SÖZÜN GELİŞİ B. Halid Fahriye cevap sir Halld Fahri Ozansoy «âh... İnsan bir türlü oakıllanamıyor..» cümlesile başlıyan uzun bir yarısında tasfiye meselesi cirafında be pimle yaptığı konuşmanın gazelede söylediği gibi neşredilmediğin- den şikâyet ediyor. Paknt şikâyeti yalnıs benden değildir. Hatırlayamadığı bir tarihtenberi kendisile nekadar gazeteci çelip konuşmuşsa hiç biri sözlerini aynen yazamamış ve üstad ertesi gün güzeteyi eline aldığı zaman bir “aolals görerek «Bunları ben mi söylemişim; diye hayrete düşmüş Kendisile ilk defa tanıştığım B. Halid Fahrinin, lütfettiği bu malümata dayanarak anket ertesi hayrete düşmeği Âdet hikmüne getirmiş olduğunu şen? İzyor, ve benim konuşmamın arkasından ön ayni hayrete düşmesini tabii | diyorum. Fakat iddia ettiği bazı hususlara cevap vermek benim İçin zahmel olmıyacaktır. B. Halid Fahrinin söylediklerinden net edebildiklerimi aynen gâzeteye geçirdim. Bir kısmını İse not edemedim. Fakat iddins hilâfma sanate ve AÂv- rupadaki edebiyatçılara tanllâk eden kısımlar not edebildiğim sözler arasın. dadır. Zapteditmesi fikre ve bilgiye dayandığını söylediği bu malâmat Piran deilo'nun ellisinden sonra roman yazmaya başladığı, Tristan Bemard'ın sakal | olduğu ve nliktelerile şöhret kazandığı, Coroo'nun her sahada muvaffak bir sanatkâr sayıldığına dairdi. Bunlara bilhassa, kendi tabirile, makas sak indim. Zira kuşe kapaklar içinde iki franga satılan «la bagage İtti- Eaire des jeunes files» külliyatı bunları kâfi mikdarda kâinata duyurmuştur, B. Halid Fahrinin ağzından tekrarma lüzum görmedim. Sonrala Bru. tercümeden Âcis kaldığım da söyledi. Fakat bu hususi bir mesele dir, mevzuumuzla ne alikası var? Şairin yazdığı diğer hususlara geçelim. Diyor ki: «İşte size katiyyen söy- lemediğim sözlerden bir kaçı: «Ne yazıyorsun ki be adam! Sen evvelâ kendine bir lisan edinmeğe bak!» Biraz insaf B. Halid Fahri! Bu sözleri söylediğiniz zaman odada bulu anlarla beraber kahkahalarla gülmedik mi? «Ulan» kelimesine gelince, bumu siz söylemediniz, sözlerinde tat, tavırlarında nezaket olmadığını isbata çahştı- fınız genç ediplerin ağzından gene bisi güldüren nesib bir eda İle naklettiniz. Bu da yazımda aynen tesbit edilmiştir. Genç ediplerin sizi değil Baltactoğlunu takdir ettiklerine pek kızdığımı sırada, hiç münasebeti yokken, onun sosyoloji kitabmı ortaya atmanız o za- man bizl hayrete düşürmüştü. Bir günsonm (sizide hayrete düşüren bu sözün kıymetli bir terbiyesinin, kıymetli bir eseri hakkında sarfedilmemesi lâzım geldiğini konuşmanın matbu şekilde görlince anlamış olacaksınız. Son- Ta da bu sözlerinizin halkı o müharririn kitabından şfibheye düşüreceğini tahmin ediyorsunuz. Bunun bir vehim olduğuna inanmıs, Biliyorum... Bunları sıralayıp dökmek neye yarar? Fakat B, Halld Fah- rinin söylediklerini söylenmemiş göstermek için yazdığı €n ağırıma giden şey o sözleri benim söylemiş olduğuma herkesi inandır mağa çalışmasıdır. O konuşma eğer, iddia ettiği gibi, bir çok kimseleri güldür Müşse bu muvaffakiyet beni dirayetsiz bulan B. Halld Fahri Ozansoy'a Pakat ben o sözlerin bir çok kimseleri ağlatmış olduğuna kanlim. Şevket Rado v4 YA Piyangoda ikramiye yerine konan iki genç kız Fiorldada bir hayır cemiyeti, yetimleğe | resi önünde birikerek mütemadiyen ktmn m olmak üzere bir piyango tertibini | şektini, rengini ve bütün vasıflarını soru- arlaştırmış ve bunun en büyük ikrami- Tak komite erknını İs'aş ediyorlarmış. Bü- ark 21 yanda geni ye Gl SEY nun Üzerine sarışın kadınları sevmiyan ep. | » karı olarak ikramiyeyi kasanana vi kekler, bunun siyah siyah gözlü ei, tali erkağın yaşıma, Firik kar AM arini Gl Dad süre Di iğ va Sa agir im ye ayrılmıştır. Bunun Üzerine piyango ko- #bi haa Ko iz mitesi, bu sefer de fkinci ikramiyenin siyah Maçı ve siyah gönlü bir genç kız olduğunu Din etmiştir. Erkekler Gigi piyango komitesi ida, En çok et nerelerde yeniyor ? Yeryüzünde meveud takriben 3 milyaz insan başına senede İyi kilogram et düşer, madan ancak 570 milyonu eli yiysosk | Avustralya İskhilik etmektedir. Müyonlarcn İo- | senede 100 Kilogram sürede eee etini yemezler, Buda, Brahma meşhebinden çianların memleketlerinde ise inekleğ ve öküzler kesttmezler, 2 çok et, sarledilir, Bu mdm- lekeite büyük mesbahalar vardın Burada #atpte de yayılmıştır, Eri İ Asli dı Mustafa olan KA İ «Hacı Halifes, “ip Çelebi'nin ML. elli. saza Kula diye de ikap- diya daha sizi Babası demirine. my era zaliyei ve KANS zmn aim kr A SIROP DESCHENS, pan im iLK ADIM a. R H Hocahanımın iki tehdidi vardı: Cinleri kızdırmak ve melekleri kaçırmak... Yazık ki biz, o randevu günü bunların ikisini de yapacak, ecinnilere diş biletecek ve melâikeye sığınacak delik aratacaktık O gece uykum kaçtı; arkadaşların | musallağ olmuş; giydirip kuşatmış, da kaçmış; yatağımda döndüm, 5 siikindim; İarkederek bunun büyümesi, kımllaşıp morarması endişesine bile kapıldım; tekrar yattım, tekrar kalktım... Niha- yet, farkında olmıyarak dalmış, uyur ya kalmışım. Uyanır uyanmas, zınk, aklıma derhal dünkü işgüzarlığımızla bugün için uhdemize aldığımız müt- hiş vazife geldi. İlk önce, randevu- ya gitmemeği, bu neticesi şüpheli ve oldukça muhataralı sergüzeştten vap- geçmeği düşündüm ve bir müddet o İ kararla rahat eder gibi oldum. İstanbulun bir teviye yağmur çise- yen ıslak, kaypak, loş ve lodos estiği için de kesiklik veren bir kötü günü... Baba evinde odam çini sobası, cicim perdeleri, kız halisi denen bir nevi za- rif kilimler örtülmüş minderleri le ne rahat, ne kaygusuz bir yuva. (Şimdi iyi düşünürsem bu sobanın kafesli iç demir kapağında yazılı markası bile hatırıma gelebilecek; zamanında pek maruftu; buluyorum, buldum: Gerini) Kitapçı Babikyandan yeni kitaplar, mecmüualar almışım: Modem . colleo- ton serisi, Roman romanesgue, Lİ sez - moi, Je sais bout, bilhassa bütün Fransız şairlerinin seçme manzume- lerini, el yazılarını, tercümei halleri- ni topluyan üç cildiik Anthologle... Geç köşeye, deme kış yaz, oku yazl Çamurlu sokaklarda sürtecek, güzel hülyaları bırakıp çirkin hakikatler peşinde dolaşacak ne var? Zaten hu- kuk mektehini seriyorum... Eski edebiyatta ve ahlâk kitapların. da bir «nefsi emmare» tabiri kulla. nılırdı, insan tabiatinin dünya lezzel- lerine olan kuvvetli arzu ve meylini bir terkiple Made ederdi; şimdiki di- Wmizde böyle kelimeler kalmadığı İçin yazarken ve konuşurken güçlük çektiğimizi ve boşluk duyduğumuzu Miraf etmeliyiz. Bir de «nefsi levva- meş yi hatırlıyorum; işlenen günah- lardan dolayı kendisini ziyadesile ka- bahatli, mesul, zemme lâyık gören insan iradesini ve pişmanlığı, utan- ma, meyusiyet haletini kısaca hülâsa eden bir günel terkib... Ondan vazğ6ğ, bundan vazgeç; bunun yerine bir usaktan benzerini koy, onun yerine benzeri bile olmıyanım... Lisan me- ruf fıkradaki «punç»: a dönüyor. Bu fıkra şudur; Adamın biri, 80- uk bir kış günü ahbabmı ziyarete gitmiş, kendisine «punç> ikram et- mişler; pek beğenmiş, ne ile yapıldı- ğını sormuş, «çayın içine bir kadeh konyak koyar, bir dilim de limon atarsınız, olur» demişler, Adam evine dönünce hemen karısına seslenmiş: «- Hanım, çabuk bana bir çay yapi « Çay yok! - Öyleyse bir kahve pişir, bir kadeh de konyak getiri - Konyak bizde nerede? - Rakı var ya... Rakı olsun, mon da isterim! - Limonu- muz kalmadı, sirke getireyim. . Pe kii> Kahveye bir kadeh rakı dökmüş, Üzerine de sirke gezdirmiş ve punç niyetine içmiş... Yeni nesil anlamas korkusile ve anlatmak arsusile çoğu rahatımı feda ettirerek çamurlu 80- kağa, yağmur altında kapıp koyuver- mişti, Ayağında gâloşlar ve elimde şemsiyeyle... Zira o devirde, payitaht olmasına rağmen şehrimizin sokak- larında Wistiksiz bir adun atmak im- kânı yoktu; çamur diz boyu idi. (Ta bii, bir geçmiş rejime aft olduğundan şiddetle mübalâğa edebilirim) O murdar ayaklarla ne bir eve, ne ref- mi daireye girilebilirdi; ziyarete git- tiğimiz vakit sokak kapısı yanına di- zilen lâstik çiftlerine bakarak misa- firlerin adedini tayin bile mümkün- dü. Dairelerde ise papuçcular vardi; orada bunlar, evde hizmetçiler, gelen- | lerin galoşlarını yıkarlar, hazırlarlar, önlerine çevirirler, hatta hürmete lâ- yık olanlarla yaşlıların giymesine yar- Gm da ederlerdi. Şemsiyeye gelince; bu, bir fes ve kalıp meselesiydi; değil yağmurda, puslu havalarda bile fes biçimini kaybedar, külâha, takkeye dönerdi, Hatta yazın mehtaplı, kırağlı geceleri açıkta geçirenler, bilhassa Boğaziçindekiler, ertesi sabah tam mânasile başlarına ne geleceğini bil- | dikleri için evlerinde birer de gecelik fesi bulundururlardı. Zifiri karanlık da olsa baş açık sokağa çıkmak ka. nun kuvvetinden daha keskin bir Adet, bir terbiye yasağına tâbidi. Aklımdan hiç çıkmaz, bizim eve gelip giden, nefes edip mevlüd oku» yan bir hocaharım vardı ki hepimize cinlerin hazetmediğini İleri sürerek fes giymeden veya baş örtmeden ayakyoluna bile girmeği menetmişti. Sonradan şıllarca düşünmüş, bü ya- sağın hikmetini sezememiştim; niha- yet bugün, şu satırları yazarken, bir- denbire keşfettim: Kadıncağız çay ve tütün gibi etraftaki rayihaları sürat. Ie kapmak, sindirmek hassasını haiz olan sâçları korumak istiyormuş. R3- ki sözlerle nasihatlerden çoğunun, böyle, sebebi belli edilmeden, dini mahiyet verilmek suretile öğrelilme- #t, tatbikinin keyfe tâbi kalmaması içindir. Ürkütmek anlatmaktan ts- siri düşüyordu; olabilir ki bir kimse saçının temizliğine aldırmazdı, fakat cinleri kızdırmamağa ehemmiyet ve- rirdi, Hocahanımın fki tehdidi vardı: Cinleri kızdırmak ve melekleri kaçır- mak... Yazık ki biz, o randevu günü, galiba bunların ikisini de birden ya- pacak, ecinilere diş biletecek ve me- lâikeye sığınacak delik aratacaktık! İşte, üç toy, tecrübesiz ve tüysüz genç Feysiye kıraathensinin camları arkasındayız; gözlerimiz caddeye di- kilmiş, bekliyoruz. Ben etrafımı da tedkik ediyorum: Oh, herkes, her şey, şa tavla oynıyanlar, gazete okuyan lar, hopurdıyan nargile, öten kanar- ya, amlı Jâmbalar ve cesveler, canlı ve cansız bütün insan, hayvan ve cş- ya ne rahat, ne heyecansız, ne akılli... Belli ki macerasızdırlar, gündelik bar rımızda burgu helezonlarının geniş- ediğini duyuyoruz, fakat halimizden sır vermiyoruz. Nasil verebiliriz ki askın kadar değilse de rezaleti itiba- rile pek korkunç bir âkibet bizi beki. yebilir: Baskın! İmamile, bekçisile mahalle halkı ve sokak köpeklerile o müthiş kafile o Hasanpaşa kara koluna gidiş, o şerlat harici düğün alayı! Bütün teferrüatı tamamile unutul. madan bu gülünç zulmün bir yağlı boya tablosu muhakkak yapılmalıdır. İ Cumbalı kafesli, iğri büğrü evlerin tı. kadığı bir daracık sokak, vakit gece, | mevsim kış, sarıklı kürklü imam, 50- pahı gocüklu bekçi, pliseli muşamba fenerler, etrafta yataklarından fırla- mış bıyıklı sakallı bir cemazt ve orta- da dişili erkekli mücrimler... Tipik, istorik, komik ve trajik bir lâvhal Bu nu odamın duvarında bulundurmağı ne kadar isterim... ... Saat altıyı, yani yeni hesapla on biri bulmuştu. Hayatımda ancak iki, üç kere gittiğim Feyziye kıraat- hanesi çoktan yıkıldı; eşyasından hiç biri artık hatırımda kalmamış; fakat saat, hâlâ karşımda İmiş, işliyormuş gibi gözümün önündedir; çerçevesi ceviz, anahtar delikleri kocaman, altı köşeli bir duvar saati... İri, okunaklı harflerle minesinde A. Garnler - Paris yazılı, (Belki de Granier... O kadarı- na şimdi seçemiyorum.) Kaç defa, no üzün uzun, candan baktığımı bunun. la anlarsınız. Acaba gelmiyecekler mi? «Keşke diye düşündüğümüz de oluyordu, «yazık» diye de... May Halik, ezeli bir şifadır aldanmak! Mısraı daha o zaman yazılmamıştı amma bunu müphem suretle hlsse- diyorduk, yatışıyorduk; sonra kumaş paketleri aklımıza gelip gözümüz ar- kadaşın parmağındaki değersiz hal. kaya çerrilince izzeti nefsimizden ya- ralanıyor, haykıracak kadar kızıyor. duk. O kararsızlık esnasında bir kupa İ araba göründü, camına bir peçeli yüz dayandı ve geri çekildi. Eyvah, gel- arabalardan birine atladık: — Önde giden kupanın peşi sıra giti Merak ediyorsanız, ziyanı yok, sis de bizim peşimizd sıra geliniz; eğle- nirsiniz. Kurtanlı — Etimiş Kizlaya, derimiş Hava kurumuna gidecek, ne Üzülü” e