şısında kalan Putanj - taralından — sakülduğum Amyen bahçesinde onu yakşlı yanlar arasında bulunuyordum. Ben o'zaman mektebe devam ediyordum . ve bu sergüzeşti kra- hn zalimliği olarak görmüştüm. Dartanyan dedi ki: — Eğer Dük'dö Bukingha- mın nerede bulunduğunu bilmiş olsam, kardinali kudurtmak için, elinden tutup kraliçenin yanına götürmek cesaretini gösterirdim; çünkü, efendiler, bizim hakiki, yegâne ve ebedi düşmanımız kardinaldir ve ona büyük bir fenalık edebilmek çaresini. bul- muş olsam bu uğurda başımı fedaya hazırım.. Atos sözünü ikmal etti: — Dartanyan, kumaş tüccarı size Bukinghamın sahte bir mek- tupla getirilmek istenildiğini kra- liçenin bildiğini de söyledi mi? — Buündan korkuyormraş., — Bir az durunuz, dedi Ara- Mmiş. — Niçin? diye Partos sordu. — Deyam ediniz, bir gey ha- tırlamak istiyorum. Dartanyan sözüne devam etti: — Ben kraliçenin — bendesi olan bu kadının kaçırılmasını bahsettiğimiz vak'a ile ve M. dö Bukinghamın Parise getiri- mesi ile alâkadar buluyorum. Portos takdir yollu ; dedi kix »— Gaskonyalı zekâ nümune- Sidir. “Atos Tlâveettir — Onu dinlemeği soverim, Sözleri hoşuma gider.. *— Efendiler beni dinleyiniz. Diye Aramis bağırdı. — Aramisi dinliyelim.. Diye üç arkadaş bağırdılar. — Dün, berslerimi müzakere etmek Üzere her zaman gittiğim bir müderrisin - evinde bulunu- Yordum. Atos gülümsedi. — Onun evi tenha bir ma- halledir, diye Aramis sözüne devam etti: Tenha bir yerde yaşamak oönua zevki ve mesleği icabındandır. Tam evinden çık- tığım sırada... Aramis burada durdu. — Peki, tam evinden çıktığın Sırada? diye arkadaşları sors dular. Aramis, yalan söylerken umuk Mmâaz bir mani karşısında süküta Tefrika No. 38 —40 — sçasb |. Yaıan. Alek:andr Döma | Aramis, yalan söy-erken umulmaz bir mani kar- insanlar gibi birdenbire sustu mecbur kalan kimseler gibi, viçdam ile mücadede eder tarz- da görünüyordu; fakat üç arka- daşı gözlerini ona dikmiş ve kulaklarını ona doğru gçevirmiş oldukları için sözünü ikmal et memesine. imkân kalmamışlı, — Bu müderrisin kız karde şinin bir kızı var, diye Aramis sozüne devam elkti. — Kızkardeş kızı, sonra? di- ye Portos sordu. — Muhterem bir hanımefen- di, diye Aramis deyam etti. Üç arkadaş bir. kahkaha sa- hverdiler. — Oh! böyle güler ve gö- zümden şüphe ederseniz bir şey öğrenemezsiniz, diye Aramis on- ları susturmak- is'edi, — Biz Müs!lümanlar gibi mü- tevekkil ve ölü gibi sakitiz, Diye Atlos cevap verdi. Aramis sözünde devam etti: — Ö halde dinleyinz, Bu hanım ara sıra dayısını gör- meğe gelir; ben orada iken de tesadüf olarak gelmişti ve gi- derken kendisini arabasına ka- dar götürmeğe mecbur oldum. En büyük kabahati dilini tu- tamamak olan Portos, Aramisin sözünü kesti: — Oh, oh! demek müderri- sin hemşirezadesinin arabası da var, öyle mi? 'bu iyi bir haber, azirim. — Portos, diye Aramis ce- vap verdi, «izin pek- toşboğaz olduğunuzu çok kereler size ih- tar ettim; bu haliniz kadınlarca hoş görünmez. Sergüzeştin neticesini dikkatle bekliyen Dartanyan bağırdı: — Elfendiler, efendiler, me- sele ciddidir; işi şakaya dökmi- yelim. Devam — ediniz, Aramis, devam ediniz. — Derken, Dartanyan, sizin hasmınıza benzer uzun boylu ve esmer bir elendi meydana çıktı, — Belki de kendisidir. — İhtimaldir, diye Aramis sözüne devam etti.... Ön ayak kader arkasından beş yahut altı kişi tarafından takib edilmekte bulunan bu efendi benim yanı- ma doğra geldi; çök kibar bir tavırla, bana hitaben, “M. lö Dük, dye kendisini takdim etti ve sonra koluma girmiş bulunan hanıma dönerek, “ya siz, Ma- dam,, dedi... — Müderrisin hemşirezadesi- ne mi? Atos onu susturmak için: — Dilini tut, Portos, çekik miyorsunuz.. dedi. — Rica ederim, hiç mukave- met göstermeden ve ağzın: aç mâdan şu arabaya giriniz, dedi. — Galiba sizi Bukinghâm zannetti; diye Dartanyan bağırdı. — Öyle zannederim, d ye Ara> mis cevap verdi. — Ya madamı? diye Portos sordu. —Onu da kraliçe sanmış ol- malı diye Dartapyan cevap verdi. — Öyle, diye Aramis tasdik etti. Atos bağırdı: — Bu Gaskonyalı şeytan gi- bidir, bir şey kaçırmaz.. Portos dedi ki: — Hakikaten Aramisin boyu ve endamı düke benzer; fakat sırtındaki s.lâhşor elbisesne ge- lince.... — BSırtımda çok büyük bir manto vardı, diye Aramis onun sözünü kesti. — Temmuz ayında manto giymek! tuhaf şey! yoksa mü- gderris sizin tamnmanızdan “kor- küyor mu? diye Portos sordu. — Casusun insamn tavrından şüphelenmesini anlarım; fakat Çebapki — Başıma da çok güzel bir şapka” yiymiştim, “dedi, Aramis, Portos bağırdı: —Ohl! Allahım! din dersi öğrenmek için ne ihtiyatkârlıkl Dartanyan boşboğazlığa ni- hayet vermek istedi. — Elendiler, efendiler, şuka yolunda vaktimizi kaybetmiye- lim; dağılalım da kumaşçının karısını — arıyalım; — entirikanın anahtarı odur.. Portos alay eder tarada du- dağını büktü: — Adi tabakadan böyle bir kadın! Bu işte bir alâkası oldu- Yuna inanır mısımız? —— O kraliçenin en mahrem bendesi ve la Portun vaftiz. k- zıdır. Bunu size söylemedim mi, elendiler? Bundan başka, — ihti- malki, bu meselede böyle adi tabakadan bir vasıta kullanmak kraliçenin plâmı iktızasındandır. Yüksek kimseler her yerde ta- orunuz, cevap alırsınız! Manisada Z. Tezcanlıya: Mektübunuzu, istediğiniz dik- katle, hep beraber okuduk. Kedilere neden pisi pisi, di- yor da, köpeklere kuçu kuçu diyoruz, kedileri kovmak için neden “pist, pist, köpeklere *huşt, diyoruz. Neden kümes hayvanlarına — *bili bili, veya *kih kih kih, diyoruz da kovar- ken kışt deniliyor. Niçin ineğe, mandaya, öküze “oha, diyoruz da eşeğe çüş çüş diyoruz? Bu suallerinize cevap vermek için önce neden bu sualleri bize sorduğunuzu tahlil etmek istedik. Bunlar nihayet telefon başındaki *Alol, gibi birer mutlak ve işi- tilmiş şeydir. Mana ifade etmek- ten ziyade ses çıkararak hayvana hitap etmektir. Her cins hayvanın bir keli- meye daha doğrusu bir kaç h>- celi bir sese kulak kabartması © hayvana o hecelerle hitap edip alıştırmaktan başka bir şey de- ğildir. Kedinin “pisi pisi, ye kulak kabartması bu iki hecenin kedinin asabını gıcıkladığından olacak.... Yazı odasında bulunan eczacı Kemal Aktaş da — mektubunuzu bizim gibi bir kaç defa okudu ve güldü. Başyazıcımız Haydar Rüşdü de bu mektuba cevap vermeğe uğraştığımıza bakarak: — Allah akıllar versin! Dedi, odadan çıktı. Bunu size mi söyledi, bize mi? Henüz karar vermiş değiliz sayın Tezcanlı... —a “Yürddaş! — Elma ve porlakalı bu gün doktorlar yalnız en iyi gıda olarak tavsiye etmekle kal- mıyorlar, onları bazı hasta- lıklarda ilâç yerine bile ve- riyorlar. MÜRCÜREEY . KSDK EN LN UN DELN mıtabilir; hususile Kardinal kes- kin gözlüdür. Portos dedi kiz —Öyle amma, evvelâ kumaş- çı ile pazarlık etmelisiniz; hem de iyi bir pazarlık., — Buna lüzum görmem, çün- kü o bize para vermezse öbür tarafta iyi para alacağımıza emi- nim., Bu esneda merdivenlerde ayak sesleri işitildi, kapışiddetle açıl- miş ve bedbaht kumaşçı moş- veret odasına girmişti... — Sonu var — Inkılâb hatıralarından Bu propaganda derhal tesirini gösterdi. Dört köşeden Arnavud- lar silâhlarile beraber akın etmeğe başladılar Bu sıralarda şimali Arnavud- luk karışmıştı. İttihad ve Terak- ki Cemiyeti şimali Arnavudlukta yaptığı reşkilâtla bir çok rüesayı ve eşrâfi elde etmişti. “Bu gibi Vurub kırma işlerinde en ziyade talâhiyet sahibi rücsadırlar. Üs- kübde ulema geçinen bir çok Zevat elde edilmişti. Bunlar ara- tında Me'âmi tarikalinin bânisi Olub Usturumcada medlun olan Muhammed. Nuri. oğullarından ©lub Üskübde ikamet eden ho- ta Kemal elendi de tahlif edi- lenler arasında idi. Sultan Hamit Yıldız sarayında &n ziyade Arnavut'ara güveni- Yordu. Evelce de arzettiğimiz Uhı sarayın ıçı dııı lıtpıı Ar Ayni zamanda Hamit Arnavul- luktan da şaşmaz bir sadakat ve fedakârlık bekliyordu. Kendi şahsi ve saltanatı hakkında bir fenalık olursa bunların önüne geöçmek için Arnavutluğu bir kalkan gibi kullanmak ümidir deydi. Sarayda - beşlediği bir Arnavudun hinihaçette yüzlerce Arnavuda sözü geçeceği ve böy- lelikle bütün Arnavutluğun kendi bhükmü altında bulunacağına inan- mış ve iman etmnişti. Yildizi yola getirmek için ordu Me birikte milletin de ayaklan- mast lâzımdı. Bunun için cemiyet Arnavutluğa ehemmiyet - verdi. Hamidin güvendiği bu yerlerden ümidini kesmesi için mutlak ve Üsküp - Metroviçe tren hat üzerinde Firzovik adında bir nahiye merkezi vardı. Bu nahiye Arnavudluğun içine giden yollar üzerinde bulunduğundan — çok ehemmiyetli bir mevkiydi. Arna: vudları buraya toplamak umumi bir kongre halini alacak olan bu toplantıda kozu paylaşınak meseleyi sona erdirmek - icaber diyordu. Bunun için sağa - sola haberler saldırıldı. *Almanlar Arnavudluğu alarak Selâniğe doğru gitmek için Fir zovikte — toplanacaklarmış. Eli silâh tutan Firzoviğe gelsin,,, Bu propaganda derhal tesiri- ni gösterdi. Dört köşeden Ar- ıııvııdlır ııliiılınlo hcnbu akın nün içinde Preveze umumi bir ordugüh halini almışt. Übek, übek Arnavudlar köyün etrafındaki ovayı kuşatmışlardı. Bir kısını da Firzoviğin yanında ufak bir orman- cık vardı. Gelen Almanların o- rada tahassun etmemeleri — için ormancığı temizlemişlerdi. Üsküb valisi Mahmud Şevket paşa idi. Bu içtimadan haber- dar edilmiş ve muvafakat et- mişti. Jandarma alay kumandanı da Miralay Galib beydi. (Bilâ- hare üçüncü kolordu kumandanı ve sonraları Hicaz valsi olan bu zat şimdi tekaüden İstanbul- da bulunmaktadır.| Cemiyetin en faal erkânındandı. Bu içti- malara riyaset etmek üzere Fi- rozoviğe gelmişti. — Kasa sine — AYAT ve HAYAT SAHASI Yeryüzündeki tabiat göste- rilerinin en şaşılacak bir tanesi hayattır. İnsan zekâsının henüz çözemediği düğümlerden de bi- risi ve başlıcası.. Hayat nasıl olmuş?. Bu küçük sorunun va- zih bir cevabı hâlâ verilemedi. Tahminler var. İleride bir parça bu mevzua da temas edeceğiz. Hayat - niçin ölmüş, veyahut kâinat neden yaratılmış? Üçer kelimeden mürekkep bu sualin cevabı ise hiç yok. Feylesoflar asırlardanberi bin dereden su getirerek, ömürlerini bu muam- mayı çözmeğe vermişler... Kü- tüphaneler - dolüsu kitaplar ya- zilmiş.. Biti diğorini bazan ta- mamlamakla beraber ekseriya nakzeden — meslekler, - sistemler belki, belki değil muhakkak yörleri aşar. Peygamberler bunları düşün- müş; dinler kurulmuş, imanlar, itikadlar örülmüş, — milyonlarca insan, bunlara inandırılmış, inan- mıyanlarla boğuşulmuş, yakanlar, yakılanlar, yanamlar, kesilenler, kesenler var. Tarih bunları ta- mamı tamamına kaydedebilse okunması ömürlere sığmaz des- tanlar çıkar.. Geçelim... Hayat, arz üzerindedir. Kara, su, hava diye üç esaslı bölüme ayırdığımız yeryüzünü, — insanlar ancak son senelerde tamamen öğrenebildiler. Asırlarca dağları, yakıbıkavurdu. Beşeriyetin, arzın sathını öğrenmek — için gırıwğı çok dağlar, gene bir türlü —aşılam- yor, geniş bol sulu nehirler ge- iyardu. Binlerce yıl, dağ silsileleri, ge- hakikaten yeni dünyaya, yeni- den doğup gelmş kadar - bah- tiyardılar. Macellar ilk devri âle- mini göremedi, Flipin adaların- da gözlerini yumdu. Sıcak ve soğuk mıntakaları girip öğrenmek daha geç ve daha zor oldı Alfrika ormanla- adama - nasip oldu. Kutuplara varabilmek ise yirminci aşrın muvaffakıyetidir. Havalara ç.kıp uçabilmek gene yirminci asırda *yirmi otuz senedir - muvaffakı- yetle başarlabiliyor. Fakat hâlâ arzın her köşe bucağını huı— man kik - iaşdküsu Mitat Oksancak Erkek Lisesi tarih muallimi meyiz. Denizler var: Denizlerin dibi.. Denizin içine muayyen ve çok mahdud bir derinlikten aşa- ğiya bir törlü inemiyoraz. Bize göre muazzam, dayanılmaz su ağırlığı var ki oraları dolaşıp görmek imkânından bizi mah- rum ediyor. Denizlerin -ki takriben arzın dörtte üçüdür- altında ormanlar, ve © ormanlarda Öömür süren harikulâde mukavim -bizim çe- liklerimizden çok sert- kendili- ğinden ziya ve clektrik saçan acayib mablükler var. Bunları göremiyoruz, sezebiliyoruz tabil.. Ya küçük bayvanlar âlemi? Mikroskob ufuktarı. Gözlerimizle göremediğimiz hayvanlara gelin. cet onların da sayısı sönsüz.. Bizden büyük canlılar ne kadar şayanı bayretse, bizden - küçük: leri onlardan ziyade mükemmel ve şaşmağa değer.. - Bir karın- canın kuvveti ve faaliyeti cüs- sesine göre bir filin kuvvetinden ve faaliyetinden ziyade. Bir pire bir kaplandan düha çevik. Eğer pireler kadar sıçrıyabilsek para- raşüt kulesinin üzerinden kolay: ca aşardık!, İşte arz bu kadar büyüklü, küçüklü canlıyı, onlardan pek çok larla beraber barındı. ran, ye içizca, - yaşatan, çoğaltan bir yuvg, bir alan., Yer amıma,. Maderi arz.. Hiç büyük olmaz mı? Büyjk hem de pek, pek b-ı&- pek 'WÖ' cıya kadar- arzın azamötine imah ettiler. Dünyayı ucu bacağı bu- lunmaz -dağlânına, yarlarına rağ- men- bir düzlük farzettiler. Gök yüzünü bir kubbe, bir tavan saydılar. Denizler dökülmeden, kaymadan dalgalana dalgalana sonsuz ufuklara kadar uzanıb gittiği için arzın yuvarlak olma- sından — şüphelenmeğe - bittabi imkân yoktu. Cazibe kanunları bilinmiyordu ki.. Güneşi, ayı bu kubbe ve tavan üslünde hareket eder, dür n altından dolaşıb gene üstüne ışık salar zannettiler. Yıldlızlar o tavanın duran veya hareket eden süsleri idi, Sümer ve Çin müneccimleri, (Heyet ilminin eski ad: ilmi nü- cum ve ilk râsıd ve müncccim- ler de fçobanlardır.) asırlarca gök kubbeye dikkat ede ede işte bu nazariyelere bağlandılar. Dünyanın bir kürre şeklinde de olabileceğini ilk defa anlıyarak ileri sürenler eski Yunanlılardır. Fakat onlarda da bu idrak pek kat'i değildi, kâinattaki genişliği hakkile kavrıyamamışlardı. Eski Yunanlılar -bu gün için gülünç « bir hataya daha düşüyorlardı: Arzı kâinatın merkezi zannet- mek, güneşi, ayı arzın etrafında döndürmek. İnsan zekâsı bu bü: Yük hatadan ancak 15 inci asır dâ kurtulabildi. Kopernik mer- kezde dünyanın değil güneşin bulunabileceğini ileri sürdü. On beşinci asırda Koperniğe inan- madılar. On yedinci gsır başla- rında Galilâ teleskopu 1s'ah et- tikten sonra Koperiğin fikirleri kabul edildi, fakat bu da yan- bışsız bir fikir “değildi: Güneşin merkezi âlem olmadığı meydan- dadir. Nihayet meşhur bir tarih ali- minin dediği g bi: