Oktay mi Kahvenin çatlak camlı kapısı, her açılışında, rüzgâr, yeni bir e ap eline âlmış, ri; ve mahallenin ye Pr bir maliye memuru, ko- nuşmalara dalmışlardı. Zülta” nün ortanca oğlu Kerim, çayları, kahveleri dağıtıyordu. Paker asker olması ve üzerlerinde üni- forma bulunması... Mehmet, üs- telik onbaşıydı, Üçüde asker- likten, terhisten (o bahsediyor ; ertesi 'gün izinlerinin sona ere- ceğini, kışlanın onları bekledigini mia ağ Mehmet, hiç » Camın üzerindeki ler çiziyor, bazı harfler, tuhaf şekiller resmediyordu. Düşünce- liydi. Seviyordu. Âşıktı. Ustaba- > üç kızının en küçüğüne undu. O, birdenbire boy atıp ei dünkü ufak lak bir delik açtı. Buradan 80- kağın çamuru Ve ayak izleri görülüyordu. Mehmet, o ufak berrak cam parçası üzerinden senelerce ötesini görmeye baş- ladı: Yine üçü, yine şu sokakta, şu çamurun ve hemen ayni in- sanların ayak izleri ortasında kt lar daha genişti, telgraf direkleri azdı. Uçurtmalar tellere takıl- mazdı. Çocuklar daha mes'uttu. Saklambaç, koşmaca, hırsız polis oyunları için yer çok uygundu Yalınayak, gece yarılarına kadar sokak boy arsadan arsaya dövüşüyorlardı. Mehmet de kü- für etmesini, yum atmasını, topa tekme savurmasını, sigara içmesini, kâğıt oynamasını öğ- renmeye başlamıştı. Birgün, üç arkadaş bol resimlerle 1 kapıdan simsiyah bir yere geç kılıklı Glkler, süslü kad dolaşmakta... (Atlar otomobiller caddeleri Erkekler yumruk ine gibi dışarı Fakat sinamaya bayılmı Sık sık patırdılı, gürültülü filim- lere gidiyor, oradaki insanlara benzemeye, "onlar gibi konuşma- ya, onlar gibi yumruk atmaya şalışıyorlardı. Bir defasında, gır- bütün bir hafta, mahalleyi ayni' seslerle (o çınlatmışlar,| ağaçlara tırmanmışlar, ami ği döğüş- müşlerdi. Mehmet bu yüzden, babasın sıkı bir şamar yedi- ğini hativlayıvaktiz e” baftalar nasıl şey- #şlerdi Hiç dü şünmemişlerdi, larına bir tane ikram edip, rdan kızdan akssğiyörlendi, Mehmet onlar gibi olamadı. O, âyıkiyle beceremedi. Sabahları babasıyla birlikte işe koca delikanlı oldun; sakalların da çıkmış!» dedi. O zaman aklına geldi, gidip aynaya baktı. Bıyık- ları terlemeye başlamış, yüzünde ince tüyler Marie Birdenbire büyüdüğünü anladı. Bunun neti- cesi olarak ER sıyrıl- ması icap ettiğini düşündü. Fut- maçlarına artık iştirak et- medi. Bazan k hakem oluyordu. etrafa yum mruk mediğini anlıyordu. Yine ruklar savuruyor, haydutlar yer- lere seriliyordu. Fakat delikanlı lerini şimdi zorlukla dövebiliyor- du. Mehmet bu geniş şapkalı hafiyenin yumruk atışına pek dikkat etmiyor, onun atın üze- rinde iken sevgilisini belinden Yek its karşısında nin rdu. Uzun boylu ha- dye e dudaklarından öptüğü zaman) sinamanın iliği gevşeyi- veriyor, uzun ıslıklar ve iç çek- melerle (paradi) ayaklanıyordu. Meh romanlara da dince bazı sebepler buldu. Gö. nül alar va bir ezberledi. ler. Hep birlikte kızların, peşi sıra gittiler. Mitadapkeri Meh- ve ustaydı- kızla tuhaf oluyordu. Digerleri önlerine çı- nun Türk hikâyeciliğinde, seciye, teessüri renk bal u fasıl, Okuyucularımız, belki 12 sayıdan beri, (Büyük u) ilerilik ve yenilik mikyasında ele alır ve bu kaydetmek zevkine düşerken, esalei ie. em gençlerin en istidatlılarından biri kir a ve e çalıştığı bir romandan bir fasıl akdi, ait da da Pre bir iie, değeri belirtiyor. Doğu bilhassa ruhi hareket, tahili olan Okta! Akbal'ın olduğu roman terkibinin dışın- 204 kan her kızdrn hoşlandıkları halde; Mehmet bir tek kızı sev biliyordu. O da, ustabaşı Hüsnü efendinin küçük kızı... Birden re çocukluktan sıyrılan sarışın da bunu anlıyor, fakat âdet Nihayet birgüi ed'in de kur'ası geldi e diger mahalle çocukları, elo alındılar. Se- onlara hürmet ediyor; <asker ağabey» diyorlardı. Artık adam: olmuşlardı. Ü şehir dışındaki bir kışlada ilim görüyorlardı. Meh- liyor, kahvede akşama kadar oturuyor, konuşuyor, iskambil oynuyordu. öz okak- yangın kafiyeli şiirlerden... şındaki küçük kız, hep gülmüştü. , dünyayı daha tanımıyordu. Yalnız ablalarını taklit etmeye çalışıyordu. ları altında, dolaşmıştı. Nihayet, Mehmet, onbaşı işaretini koluna takdığı gün, güz akşamının ka- ranlığından cesaret alarak kızı öpüverdi. Şimdi Mehmet buğulu camın ortasındaki yuvarlak berraklığa bakarken bütün bunları seyredi- “yor... Bir el omuzuna dokundu. Dn yor. İskambil oyuncuları arasında münakaşa, yavaş yavaş parlaya- cak gibi. Zülfü kahveye ayak üstü uğramış olan bekçi ile dert- leşiyor... Mehmet kendine geldi ; «Biraz daldım !» dedi. Hilmi kar- şıdaki evi gösterdi: «Yeni bir kiracı gelmiş dediler. Tek başına bir gençmiş... Çocuklar onu gör- müşler. İşte pencerenin lin duruyor. Herhalde o olacak... Mehmet, arkadaşının mira rıyor ? Belkide taşradan tahsile gelen bir talebedir. Şimdi penceresinden, uzak şehrini veya ka düşünüyor, sevdikle- uha âşinasızlık acısı içinde ve yapayalnızdır.