1903 başlarında (Babiâli), Selânik, Kosova, Manastır vilâyetlerini Manas- tırda yeni kurduğu bir umumi müfet- tişliğe bağladı: (Rumeli vilâyetleri müfettişi umumiliği). Buraya Hüseyin Hilmi paşayı getirdi.(Mürztseg) konuş- ması üzerine umumi müfettişin yanına biri Rus, öteki Avusturyalı iki sivil (ajan) gönderildi. 1904 de müfettişlik merkezi Selâniğe getirildi; Fransız, İngiliz, İtalyan, Rus, Avusturyalı su- baylar Osmanlı jandarmasını düzelt- meğe memur edildi. Almanlar binbaşı (Fon Alten) adında tek bir subay - gönderdiler. Bu ikinci (Vilhelm) in, dostu (Abdülhamit) e bir cemilesidir. Fransızlar Siroz, İngilizler Drama san- caklarına, Ruslar Selânik, İtalyanlar Manastır vilâyetlerine yerleştiler. Bu subaylar, memleketlerindeki rütbele- rinden bir rütbe yüksek olmak üzere Türk ordusu üniformasını giydiler. Selânikte, yeni kura neferlerinden seçi- lenler (Jandarma kışla mektebi)ne, genç Türk subayları arasından seçilenler de (Jandarma Zabit Mektebi) ne konul- du. Muallimler, ordumuzun Almanyada çalışmış zabitlerinden alındı. Ötedenberi Moskofluğa, (Bosna - Hersek) vilâyetimizi haksız yere elinde tutan Avusturya — Macaristana karşı (Hürriyet Kahramanı Niyazi Bey içten bir kin besleyen üçüncü ordu genç mektepli subayları, bu olaylar üzerine, birdenbire çok sarsıldılar. Os- manlı devletinin gittikçe azalan istik- lâli büsbütün bozulmağa yüz tuttu. Gerçekten vatansever olanlar, bu sar- kıntılıklara dayanamazlardı. Onların ruhlarında yeni ve tam istiklâlli bir vatan gayreti uyandırmak, mutlakıyet idaresini yıkarak meşrutiyeti elde et- mek için başarı ile çalışmak imkânları doğmuştu. Kâzım Nami DURU Ben, yaverliğim dolayısile, bütün Makedonya işlerini yakından görüyor, biliyordum. Saraydan gelen emirler, biri birini bozan, şaşkınlık gösteren şeylerdi. Umumi müfettiş Hüseyin Hilmi paşa, gençliğinde kâtiplikle Na- mık Kemalin yanında bulunmuş, on- dan feyz almış olduğu için Türklerce seviliyordu. Avrupalılar da ona saygı gösteriyorlardı. Makedonyada Bulgar, Rum, Sırp komitacılarının, çetecilerinin şekavet- leri yetişmiyormuş gibi bir gün (1906 başlarında) cenubi Arnavutlukta (Çe- çis) adında bir genç, kırk kişilik bir çete ile, Arnavutluk istiklâli adına dağlara çıkıverdi. Bu (Çeçis) Manastır Mülkiye İdadisinin ikinci müdürü olan Ergirili (Bayram Fehmi) nin kardeşi... * , * Burada Masonluk üzerine bir kaç söz söylemek istiyorum. Herkes Ma- sonluğun ne olduğunu merak eder, öğrenmek ister. Ben bu merakı dağıt- mak yolunu tutmıyacağım. Selânikte eskiden, İtalya büyük meşrikına bağlı (Maçedonya) adında bir Mason locası varmış; bu loca, nedense, bir zaman sonra uykuya dalmış. sına 'hapsetmekten usandı- «Bunca diyar gezdim gözlerin için » Fakat, bu benim de şar- kım olabilir. Dinliyorum; bestesi güftesinden kötü olan bu şarkı beni nedense - birden kendine bağlayıve- la riyor... Bu tek mısra; bende yaşamaya koyuluyor. Biran düşündüm: Belki bu kızı elde etmek, hemen elde e “edivermek pek kolayl... Kı- # zın her hâli bunu söylüyor. Fakat vaz geçmek, kızı - içimde büyütmek, elde edip de hemen kaybedeceğime, uzak kalıp da kazanmak daha güzel değilmi? Hayretl Kız bana işaret ediyor; Evet yanına gitme- mi işaret ediyor. Sahil kahvesinden birden ie Sd al nefret ettim. Geldiğime piş- man oldum. Gözlerimi kumral kızın bulunduğu tarafa doğru çevirmeye cesaret edeme- dim. Ayaklarım, sahil kah- vesine veda etmek içinğsa- bırsızlanıyor. Yarı yarıya boşalmış masaların arasın- dan geçerek ilerlerken, kum- ral kıza bir defa daha bak- mak istediğim halde baka- mıyorum. Ağır ve sarsak bir yü- rüyüşle ilerleyip, bana yük- lenen hayal ve düşünceden kendimi kurtarmaya çalı- şırken; içkili gazinolardan yakalarını güç belâ kurtar- mış bir yığın sarhoş, dara- cık sokakların kaldırımla- rında hep düşe kalka, bir- birlerinin kollarında yürü- meye gayret sarfediyor ve tahammüle sığamayan kü- fürleri gelişigüzel savuru- yor. Uzaktan sahil kahvesinin üç (hoparlör)ünden yeniden sesler geliyor. Hem de kum- ral kızı sevindirmek ister gibi, bana bir anda tesir eden o hüzünlü şarkı... Pilâğın cızırtısı ile karı- şık bir bayat ses, sokak- ları, yolları, evleri, rüzgâr- ları aşıyor ve adımlarımın boyunu, şeklini, adedini ölçtüğüm ağaçlı yola kadar erişiyor. Biraz sonra kendimi şar- kıya kaptırdığımı anladığım zaman, aldırmadım, boş ver- dim... Ve dudaklarımın ara- J6 gım bazı arzuları bu şar- kının bir tek mısraı ile ifa- de ederek bazan hızlı, ba- zan yavaş sesle ağaçlı yol boyunca fısıldamağa başla- Sahil kahvesinden gelen ses her adımda yavaş yâ- vaş azalıyor, eksiliyor, ben- den uzaklaşıyordu. Lâkin şarkı bende her zaman yaşayacak, mevcut olacaktı. Çünkü ben onun bir tek mısrada bütün bir hasret hayatı yaşamıştım: «Bunca diyar gezdim gözlerin için»... Ele geçmiyen şey, ele geçenden daha mevcut... Oktay AKBAL