U mahalleyi, tek sokak teşkil'eder ; ve bu 80 kak bir mezarlığı diğerine bağ- layan bir köprü halindedir. Mahallemize mezarlar arasın- dan girilir ve mezarlar içinden çıkılır. Güneş sokağımızı daima göz önünde tutar, berrak ışıklarile Allaha şükretmesini bilen mü- tevekkil mahalle sakinlerinin yüzlerini okşar. Bu mahalle, dertlerini bir kaşık suda boğmasını bilen insanlarındır. Sabah, her yer- gan, titrek, kaçamaklı, pembe mimar sanki bu sokağa it- haf e Sk sd iğreti duran beyaz çarşaftan perdeler, tut- turuldukları toplu iğneden kurtulup yan tarafa açılınca, odalar birer tiyatro sahnesidir. Yer minderlerinde acele ace- le sabah kahvaltılarını atıştı- ranlar, bir fincan suda ve avuç içi kadar aynalar karşısında haftalık sakallarını tıraş eden- ler, geniş ve dar leğenlerde ellerini, yüzlerini yıkayanlar, uzun donlarının üzerine pan- tolonlarını çekenler ve daha “ sayısız işleri tamamlayıp, sokak tep çocukları, memurlar acele adımlarla telâşlarının izlerini sokağın. daimi”çamurunda |bı- rakırlar. Derken birkaç araba yan taraftan gürültülerle çıkar, evleri yerinden sarsarak iş ba- şına koşar. Mahallemizin Mannlani biri- birlerini çok iyi bilirler. Bu mahallede kavgalar, meydan dövüşü şeklinde; dedikodular, kulaktan kulağa değil, yüzyü- ze yapılır. Sevinçler, kederler herkes tarafından mütesaviyen paylaşılır. Sokaktan geçen her yabancı, merak ve tecessüsle süzülür, nefretle gözden geçirilir, ço- i mezarlık eN âleme'ayak atamaz. Adeta bu mahalle, kendine yeter bir dünya... Her evde bir- kaç cins insan ve zanaat erbabı oturur. Bütün şehrin en gözde işçileri, manavları, arabacıları, müvezzileri bizim kadromuz- dandır. Erkekler, her sabah mezarlar arasından öteki âleme geçer, şehrin muvakkat malı olurlar. Onlar şehrin çarkları arasında yağlanıp, paslanır, durmadan didinirken ; kadınlar, mahalle- nin sokak meclisinde | öbek öbek toplanıp gürültülü içti- malar yaparlar, Kundaklarında unutulan yumurcaklar sesleri- nin tizliğini, pesliğini deneye deneye, ve gür sesli bir manav, arabacı veya gazete ye e namzetliğini Her idadi bir tencere fokur- darken, güneş, mahallenin tam tepesinde" dimdik durur. Ço- cuklar annelerinin eteklerine yapışarak tepine tepine gün- lük gıdalarını isterler. Güne- şin aslâ eksik olmadığı kaldı- rım bozması kaldırımlarda, çocuklar zıpzıp oynar, bir yan- danda ellerindeki kenar ek- meği dişleyip, çürük bir elma veya armut tanesinin tadını mümkün mertebe uzun hissede- bilmek için, meyvayı, kuyruk çöpüne kadar kemirirler. Ek- seriya meyva kabukları, çöpü, çekirdekleri ile yok oluverir. Sık sık, tek zıpzıp üzerine kopan kavga, çocuklar arasın- da neticelenmez; anneler im- dada koşar, herkes kabahati öbürüne yükler; eş dost, ak- raba oyardımiyle meselenin büsbütün alevlendiği görülür. Fakat sabahleyin biribirinin saçını başını yolan iki kadının, akşamüstü, mezarlığın arka- sında büyük”Tçeşmeden kova- larını taşırken, gülüşerek, oy- naşarak kahkahalar attıkları görülür, Bu mahallede, işsiz, güçsüz insanlara acayip ve kötü bir nazarla « bakılır. Onlara göre sesi kalınlaşan, biyığı terlemiş olan delikanlı, her sabah işine koşmalı, gece evine dönmeli- dir. Mahallenin mâşeri vicda- nı böyle emreder. Bilmiyorum; mahallemiz be- nim için ne düşünüyor? Çünkü ancak öğleyin yataktan kalk- tığım, komşu müvezziden çe- şit çeşit gazete, mecmua aldı- ğım, sabahlara kadar pencere önündeki masamda yazı yazıp, kitap okuduğum, cümle âleme malümdur. Ben onların sene- lerdir halledemedikleri bir bil- meceden başka birşey değilim. Ne iş yaptığımı, nasıl geçindi- ğimi, bu mahalleye nasıl ve nereden geldiğimi bilmezler. Benimle hiçbir zaman fazla meşgul olmadılar, belki de be- ni buna lâyık bulmadılar. On- lar daha çok, komşular arasın- da, karikoca kıskançlıklarının, (metres) hayatının, boşanma, oc varma ema dedikodularını severler eri, penceremin karşı- la) dikelim kahvesini elim- le koymuş gibi görebilirim. Mahallenin belli başlı tiple- ri, genç babayiğitler, bıyıkları henüz terlemiş delikanlılar, masanın etrafına halka olup kâğıt oyunlarının hepsini sı. Yüzü gülmüyor hiç, Şehre ve kırlara karşı. Kuşlar gibi fütursuz, Rüzgüra karşı, (Bezik) oynarmış eskiden Şimdi tercih ediyor uykuda gezmeği. Bütün bildiklerini unutmuş yil. paye ANKARA İNSAN pi İskender Fikret AKDORA yas AZ rayla oynarlar. Polis tehlike- sinden uzak olan mahallemizde Penceremden onların hi oyunlarını, biribirleriyle giriştikleri küfür yarışını seyre- der, aralarında yaşıyormuşum gibi olurum. Bir gün, bu eşsiz zevkten mahrum kaldım. Mahalle, bir gece, erkenden matemli bir karanlığa, sessizliğe gömüldü. Kahve kapatılmıştı. Birisi -oğ- yanlardan biri - harhalde vazi- yeti polise haber verip öç al- ıştı. İki polis memuru kahvenin kapısını gururla, haşmetle ka- patıp, mühürlediler ve gittiler. O günden beri sokağımız, erkenden karanlığa boğulu- Or... Kendime yeni bir meşgale bulmak için günlerce binbir çare düşündüm. Her gece, can sıkıntımı dağıtmak için çeşit çeşit hayal, düşünce ve fikirle boğuştuğum oldu. Nihayet manzaramı, gözümün önünde mahallenin bütün ru- hunu hulâsa eden manzarayı buldum : Karşıki evin patiska perde- lerinde müthiş bir gölge oyu- nu peydahlandı. İç içe geçmiş gibi, iki gölge, görünmez bir masada karşılıklı oturan iki kişiyi ihtar ediyordu. İkisi de kadın,.. Biri iki büklüm, öbü- rü dimdik... Biri bir kocakarı, öbürü de genç bir kız olsa gerek... İhtiyar, görünmez ma- sada, esrarlı bir harita üzerin- de izahlar yapıyormuş gibi, ellerile garip işaretler veriyor, genç kızda onu, bir mezar taşı hareketsizliğile bekliyor- du. Bir, iki, beş, on gün, hep ayni saatte, hep ayni hal... Bir iki saat sonra, gölgeler ayağa kalkıyor, bütün perdeyi kap- liyor, ışık söndürülüyor ve karanlık, camlardan taşıyordu. Bütün bunları bir sebebe bağlamak istemeden, mücer- ret bir resim gibi seyrettiğim tablonun, bir gece, bütün es- rarı çözülüverdi : Gölgeler ayağa kalkıp lâm- bayı söndürdükten beş on da- kika sonra müthiş bir çığlık, kamçısını, bütün mahalle bo. yunca şaklattı: afize hanım, Hafize ha- nım, koş! Evet, karşımdaki pencereden bağırıyorlardı. Oturduğum evin sahibi Hafize hanım, terlikle- rini şaplata şaplata koştu, odamın kapısını. açtı, bana hiçbir şey söylemeden pence- reye atıldı: — Söyle, komşum, ne oldu? — Öldül.. Kaç akşamdir fal- da, üzerine hep toprak yıkılı- yordu. Öldül.. Koş, koşl,. *