ANADOLU Çalışkan bir Türk Her tarafta yalnız Akla pamugu ekiliyor Nazilli pamuk istasyonundan S köyü ü tipi.. Âdeta kazaları imrendirecek derecede bir başarma, bir çalışma ve vahdet gösteriyo- Muğla valisi köylüler arasında Gezdiğim nahiye ve köylerde, iki türlü köye, iki türlü köylüye tesadüf ettim. Bazı köylerde muh- tarla köy heyeti arasında bir anlaşma, köylüler arasında da derin bir sevişme vardı. Bazı köylerde de, alabildiğine ayrılık, biribirleri arasında nefret ve da- laşmâ. Çok düşündüm; hemen hemen ayni iklimde ve bazen biribir- lerine pek yakın yerlerde kurulu olan köyler arasındaki bu garip fark nereden geliyordu? Ayni iktısadi şartlar, ayni hava, ayni sul. Fakat insanların mizacı ne« den bambaşkâ idi? Kafilemiz Bafa köyüne vardığı zaman, bütün köy halkını mun- tazam bir asker kıt'ası gibi di- zilmiş gördük. Selâmlaştıktan sonra bütün köylüler ellerimizi sıktılar, Herkesin çehresi gülü- yor, bize ayrı ayrı ( hoş geldi- nizl! ) diyordu. Bu köyün halkı gi evleri de güzeldi, badanalı idi, damlarının çoğunda kiremit sokaklarında kaldırım vardı. Kö: yün suyu demir borular içinde, bütün çeşmeler temiz ve sağ- Tamdı. Köyün kahveleri, dükkân- ları şirindi. Beklemediğimiz bu vaziyet karşısında şaşkın — şaşkın ilerle- dik. Nihayet bir yere geldik, bir kaç basamak çıktık. Bir çok kaza merkezlerinde bile tesadüf edilemiyen geniş bir salona gir- dik. Burası “okuma — odasıdır!,, dediler. Binada daha bir kaç oda vardı. Biri muhtar ve ihtiyar heyetinin odası, diğeri parti odası, üçüncüsü de gençlerin odası. Evet köyde gençlik, hem de aklı başında, canlı ve duy- gülu bir gençlik. Dikkat ettim; duvarda bir ke- man bir banço asılı idi. Bunlar ne diye sormaktan kendimi ala- madım. Gençler cevab verdiler. — Biz çaâlıyoruz. Okuma sa'onunun ortasındaki büyük masanın üstüne göz gez- dirdim. Burada gazeteler, mec- muâlar, karşıdaki dolapta kitap- lar vardı. Köye , girerken de, — çıkarken de bütün yollar kadınlarla dolu idi. Bu temiz kadınlarla kızlar, başka Jtaraflarda rasgeldiğimiz gibi, erkeklere arkalarını dönüp kaçmıyorlardı. Bilâkis gülüyor: lar. — Hoş geldiniz, hoş geldiniz! Diye haykırışıyorlardı. — Vali, onlara bir baba gibi soruyordu. — Nasılsınız bayanlar? O gi misin? Keyfin iyi mi, bayan da inşaallah iyidir ya? Diyor ve ayrılırken ilâve edi- yorlardı: — Uğur ola, hoş uğur olal geldiniz, . ** Vali Recai Güreli, her köyde yaptığı gibi Bafada da halkı et- rafına topladı. Burada bir Cum- huriyet meydanı, yeni bir köy okuma salonu, bir köy — oteli, bahçeli büyük bir mektep, bir köy konağı yapacağız. Dediği zaman: — Haberimiz hazırdır. Diye cevap verdiler. Yapalım mı, yapabilir miyiz? Gibi söler söylemediler. Kendilerine göste- rilen plânlara baktılar, memnun oldular. — İsterseniz daha büyük ol- sun! Dediler. Yol bahsi geçtiği za- man şunları söylediler: — Yolumuz daha olmadı, Bu sene- çok — çalışacağız. - Adam akıllı onaracağız yolumuzu. Halbuki - onların yolu, Bod- rumda Yalıkavaklıların yolu gibi her köyden daha iyi idi, Köylüler yolları hakkında bir çok vaidlerde bulunduktan son- ra validen rica ettiler: — Mühendis bir gün kalsın ona bazı şeyler danışacağız, bi- ze yol göstersin. Vali köylünün bu arzusunu yerine getirdi. Nafia fen me- muru Bay Salâheddin aldığı emir üzerine ertesi günü Bafada kaldı. Genişliyecek — virajların şeklini tesbit etti. Sabahtan şama kadar çalıştı. Bay Salâhed- din, nahiye merkezine gece dön- düğü zaman çok yorulmuştu, fakat memnundu. — Ne çalışkan adamlar di- yordu, beraber çalıştık. Hep- sinde çalışmak, iş başarmak hevesi var. Yoruldum, çok yo- ruldum amma helâl olsun. Köy hesaplarını- tetkik eden hususi muhasebe müdürile köy bürosu şefi, tertemiz defterler bulmuşlardı. Bütün hesaplar düz- gündü. Bu köylüler bazı kaza merkezlerinden bile daha mun- tazam bir hesap ve kitap kur- muşlardı. Fırka işlerini teftiş eden bay Cemal çocuk gibi - seviniyordu. Bütün fırka defterleri düzgündü, bütün kararlar vazıhdı. Bütün köy halkı, bütün köy gençleri fırkaya yazılı idi, Fırkanın kü: tük defterinde hepsinin fotoğrafı var. Yerimiz yılda alınan faydalı netıceler PAMUK T Nazilli pamuk istasyonu Aydın, (Hususi) — Ziraat Ve- kâleti 2903 No. lu kanun hük- müne tevfikan ilimizde 938 yı- lından itibaren Hind, ekspres vesair cins açık kozaları pamuk sohumu ekimini men, bunların yerine yalnız akala cinsi ekilme- sini tamim etmiştir. Akala cinsi tohum' Vekâletin Nazilli pamuk ıslah ve üretme istasyonnndan bütün çiftçilere dağıtılmıştır. Açık kozalı pamuk tohumları ekim mevsiminden önce tama- men vilâyet sınırı dışına çıkarıl. mış bulunacaktır. Yerli cins ka- pıİı koza pamuk tohumlın gene * ekilebilecektir. Nazilli pamuk ıslal tasyonu faaliyete başlıyalıberi | beş yık dır bütün çiftçi, akala pamuk tohumu istemekte idi. Fakat bü- tün il ihtiyacını karşılıyacak to- hum temin edilemediğinden, her yıl ekim sahası genişletilerek bölge bölge bu tohumdan dağı- tılıyordu. Geçen yıl Nazilli, Boz- doğan ve Karacasu - ilçelerinde tamamen bu cins tohum ekil- miş, buralardan elde edilen to- humlarla, akala cinsinin bu yıl bütün il çevresinde hatta komşu ılIcrde ekımı temin olunmuşıur Kırkağaç Halkevi çalışıyor Kırkağaç Halkevi gösteri kolu Kirkağaç, (Hususi) — Kırkağaç Halkevinde programlı bir çalış- ma vardır. Sık sık genel toplan- tılar yapılmakta ve çalışma tarz- ları tesbit edilmektedir. Yakında bir köy 'gezisine çıkılacak, köy- lülerin iktısadi, içtimai — durum- larile alâkadar — olunacaktır. Bu heyette Kaymakam bay Salâhid- din Kıpçak ve Parti başkanı Celâl İçöz de vardır. Gösteri kolu (Himmetin oğlu) rında idi. Valinin yüzü gülüyor ve bu umumi — intizamdan fevkalâde memnun kaldığı belli oluyordu. Muhtarı çağırdı; tebrik etti, genç- leri okşadı, sevdi. Onlara cum" huriyeti anlattı. Atatürkün köy kalkınması ve köylülerin arkalanması hakkın- daki kararlarını tebşir etti. Kö- yün yeni vaziyeti izah eyledi. Köylü sevindi. Vali se- vindi. Herkes, hepimiz sevindik. — Yaşasın Atatürk, yaşasın cumhuriyetl Diye Bafa köyünde çınlıyan avazeler arasında ben de ilâve ettim: — Yaşasın Bafalılar, yaşasın plı:kın köylüler! - Böyle çalışkan köyler ve köylül:ı iyi ve mesud yaşama- ğa her suretle lâyıktırlar; evet, isimli piyesi çok muvaffakıyetle temsil etmiş, altı yüz kişi tara- fından seyredilmiştir. Bu piyes Kırkağacın Gelenbe köyünde de temsil olunacaktır. Aydın haberleri Aydın, (Hususi )— Ulusal eko- nomi haftası münasebetile dün akşam Halkevinde bir toplantı daha yapılmış, Dr. Hasan Tah- sin Soylu ( Ulusal ekonomi ve artırım) mevzulu çok — güzel bir konferans vermiştir. Hatip, kon- feransın sonunda halkevlerinin ehemmiyetini ve bunlarda vazife almanın lüzum ve ehemmiyetini de tebarüz ettirmiştir. Motörlü kurs Aydın Halkevi kurslar şubesi bir motörlü vasıtalar kullanma kursu açmıştır. Bu kursa bir çok gençler ve bu arada Türkkuşu teşkilâtı üyeleri de yazılmışlar- dır. San'atokulu öğretmenlerin- den B. Mehmedin idaresindeki kursta dünden itibaren derslere başlanmıştır. Atatürk heykeli Aydın milli bankası son umu- mi heyet toplantısında Aydında dikilecek Atatürk heykeli inşası için SO0 1ira teberrü etmiştir. Geçen yıl şehir meclisinde de bunun icin teklifler - yapılmıştı. Haat uğfz SRASNM Sahire v HİKÂYE , On bir sene sonra Sevime sokakta rasgeldi. vam on bir sene geçmişti ara- dan. Hayat, daima akan ve kay- nağı hiç kurumıyan bir- çaydı. O fakülteye devam ediyordu. Sevim ise Kız Muallim mekte- binde idi. Ne kadar da sevişmişlerdi! Sevim, yumuşak, içli ve kalbi daima meltemlerle - titriyen bir kızdı. Refet, onun — kızdığını, kaşlarını çattığını hiç görme- mişti. Gözlerinin içinde hudud- suz bir berraklık vardı. Hiç bir ruhi bubran, bu berraklığın üs- tüne küçük bir gölge veremi- yordu. Kendi, âlemi, kendi rub kalıbı içinde, mutavaatli, — mütevekkil ve sabırlı yaşıyordu. Refet onu, herkesten anlamıştı: Sevim, le yaşıyan, fa- kat kalbinin haricinde buhran, münakaşa, şikâyet kabul etmiyen bir başka insandı. Refet onun karşısında, kendi kusurlarını da görüyordu. Bir az hercai idi. Ani tahas- süsleri vardı. Kararsız bir gönül h inde yaşıyordu. Bu hali Sevimin hüviyeti yanında şüphe- siz ki, bir eksikti. Fakat 'Sevim, Refetin bu haline karşı en küçük bir şikâyette bulunma- mişti. Bile bile katlanıyor, sonsuz fedakârlıklarının ıztıraplarını ken- di kalbinde yuğuruyordu. Fakülteyi bitirdiği sene, o da kız muallim mektebinden çıkmış ve memleketine gitmişti. Sevim ilk mektubunda, İstanbuldan ha:- reketini anlatıyor, ince nakışlar halinde, mektep hayatının kalb sevgisi ile karışan saadet dolu hatıralarını çiziyor ve nihayet: — İşte -diyordu- - Refet, ha- yatla karşı karşıya geldim. Bir kaç ay sonra emrimi alacağım. Nereye tayin — edileceğim de meçbul.. Sevim, ©o son mektubunda, üç sene süren aşklarının bir so- nuncunu beklediğini de yazma- mıştı. Aşkın peşisira gelen bir izdivac arzusu, bu satırlarda katiyen hissedilmiyordu. - Yani, ondan gene bir şey istemiyor, gene bir şey beklemiyordu., Bile bile seven, bile bile iste- miyen bir kızdıl. Rafet, bu mektuba cevap ver- memişti. Çünkü derhal Avrupa- ya gitmişti.. Yolları artık ayrıl- mıştı. İsviçrede iken onu bir kaç defa hatırlamıştı: Sevim acaba ne olmuştu, ne- relere gitmişti? Yıllar geçmişti, nihayet İstan- bula dönmüştü. Şimdi şehrin ta- ninmış bir avukatı idi.. Büyük bir Hukuk üstadının edebiyat fakültesinden çıkan kızı ile ev- Yazan: Orban Rahmi Gökçe p Kd idi. Oldukca hazımlı bir kültü olgunluğu da taşıyordu. Fakat onda henüz mahiyetini tayin edemediği bir eksiklik de vardı. Bir az lâübaliye benziyordu. Galiba -öyle ya, iyice tahmin edemiyordu: bir az da züppe idi. Jestlerinde müstehzi bir ta- kım mimikler de seziliyordu. Ve Refet böyle dakikalardâ, birdenbire, Sevimi hatırlıyordu. Sevim, başka bir ruh cevheri idi.. Onun kalbinin sükütunda, büyük bir mabedin ihtişam ve il 1 vardı. Tabiat, sanki Sevimin nescini, bambaşka bir filezofi ile işle mişti.. Ona, tam on bir sene sonra şimdi Beyoğlunda bir apartıman- daki yazıhanesinin kapısından girerken raslıyordu. Sevim yu- karı kattan iniyordu. Gayriihtiyari: — Sevim! Diye seslendi. Sevim de dur: muş, ona bakıyordu: Sevim eskisine nisbetle daha solgun, daha beyaz, fakat daha inceleşmiş, daha kadınlaşmıştı. Boyu bir az uzamış, omuzları da genişlemişti. Siyah mantosunun içindeki zarif, ölçülü vücudü ile merdiven başında durmuş, nefis bir heykeli andırıyordu. İlk defa, evet ilk defa, onun gözlerinden bir bulutun geçtiğini sezdi. Yaklaştı, elini uzattı. Se- vim kendini - topladı verdi: — Nasılsın Sevim!.. Sen bu- radasın hal.. Buradasın öyle mi?, Fakat ne söyliyeceğini, ne di yeceğini bilemiyordu, budalalaş- mıiş gibiydi.. Ona karşı işlediği © çocukça günahın ağırlığı, kab binin içinde büyüyor, büyüyor ve kaburga kemiklerini kıracak gibi içini zorluyordu. Bu hatası, onun o son mek- tubuna cevap vermemiş olma- sıydı. Sevimin beyaz elleri; tu- haf bir tereddüdün çırpınışları içinde Reftin elini bıraktı. Refet onu mükellef yazıhanesine aldı. Dışarıda soğuk vardı. Kar baş- lamak üzere idi. Halbuki - oda, rahat ve sıcaktı.. Ne diyecekti ona şimdi?.. On bir sene sonraya bırakıl- mış bir mazeret, hiç şüphesiz çok gülünç olacaktı. Hem de, bu mazeret niçindi? İşte kendisi evlenmişti. Hâdiseler kat'i ve tevil kabul etmez bir kat'iyetle yürüyüp gelmişlerdi. Sevim, onun bu şaşkınlığını anlamıştı. On bir sene evelki sesin ayni yumuşak, müziği ile: — İşittim dedı- çok memnun eldum R a ve elini ayni hafif