AKŞAM WAOYO İSLÂM TARİHİNDE Türk kahramanları HER AKŞAM eğirme More bin yuz lira ! Mütareke devrinde hakikaten cereyan etmiş bir hikâye. Fakat gayri münleşir... (Yani Frandaların inddit dediklerinden...) Ağızdan ağıza dolaşmış, belki gazetelerin havadis sahifelerine bazı teferrünt geç- miştir. Şimdiki nesil, karışık ve inzibatsız bir gehrin ne olduğunu katiyen tahayyül ede- mer, Ben o sıralarda Göztepede oturuyor- dum. Akşam sular kararınca duvar diples rinde yürümek katiyen kabil olamazdı. Zira, ağaçların biri üzerinden elinde çuvaj olan bir $ tepenize atlayıp yüzü- zi ası, cebinizde kap pa- örmesi mümkündü. insanlar dalma sokak»- n ortalarında giderlerdi. za düne , tabanca; yer kater ak istedikleri sokak ka- nahlarları eri doğru uzstrlardı. hir böyle bir şehirdi u arasındaki bazı serseriler mala, iran teselli eder- oruz yahu... » dediler. bir çete te eple aralarına uş Bayram ağa isimli bir Arnavudu r, şekavetle de şah- siri vardır: Favo- | i tüysüz bir sıska çocuk, ne fabrika direk- törü, ne toptancı tacir intibaı verebilir. Baçları dökülmüş, şişman göbeği altın kös- tekli bir tüccar clbet bu işte daha iyi in- tiba bırakır... Tıpkı onun gibi, gekavette de kaytan bıyıklı, yumurta ökçeli, sıfır numa ra fesli, bol paçah afililer elbet elverişli de- gilerdi. Bunu kendileri de anlıyorlardı. Onların rolleri daha ziyade mahalle sokak- larmda olabilir. Halbuki dağ başlarının yırtıcı kahramanı başka şekil ve şemellde bulunmalı. İşte bu gaye için Arnavut Bay- ram ağa tam manasile biçilmiş kaftandı: Boy, çam yarmasi gibi... Biy)klar pira- sa... Gözler kanlı kanlı... Dişleri ileri doğru fırlamış, seyrek seyrek... Eller güdük par- mak), hem kocaman... Kilo yöz elli... Hulâsa korkunç bir herif. İnsan onun gölgesinden karkar.. Dağ başında Tesla” yınea eller yukarı! Başka çare yok! Külhanbeyler, şehir fsresi gibi kimin pa- rası olduğunu, ne zaman kaçırılabileceği- ni ve kendisinden kaç para sızdırılacağını keşfedecek; sonra çele fasliyete geçip mu- cibince amel edecekti. Birkaç ufak tefek iş yapan Bayram ağa, çetesi sağa sola dehşet salmağa başladı. Çok geçmeden İsim büsbütün ortalhğa yayıldı. Yaman Arnavudun adını duyan zenginler tiril türü ütriyorlardı. Günün birinde, çete, elihim bir iz üstü ne düştü. Şehrimizin imeşhur zenginlerin- den ve büyük mağazalardan birinin sahip- lerinden «Ş..» çifliğine gitmiş. Eh, elbet birkaç gün kaldıktan socıra geri dönecek. Bayram ağanın maljyeti, gözcülerini mü- Basip noktalara oturttu. Ve eği...» şehre dö- meceği srada, köylü kılığına girmiş kül hanbeyi eşkayalar, başlarında Bayram ağ2. | bir korulukta tikecarı kısıtırdılar. Uşakları- 8 da, onu da inskıvrak bağlıyarak ve göz- | lerini kapayarak haydi dağa... 4ğ..>, derd içinde! Çünkü Buyrum ağayı tanıdı. Nihayetün- nihaye öldü mi biliyor amma, mal canın yongasıdır. Paracıkları etinden gidecek: Muhuvere esnasında öğrendi ki i anti alı ei miş değiller: am yulunu beklemiş- ler! Onun «Ş..» olduğunu biliyorlar... Tabii bütün şehir gibi onlar da kendisinin bir. kaç yüz bin liralık adam olduğununda farkındalar. Hattâ öteki beriki kendisini milyoner bile sanır... Li dedikoduları maa- zallah sahi Acaba kaç para İzliyelekler? Nihayet, gözlerini bir külüstür odada aç- tılar, Adam, kendisini korkunç Bayram ağanın karşısında bulunda, erisesinden aşağı biz maşrapa soğuk su dökülmüş gibi titredi. Külhanbeyler, reislerinin kulağını bük- müşlerdi: — Bu herif çok zengindir. Zorlarsak yün bin Wra alırız. Sakm aşağıya razı olma... Kendini göster. Bayram ağa... Rels, pırasa, bıyıklarını burarak: — Korkmaym morel.. O işi bana bıra- kin... - dedi, Ve Işte bu tallmat Üzerine kaçırılan ada- mın yanına Birmişti. — Canını kurtarmak istersen verecek- sin bin yuz lira... - dedi, Öyleya: Bin yuz lira! Hele Arnavudun seyrek dişleri arasında top gibi patlıyor... Ahenk daha iyi... Eşkıya, bu kadar yüksek sayının ne manada oldu- #unu bilmiyordu... «Yüz bin» ile «bin yüz» ün biribirinden farklı olduğunu döşünmemiş- ti bile. Onun bu teklif! özerine, meşhur tüccar! «— Oht» diye rahat bir nefes aldı. Bu vartayı bu kadar kolay ım atlata- cak7?.. Halbuzi ne korkunç rakamlar di- mafımı sit üst etmişti, Bayram ağa, kaşkoca parmağını, «9...» nin önüne serdiği kâğıda uzatıyor: — Yaz more bir bono... Bin yuz lira. Meşhur tüccarın mesleki huyu tuttu. İlle pazarlık Jâzımdı, Yalvarır gibi bir sesle: — Ben de çoluk çocuk sahibiyim... Birasi ikram et.. - dedi. - Şunun yüzünü düşelim. de bin lira ile sulh olalım... — Olmaz bre... Yaz kâğıdın üstünde bin yuz tra... — Darılma, ağa, darilma... Peki... Bayram, «Ş...» nin doldurduğu kâğıdı al- di; dışarı çıklı, Arkadaşlarma, #aferle* Yazdırmışım bin yuz lira... - dedi, — Ne?... Bin yüz mü?.. Dell misin sn? Yüz bin olacak. Haydi düzelttir.. «Yüz i binde. 4$.» bir sigara yakmış, atlattığı tehlike. yi düşünerek rahat rahat sigarasını püfür- İ detiyordu. Bayram ağayı tekrar kürşimn- da görünce irkildi. — Gene ne var, rels? — Yaz more yuz bin lira. Amma, şehirdeki firma bu meblâğı teda» rik edemediğinden, uzun pazarlıklar neti- cesile çete ile seksen bine sulh oldular. Ve paraları tıkır takır saydılar. İşte mütareke devrinde İstanbul şehrinin ahvali böyleydi. Hatice Süreyya Günde yüzlerce kurban veren milletlerden örnek alarak, harp ve sulh için İyice hazırlamam » lâzımdır. Kurbanlarımızı Hava Kurumuna vermek, bu hazırlığa iştirik etmek demektir. MEVİZE ve MEVLÜD Kınlay Beyazıt şubesinden 17/1/0940 2 in- el kânunun 2 inci ve kurban bayramının 2 inci pazar günü öğle namazını müteakip Büleymaniye camisinde fadılı Şehir bay Mahmut Kâmil tarafından mevise irat edis leceği ve müteakiben Beşiktaşlı Riza ve Sü- leymaniye baş müezzini Şevket ve Fetih baş müezzini Mahmut, Fahri ve arkadaşları ta- rafından eslezle felâketi sebobile vefat eden şühedamızın ruhuna Kızılay Beyant nahi- yesi tarafından mevlüdü şerif okutturulâr cağı ilân olunur, Tuzak içinde Tuzak Tefrika No. 42 — Ah, öyle, öyle... — Güzel gözlerin daima nemli... Aşk hislerile dolu olması lâzımgelen bu narin göğsünde hıçkırıklar gizli... Behemehal anlamak istiyorum: Ko- cânla arünızda ne vâr; daha doğrusu vaktile ne geçti?... Haydi, haydi... Bana ber şeyi anlatabilirsin... Benim yaşımda insanlar müsamahakâr olur- lar; her şeyi hoş görürler, Hidayetçik, sararıyor, morarıyor, renkten renge giriyordu, — Hanım efendiciğim, bu derece ıwrarda bulunacağınız bilseydim val- lahi gelmezdim. — Bana itimadın yok mu? — Ne demek? Estagfurullah. — Anlatmak acı mı geliyor? — Tahmin edeceğinizden fazla, — Öyleyse kaibini boşaltman sana ferahlık verecektir. Her gamlı insa- nin bir sırdaşa ihtiyacı vardır. Bürhanın kanısı âdetâ inledi: — İstemiyorum... Yapamıyorum... Anlatamiyorum... o Anlatmamealıyım zaten... Hakkım yok... Halide Vildan, usanmış gibi bir ha rekette bulundu. -— Vallahi artık ne yemi, ni Nakleden : (Vâ « Nü) sıl yalveracağımı kestiremiyorum. ;. Şaşırdım... Doğrusu inkisara uğr- yorum. Zira senin hakkımdaki dost-* Tuğunu daha esaslı sanırdım... Bilir. sin ki hiç yakın kimsem yok, Dünya. da aşağı yukarı yapayalmızım... Bu vaziyetteki insanlar birşeye bağlan. mak ihtiyacını duyarlar. Ben de sana bağlanmıştım. Yirmi küsur seneden beri seni kendiden sayıyordum. Aramızdaki rabıtanın bu sırrı senden öğrenmek hakkını bana verecök de- recede kuvvetli olduğunu zannediyor- dum... Seni teselli etmek arzusunu duyuyorum. — İmkânsız. Bu söz üzerine, Halide Vildan, Hi- dayetin kulağına eğildi: — Aşkımızın önüne bir mâni çık- muş olacak... Biri... Mazlum gözlerile, Hidayet, ihtiyar kâdına baktı; — Ah, evet. Ve, biçare bir Madeyle ilâve etti: — Amma tahmininiz gibi değil, — Bürhanı seviyorsunuz ve sizi lerketmesinden dolayı ıztırap duyu- yorsumuz, deği mi? "Terketmesinden. Türkiye Radyodifüzyon Postaları CUMA 19/1/940 TÜRKİYE SAATİLE 12,30 Program ve memleket saat ayarı, 1239 Ajans ve meteoroloji haberleri, 12.50 'Türk müziği (PL), 1330-14 Müzik: Kahşık hafif müzik (PL) 18 Program ve memleket saat ayarı, 18,03 Türk müziği: Fasıl heyeti, 19 Serbes sasi, 10,10 Memleket saat ayarı ajans ve meteo- roloji haberleri, 19,25 Türk müziği: Çalan- lar: Vecihe, Ruşen Kam. İzzettin Ökte, 1— Okuyan: Mustafa Çağlar, 1- Fulk bey - Hicaz şarkı: (Ateşi suzanı firkat), 2- Rah- mi bey - Hicaz şarkı: (Akşam erdi yine su- lar karardı), 3- Udi Cemil bey - Hicazkâr garkı: (Lâyık mı sana bu dil), 2— Oku- yan: Radife Erten, i- Ruşen Kam: Kemeu- çe taksimi, 7- Sel. Par - Hüzsam şarkı; (Ümidini kirpiklerine bağladı gönlüm), 3- İshak Varan - Hüzzam şarkı: (Kaç yıl beni sen taze yalanlarla avuttun), 4- Sel, Pınar- Hüzzam şarkı: (Seviyordu onu ruhumda ka- harken yaralar), 20 Konuşma (Harp hali raları ve milf menkibeler), 20,15 Temsil: Çobun kıyı, Yazan: Mithas Tansuk, 21,18 Berbes saat, 2125 Müzik: Hadyo orkestrası (Get: Hasan Ferid Alnar), 1- L, Van Böst- hoven: Egmont uvertürü, 2- L, Van Best- hoven: 7 inci senfoni, La majör, 22,15 Mom- leket mat ayarı, Ajans haberleri, siraat, e5- ham - tehvilât, kambiyo - nukul borsası (fiat), 2235 Müzik: Opera Aryaları (Pİ), 23 Müzik: Cazband (Pl), 23,25-2330 Yarın- ki program ve kapanış. BULMACAMIZ ii 3 — Kundura geyilen azamız, 4 — 'Tersi eşyadır - Yükselme, $ — Britanyanın yanında bir ada - Kır. mizi $ — Kaba bir kumaş - Sonuna «T» gelirse 5 — Kırk dokuzuncu seneden sunrs ye- | vir. 8 — Kor - Son harfin okunuşu 7 — Yazı levazımatına mensup, 8 — 30 gün - Hazır. 9 — Ayıp. 0 — Çok değil « İş vasıtasile, Geçen bulmacamızın halli Soldan sağa: 1 — Oturan adam, 2 — Yarslamak. $ — Uzun, Naksi, 4 — Necabet, Üç, 5 — Aktarmalar, 7 — Komik, Sami, 8 — Edebi, EL, 9 — Ankara, Ale, 10 — Ra, Tekit, Yukarıdan aşağı: 1 — Oyuncaklar 2—Taze,Ko,Na,3 — Urucetmek, 4 — Rana, Aidat, 5 — Al, Birke- re, 6 — Nane, Bak, 7 — Amat, Asi, 8 — Dak, Bâ, At, 9 — Akslilâmel, 10 — İçerilek. — Evet, buna terketmek derler... Talâk değilse bile terk... — Bürhan beyi sevmek şöyle dur- sun, ondan bilâkis nefret ediyorum. Genç kadın bu sözleri âdetâ vahşi- ce bir hiddetle söylemişti. — Sen mi nefret edeceksin... Sen ki melek gibi bir kadınsın, yavrum... — Emin olun... Ona karşı kin du- yuyorum. — Öyleyse başkasını seviyorsun. — Hayır. — Anlat... Öğrenmek istiyorum. — Sormayın. — Eminim ki, bu işin içinde bir yanlış, bir anlaşamamazlık var. Ta- mir etmek arzusundayım, — Allahtan başka bu işin üstesin- den kimse gelemez! Halide Vildan, daha kandırıcı bir ifadeyle: — Kendi kendime düşünüyorum ki Bürhan Korsanoğlu şerefli bir er- kektir. Naziktir, cesurdur, iyidir... Ona da yazık sana da... O bir tarafta, sen bir tarafta ızlırap çekiyorsunuz... Hidayet, Kocasının da kendi gibi azapta olması düşüncesinden âdetâ memnun olup: — Öyle olsun varsın... - diye hay- Tefrika No. $1 Yazan: İskender Fahreddin Merak etme senin yapacağın işi ben yapacağım, çok yakın- da Şeyh Saidin vücudu ortadan kalkacak — Evet, Beni de esir almışlardı. Anam- dan, babamdan yurdumdan ebediyen uzak- Jaştım. — Elimin kızı idin? seruskerinin kımı idim.. Ben de ge birle muhteşem saraylarda büyümüş- — pm etme! öyle muhteşem sarıy- larda Bu kızlardan 1 tanesi, Maryanayı fena halde kıkanmıştı. İspanyol diberine dik dik bakıyor ve bir dişi kaplan hrsile dişle- rini gıcırdatıyordu. Maryananın gözleri hepsinin üstünde do- Yaştı, Ve kendisini bainane bakışlarin sü- gen bu kız görmekte gecikmedi. Bereket versin ki, şeybin diğer gözdeleri hep güler yüzlü kadınlardı.. Ve Maryanaya karşı en ufak bir kıskançlık eseri bile gös- termiyorlardı. Belli ki, efendilerinden aldık- ları talimat üzerine Azami misafirperverlik | duygularile Maryanaya taze yemiş ve şa rap ikram ederek kendisini İncitnemeğe çalışıyorlardı. Maryana böylece iki üç kadeh şarap içe- rek, epeyce sersemlemişti. Birdenbire salonun ağzında telâş yüzün yüşler sezlidi ve harem ağalarının sesleri işitüdi: — Şeyh hazretleri geliyor... Ayağa kalkı- nizi Bütün kızlar hep birden ayağa Kalkarak, iki sıraya dizildiler.. Ve Maryana birdenbire yemek sofrasının başında yalnız kaldı. o da öteki kadınlar gibi ayağa kalkmıştı İşte bir gölge... Beyaz bornuza bürünmüş iri boyla bir adam yavaş yavaş salonun or- tasına doğru ilerliyordu. Maryana birdenbire şaşırdı. Gözlerine inanamıyordu. Salona gelen bu adam Mar»- yanaya hiç de yabancı değildi. Beyaz bor- nuzlu adam sofraya biraz daha yaklaşınca, İspanyol dilberi kendini tutamadı: — Onu tanıdım... Bu sabah halifenin ya” nında bana talimat veren vezir.. Tâ ken- Haccac gülüyordu. Oynadığı oyunda muvaffakıyetini gördük- çe seviniyor ve İspanyol dilberine: — Otur Maryana! »- diyordu - çekinme... Burası, Şeyh Baidin çadırından dahâ emin bir yerdir. Maryananın dizleri titriyordu. Böyle bir hileyi aklından bile geçirmemişti, Vezirin ne kadar sert ve nüfuzlu bir adam olduğu- nu da biliyordu. Yavaşça oturdu. Salonun kubbesi birden- bire başucunda dönmeğe, gözleri kararma» ga başladı. Artık bu hilekâr Ülkinin eline düşmüştü. Halifenin vezirine boyun eğmekten başka ne yapabilirdi? Haccac söze başlamadan elini vurdu... Maryanaya şarap getiren cüce, koşarak içeriye girdi. Hacene olile işaret ederek, boş kadehin doldurulmasını emretti, Ve gözlerini süzerek İspanyol dilberine baktı — Haydi iç bakalım... Neden korkuyor- sun? Maryana cali bir gülüşle — Korkmuyorum, dedi, fakat, beni bura- ya neden getirdiniz? — Kalbim öyle İstedi. Senin gibi zarif biz çiçeğin Şeyh Saide lâyık olmadığını görü- yordum. Maryana şarab kadehini eline aldı... Ve bir yudumda içti: — Pokut, halifenin bana gösterdiği iti- — Senden vazgeçmesi için, böyle bucak bucak dünyanın öte tarafına kaçması için esaslı bir sebeb olacak... İşi yine sen de söylemedin, ben de keşfedemiyorum. Ibtiyâr kadın, Hidayetin kalbinden geçenleri anlamak için gözlerini onun gözlerine dikmişti. Bürhanın karısı kirpiklerini eğmek mecburiyetinde kaldı. Fakat artık eski dostunun, ve- Tinimetinin tesiri altına iyice girmişti. Halide Vildan, onun kolunu sıvaz- yarak: — Anlatacaksın, değil mi?... benim evlâdım... Hidayet teslimiyetle kekeledi: — Yapmayın, yapmayın... — Sırrının yükü altında ezlliyor- sun... Onun yarısını ben yüklenece. ğim... Anlat... Bu sözler üzerinde, zavallı felâket- zede kadının göğsü kabardı, taştı. Gözlerinden oluk oluk yaşlar bo- şandı, — Öyleyse dinleyin... Size herşeyi söyliyeceğim! - dedi. İki kadın yalnızdılar. Arada sıra- da kışlık bahçenin kapısında bir dansçı çift görünüyorsada bunlar derhal salonda kayboluyorlardı. Halide Vildan hanımefendi, genç kadınını heyecanından çok mütehas- sis olmuştu. Bunca zamandır tanıdığı Aildayeti şimdiye kadar asla bu dere Oh — Merak etme! O bunu öğreninceye kâ- day uzun saman geçer. Ben İşi (Şeyh Batd hapsetmiş) — gu halde ben uzun zumen burada mi kalscağım? Hnccac sakalını kaşıyarak güldü: — Ölünceye kadar kalırsın burada! — Ölünceye kadar m1?! — Öyle ya. Benim cariyelerimin hepsi, benim azad edeceğim güne kadar yanım- da kalmağa mahkümdurler. — İyi amma, ban sizin cariyeniz değilim ki.. Endülüs kumandam beni İspanyadan halifeye hediye olarak gönderdi. Haccac şarabını içtikten sonra cevap vem- — Halife kadınlardan hoşlanmaz, Ona El hâris kadın yerine bir kılıç veya kitap gön» derseydi, daha çok makbule geçerdi. — Bazan bir kadının lolıçtan keskin ola- bileceğini ve bir kitap kadar okunacak bir mahlük olduğunu Halife Velid bilmiyor mu sanıyursunuz? — Halifenin bunu düşünmeğe vakti yek» tur, Onun -bugünlerde- bütün emeli Şeyh Saidin vücudünü ortadan kaldırmaktır. — Şeyh Said bu kadar tehlikeli bir adam, mudır? — Evet, Hem tehlikeli, hem de korkung bir adam. O halde onunla neden mücadele etmi Yorsunuz? Yoksa six de mi ondan korküyüp- sunuz? Haccae birdenbire kaşlarını çattı: Ve yanmdak! cüceye: — Kadehimi doldur! Diye bağırdı. Sonra birdenbire balitenin gözdesine dön- dü: — Ben onu bir avuç suda buğmasını d& bilirim, Maryana! Şimdiye kadar onunla uğraşmağa vakit bulamamıştım. Fakat, sa» kın merak etme.. Senin yapacağın işi, ben yapacağım. Çok yakında Şeyh Saldin vücü- dü ortadan kalkacak, — Ondan gonra ne olacak? — Ne mi olacak?! Halienin arzusu tahak- kuk eliniş olacak. Zaten o da.seni bu iş için Şeyh Saldin zaviyesine göndermiyor muy- du? — Evet amma, beni oradan kurtaracağını da vadetmişti. — Seni ondan üne ben kurtardım. Hay- di, bırakslım artık bu lâtları, rine kızlara İşaret etti. Cariyeler birer birer tersyürüne dönerek salondan çıktılar. Şimdi, Haccacla Maryana boşbaşa kal- mış, konuşuyorlardı: — İspanyayı hatırlıyor musun? Tekrar oarya dönmeyi düşünüyor musun? — Hayır. Çünkü bunun imkânsız oldu- ğunu biliyorum, — Orada başka kardeşlerin var mıydı? — Hayır. Ben, ânsınm babamın biricik — Memleketinde kimseyi seviyor muydun? — Hayır. — Şimdi, bir erkeği sevmek Shtiyacını duymuyor müsün? — Hayır.. Yurdumdan ayrıldığım gün- denberi, gönül işlerini düşünmek fırsatını bulamadım. — Endülisteki zabitlerimizle tanışmadın mı? Maryana hafif bir göğüs geçirdi... Gör- İerini yere indirdi; — Beni seven bir kahraman vardı. Fa kat, Kibârisin eline düştükten sonra onu göremedim. — Kimdi © kahraman? — Adı Sellindi.. Rahip Fernandonun şa- tosunda yakalamıştı beni. — Rahibin şatosündea senin ne İşin var- dı? — Babam önu Benimle bir mektup gön- dermişti, — Belim seni sevdi örmek, öyle mi? (Arkası var) ce asabi görmemişti. Merakla bekliyordu. Muhatabı ne söyliyecekti? Korsanzadenin karısına aid müt- hiş sır ne olabilirdi? Bu neydi ki böy- Je Bürhan kaptanı senelerce muhi- tnden, dostlarından, vatanından uzak bulundurmuştu? Kaptan esrarı» mı ancak arkadaşı Kolonbeyzade Kud- rete anlatmış, o da bildiklerini kimse- ye anlatmamışlı. Bahriyeli hiç bir ahbabına halinden, şikâyet etmiş değildi. Ayrıldığı kar sını itham etmek aklından geçme mişti. Bir zaruret olup da İstanbula gel diği vakıt buradaki ikametini müm- kün mertebe kısa sürdürmüş; gene zarlında ancak beş altı defa İs- tanbulda bulunmuş, o zamanlarda da 'Bulgarçarşısındaki evinde oturmuştu. Karısı da bu gaybubetleri dedikodu ile alevlendirmemek için pek fazla göze görünmiyordu. Ekseri zamanlar rmı Korsankayada inziva halinde geçiriyordu; yahut da başka yerlerde seyahate çıkıyordu. Bursayı çok s6 verdi; orada oturuyordu. Mahud hiz- metçisi Lemanından hiç ayrılmazdı. Bu çekik ve çekingen tavırlarile, Hi. dayet, pek çok Insan için muamms teşkil ediyordu. İşte şimdi artık ih- tiyar Halide Vildan hanım efendi ba esrarı öğrenecekti. (Arkası var)