BAŞKA BİR SINIFIN HAYATI pi. denizden su çekercesine kova harcıyan (Bir sını- fin Hayatı) ndan sonra, başka bir sınıfın hayatını tesbit etmek için, İs- tanbulda, şöyle bir «Lâmelif» çeviri- vermek yeter. Siz aramasanız da, onlar sizin önünüzdedir. Rastgele girdi- giniz bir sokakta, rastgele baktığınız bir insanda, şunda ve bunda... Bunlar da yaşıyor, ama nasıl? Kafamda bölük bölük istifham, Şiş- haneden Kasımpaşaya inen genişle- tilmiş caddede ağır ağır yürüyorum. «Zamanı evail» de elde piştov, belde kama ve pek yürek sahibi olmadan geçilemiyen buralardan, şimdi sakin ve rahat geçildiğini sanıyorsanız, al- danırsınız | «Alâtı Carihe ve Na- riye» ye lüzum yok ama, adım başında yol kesen dilencilerin yalvarmalarına, inkisarlarına, tehditlerine aldırmamak için katı bir kalp, sağlam bir âsap ve yaman bir cesaret sahibi olmanız erek... Her halde Yahudinin «Akşam pa- zarı, sekizi kuruşa limon» tekerle- Dilenci Nejat MUHSİNOĞLU mesi gibi, dilenciler de «sabah pazarı, edelim siftahı> diyip bu «dilenci pa- nayırı» na akın etmişler. — Allah rızası için şu çocuğa ek- mek alacağım, beş kuruşcağız!.. Param parça elbiseleri, partal, 45-50 yaşlarında bir kadın, 3-4 yaşlarında bir çocuğun elinden tutmuş, başına rastgele örttüğü rengi kaçmış baş ör- tüsünün bir ucunu ağzına almış... — Niye dileniyorsun? yapayım efendi, biz Erzin- canlıyız... Zelzelede kocam, kardeşim, üç oğlum ve bir kızım öldü; bununla yapyalnız kaldık, İstanbula göç ettik. Kimsenin elimizden tuttuğu yok! İlerliyorum... Havasızlıktan bunal- dığı için, hayır severler tarafından menfezler açılan sabık Kasımpaşa de- resini, lâhik (kanalizasyon) u takip eden cadde üzerinde, içine bir tane ekmek bir iki havuç konmuş (file) torbası elinde, beyaz yazma baş örtüsü sakız gibi tertemiz, rengi kaçmış kadifeden a mantosu sırtında yaşlıca bir kadın ilerliyor. — Valide, havucu kaça aldın? — 25 kuruş... — Pahalı değil mi? — Ah evlât, ah... Pahalı da ne de- mek? Bu sözü anlar kafamız kaldı- mıki?.. Muharebe başlamadan evvel rahmetliden kalan 41 lira ile üç ayda mis gibi geçinirdim. Şimdi yine ayai para... Üstelik evin bir odasını dul bir kadıncağıza kiraladığım halde, Allahın gücüne gitmesin, aç gezdiğim günler oluyor. Sayısı on binlere varan basit m- sallerden... Ayrılıyorum. O arkamdan hızını alamamış g.bi: söyleniyor : Karne münakaşası tk — Tanrı misafiri, Tanrı misafiri.. Eskiden evler dolup boşalırdı. Şimdi iki gözüm-Tanrım bizi kabul edecek- mi acaba! Ah, ah bütün bunlar kı- yamet alâmeti mi” ne? Koşar gibi yürüyorum... Çöke çöke kaldırımları yüksekte kalmış, sözüm ona caddelerden, sokaklardan geçi- yorum. Apartımanımsı evimsi bir me- kânın kapısı önünde bir iskemle atmış orta yaşlı bir adam, çubuk içip keyif çatıyor: > m cadde niye bu kadar çök- müş — ii sana; bu hayat pahalılığın- da bizim çöküşümüz yanında onun çöküşü hiç kalır! — Ne iş yaparsın?. — Emekli öğretmen... Yeraltında bir odada bizim köroğlıyla oturuyo- rum. Apartıman sahibi bizim velini- mettir. Bazı işlerini yaparım, ayda 15 lira verir, dairelerden de birer ikişer lira aldığımız olur. Ayda 40-50yi bulur kazancımız... — Bu para ile nasıl geçiniyorsun? — Geçinmek mi ? Gün' geçiriyoruz... Ara sıra bizim kadın çamaşıra, ortalık temizlemiye giderde evde tencere kaynar. Üç dört senedir &t kokusu bile duymadık. Az gidip uz gidiyorum. Beşiktaşta Cumartesi pazarındayım. Kadın, erkek bir sürü insan ellerinde zenbil,' torba, Moiz