eridi bugün bir başkalığı vardı. Dal. ğın, buruk yüzlü, konuşmak istemiyormuş gibi bir hal... — Sana, bugün, hafit ve tatlı bir masal anlatayım, dedi, ayniyle geçmiş bir vakâ... Vaktiyle Urfa taraf- larında, cins atlarıyla meş- hur bir köy varmış... Askerf makamlara soylu at tedari- ki için, öteden beri bu köye zâbitler uğrar, oranın eşra- fından Durmuş Ağaya baş- vurup ihtiyaçlarını giderir- lermiş... Eski Büyük Harbin başlangıcında, genç bir zâ- bit; bir gün, bir satınalma heyeti adına, ilk defa ma- hut köye gitmiş ve Durmuş Ağayla görüşmüş... Sarı toprak damlı, kalın taş du- varlı binaların süslediği, ye- şillik içinde bir köy... Her evin bahçesinden gevrek at kişnemeleri geliyor; dallar ve yapraklar arasından bü- kük kılıç boyunlu küheylân- lar göze çarpıyor... Yedi- sinden yetmişine kadar her- kes at sırtında... Ciritten, yarıştan, çeşmeden, çayır- dan dönen atlar... Al, yağız, doru, kır atlar; çekik sür- meli gözlü, küçük hançer kulaklı, açık pembe burunlu, ince geyik bacaklı, geniş kaplan sağrılı atlar... Dur- muş Ağaya gelince, 70 lik, mübarek, fakat sapsağlam bir ihtiyar... Neler görme- miş, neler?.. 93 Muharebe- sindenberi gönüllü olarak girmediği savaş kalmamış, leriyle masalcısı o, herşeyi o... Eski Dünya Harbi, ya- kıp yıkmış, kasıp kavur- muş... Nihayet Mütareke yılları, peşinden İstiklâl Sa- vaşı başlamış... O vakte ka- dar da bizim zâbite; bir daha ne o köyü; ne de Dur- muş Ağayı görmek kısmet olmuş... Bir gün, Milli Mü- dafaa yıllarında herhangi bir fırsat, zâbiti, mahut köyün yakınlarından ge- çirtmez mir Köye gelen . Zâbit ne görse iyi?. DURMUŞ AĞANIN CEVABI Köy, artık o köy de- gil... Donuk, soluk, yanık; kimsesiz, neşesiz, hayatsız... Durmuş Ağayı soran zâbi- te, asık yüzlü insanlar, ga- Necip Fazıl KISAKÜREK rip garip işaretler çakıp savuşuvermişler. Allah Al- lah; zâbit bakmış ki, köyde maddi ve manevi bütün nizam altüst.,. Gözgözü ZAMAN Nedir zaman, nedir? Bir su mu, bir kuşmu? Nedir zaman, nedir ? İniş mi, yokuş mu? Bir sese benziyor: Arkanız hep kabir! Bir sese benziyor : Önünüz tam zifir! Belki de bir hırsız; İzi, lekesi var. Belki de bir hırsız; O yok, gölgesi var. Annesi azabın, Sonsuzluk şarkısı. Annesi azabın, Cinnetin tıpkısı. İçimde bir nokta... Dönüyor aleve. İçimde bir nokta... Beynimde bir güve. Akrep ve yelkovan, Varlığın nabzında. Akrep ve yelkovan, | Yokluğun ağzında. Zamanın çarkları, Sizi yürütüyor. Zamanın çarkları, Beni öğütüyor. Zaman her yerde ve Her şeyin içinde. Zaman her yerde ve Acemde ve Çinde. Kime kaçsam ondan? Ha yakın, ha ırak. Kime kaçsam ondan? Ya sema, ya toprak.» Necip Fazil KISAKÜREK 34 görmiyor, kimse kimseyi tanımıyor, herkes herşey- den habersiz... Zâbit, Dur- muş Ağayı, bin zahmetle, yatağında bulmuş... Durmuş Ağa hasta, Durmuş Ağa zayıf, Durmuş Ağa bitik... Zâbit, kimi sorduysa şu ce- vabı almış: «Öldül... Hangi çayırlığı öğrenmek. diledi- yse: «Kurudub... Hangi meşhur attan haber almak istediyse: «Ne kendisi kaldı, ne de soyu sopul>.... Niha- yet dayanamıyan zâbit, Dur- muş Ağaya demiş ki: «Ya- hu, Durmuş Ağa! Bu köyde o kadar iyi insan, o kadar iyi at vardı. Nasıl olur da bunlardan hiçbiri kalmaz?»... Durmuş Ağa, sol elinin şa- hadet parmağını at sırtı gibi uzatmış, sağ elinin iki parmağını da süvari gibi ona bindirdikten sonra, şu cevabı vermiş: «Senin anla- yacağın, oğul, iyi insanlar, iyi atlara bindileeeer, gitti- ler»... İşte bütün masal... Fakat sen, Durmuş Ağanın cevabındaki kadar, renge, çizgiye, sese, harekete, eda- ya, mânaya bürülü bir söz gördün mü? Tanrıkulu, yeni bir dal- gınlık peçesi altında yüzü gölgelenirken, kısık kısık, ilâve etti: — Durmuş Ağanın ceva- bı müthiş... O âdetâ, dün- yadaki eski muvazene ve huzurun nasıl kaybolduğunu ve nereye gittiğini anlatmış oluyor... Fakat yer yüzünü baştanbaşa ve her sahada “kaplıyan bir korkunç hiçlik, nizamsızlık, muvazenesizlik, rahatsızlık, kifayetsizlik, üs- telik bu korkunç boğuşma, ihtiyar kürenin tam bir yokluğa değil de, misilsiz getirecek kahramanı bekle- diğine işaret... Şimdilik to- nelden geçiyoruz. Bütün dünya, Durmuş Ağanın iyi atlarına binmiş, iyi insanları, peşinden sökün ettirecek şanlı süvariyi bekliyor. Ne desem ona, filozof mu de- sem, sanatkâr mı desem, inkılâpçı mı desem? Ne de- sem olur! Skil