İd ei PE e Li # ” hepsi sayılı, bun- SIYAH Pi PELERİNLİŞADAM Piyes : ŞAİR — Evet?. İSKELET — İşte o, lisanın oyun- cağıydıl ŞAİR — Sonra? | pa — Sonra, eline ikinci oyuncağı teslim ettim. Bu oyunca- ğın zenbereğini fırlatırken, zenbe- reği fırlayan gözlerihle pencereye koştun; elini uzatıp karşı sahildeki balıkçı evinin lâmbasını söndürmeğe kalktın ŞAİR — Eeeeeee?. İSKELET — Bu da mekânın oyun- cağıl.. ŞAİR — Sonra, en sonra?. İSKELET — En sonra, sana en sa- natlı oyuncağı verdim. Bu oyuncak, parmaklarını öyle bir dişleyiş dişle- di ki, ebedlerin ebedindeki basa- makta açılan ebed kapısının ebedler boyunca perdesini kaldırdığı ebed yolunda, ebedlerce her ân yükselen birçığlıkla Kğmmaklar başka çaren kalmadığını san AİR — Ate; Allahıml.. İSKELET — Zamanın oyuncağıl.. ŞAİR — (Ellerini iskelete doğru uzatmış) Şeytan, şeytan!!! Beni tabii insanların zaaf kapılarından istediğin kadar zorla!.. İstediğin kadar... Yalnız bu tarafıma merha- metl.. Şeytan, sana yalvarıyorum; bu tarafıma dokunma! Ellerini görüyorum!.. Kemikten parmakları- na rağmen dünyanin en Zarif elle- rini taşıyorsun!.. Sen hiç cinnetin ellerini gördün mü ?.. Ondaki zera- feti anlatmağa kelimelerde mecal yoktur. Beynimin liflerini, o eller, teker teker çözdü; sonra onları bi- rer birer kanımla tükürükliyerek yapıştırdım. Ellerin, aman, o nokta- ya değmesin!.. Bana ne istersen teklif et, yalnız bu işkenceyi değil... SKE — (Elindeki mumla şairin yüzündeki ifadeleri arayarak) isanın oyunca- ğını kurcalarken ne gördün ?.. Dünyada ne ka- dar kelime varsa ların da bütün nisbetleri ( ölçü- ğe çalıştığın bu sır, en korkunç yes : 1 Per 4 e ile deli saçmasından, en girift ilim na- zariyesine kadar, bütün kelime ter- kiplerinin, evvelden malüm, önce- den mevcut, hudutlu, dışına çıkıl- ması imkânsız şeyler olduğunu belli etmedi mi sana?.. Bundan on bin sene evvel herhangi bir çobanın uykuda sayıklamasından, bundan on bin sene sonra herhangi bir mü- hendisin kâğıt üzerinde düşünüşüne kadar, her şeyin bu daire, bu tıl- sımlı daire içinde olduğunu deh- şetle farketmedin mi?.. Beyninin çukuruna zehirli bir bilya gibi oturttuğum bu hakikat, yalnız bu hakikat, seni saran aşılmaz duvarı, zorlanması muhal hududu veonun gerisindeki hiçliği ispata yeterken, sen bundan, inadına, gittikçe açı- lan bir ufka, peçesi düşen bir son- suzluğa ve onun arkasında mutlak hakikat iklimlerine yol buldun gü- ya... Nasıl olur, nasıl olur?.. Mina- re birdenbire tersine dönüp nasıl kuyu olur?.. ŞAİR — Onu bir ben bilirim, bir de Allahım!.. İSKELET — Sonra sana, mekânın vehmini aşıladım, Niçin on metre ilerideki adam, baş parmağın kadar küçüktür?.. Onu küçülten mesafe- ler midir, senin örümcekli kafanda- ki nispet hastalığı mı?.. Halbuki herkes ve her şey, kendi mekânın- da, kendisine nazaran, hiç kimsenin aslını bilmediği bir hakikat ölçüsü içinde... Ya biribirine nazaran?.. Bunlardan hangisi doğru ?.. En doğ- rusu, mekân ve mesafe mefhumu- nun, korkunç, akrebin terinden da- ha acı bir vehim olduğu... Uzat, elini uzat, sabaha karşı göklerin mangal külünü deşeleyerek, siga- ranı yakacağın bir yıldız kıvılcımı aral. Yine işi açık gözlüğe getirdin. Bu vücutsuzluktan da, bölünmez, “Yazan: Pr parçalanmaz, eksilmez bir vücuda " zıpladın!.. ŞAİR — Bana acı,büyücü, ölüm- den ve cinnetten öteye başıma ne getirmek istiyorsun ?.. Sus, bir keli- me daha söyliyeyim demet!.. İSKELET — İşte o kelimel. Ba- şına, ölümden ve cinnetten öteye geçen başına, zamanın balyozunu çaldım. Neydi son kelimem?.. Çal- dım, değil mi?.. Hani bu kelimeyi söylerken bizi içine alan zaman?.. uçtu, geçti, düştü, hal.. ŞAİR — (Yıldırım gibi kıvrılıp bir kenardaki iskemleyi alır, iki elile havaya kaldırır) Sus, kemiklerini bir bohçalık döküntü haline getirmemi istemiyorsan, kes sesinil.. İSKELET — (En derin bir sükünet ve hüzün içinde) İşte, senin o iskem- leyi kavradığın ve “kes sesinil,, de- diğin zaman da uçtu, geçti, düştü. Şair, bırak bu köpek hırlamalarını da yanıma gel!.. Ateşten yanan başını, buz gibi kafama daya; senin- le başbaşa zamanı düşünelim!.. O, dibine boş maşrabaların dalıp; di- binden boş maşrabaların çıktığı dip- siz bostan kuyusunu!.. Zamanı düşünelim, zamanı |.. ŞAİR — (Gözlerinden yaşlar akar- ken, iskemleyi yavaş yavaş yere in- dirir) Bana merhamet etl.. Ya göz- lerime ölüm mendilini bağla, ya üstüme cinnet yorganını çekl.. Fa kat bu kuyuya sarkıtma benil.. İSKELET — Düşün, hiçbir hâyalin yontamıyacağı kadar sivri, namü- tenahi sivri bir pergel ucile masa arasında, namütenahi hızlı bir dar- benin bile zıpkınına takamadığı zaman... Pergel yere devrilmiş; ve zaman yine uçmuş, geçmiş, düş- müştür. Yok, yok, yok; asrın, sene- nin, ayın, haftanın, günün, saatin, dakikanın, saniyenin, salisenin, hiç bir ölçünün için: de yok... Camdan bir kavanoz için- de mikâplaştıril- dondurul- milim mumya kafası üs- tünde ölünün « «SaçlarıSvar; fakat — (Devamı 12 net del 3