8 Mayıs 1940 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

8 Mayıs 1940 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Biç konuşmamıştardı. Mebrure güya koca- Mihin haline hiç ehemmiyet vermiyormuş gi- Di mümkün olduğu kadar sakin ve soğuk- görünmek istiyor, fakat buna kstiyen 'ak olamıyordu. Genç kadının pek si- miri olduğu her hareketinden anlaşılıyor” du. Halli Mahmud da eline bir kitap alrış- &. Bir kelimesini bile anlamadığı bu Kita- da büyük bir merakla okuyor gibi yapıyor- Şimdi kanı Koca ikisi de kavga ettikleri- M8 Son derecede pişmandırlar, Lökin olan ol- Muş, ok yaydan çıkmıştı. Belki gene de ça- k barışırlardı, Fakat kavga sırasında sÖy- ri sözler akıllarına geldikçe elzeeti Befisn denilen bir bağ ayaklarına, kollarına iyor, onları biribirlerile barışmaktan Menediyordn. Esti Mahmud Söylenen acı sörler duvara çakılan çivile- Pe benzer. Bu çivileri tekrar bile duvardaki yerleri kalır.» dememişti, Bazen Mahmud içinden: «Haydi kibarlık bende Kalsin..» dive barışmağa karar veri- Yordu. Lâkin birdenbire karısının kesdisine söylediği sözler aklına geliyor, kendi ke: dire: «İyi amma bana wxalâ dedi, yalmz bü kadar olsa gene iyi. Canavar adam dedi, ejderha kılıklı dedi, «Lândrur dedi, Aİ ruhlu dedi.» Bütün bu kelimeleri düşi eçiyordu. Canavar adam ba! dı ha?... Lândru ha?... Âdi ruh- İ ha!,. Bütün bunlardan sonra barışmak Için kendisinin karısına karşı bir hareket- te bulunmasın: pek izzeti nefissizce birşey telâkki ediyordu. Ealbuki karısını çilgin gibi seviyordu. Onun da bu işten ne kadar üzgün bir bal- de bulunduğunu düşündükçe büsbütün ai- mirleniyordu. Dört senelik müşterek hayatlarında ilk dö- fa olarak dargın bir halde yataklarına çe- kilmeleri pek acı olmuştu. Karyolaları Yı yana idi, Dalma karanlıkta yatarlardı. Ha- MI Mehmswd da Mebrurenin bir taraftan Öleki tarafa döndüğünü duyuyordu. O da Uyuyamıyordu. Böyle dargın bir halde uy'u- Yamıyacağını anlamıştı. Birkaç kere daha barışmağı düşündü. Eele bir defasmda ye- Tinden çe kalktı. Lâkin tekrar kendi s“elândru hal.. Canavar adam hat... Ejderha kılıklı hat... Adi ruhlu hal.> diyerek tekrar yatağına yerleşti. İşin tuha- fi şu elândrur, «canavar adamı, «ejderha kılık: sözlerinden ziyade kdi ruhlu tabiri ©nA Zena halde dokunmuştu. Onun ruhu Adli idi öyle mi?.. Hall Mahmud böyle dü- ürken «i da onurla barişmam'ı di- e karanlıkta karisina sırtını dönüyor- Lâkin garip şey bu gece de sanki yastığı takızlaşımış, sertleştikçe serileş- Mişti. Bir türlü başı rahat edemiyordu. Ka- kaldırdı. Yastığa hafif bir iki şamar yorganın içi pek steak geliyordu. yatakta bunalmış, vücedünü ter bas- Müşti. Biraz serinlemek maksadile syak par- Maklarını hafifçe yorgandan dışarı çıkardı. aânnesile hamama gittiği tAman- Mazda ascaklıks da pek buralınca bakir taslardan birine kulnanın öteki musluğun- dan biraz soğuk su dolâurur, bunu ayakla- na dökerek biraz şel zer — bir hareket oldu. Sanki bar:ş- Me 8 olurdu. Hayır buna imkân yok- $a... Bir Lândrudan, bir canavardan, ejder- ba kılıklı, âdi ruhlu bir adamdan o kadar incelik beklenemezdi. Kimbilir ne kadar sonra uyumuştu. Ba- bahleyin çalar saatle gözlerini açtı. Her- günkü vapurile İstanbula inecekti. Karısı hâlâ uyuyordu. Halbuki ker sabah Mebrüre ondan evvel Kalkar, kendi elile sütünü isıtır, kahraltısı- bi hazırlardı. Sonra da onu sevimli güler bir yüzle kahvaltı masası başında beklerdi. Halbuki bu sabah dört senedenberi ik de- fa olarak Mebrüre kalkstamıştı. Böyle ha- reket etmesi için karısının ne dereee si- nirlenmiş olması Mizımdi. , Halli Mahmud biraz ekmek peynir yedi, Sonra evden çıktı. İskeleye Indi. Çok üzgün- dü. Evden çıkmadan evvel karsfle barış- smadığına pişmandı. Arıma bunda Mebrure- nin de kabahatı vardı. Barışmak için hiç bir geye teşebbüs etmerişti. “Vapura bindi. Dalgın dzlgın pencereden bakıyordu. Şimdi vapar kendi oturdukları yalının hizasından geçiyordu. Halil Mahmud birdenbire heyecan içinde doğruldu, Yalı- nin pencerelerinden biri açılmıştı. Bir el ra- pura doğru pembe, mendil gibi, eşarp gibi birşey sallıyordu. Mahmud birdenbire sevin» di. Karısı kendisinin hergün bu vapurla İş- tanbüla indiğini biliyordu, Muhakkak bü pembe mendili ona âdeta uzaktan tarziye verir gibi sallıyordu. Çünkü başka türlü bu- na mâna verilmezdi. Halil Mahmud ken- di kendine: 4Carum karıcığım, deği, ben evden çikın- caya kadar barışması bekledi. Benim tara- fından bir teşebbüs olmayınca bunu yap- ti. Beni dargın ve sinirli işime göndettmek İstemedi. Ben de ona ekşama güzel, tatlı bir sürpriz yapayım...» O günü Halli Mahmud genç bir Aşık gibi mütemadiyen arkasından sallanan pembe bir mendili düşündü durdu. İşinden erken çıktı, Kuyumcuya uğradı, Karısının He za- mandanberi istediği tek taşlı yüzüğü aldı, Evine girer girmez Mebrüreye seslendi: — Kanelğim koş.. Koş bak sena ne ge- tirdim, yi Mebrüre koştu. Yüzükten ziyade kocasile barışmasına sevinmişti. Lâkin Halil Mah- mrud sözü geli ikide bir kapalı bir suret- te pencerede sallanan ptmbe mendilden baksdiyordu. Nihayet genç adem açık açık: — Mebrüreciğim, dedi, arkamdan pem! mendili sa'lamakla ne Kadar iyi ettin. Yok- sa, bugün sinirden çatlardım. Mebrire evveli cevap vermedi. Kendisi sabahleyin pencereden mendil filân salla. mamıştı. Yalnız hizmetçinin pembe örtü. gi ber sabah pencereden siktiğini biliyor» Maamafih renk vermedi, Gülümsiyerek kocasına: — Ne Yapayım? dedi, senin bütün gün Üzülmene gönlüm razı olmadı. Hikmet Feriden Es BU GECEKİ Nöbetçi eczaneler Eminönü: (Salih Necati), Küçük- pazar: (Yorgi), Alemdar; (Ali Riza), ; (Baydar), Beyoğlu; (Gala- (Kürkçi- yan, Barunakyan), Şişli: (Avm), Ga- Jata: (Kemal), Kasımpaşa: (Turan), Hasköyde: (Hasköy), Fatih: Şehremini (Nüzem), Gehzadebaşı (Hamdi), Ka- ragümrük (Kemal), Fener: (Hüsamed. din), Samatya: (Erofilos), Aksaray: (Şeref), Beşiktaş: (Süleyman Recep), Ortaköyde, (Ortaköy), Arnâvutköyde marie Miltiyadi), Bebek o(Mer- ). Üsküdar: İmrahom (İbrahim Suad), Kadiköy: Modada (Yeni Moda), Kadı-| köyde: (Namık) eczaneleri. Tuzak içinde Tuzak Teirika No. 149 — Bana, mektupla beraber, gazete- den kesilmiş bir de izdivaç ilânı gön- deritmişti. İşte zarfiyle beraber, bun- ları size vereyim... Okuyunuz. Cebinden çıkarıp uzattı, Molla Murad, istemiyerek; Yak Sözlerinize inanıyorum... Hacet — İşte bu mektup vasıtasile haki- Katı öğrenince fena halde sarsıldım. Bu adam, nasıl adamdı ki, bana bin bir valddo bulunduktan sonra ve elim- de kendisini mahvedecek bunca vesaik bulunduğunu bilmekle beraber böyle Alçakça beni aldatabiliyordu. .. Bana ebedi bir aşk, rakipsiz bir vadetmişti. Buna rağmen daha ik &dımda beni aldatmağa kalkıyor- du... Yok, artık ileri varmıştı... Faz. Slüyordu... Buna rağmen ağzım Memuyabilirdim: «Ne hali varsa gör- | ix diyebilirdim. Kendisini istihfaf artık onunla yüz yüze gek | kail bulunmam kabildi. Fa- te parçasından, kiminle öğrenmiştim... Kolonbe- Sizin torununuzla... Nakleden : (Yâ « NöJ bahsolduğu için, işin içinde yeni bir dolap, belki de yeni bir cinayet giz- lendiğini sezdim... Siz ki bana bun- ca İyilikler yapmıştınız; bir felâkete önüne geçmek istedim. Erinize koştum. — Ya... Bugün mü? — Evet... Fakat sizi bulamadım... Bulamaymca, polise müracaat edip hakikati anlatmaktan başka çare ol madığını sandım... Sevgilimi torunu- muzun kölünda danseder görünce, ne yalan söyliyeyim, soğukkanlılığını da kaybetmiştim. — Polise her şeyi anlattınız mu? — Evet... Uzun istintaklarla bö- tün hakikatleri ağzımdan aldı, — Eyvah! — Maalesef, hepsini arlatlım: İs- minin Sühi Elstanbuli olmayıp Süha olduğunu, servetinin bir hırsızlıktan hasıl olduğunu... Adam öldürdüğü- nü, yahut öldürenler arasmda bulun- duğunu, hulâsa, hepsini, hepsini... — Mahvettiniz oğlanı. — Öyle. — Bizim de nâmusumüz onunki ile birlikte kirlendi. AKŞAM Vo) Türkiye Rağyodifüryon Fesisları Dalga uzunluğu gürkiye Radyocu 1642 m. 187 Ke/s, 120 &w Ankara Radyosu T.A.P, 317 m Mei Ke/e WE. W. T.A Ç 1974 m Ec/a 20 KW. Öğleleri 1974 metre ve akşamları 317 metre kısa dalga postalarile her gün yapıl- makta olan ecnebi dillerde haberler meşri- yatı programı: gru Birinci Bast 1730 7745 1945 2100 2115 1830 servis n.w 1215 1045 1400 1415 14.30 ÇARŞAMBA $/5/940 Türkiye saatile 1240 Program ve memleket saat ayarı, 1235 Ajans ve meteoroloji haberleri, 1250 Müzik: Muhtelif şarkılar (PL), 1330-14 Müzik: Küçük orkestra (Şef; Necip Aşkın), 1- Robert Sto'z: Viyanada Tkbahar, 2- Mie- heli: Gece Puseleri (Serenad), 3 - Hans Behnelder: “Tirel dağlarının halk şarki ve danslarından potpuri, 18 Program ve memleket saat ayarı, 1805 Müzik: Oda müziği (PL), 18,30 Müzik: Saz Çalarlar: Fahire Persan, Refik Kopuz, 1- Peşrev, 3- Saz #6- , Okuyan: Necmi Riza Ahıs- kan, 1- Ali Rifat - Rast şarkı: (Anlatayım halimi dildare), 2- Dede - Rast şarkı! (Yİ- ne bir gülmihal), 3- Hafız - Soba şarkı: (Dil mes ğ gönül bâdisele, Çalanlar: N. Seyhun, Cevdet Çağla, İzzettin Ökte, Pahri Kopuz, 1 — Okuyan: Semahat Özden- #68, 1- Uüi Mehimiet - Şehnaz şarki; (Bup- Isam sinel safında), 2- Udi İbrahim - şarkı: (Süzdükçe güzel gözleri), 3- Münir Nürettin - Suzinak şarkı: (Durma dan aylar geçer), 4- H. Mehmet - Suzinsi çarkı: (vâdeylemiştir ey peri), 2— Okuyan: Mustafa Çağlar, 1- Civan eğe - Hicazkâr şarkı: (Riyasız çeşmi ahuyu sevdim), 2- Muhlis Sabahattin - Hicazkâr şarkı: (Emi- nemin ön beşe vardı yaşı), 3- Hcszkâr tür- kü: (Bir yır sevdim Kuşadalı), 1945 Mem- Teket saat ayarı Alans ve meteoroloji haber- leri, 20 Müzik; Fasıl heyeti, 2035 Temsil: Ankara, Yazan: Yunus Nüzhet Unat, 2136 Berbez saat, 2145 Müzik; Riyaseticümhur bandosu (Şef: İhsun Künçer), 1- Tschal- kowsky: Marş, 2- 1. Moretti: The Last Go- od-bye (Romans), 2- Ealnt - Saens: Bi inci senloninin Adaglo ve Allegrosu, #- Kalman: La Bayadere operetinden potpuri, İkinet Bant Cazband (PL), im ve kapanış, Abone ücretleri Türkiye 1400 Kuruş (o 7700 kuruş M0 » clmiyan ecnebi memleketler: Seneliği 3600, altı aylığı 1900, üç ay'ığı 1069 kuruştur. Ecnebi SENELİK 8 AYLIK $ AYLIK LAYLIK Telefonlarımız: Başmuharrir: 20665 — Yan işleri: 20163 İdare: 20681 — Blüdür: 20497 Rebiöetvvel 30 — Hizir 3 B. İmsak Güneş Öğle ikindi Akşam Yatı 938 458 852 1200 1AT 450 1210 1665 1913 2059 İdarehake: Babiâli ci sokak No. 13 Yazan; İSKENDER FAHREDDİN Sultan Mehmed o gece anasınin kalbini kırmamak için odasından dışarı çıkmadı «Azrâ'yi aslanlar parçalamış, haberiniz yok mu?» Buhara valisi prens Gıyaseddinin kayın- babası Aslan bey, sultan Mehmetten on gün önce Buharadan Berterkanda dönmüş- ta. Vezir Nâsır, Aslan beyi sarayda gördü: — Azrâyı, Buharada aslanlar parçaladı, Haberiniz yok mu? Diye sordu. Aslan bey şaşırdı: — Ne diyorsunuz. Gıyas, bu kadar çok sevdiği bir çiçeği, aslanların ağzına nasl atabilmiş? Nâsır gülmeğe başladı: — Senin birşeyden haberin yok galiba?! Azrâ meğer halifenin casusu imiş.. Hüküm- danmız bunu haber alınca, diğer casuslara Yoret olsun diye Azrâyı aslanların ağzıma attırdı. — Deseniz e kızım, tehlikeli rakibesinden kurtuldu artık?! — Evet, Kurtuldu amıma... Bu işte benim de parmağım var, Kızduzı korumak ve Gi- yaseddini o fettan kadının pençesinden kKur- tarmak için çok çalıştım. Bunun mükâfatı a birşey istiyeceğim. iniz, elimden geleni sizden esir- gemem. Fakat, param, servetim yok. Sizi nasıl memnun edebilirim? Vezir Nâsır, Aslan beyin kulağına eğil- di: — Türkân hatun, Azriy: çok severdi, Bu bâdiseden en çok o müteessir olacaktır. Kendisini derhal görüp şunları söylerseniz, beri müşkül bir vaziyete düşmekten kur. tarırsınız. — İş söz dayanıyorsa, merâk etmeyin! Ne isterseniz, nasl İsterseniz söylerim. — Türkân hatuna; «Sizi tebrike geldim. Azrinın essuluğu meydana çıkamasaydı, oğlunuz şimdi toprağa düşmüş olacaktı. Çünkü, Azrânin halifeye casusluk ettiğini son günlerde ben de duymuştum. Sultana Söylemek için, kendisinin Buharadan av- detini bekliyordum.» diyeceksiniz. - Bunu söylemekle borcumu ödiyebi- Jecek miyim? — Evet, evet... Benden başka birşey iste- miyorum, — Pekâlâ. Hemen şimdi gidip söylerim. * Aslan bey hareme geçil, Türkân hatuna haber gönderdi. Valide sultan yalnızdı. Aş- lan beyi görünce hayret etti: — 8iz Semerkanda gelip gidersiniz am- ma, beni ziyaret etmek aklınıza gelmez. Na- ml oldu da şimdi buraya geldiniz? Aslan bey, vezirin sözlerini aynen söyl di; — 8izi tebrike geldim, sultanım! Rahat- Wiz etmekten çekindiğim için, misafirhane- nizde otururdum. Azrânın ölümü beni se- vindirdi, Oğlunuzun hayatı, o kahbenin ölü- mile kurtulmuş oldu. Türkân hatun gerçekten müteesisrdi. AZ- rânin halifeye casusluk yaptığını tahmin et- miyordu. Çünkü, Azrâ valide sultanm eline düştüğü zaman çok küçük bir kızdı. — O, hâlifeyi tanımaz bile, Fakat, madem- ki oğlum şüpheye düşmüş... Onu öldürmek- le hinm Kendini, hem de torunumu kurtar. miş demektir. Ve görlerini yere indirdi, Geniş göğsünü gişirerek, yavaş yavaş söylendi: — Ben, Azrânm ölümünde başkalarının parmağı olduğuna kaniim, Aslan bey! Ma- smafih zaman her hakikati meydana çikâ- rr. — Kimden şüphe ediyorsunuz? — Eski kölemden... Çünkü o, Azrâyı #&- verdi. Ben Azrâyı Giyaseddine verince kıs- kandı. Şimdi büyle bir bahane İle kızcağızı öldürtmüş olması muhtemel değil midir? Aslan bey birdenbire şaşaladı. — Hakkınız var, sultanım! Bu da akla gelebilir amma, vezir Nâzırın herşeyden zi- yade sultan efendimize sadakat hislerile bağlı olduğundan şüphe elmemek Jâzımdır. — Ben, herkesin içyüzünü senden iyi bi ve erkenden yatıp uyudu | Birim, Aslan bey! Eğer Nâsir benim ada- İ mum olmasaydı, otun başını çoktan üçürt- muştum. Hasbahçede yıldız oyunları Türkân hatun her yıl haziran ayının bi- Kinect gecesi sarayın has bahçesinde bir e8- Jence tertip eder ve o göce baharlı tatilae yer, misafirlerine de ayni Ikram ederdi. Türkâri hâtün bu eğlentiye kendi âk- rabasından başkit' erkek davet etmezdi. Mi- safirlerin hermen #epsini kadınlar teşkil derdi. Misafirlere.saraydaki haremağaları ile cariyeler hizmet eder ve havuz başında büyük kır solreları kurulurdu Hasbahçenin İçi © gece cennete benzer- Gi. Her tarafı, İenkli fanıslarin süslenir, yüksek duvarlâirı0 Üstünde meşaleler yanar ve Melekşahin'yameında “k: sevdiği yıldız yçirma oyunları yapılırdı. Türkün hatun, Melekşelun hatıralarına çok bağlı bir kadıridı, esk! günlerin saltanat ve debdebesini hiç-bir-zaman unutmazdı. O gün, sultan Mehmed maiyet zabitlerinden birine sordu: Anamı bu gece basbahçede eğlenecek Evet, Her ya, haziranın birinci gece. Bi olduğu gibi Sultan Mehmed bu eğlentiye taraftar de. Bildi. Memleketin içinde Furken, Türkân Hatun gibi yi silmiş bir kadının hâlâ eğlenti mesi gülünç ve mânmez değil Gelgelelim, Türkü; kân hatun, birkaç kere, sırası dü; «— Ben yurdumu, herşeyden ve herkes- ten fazla severliği» Demişti. Sultan Mehmed anasının bu sö- zünü hatırladıkça: İnsan, yurdunu böyle mi sever? Düş- mana el birliğile tedbir alacağı bir za- manda yıldız oyunlarile gönül eğlendirilir mi? Diye söyleniyordu. Süllan Mehmed anasının kalbini kırma- mak için, o gece odasından dısarı çikma- mış ve erkenden yatıp uyumuştu. Türkân hatun hasbahçede misafiri eğleniyordu. Cariyeler öyle parlak ve £ kamaştiricı elbiseler giymişlerdi Ki, bu arasında misafirleri ayırd etmek kab muyordu. Türkün sultanın yüz elilden farla cariye- «inin hemen hepsi de o gece süslermişt! Azalık bunlardan ikisi, büyük havuzun sına geldiler. Havuzun ortasına, bir yandan öbür yana Iki ip gerilmişti Eski devirierde çifte minareli çamilerde, ramazan georie- “Fİ, bir minareden ötekine kandil uçur , bu iki cariye de, havuz baş karşılıklı — yıldı şeklinde fanuslar uçurmağa başladılar, Renkli fanusların bir yandan öbür yana uçuşları o kadar hüş ve heyecanlı ölüyordu ki, misafirler yemek yerken, z oyuhlarına dalıp kendilerin- den geçiyorlardı O gece 'Türkün sultan, Gü, svsü olduğundan nen ve birkaç ay- danberi ticaret makaadile— Semerkandda bulursan (Bündadjın karısın: da davet et. işti. Yardan elbise giyen bir kadın yoktur de, di. Hattâ bu dedikodu Türkân hatunun ku lağına bile gitmişti ele bir kere gelsin de görelim giye'fi elibsey Diye sabırsızlanan valide sultan, dadın karısı gelir gelmez, yanına otur tu. Yıldız oyunları yapılırken, Türkün tun, Bündadın karına sordu; -— Güçlük han; biz kadar kiymetli're gü- zel kumaşları nerden buluyor? (Arkası var) — Sizin mi? — Evet, b — Damad diye aldığınız birinin si- Kapının öle tarafından bir konuş- ma gürültüsü işitiliyordu. Bu sırada, Murad Molla, genç kiza ze İntispp etmesinden biraz evvel maskesi düştü... Bundan dolayı niçin namusunuz lekelensiri. — İşin içinde, sizin bilmediğiniz başka bir sır daha var... Bırakında şimdi anlatmıyayım... Zira zamanımız çok kıymetildir... Dekikslarımız Sr yı. — Şimdi ne yapacağız? — Size vereceğim tavsiyelere Ti&- yet eder misiniz? — O akşam bilmem size söylemiş- miydim? Fakat aklımdan geçirdim. Bimdi de samimiyetle hâlâ böyle dü- şünüyorum:; Siz benim hayatımı kur. tardınız. Hayatımdan da daha bıy- metli olan maneviyatımı kurtardı- maz... Şimdi bütün mevcudiyetimle emrinize Âmadeyim. — Sühayı kurtarmak istiyorum. — Nasıl? — Bu rezaletin önüne geçmek 14. | gm... Her şeyi örtbas etmeliyiz... Böylelikle benim de silemin şerefi kurtulacak. Kız, tereddüğsüz; — Emredin! - dedi. — 8izi yeniden istintak edecekler, — İhtimal, — İhtimal değil, muhakkak... — Peki, ne yapayım? ii bazı tavsiyelerde bulundu. Bunları &cele acele söyledi. Kız da, dikkat ke- silip dinledi. İhtiyar sözünü bitirirken; — Anladınız mi? «- diye sordu. — Tamamile, — Söylediklerimi yapacak mısınız? — Emin olabilirsiniz. — Öyleyse çok teşekkür ederim. Ve, parmağım «süküt!ş mânasın- da dudaklarının üzerine koyup oda- dan dışarı çıktığı sırada, salonun öte- ki kapısı açıldı. Ferhadla komiser içeri girdi. Şermin kendini bir divanın üzeri- me birakmıştı. Kolu kanadı kırılmış gibiydi. : Server: — Küçük hanım!... - dedi, - Belki azıcık istirahat etmişsinizdir, sinirle- riniz yatişmıştır. İşte size tekrar 80- Tuyorum. Sözlerinizi iyice tartıp ko- muşunuz, Sühanın bulunduğu tarafı elile işa- ret ederek: — Bu genç eleyhine ileri sürdüğü- nüz itham, bhavsalarızın alamıya- cağı derecede vahimdir. Şimdi he- men tevkif edilip edilmemesi mev- zuu bahistir. Ona göre düşünün, ta- şının, Şu aha kadar Sühi beyin aley- hinde, sizin Hadenizden başka bir itham vesikası yok, Kendisini istintak ettik; «Kıskançlığından dolâyı büyle söylüyor. Başk& bir kızla evlenmiş olmamı çekememiş!» cevabını verdi, Şayet ifadenizde Musırsaniz vazii 6ühi beyi hemen tevkif ettirmektir. Göz önünden şu hakikati de ayırma yın ki yalnız kendi şerefi değil, inti- sap ettiği âllenin şerefi de mevzvu bahistir. Kiz, gözlerini eğıniş, dinliyordu. Erkek devamla; — Şayet bu işi kıskançlık sebebile yaptığınızı itiraf ederseniz . kestirdi- ğim tevkif müzekkeresini infaz etmem, Şeflerimi messleden haberdar ede- rim, Demek ki bu delikanlının müu- kadderatı size bağlıdır. Ne diyorsu- nuz? Kız, cevap vermedi. Ferhad sraya girerek; — İthamınıza devam ediyor musu- nuz? Şermin kendini zorhyarak: — Hayır. Gözlerinden iri iri yaşlar dökülü. yordu. Server: — Demek bana yalan söylemi Bunu itiraf ediyorsunuz? Kız, sesini bütün yavaşlatarak: (Arkası var) NİZ,

Bu sayıdan diğer sayfalar: