MEŞRUTİYETTEN BERİ. İnkılâp Hayatımızdan Sayfalar : 76 Talât, şüphesiz, hepimizden cesur, atılgan bir gençti. Her akşam üstü (Olimpos) meydanındaki (Yonyo) gazi- nosunda toplanıp bir birbuçuk saat ka- dar eğlenirdik. Talât bu toplantılarda coşar, ağzına geleni söylerdi. Yakını- mızdaki masaiarda oturanlar, bizden uzaklaşırlardı. Sonraları (Yonyo) bize, beş on ayak merdivenle çıkılan bir odayı vermişti. Burada şunu söyleme- liyim ki, Talât, bütün lâübaliliği, bütün şakacılığile beraber, bizim (lider)imizdi. Onu biz (lider) yapmıştık; fakat ne o, ne de biz bunun farkındaydık Yukarida ismini söylediğim fran- sızca mecmua, edebi, ilmi, siyasiydi. Esat Paşa, tecessüsü seven bir zat değildi; okuduğumu görür, ne okudu- ğumu sormazdı. Ben, büyük bir hür- riyet içinde hem yaverliğimi, hem ho- calığımı, hemde komitacılığımı ya- pardım paşa zamanında Makedon- yada işler büsbütün karıştı; cemiyetin de faaliyeti artmağa, sıklaşmağa, kendini göstermeğe başladı. Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiye- tinin bu Selânik kuruluşundan bir müddet sonra bizi endişeye düşüren demiyeyim de, oldukça şaşırtan bir hâdise olmuştu; bunu daha yukarıda anlatmalıydım; fakat, hiçbir yazılı ve- sikaya değilde yalnız hâfızamınlâtfuna güvenerek yazdığım bu hatıralarda, sıraya uymak kolay olmuyor, okurlarım beni mâzur görsünler. Bu hâdise, Ömer Nacinin birgün birdenbire ortadan kaybolmasıdır. Na- ci, Serveti Fünunun bu genç şairi, çok ateşli, yerinde duramıyan çok hare- Siyah pelerinli adam (Baş tarafı 6 ncı sayfada) bir saniye evvelki zamân yok... Yal nız yoklukların vehim noktalarile çizilmiş bir hat; ve bu hattın üstün- de, insan, cemiyet, harp, dava, fikir iman ve altı üstünden daha kalabalık, üstü altından daha hare- ketli bir topra (Bir an süküt - - Şair, başını önüne eğmiş, hıçkırıklarla sarsılmakta) İSKELET — Ve gözlerin patladı. Göz bebeklerinden bir tanesi, ku- ketli bir arkadaştı; heyecanlı bir ha- tipti de... İsmail Baltacıoğlunun geçen- lerde Yeni Adamda yazdığı gibi «Ma- nakyan tiyatrosu artistlerinin mukal- lidi> değildi; çünkü, o, söz söylediği vakit dinleyicilerini arkasından sürük- leyip götürebilirdi. Cemiyetin kurucularından olması yüzünden, * belki hiç kimseye haber vermeden ortadan sırroluverişi bizi şa- şırttı. Ondan şüphe etmemize imkân yoktu; fakat bu hareketi, bir ihtilâl cemiyetinde bulunması lâzım gelen sıkı (disiplin) e uyamazdı. Çok geçmeden anladık ki, iki üç arkadaşile Parise kaçmıştı; bunlar, hatırımda kaldığına göre, Üsküplü Recep, topçu mülâzımı (Kars mebusu iken iki yıl kadar önce ölen) Husrev Sami idi. Bu öğreniş gönüllere bir genişlik verdi. Paristeki Ahmet Rıza, Sami Paşazade Sezai, Dr. Bahattin Şakir gibi arkadaşlara bizden bu üç kişi katılıyor demekti. Naci, Pariste de duramadı; İran Azerbaycanında şah Ahmet Kacara karşı yüz gösteren hürriyet hareketine katışmak üzere ora- ya gitti. Sonra yakalandı; top önüne bağlanıp idam edileceği saatte bizim 1908 Meşrutiyeti ilân edildi. Tahran- daki sefirimizin şiddetli müdahalesi üzerine ölümden kurtuldu. Osmanlı Hürriyet Cemiyeti kurulup Heyeti Aliye seçilip işe başlayınca, Cemiyetin bir nevi vakanüvis heyeti şeklinde Hakkı Baha, Vasıf Çınay (son seçimde açıkta bırakılan Malatya mebusu), ben, üç kişilik bir heyeti tah- ririye vücude getirdik; işede başladık. Ben Meşrutiyetin ilânından sonra bas- rutma kâğıdının üstüne düşmüş bir damla mürekkep gibi yayıldı. kendi- ni boşluğa fırlatmak, tepesi aşağı ışık süratile düşmek için, dünyanın, balkona benzer bir yerini aradın, durdun. Peki, peki, ya bu yokluktan, kayıcılıktan, dağılıştan, seni tam varlığa, sabitliğe, kere ai kim ve ne ve nasıl çıkardı? ŞAİR — Allahlll Her şey, o tai da yok oldu ki, yalnız o kaldı İSKELET — (İki elini, il par- maklarile Şaire doğru uzatır) Yok, yok, bu kelimeyi istemiyoruml!. Luk Kâzım Nami DURU tırdığım (Nasıl oldu?) adındaki üç per- delik piyesimin iki perdesile (Terbiyei vataniyede ilk adım), (Rus İhtilâl Ce- miyetine mensup bir kadının hayatı) (4Jadlarındaki kitaplarımı «Heyeti Tah- ririye» âzası olarak daha o vakit yaz- mağa başlamış, bitirmiştim. Bir yandan bu yazıları yazarken bir yandan da harıl harıl cemiyete âza kaydına devam ediyorduk. Arka- daşlarımızdan herbiri, cemiyete almak istediklerimizin adlarını Heyeti Aliye- ye bildiriyor, muvafık cevap aldıkları- mıza, evlerimizde, usulüne göre, ant içtiriyorduk. Böylelikle cemiyet âzası çoğalıyor, faaliyet sahası genişliyordu. Bu sırada Heyeti Âliye, arkadaşlardan kimlerin fedai yazılabileceğini rehber- ler yoluyla sordu. Yazılanlar yazıldı; fakat kim olduklarını Heyeti Âliyeden başka kimse bilmiyordu. Bu, cemiyetin, yakında icap ederse tedhiş işine de girişeceğini sezdiriyordu Bütün bu işlerden hükümet adamla- rının haberi değil, sezgisi bile yoktu. Zaten Selânikte saray hafiyesi de bu- lunmuyordu. Bir iki tane olsa bile onlar bizce biliniyor, sırası gelince işlerine bakılacağı tabii görülüyordu. Umumi Müfettişlik, altı devletin kon- soloslarile o kadar meşguldu ki, vilâ- yetlerin dâhili işlerine bakacak vakit bulamıyordu. Yanında Halil bey, Vâlâ Nurettinin babası Nurettin bey, baş- kâtip olarak çalışıyorlardı. Bu iki zat e idi ilânından sonra vali ol- (1) Bu kadın 1918 Sovyet > hâlâ yaşamakta olan (Vera Figner)di ; atını (La re mecmuasından alarak ii çevirmiş- tim, Sana, şimdi, vehim ve sabit fikir- lerin en müthişile geldim, Manto- mun cebinde, bir şişenin içinde... Eğer bu şişenin kapağını açmamı istemiyorsan, bir daha, ama bir da- a bu kelimeyi sarfetmel.. O za- man, muhteşem sulh masasında gö- rüşürüz seninle... Mantomun cebin- deki ikinci şişeyi cayi Devlet ve hâkimiyet iksirin ŞAİR — Senin biler tadılacak kurtuluş, hal.. İşte uçacak, geçecek, düşecek olan zaman odur. (Gelecek sayıda bitiyor)