N Ve anlattı : sw Ne, etim kalmıştı ne sinir. derecede hoşlaştığım her sürü uzaklaşı. yordum. Yenilemek istedikçe, ar- geldiki bana, Allahın tabiata çizdiği deseni kopya etmek cesa- retini v erdi. nümü Ki ilk bahtlı eml ez bu mevsimine «üvey» kalmış Kânu- nusani 8 m «9,5» ai ge- iy orum. a ll evlerin sarı e leri... Ve virgül bir çocuğun kısı... Evi evine, köyü köyüne, kimin evi yoksa, fare deliğine... Gaze- teciler, yıldız çatılmış gök, çiz- giler halinde bekçi düdükleri, Salise hanımın Mknöye gürültü- lerine karışan sesi «Kız! Hayriye basi sürme- lemeği unutma, ha |» Uyumuşum. Uykum, eski gece- leriminkinden miydi ? Pek emin değilim amma, içinde geçen hâ- dise, onu, ötekilerden ayırmama sebep oluyor. Zaten her insanın uykusu başlarken aynıdır. Sonra ayrılır. n sana bu be içini anlatacağım dostum effaf bir baş, Ni taşıra taşıra hareket ederek ben- den bir metre yüksekte durdu. Kurşuni tül, ağzını açtıkça hava- lanıyor, ufak dalgalar ii ve susunca yavaş düşüyordu. Gözleri, şip alnı, ayakları yoktu. Sesini duyar gi- biydim. Fakat dimağımdan çok ie bağlanmış bir ihsas va- s kafamdan, iki or, ke filizi, ani sırada rüyamın içinde vü- cut diyemiyeceğim bir di ta- ıyan kurşuni tüllü çam bana, benim içimden bahse en a öğretti. Ve e ceğim «esmer» oyukta, an rami giyinmiş düzen insan- ları çıkarıp Vie Era Sonra benim içime «El» benziyen iş İbi eke kalbimi zey ii $ nin kafan burada dedi. Yine. siküğotleriğ den bir kısım başımı işaret etti: — Bu, ötekilerden bir parça! dedi. Her cümlesini üç kere tekrar ederek topraktan semaya doğru ağır ağır yürüdü gitti. İşte ben, o gece doğdum dos- tum. Bin dokuzyüz kırk yılının bir Kânunusani gecesi... Doğdu- > ân tam ondokuz yağımlayı “Sabahi odama kendim getir- dalgaları hatırlatan öyle çizgiler kaynaşıyordu ki.... Kalktım, pencereyi açtım. Cim- mavilikle ağaçların arasında bu- lutlar, penbe çocuklar gibi, bir aşağı bir dolaşıyordu. Kuşlar ağaçlara ve evlerin saçak- larına güvenerek bulutları kızdı- rıyorla man kendini vere vere sevebili- Ben onu gözlerimin parmaklariyle tutuyor- dum. O zaman gümbür gümbür bütün âlem yıkılıyordu. Gök, kocaman bir resim kâğıdı oluyor- du. Ve başlıyordum «rengin» «is- tek» le si aşkının desenini çiz- şok az konuşuyorlardı. Ağızların- dan buharlar çıkıyordu. ei de ekmek, para, sigara, ve dın kokusu vardı. İnsanlara işik beyaz kızlara bakıyorlardı. Sokakları sabah kaplamıştı. Sas h; ev, çamur insa tramvay doluydu. kere daha doluydu. Arada sıra- n, sis, ve içim içime sığmıyordu. doyasıya bakmak, duymak, lezzet tatmak, üşümek veya terlemek is- tiyordum. Hafızamda yığılı hatıra- ları, gece, rüyamdaki (insan deye- miyeceğim varlık) e teme ü. Kafamın Mer maklarım vardı. ea ; şekillerin | kendile- alinde “duyma! (mikrofonik) seleri bile ince çizgi- ler halindi yakalıyorlardı. İlk olarak «ağac»ı gördüm. Ağaç toprağa öyle oturmuştu ki.... Kü- çülüverdim. Köklerindeki «istek» u tıkça dalların Heilelerine uyu- yor, zayıflıyordu. Bazan rengin hu: dutlarma rastlıyordu. Hudut- lardân yeşilin aşkı taşıyordu. İ: tek, semaya Idikçe* inceli- yordu. İnceldikçe yeşilin > — 5 İrem Ve bir a sevmeğe eri yrd. Nibaye özlediğim kom- pozisy anil giriyor, üyeler çizgi kalıyordu. O za- ceklerine sövüyorlardı. Saadete yabancıydılar. İhtiyaçları da yok. tu. Çıplak ayaklariyle bir aşağı, u utup, bi yük, Baiafaliği seslerle iliyor. .