YÜP Nişancasında, tepenin batıya bakan tarafında bir bahçe vardır ki, Onyedinci Asır müverrihleri tarafın- dan İrem bağından örnek bir mamure olarak tarif edilen Sivasi efendi bah- çesidir. Kapısı sökülmüş, duvarları çökmüş; içini her yıl, baharın ilk yağ- murlarından sonra diz boyu ot kap- ; lar, İçeri girince, solda dört duvar üzerine kiremit örtülü iki viran türbe vardır : Yol üzerindekinde Abdül'ahat Nuri efendi, içerlek olanında dayısı > Abdülmecit Sivasi efendi yatar. Semt halkı, birincisine küçük türbe, ikinci- sine büyük türbe der. Büyüklükleri küçüklükleri binaların madde tan efendiler, Türk irfan ve şiirinin Mi büyük simâlarıdır. | z Çatısı çökmüş, pençereleri oyul- muş, sandukası parçalanmak üzere bulunan büyük türbedeki Abdülmecit efendi, 1563 de Zilede doğmuş, 1639 da İstanbulda ölmüştü. Büyük şehir- de ömrünün kırk yılını vaaz ve irşat Ni ile geçirmişti. Bugün, türbesi çökmek KE üzere bir virane halinde bulunan Ab- dülmecit efendi, Onyedinci Asır orta- sında, memleketi boğucu bir karan- lığa sürüklemek üzere baş kaldıran koyu taassuba karşı eşsiz bir cesa- | retle mücadele etmiş, tahripkâr yo- Ki bazlığa karşı müsbet ilimlerin ve güzel ğ san'atların hemen tek koruyucusu ola- e m. İ ları ki, İstanbulun iki, dört ve altı il. minareli camilerinde Obirer minare “gözal bırakıp digerlerini bid'attir diye yık- 5 mağa kalkan bir zihniyeti temsil edi- yorlardı ve arzularını yerine getire- cek kadar da kuvvetli idiler. Abdül- z Fikir adesesiyle geçmiş gün: 36 yıl i evvel, Tanzimattan beri sakat ve muhasebe- siz gelişimiz, (Abdülhamit) devirmek, (Hür- riyet, müsavat, a mühürlü paralar basmakla ve (Yaşasın Meşrutiyet!) diye bağır- makla halledilecek sanıldı. İşte Meşrutiyet pa- dişahı Sultan Reşat kılıç alayında!.. BU HARABE du © mecit efendi bir taraftan taassubla mücadele ederken, tarikat ve Tasav- vuf yoliyle herkesin havsalasına sığ- Tarihçiliği kadar ressam tai rafıda kuvvetli re” bhsettiği türbeye ir (desen)i olan Reşat e mayacak taşkın fikirlerin yayılmasına mani olmuştu. Yine Bu Abdülmecit Sivasi'dir ki, yüksek bir medeni cesaretle gördüğü yolsuzlukları açıkça söylemekten çe- kinmemiş, birinci Ahmede sunduğu manzum bir şikâyetnamede : «Bir memleket halkı kâfir ol- makla o memleket yıkılmaz; mülk ve devlet zulm ile yıkılır! diye ba- gırmıştı. Bu manzume her zaman her yerde okunmağa değer : Dinle ey padişahım nâfi' olan sözlerimi Habli Kur'an ile sâbit kadem ol bil i ikram Şahsa münsab mı gerek, mansaba i mi gerek, Dinü devlete lâyik nedir ey fahri Cevrü zulmün sebebi Rümü Arab icre bu kim Cahilü zalimi vali kılarak tutdu zalâm Biri bu Cehlile hiç maslahat ısmarla- ma kim Geçe esbabı maarif önüne, ola imam. Ulema zeyyine girdi cühelâ at saldı Bu dürür sahayi dini bozan ey fahri izam. Küfr ile mülk durub, zulmile durmasa gere, Sakın ey 'şahi cihaniyanü cihandar ümam. Tişei hikmet ile mezraayi ma'delete Meşveret tohmunu. saç sula dümuğile : müdam. İstanbulu süsleyen Türk yapı san'atının şaheserlerinden Sultan Ah- met camiinin temel taşı atılırken du- Ç > Öle nn Halife mi oldu?» Reşat Ekrem KOÇU asını okuyan ae efendi, ölün- ceye kadarda bu camiin cu- ma vaizliğini yapimi” Dördüncü Murat Bağdat seferine çıkarken, beline Hazreti Ömerin kılı- cını Abdülmecit efendi kuşatmıştı. Efendi, divan sahibi ve şairdi; şiirleri arasında katıksız türkçe par- çalar pek çoktur, Bu bakımdan, as- rında eşine rastlanmıyan bir dil inkı- lâbcısıdır; temiz Kayi beşaret- çilerindendir. Bu Türk büyüğünün yürekler sız- latan; harabi içinde bulunan türbesi- nin tamirine “işaret ederken, yazımı, Abdülâhat Nurinin söylediği nefis bir mersiyenin son kıt'asiyle bağlıyorüm: Gam etmiş iken aklı çâk Tarihini dedi bu hayyâk Bin kırk dokuzda aldı hâk Sivasi uçmakta mekâm... BİR DERS, BİNBİR ÖLÇÜ Hazreti Ömer sokaktan geç- mekte... Kadının biri oğluna ses- lendi: Oğlum, savuş Halife geçiyor! Başka bir kadın, deminkine Me oradan, adam dün sadece Hazreti Ömer, tebessüm ve sü- künet, tatlılık ve Kaya için- de, ikinci kadına y aklaşt — Size teşekkür derim eski bâlimi etmi getirdin Böyleyken, nasıl oldu iz Doğu, İslâm dairesinin Doğu'su dalka- vuklarla doldu? Nasıl oldu da, Emrü ferman hazreti menlehül- emrindir) diye gerçek mânasından kaydırılmış bir damga peydahlan- dı? Nasıloldu da, (Tıflı) tipi saray- ların baş eşyası hâline geldi?.. Ve sonra.. Ve sonra, Doğuda doğup da gerçek Doğuyu batırmak iste- yenler arasında dalkavukluktan başka hak ve hakikat ölçüsü kal- madı??? ADIDEĞMEZ