24 Mart 1944 Tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 4

24 Mart 1944 tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

eni Mİ a ye Bay ad # Li # Ve ge Prof. Hüsnü HAMİT İLİM YE AHLAR flim, ahlâkı doğrudan doğruya tesis edemediğine göre, dolayısile ahlâk üzerine müessir olamaz mı? Bu nokta- nın tetkiki, ehemmiyete değer Beşeri faaliyetin her şekli, insanın bünyesi üzerine tesir eder; onda yeni bir ruh ve seciye uyandırır. Her mes- leğin, her sanatın ruhi ve hissi tesir cepheleri vardır. Çiftçinin ruhu ile (banker) in ruhu ayni değildir. Âlimin de kendisine mahsus bir pisikolocyası olmak gerektir. İlim insanın tabiatında saklı olan iyi hisleri harekete getire- bilir. Bir bahçevan, çiçeklerin ve mey- vaların iyi cinslerini nasıl ıslah ederse, bir âlim de, kendi fıtretinde gizli bu- lunan iyi hasletleri, çok defa, bir ter- biyeci gibi tenmiye edebilmek talihine maliktir. İlim adamı, mesleğinde ilerle- dikçe güzel vasıflar kazanır, fazilet sahibi olabilir. Bir makinenin kazanın- da buhar mevcut değilse bu makine işleyemez; fakat, kazanda buhar olduğu zaman, makinenin göreceği iş daima ayni değildir. His, ahlâki bir hükmü intaç eden bir kıyasın emri mahiyetteki (kübrâ) sını, akıl ise bu kıyasın işari olan(suğrâ)sını verir. Ahlâki bir kaziyenin hem küb- râsı ve hem de suğrâsı akli olursa, bu kaziye şekli olmaktan' kurtulamaz. Tatbikatta e değil, korkuya, menfaata hitap eder. İlim, insanı barak meselelerle karşı- laştırır. İlim, önümüze daima değişen yeni manzaralar, daima genişleyen yeni sahalar açar; bu manzaraların ileri- sinde daha başka ufukiar, bu saha- ların ötesinde daha vasi meydanlar bulunduğu hissini verir; ve böylece, ilim insanda çok defa sevinç ve he- yecan uyandırır. Tabiat kanunlarının azametine inanan bir kimse, miskin nefs arzularından vazgeçebilir; âsim kendisinden ziyade sevdiği bir mefküreye sahip olur. Bu (ideal), ilim sevgisidir.'İşte böyle bir sevgi üzerine, bir ahlâk, kolaylıkla dayanabilir. İnsan, (ideal) için çalışır- ken katlandığı zahmetin karşılığını düşünmez. Hakikat sevgisinden kuv- vet alan çalışmanın, âlimde itiyat haline getirdiği tevazu ve hasbilik, onu daima takip eder. Hakiki bir âlim temiz bir hayat yaşar. Hakiki bir âlim, cemiyete karşı vazifesini her ân ifaya hazırdır; feragat ve kah- ramanlık hisleriyle meşbudur, medeni cesaret sahibidir; riyadan hoşlanmaz; açık ve doğru sözlüdür; vuzuhtan hoşlanır; vazifesini ifaya imkân bula- mazsa müteessir olur. Hakiki bir âlim, görgüsüz ve cahil insanlarda görülen şarlatanlıklardan nefret ve fena hare- ketlerden içtinap zorundadır. Âlim de, ilim gibi şahittir; iş ve si- yaset adamları ondan alınan fikri emri icra edip etmemekte serbestir- ler. Âlim de ilim gibi tarafsızdır; me- selâ (aikol)ün hassalarını olduğu gibi söyler; bu maddenin muzır veya mü- fit olmasında âlimin bir kabahati yok- tur. Bazı cemiyetler, eski zamanlarda, âlimlere karşı husumet beslemişler- dir; insan kütlelerinin o zamanki sevi- yelerine nazaran, ilmin neticelerinden bu kütleye zarar gelmesi muhtemel olduğu için bu husumet doğmuştur. İnsan kütleleri tenevvür ettikçe, âlim- lere husumet azalmıştır. İlme husumet; ahlâki bir zaaf değildir. Fakat ahlâka husumet, ilmi bir hatadır. Hakiki bir âlim, «ilim insaniyet içindir» düstu- runu gözetir; ilmin ilerlemesine yar- dım edecek vasıtaları ve unsurları yetiştirir. Mefküre, insanların yeis ve inkisar zamanlarında büyük bir istinat ve teselli menbaıdır. Ahiâkçı bir insan demek, (idealist) insan demektir. Bunun mukabili de doğrudur, yani (idealist) adam, ahlâklı adam demek- tir. (İdealist) olabilmek için ise duy- gudan fışkıran bir imana sahip bu- lunmak şarttır. Hakiki bir âlim, vebânın veya (kan- ser) in sebeplerini aradığı zaman de- gil, ancak bu hastalıkların tedavisi çarelerini aradığı zaman faziletli bir adamdır. Arayerde çok ince bir nükte var... Mikrobu keşfeden zat, şüphesiz, ilme hizmet etmiştir. Fakat, bu âlim, insanların elemlerini azaltmanın çare- lerini bulduğu ve bu buluşun şevkine erdiği zaman, insanlığın en yüksek mertebesine vâsıl olmuştur Vatanının, müstevli giğmileri altında harap, milletinin, mütecaviz kamçısı elinde bedbaht olmamasına çalışan âlim, esası sevgiye dayanan bir imana, millet ve vatan sevgisinden doğan bir vazife hissine sahip bulunduğu için faziletli bir adamdır. İnsan kütleleri bazan tabiat kuvvetleri gibi mütecaviz olabilirler; yurtsever bir âlim böyle bir tecavüzün insani bir kaide ola- mıyacağını bilir; böyle bir kaideyi terviç eden mesleklerin, sefalet ve felâketi artırmaktan başka birşeye yaramıyacağını idrâk eder. Hakiki bir âlim, nâkıs bilgiden, indi ve nazari istidlâlden çekinir. Bundan çekindiği gibi, ruhuna ışık ve havayı çok gören ve tersinden Softalık halinde ahlâkı reddeden indi ve nazari iddialara da kıymet vermez. Bir âlimin çalışması, bağlı bulunduğu cemiyetin vatani ve insani gayelerine intibak etmedikçe, bu zata gerçek bir mevki ve kıymet verilemez. Netice şu noktada toplanı- yor ki, ilim, kendi kanunları ve ii tekevvünü içinde, tam ve kati istiklâle sahip olarak, ruhi hayat ve azizleş- tirme ihtiyacının, red ve iptal edicisi değil, tasdik ve teşvik edicisi olmak hamlesini besler. devletin içindeki, hem devletler ara- i içtimai ve siyasi yaraların ha- zır merhemlerini çantalarında taşıyor- larda ortalık yine ıslaha muhtaç. Bu kadar âlimden, mütehassıstan, mütefek- kirden, vatanseverdeı mürekkep bir cemiyetin mulassa.ası neden bu feci ifadeyi belirtiyor ? Çünkü cedıerimiz doğru müşahede etmişler: «Lâfla peynir gemisi yürü- mez» demişler. Fakat biz buna iman etmiyoruz; ve herşeyin yalnız boş lâfla hailedilebileceğiıden başka bir şeye inanmıyoruz. Buna misal ve delil mi arıyorsunuz? Yukarıdan beri bu misalin içindesiniz! Kendi kendimizi muhasebe, kendi kendimizi muhasebe; ve her cihetten, her bakımdan muhasebe... Böylece boş lâftan, dolu söze ve öz fikre geçebi- liriz. Hüseyin Cahit YALÇIN

Bu sayıdan diğer sayfalar: