Her kelime havada binbir parça olu- yor gibi... Vapurun suları yarmasından çıkan hışırtı, dalgaların sesi, ince sesli kadının Rumca söylediği şarkı, beni bu vapurdan alıp merkezi, payitahtı, dili ve kanunları meçhul bir âleme götürüyor. Bir sigara yaktım. Rüz- gâr dumanları ağzımdan kapıp kaçırdı, Vay, Köp- rül.. Işıl ışıl parlayan köprü o ânda bana hiç bilmediğim, hiç tanımadığım bir yeni dünya gibi görünüverdi. Sanki onu hiç görmemiş- tim, ilk defa karşılaşıyor- dum. İçimde bir ân evvel ona kavuşmak arzusu... Bu muntazam aralıklarla dikil- miş olan elektrik fenerleri- nin yuvarlak ışıkları altında otomobillerin, tramvayların durmadan geçip döndükleri tek tük kadın ve erkeklerin, aşağı yukarı gidip geldik- leri kaldırımlar.... Vapurdaki meçhul dost- larım, teker teker kalktı. Kimsenin çehresinde yeni bir hâdise işareti yok... İki genç kadın da ayakta... Biri son fıstık tanesini ağ- zına attı, digeri elindeki kitabı çantasına soktu. Yüz- başı, hâlâ lâfını bitireme- miştir; hikâyesine devam etmektedir. Uyuyan iki delikanlıdan arkadaşını dürtüp uyandır- dı. O da mufassal bir es- nedi, gerindi. Elbiselerini düzelttiler, bir tarakla nö- betleşe saçlarını ufacık cep aynası karşısında taradı- lar ve sonra kol kola iler- lediler Arkadaki kadın ve erkek de kalkmışlardı. Erkek ses- siz ıslık çalıyordu. Önüm- den geçerlerken onları sey- rettim. Kadın sarışın ve güzel... Erkeğinin koluna girmiş, uçmakta... Bir bakıma ne güzel; hiç bir noktasını bilmediğim ve görmediğim vak'asızlık vak'aları içindeyim. Fakat vak'adan da büs- bütün kurtulunamıyor. Köprüde müvezzi bağır- makta — Gece, geceli! Cinayeti yazıyor 11! Baff /efekkür zinciri H.M. Kafalıoğlu (Melisos) Oluşu, bir vehim görünüşüne irca et- mek suretiyle inkâr eden ve (Plâton) un (idealizm) ini hazırlayan (Parmenides) i lisos), oluşu inkâr etmekte (Elea) (dok- trin) i ve (Parmenides) ile beraberdir. Nitekim bu inkâr mogoni) lerine karşı da vaziyet alm: tadır. (Melisos) a göre, varlık - tıpkı (Parmenides) gibi düşünüyor - zaman bakımından ezeli ve ebedidir. Fakat var- lığı küre şeklinde tasavvur etmek sure- kân bakımından sınırlan- ba . (Melisos), sisteminin bu tarafiyle yepyeni bir vasıf kazanmak suretiyle eski sistemlerden, bilhassa (Aristotelis)- mi e yfiyeti, onun maddeciliğini olanca ay- dınlığıyle mey « (Meli- sos), sürmesiyle, (Elea) prensibini, maddecili- ğin bir çeşit ifratı sayılabilmesi mümkün olan (Nihilizm) e kadar uzanıcı mahrekin başlangıç noktasını çiziyor.