30 Ekim 1937 Tarihli Anadolu Gazetesi Sayfa 5

30 Ekim 1937 tarihli Anadolu Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

- “nkü kısmın hulâsası; S2 senesi Nisanı, Möo kar 3 bir fevkalâdelik, bir V tabillik vardı.Halk bilhassa “ı'ı hanı önünde koşuş- N 18 yaşlarında zırh B zırh elbisesiz, zeki ol- ha Sözlerinden belli, yakışıklı, Da kalıçli bir genç duruyordu. alının herhalde çiftçi oğlu KA belli idi. Yanmdaki ab B cinsladendi. - Çok İnee 'gülünçtü. Delikanlının garib t ve tavırlarına — ilâveten, B t bu hali halkın mera- /Di Stirmişb. Delikanlının adı Moyandır. O da halkın na- nd istihzayı — sezmiştir. © bundan hem asabileşmekte, 4 esef duymaktadır. Fakat ©D & ona bu atı verirken: nu sakın satma, ihtli- ölünceye kadar beslel Uk, Bişti. Babasının dördüncü : ç ile çok eski bir münase Ms Tagi Vardı. Ayrılırlarken — ihtiyar ona, eski asaletlerinden Kardinal ve Kraldan Tij kimseye minnet etmeme- | Cesur olmasını, hayatta yolun cesaretle açılaca- p, ESasen Gaskonyalı olmak ' kendisinin de cesaret 'ası lâzimgeldiğini, — kavga- " korkmamasını, — sergüzeşt- buldukca döğüşmesini söy- PNiş, on beş ekü de vererek: heçğ, Ste nasibatlarım, sana ve-. aram veatım, Başka ve- ir şeyim yok. Anan da bir kadından — aldığı reçetesini verecektir. Bu ( ber yarayı iyi eder. Sana j Misal göstereceğim: M komşumuz bulunan ve Onüçüncü Lüinin çocukluk M olan, M. Dö Trevil, e kralla her zamarı Ve kral ekseriya kay- Kral, ondan dayak - yidikçe onu daha çok sevdi. Trevil her- kesle döğüşürdü. Demişti. Delikanlının — babası şöyle devam etmişti: Sabık kralm ölümünden genç kralın hükümdarlığına kadar, mu- harebe ve muühasaralar hariç olmak üzere, yedi kere dövüştü; ve bükümdarlık - tarihinden ba- güne kadar ise belki yüz kere dövüştül İşte bundan — dolayı, emirler, fermanlar - ve iradelerle begün silâhşorların kaptanı, yani, kralın yegâne kuvveti olan Kay- ser (Caesar)ler ordusunun kü- mandarı bukmeyor, kral — onu çök seviyor, Kardinal otıdan kor- keyor ve o İse, herkesin bildiği veçhile, hiçbir. şeyden korkmu- yor. Bundanbaşka, M. dö Trevil senede on bin ekü kazanıyor, bünun için şimdi büyük bir adam oldu; o da işe senin gibi başlamıştı. Bu mektupla ona git, ve onu kendine model yap ki, sen de onun gibi olabilesin. Bunun üzerine ihtiyar M. Dar- tanyan kendi kılıcını oğluna ku- şatmış, onun — iki yanağından öptükten sonra selâmetine dua etmişti. Babasının odasından çıkan de- Tikanlı annesini, onu, haşsala- rımı ve birçok hususlarda kulla- nılabileceğini işitmiş olduğu ve- çeteyi elinde tutmakta olarak bulmuştu. Buradaki — vedalaşmat babasının yanındakinden “dali' uzun Ve daha - firakli olmuştu. - Be M. Dartanyanın tek evlâdı olan oğlunu sevmemesinden de- gil, ancak M. Dartanyanın erkek olmasındaan ve kalbinin duygu- sunu ortaya dökmesimin bir erkek için caiz olmamasındandı. Hal- buki Madam Dartanyan bir kadın olmakla Beraber — bir anne idi. Çok ağladı; ve, genç M. Dartanyart istikbalin bir silâh- şoru gibi metin görünmeğe çok ee UU vEİ Jw,."A ( BPDLER n Ü artanyan, kendisine alaylı alayl bakan meçhul “dama hiddetlendi. Gözlerini, onun gözlerine dikti çalışmış — bulunmasına rağmen gözyaşlarının yarısını annesinden gizliyememişti. Delikanlı ogün babasının, on beş ekü, at ve M. dö Trevil için mektuptan ibaretüç hediyesi ve, tutması kendi arzusuna — tabi, nasihatları ile yola çıkmıştı. gerek tavır itibarile bir Servan kahramamı kesilmişti. Don Kişot yeldeğirmenlerini dev ve koyun- ları ordu gibi görüyordu. Dar- tanyan — rastgeldiği kimselerin gülümsemesini istihza ve kendine bakışlarını hakaret — sayıyordu. Bunun için Tarbten Mön kasa- basına gidinceye kadar mütema> diyen yumnuklarını — sıkiyor. ve, sebepli sebepsiz, günde belki on kere kılıcının kabzasını kav- rıyordu. Bununla beraber, yum- ruğu daha kinisenin çenesine inmemiş, kılıcı da henüz kınından çıkmamıştı.. Yolcuları güldüren hal yalmz o düşkün Midillinin vaziyeti de- gildi. Midillinin — sörüklemekte balanduğu hati sayılır. uzun: lukta ve azamcilen ziyade za- Timliğe delâlet eden kılıca gözü ilişen yolcular d2 gülmeğe mec- bür. oluyorlardı. Dartaayan bu uğursuz Mön kasabasına gelin- ceye kadar vekarını ve çabucak hârekete gelen hiddetini muha- faza edebilmişti. Müniye hanının kapısı önünde, ürengile- rini tutmak, yahut atim abıra götürmek için hancı, ban seyisi, ve kapıcıdan hiçbiri gelmediği halde atından inen Dartanyan, zemin katmdaki pencereden güçlü kuvvetli, pürsilâh ve sert bakışlı bir Efeadinin iki kişiye bir şey- ler — söylediğini ve — onların da ehemmiyetle dinlemekte bulun- duklarını görmüştü, f Sonü var ) Hiyetin patlıyan ilk kurşun.. Beyaz caketli, siyah pantalonlu adam.. h:.iriyıt dairesi, meydan- B— ucunda Selânik Redif &ç ») ”* debboyu vardır. Vaktin| b dası münasebetile Redif kimse yoktu. Bu da- M Ukasında da büyük bir y Ve tenha bir yol var- te Müdan Hamidiye çeşme- ü ,'ı'flıı Bayarkalıyo üç yöz Söüeden Beyazküle bahçe ar ikadı” Yak'a yerine bir iki da- ae z A Bu redif debboyunu bekliyen Böbetçinin dik sesi idi. Hatır ve hayaline gelmiyen bu vazi- yete karşı yüz geri edip, tenha yola dönüp kaçmak vardı. Bu halde nöbetçi muhakkak — ateş edecekli. — Nöbetçinin — elindeki silâh da tabanca değil, mavzer- di.. Veyahud. nöbetçiye —tezlim olmak. vardı. Bunların her ikisi de kabul edilecek şeyler — olmadığından silâhına bâkim ve son derece nişancı olan failh — vazifesinden başka bir şey yapmıyan nöbet- çiyi öldürmemek istiyordu. Ara- da on beş yirmi adım kadar bir mesafe olmasına rağinen nişan aldı, nöbetçi ayağından vuruldu. Mezarlığa atlıyan beyaz car ketli, siyah pantalonlu artık kur- tulmuştu. On beş yirmi dakika sonra fail Beyazkule bahçesinde biriken gruplar arasında ve sev- gili arkadaşlarının yanında söy- lenen sözleri ve yürütülen mü- talcaları dinliyordu. Yazan: M. Doğan lonlu) tabiri o tarihlerde zabitanın| yazlık kıyafeti idi. Bu - vak'a hakkında meumrini aidesinin ver- diği raporlarda fail hakkında kullanılan bir. tabirdir. İşte bu beyaz caketli, siyah pantalonlu inkılâbin ilk fedakârı Avrathisarlı redif taburu zabita- mnından mülâzim Mustafa Necipti, evde vurulanlardan biri de sultan Hamid yaverlerinden — Selânik merkez kümandanı — kaj n Ömer Nazımdır. Ömer Nazım; çok zeki bir adamdı. 313 Yunan harbinde Golosta Polis müdürü ve elyevm General ve sefir olan B. Muhid- din de Merkez kumandanı iken jon Türklere mensubtur. diye mabeyne jurnal edilmişler ve her ikisi de İstanbula celbedile- rek Yıldız sarayına görülmüşler ve her ikisi de affedilmişler, Pa- dişaha yaver olmuşlardı. Bay Muhiddin askeri coğrafya öğret- menliğile Harbiyeye tayin edik miş ve diğeri de sarayda kalmıştı. Özner Nazım 317 yılında Al- (B_qu caketli sıyah panto- İ manya impaâratoru lehine pro- , Mamnıştı. Bey Kadriden naklen Bir gün bizim “Bay Kadri, ile Eongı::ıyoıdum. ::Iy Kadri, İhamdülillâh, — bekârım - diye Tanrıya şükrediyordu. — O halde, boynuzların yok- tar, dedim., Bay Kadri etrafına göz gez- dirdi. Gelen geçenlerin yüzle- rine acı acı baktıktan, bazı aşinalarile selâmlaştıktan sonra güldü ve dedi ki: — Abilâder; olsa da ne fay- da; meselâ bir değil, bin çift boynuzum olsa istifade edemem, satamam, hediye veremem, çün- ü var Biraz yutkunduktan sonra tek- rar söze başladı; — Geçen gece tanıdıklardan biri evine gidiyor, kapılar kapalı Bayan yok. Adamcağız pür: telâş l&ryıyıl:ıdı karısını ara- tıyor, tanıdıklarına: — Bizim Bayanı gördünüz mü? Diye soruyor. Bu arada ba- nâa da sorda. Hali çok telâşh, gözleri hid- detli, hele çehresi çok sinirli idi. Ne arsın — sevabtır teselliye y;:dıdnı. H z — Merak etme bilâder; belki sinemadadır, belki gezmeğe çık- mıştır. Belki dişçiye gitti, belki canı biraz hava almak istedi de İzmire geçti, belki terziye uğ- radı dedim: Fakat adamcağız bir şey bili yormuş da söylemek istemi- yormuş gibi bemim “belki, le- rime kulak asmıyordü, P: bir şey söylemiyor bazan: — Merak ediyorum bu kadar nerede kaldı. Diyordu. Ben de saate baktım, saat gece yarısı biri on geçiyordu. Artık sön vapur filân da kak mamıştı. — Belki ir dedim. Bay Kıdn’.l;: h'î.;qi anlat- tıktan sonra kendisine hâs bir taklit yaparak ilâve etti: — Amma belki de gelmez. Gelmezse kendisine “neden gel- miyor,, diye bir şarkı var. Bu şarkıman plâğımı alıp hediye ve- receğim. Bari müteselli olur mu dersin?. Paganda yapmak üzere Şanghı ya giden heyete terlik edilmiş bu münasebetle Amerikayı ve avdette de yeni yapılan Sibirya hattile ve Rusya yolile döndük- Teri için Japonyayı, Rusyayı böy Telikle dünyanın bir kısmını gör- müş ve en sonda Rumeli mü- fettişi umumisi olan Hüseyin Hilmi paşanın refakatinde olar rak (paşayı nevima kontrol gibi bir vazile ile) Rumeliye gelmiş ve 321 yılında da Selâniğe de- merkez kumandam olmuştu. sine mütevakkıf — olduğu için hemen biçbir kimse gidemezdi. Meselâ, Debreden Selâniğe gi- decek bir zabite - İstanbula uğ. ramamak — üzere - tabiri kulla- nilirdi. Ömer Nazım bey- birçok za- itlere — gelişigüzel — mezuniyet Verir ve mazeretine inandığı Zabitleri de bir hafta kadar müddetle İstanbula gönderir idi. Yaveram hazreti şehriyari — kad. rosuna dahil olan Ömer Nazıma üçüncü ordu müşiri bile söz geçiremezdi. 323 yılında Enve- rin dul olan kız kardeşile evlen- mişti. Enver, Hüseyin Hilmi pa- şanın Erkânıharbiyesi idi, fakat ittihad ve terakkiye henüz alın- (Sonu yarın) Şimdi sözü ona bırakıyoruz: Anadolu, tazelenir ve güzelle- şirken bazı eski dostlar, beni hatırladılar. Haftada bir veya iki dela tarihten musahabeler yapmamı istediler. Bir kaç sene var ki Türk okuyucuları tarihe karşı çok teveccüh gösteriyorlar. Gündelik gazetelerdeki romanla- riın büyücek bir kısmı, tarihin uzak ve yakın — sayfalarından mevzularını alıyor. Yakın zaman- lar ricalinin hatıraları, menkıbe- leri iştiha ile aranıyor. Yazıcıla- rıtız, mevzularımı tarihten — seç- mekte, okuyanlarımız da bu nevi- den roman aramakta haklıdırlar. Tarih sayfaları içinde aşklar, ihtiraslar, şanlar, şerefler, intri- kâlar, kanlar, zevkler, eğlenceler fikirler, hisler.... Neler neler yoktur ki... İnsanlığın — müsbet, menfi bütün tecellileri, heyecan- ları, ferd ve cemiyet bakımın- dan bütün hususiyetleri o yap- raklâr arasındadır. Romancıların muhayyelelerini — zorlamalarına, şahsiyetler yaratmalarına ve o şahsiyetler arasındaki vak'aları ve münasebetieri uygun ve tabii olara . tertip etmeğe çalışmala- rına hacet mi var? İstenen ölçüde, istenen vasıfta, istenen tipte ve tertipte roman mevzuları, şahıs- ları ve kahramanlarile beraber hem de düzinelerle orada duru: yor; — seçiniz, beyeniniz — ve yazınız... Okunan bir hikâye, bir roman Mmevzuunun eski bir hakikate az çok istinad etmesi ve oradaki şahsiyetlerin — muhayyel — şeyler değil, yaşamış, şöhret yapmış, bu kubbede höş sadalar bırak- miş takımdan — bulunması ise karie başka lezzet, başka çeşni #ermekte sevgi ve merak doğur- maktadır.. Tarih kelimesile ( ibret ) keli- mesi yakın zamanlara kadar be- raber yürürdü. Hatta tanzimat devri nihayetlerinde yazılan meş- hur İslâm terihlerinden birinin adi. (miratüliber ) dir. — İbretler aynası demek.. Tarihten ibret dersi almak, tarihi (örnek) yap- mak her taribçinin dilinde ve kaleminde dolaşan kelimelerdi, Sonra: Tarih ( tekerrürden ) ibarettir sözü söylenmeğe başladı. Bu vecize üzerinde de hayli müna- kaşalar, dedikodular oldu. Te- ketrür ediyor denecek dere- cede bazan benzeyişler gösteren tarih hâdiselerinin hiçbir zaman ayten tekerrür etmediği meyda- na kondu, ispat olundu. Tarihle uğraşmanın faydalarına gelince; bu, her devirde, her zaman itiraf edilmiş, seyılmiş dökülmüştür. En faydalı, en eğ- lenceli, en teselli verici, oyala- yıcı, meşgalelerden biri -tarih mütaleasıdır. Tarih kaynağından sırasında ibret, sırasında ders alınır. S- rasında iman, — kuvvet, azim, cür'et, teselli gibi gayet nadir ve gayet kiymetli duygular edi- nilir. Büyük kumandanlar, fatih- ler, büyük —devlet ve halk adamları tarihin en candan âşık- larıdır. Yirminci asırda yaşıyoruz sö- zünü söyler dururuz. Yirminci asır on dokuzuncu asrın, on do- kuzuheu asır on sekizinci okurlarla bir hasbıhal a aa allimlerinden Bay Mitat Oksancak, bugün ilk yazısını bir musahabe halinde veriyor. Bunu, tarihi hâdiselere aid yazıları takibedecektir. timizin - olgunlaşması, etmesi bakımından pek sevinile- cek, pek öğünülecek bir hâdi- sedir. Türk halkı tarih okuyor, tarihi öğreniyor demek, kendini büluyor, şuurunu yükseltiyor de- mektir.. Memleketimizde Hacei Evvel unvanını kazanarak tanınmış olan Ahmed Mitat efendi merhum, “Mufassal, adlı natamam tarihi- nin mukaddemesinde şu fikirleri maalen ortaya atar: Her şeyden ziyade tarih mü- taleasından lezzct ve fayda bul- duğumu karilerime söylemeliyim. Tarih okuyanlar zamamı Adem- den bu vakte kadar gelmiş geç- miş bilcümle milletlerle beraber fikirlerimi tebdil edecek yeni bir şey görmek şöyle dursun bilâkiş hep bu fikri teyid edecek haki- katler gördüm. Şuna kat'iyyen kaniim ki ömrü beşer, velevki tabii müsaadesi- nin son derecesini bulsun da, yüz veya yüz yirmi sene sürsün, pek kısadır. Ömürlerimizi istik- bâle doğru uzatmak imkânı ve yolu, ne yazık ki, kapalıdır. Fa- kat maziye daoğru genişletmek ve insanı yüzlerce hatta binlerce seneler yaşatmak imkânı elimiz- dedir. Tarih bize bu imkânı verir. Tarihin insana bahşettiği ha- yat öyle tabil bir yaşayış gibi yal- Dız yeyip içmek, yatıp kalkmak- tan ibaret bir hayatı adiyede değildir. Maarif ve fenler denildiği za> man hatıra neler gelirse tarih insana, işte bunların cümlesine veya birçoğuna birden intisab edilmiş bir hayat verir. Çünkü biçbir fen ve hiçbir. san'at, bu- hmamaz ve tasavvur edilemez ki tarihle bir alâkası, bir ilişiği olamasın. Her bir fen, her bir ilim, her bir marifet, her bir san'at ne zaman icad veya kaş- folunmuş ise o günden başlıya- yarak bugüne kadar ne kadar terakkiler ve değişmeler geçir miştir ve bugückü mükemmeli- yetine nasıl varmıştır? Onların her bir safhası birer tarihi vak'a veya fıkradır. Bu sebeble fenle- rin, ilimlerin, marifetlerin, san'at. ların da heyeti umumiyesi birer tarih mebbasidir. Bunlara aid kitablar — kolaylıkla hep birer tarih kitabı haline getirilebilir, Hulâsaten diyebilirim ki, tarih insanı, herasrın muasırı, her büyük adamın hemşerisi arka- daşı, sır yoldaşı yapar her san'atın, her fenuin aşinası eder. Hecei Evvel merhum, bu fikir- leri ileri sürmekte pek haklıdır. #— Lükferı ge de S” - t 't

Bu sayıdan diğer sayfalar: