CİHANDA HAYAL SUKUTU Prof. Şükrü BABAN ARBİN sona ermesiyle, sulhün bü- tün nimetlerinin tekrar geri döne- ceğini umduğu için silâh seslerinin kesilmesini büyük heyecanla beklemiş olan bütün insanlık, şimdi derin ii hayal sukutu içindedir. İktisadi ıstırap ve sefalet, harp yıl- lârını aratacak bir dereceye yüksel- miştir. Şimdiki kadar acıklı bir vazi- yete, ne Fransa, ne Almanya ve nede Avrupada her hangi “bir memleket, kavga sıralarında , bu memleketi, müthiş bir kış, soğuk ve açlıkla karışık bir mevsim, kucağını açmış, beklemektedir. Alman- ya'nın görecekleri ise Fransanınkine nispet edilemiyecek kadar elim ola- caktır. Diger Avrupa memleketlerinin de halini, bunlardan daha parlak say- mak için hiç bir sebep ve imkân yoktur. © Şu halde keder ve sıkıntı. içinde beşeriyet, en müthiş hayal sukutuna uğramıştır. Esasen bütün. harp yılla- rında, Avrupa halkı, feci bir efsaneye inanmış ve'yahut inandırılmıştı. Sulhle eraber . yeni dünyadan ve Büyük Britanya İmparatorluğundan milyon- lar ve milyonlarca ton erzak, giyecek, adeta gökten yağar gibi düşecektir. Halbuki, nakil imkânları en iyi niyet- leri o hudutlandırmaktadır. e Gemiler, milyonları aşan Amerika ve İngiliz erlerini anavatanlarına dünyanın dört bucağından taşımağa mecburdur. Bina- enaleyh uzun müddet gemiler sivil halk ihtiyaçları için serbest kalamaz- lar. Kalabildikleri farzedilse bile böyle milyonlarca (tonilâto) luk malları çıka- racak Avrupada sağlam liman mevcut u ÜZe-. “mudur? Bu limanlara zahire ve giyim (stok) ları yığmak acaba 'mesut bir netice verir mi? Pâris veya Berlindeki. aç adama (Amsterdam) veya (Havr) da bol erzak ve elbise (stok) u olduğunu müjdelemek, o adamın derdini gider- meğe: yarar mı? Nakil vasıtalarının düzenlenmesi, hasta Avrupa kıtasında iâzımgelen tamirlerin yapılması, muhak- kak ki, oldukça uzun bir zaman işidir. Bu müddet esnasında bahrimuhitlerin üstünden gelecek (men ve selva)ye göz dikip atıl ve batıl bekleşmekten ise, bizzat kıt'adaki faaliyeti, zZer'iyatı teksif etmek icabedecektir. Fakat bu işde, yine bitkin ve yorgun hale düşen Avrupa topraklarını kimyevi gübrelerle takviyeye bağlıdır ki, onları da nak- letmek zarureti vardır. Böylece bütün * Avrupa, hattâ insanlık çok hazin bir fasit daire içine düşmüştür, İşte hayal sukutunun bir sebebi budur. İkinci bir hayal sukutu da iktisat ilmini alâkadar'eder, İktisat ilmi bugünkü muazzam buhran ve ıstıraba bir çare bulamadıktan, çıkar bir yöl ve iz gösteremedikten sonra, böyle bir il- min vücudundan, (üniversite) lerde bol bol kürsüler “doldurmasından nasıl faydalanılabilir ? Milletlere ve cemiyetlere pek pahalıya mal olan bir lüks ve süs olmaz mı? u ikinci nevi hayal sukutu, iktisat, ilminin yalnız bugün karşılaştığı bir vaziyet sayılmamalıdır. İktisat hayatı, bilindiği gibi, daimi ve birbirini kova- lıyan buhranlarla dolu geçer. Her on, on beş senede ufak veya büyük bir buhran” olur. Her buhran ferdasında veya esnasında iktisat, ilim ve disip- lin olarak taarruz ve hücuma uğrar. a işin en ziyade garabet gösteren tarafı, başka ilimlere bu yolda itiraz- air yağıyor Büy; ar üstüne; Te yola çıktı, Deniz düşüncede... Ya sen? Mahalle çocuklarına bayram: Uçurtma uçuracak gün geliyor. Telâş içinde düny: Ufukta muttasıl EM Yağmur yağıyo Büyük ağaçlar üstüne... Ya se İskender Fikret AKDORA e sl Li 4 ların yapılmaması. hakkındaki mevcut » tuhaf tea müldür. Meselâ (Hippocrate)- danberi mevcut *bir disiplin olarak kabul edildiği ve .o yolda muamöle gördüğü halde, hiç kimse tıp diye bir ilim olamaz ve olmamalıdır, çünkü insanlar muttasıl hasta olmakta, hattâ daha fenası sapır sapır dökülmekte ve ölmektedirler, demez. «Bunlara çare bul- saymağa “nasıl imkân olur?» Böyle “ düşünenler ve bu yolda muhakeme edenler de belki mevcuttur. Her asırda tababetle alay eden büyük muharrir- ler, edipler, tiyatro müellifleri bulun- muştur. Fakat hiç biri doktorluğu kökünden inkâr edecek kadar ileri gitmiş değildir. Fakat ölüm kadar vahim olmıyan iktisat buhranları kar- şısında, iktisat ilmi bunlara çare bula- mıyor diye bu ilim dalının mevcudi- yeti bile şüphe ve zan altına alınıyor. Bu ruh halinin âmili belki iktisada gösterilen fazla güvenin bir aksülâme- lidir. Bazı iktisat âlimleri"de umumi efkâr karşısında bir şeyler yapmış olmak hevesiyle dertlere deva olabi- lecek reçeteler yazmaktadır. Bilhassa para oyunlariyle, para mıktarını ço- ğaltmakla yapmacık bir refah ve can- lilik doğurmak yolunu tavsiye et- mektedirler. Ama insanlar aralarında istihlâk maddeleri paylaştıklarına göre Hiç bir para veya banka kombinezonu şu basit ve düz hakikati unuttura- maz > ekilmeyen yerde biçmek im- Kabı Milletlerin. İktisadi bünyelerini bozan sebepler her zaman iktisadi değildir. Harp, iktisat. ilminin tavsiye ettiği en iyi bir kalkınma refah unsuru değildir. Böyle olduğu halde harplerin, | bütün ağır neticelerin mesuliyetini bu ilmin zayıf omuzlarına yüklemek ne derece doğru olur? Harplar yapılmış sağdan; göre şimdi insanlık kolay ve ucuz bir sihir- baz değneği ile badireden kurtula- . maz. Ve ham hayallere kapılmadan yapılacak şey, harpten evvelki kadar, hattâ ondan daha ziyade ve sıkı çalışmak, istihsali her sahada çoğalt- maktır. Herkes kendini düşünmelidir. Çok uzak ufuklara gözleri dikerek meçhul yardımları beklemek en kiy- » metli vakitleri kaybetmek demektir; «Sen kendine yardım et ki, Allah da sana yardım etsin» vecizesi şimdi in- sanlığın ve her memleketin (formül) ve düsturu olmalıdır. Bu kadar basit bir hal çaresi söylemek insanı mahçup etmiyecek bir keyfiyet değildir. Ama sırf ve yalın kat olduğu bahanesiyle bir hakikat söylenmemeli midir?