Haftanın mizahı Glagam işler Bir facia aktörile mülâkat! Meşhur Fransiz facia aktörü Harry Bâur'un sesi telefonda tekrar etti: Evet, yanlış değil, doğru işitmiş- siniz! — Demek mesleği değiştiriyorsunuz le mi?... Evet, fakat gene tiyatrocuyuz. Yâlnız bundari sonra facia yerine ko- medi oynıyacağımı!... öy! ö——) — Hem bu kararı veren yalnız ben değilim kil... — Başkaları da mı var?.. — Eveti... Biz, beynelmilel bütün fa- cla aktörleri... Meselâ kimler?. — Marlene Dietrich, Charles Boyer, | Emil Yanir Greta Garbo ve saire hep bir olduk, bir trup yaptık. Bun- dan sonra komedi oynıyacağız!... | — Peki amma böyle bir karar ver- ze sebep nedir?.. | öyle bir rekabet karşısın- zir dayız ki hiç bir natı artık para etmiyor. Seyi, lerini ürpert- mek, gözlerini yaşartmak için ne yap- sak nafile! türlü tesir eti — Methetmek gibi olmasin amma | Üstad, sizler gibi büy rile rekabet et Sanatkâr kısa bir kahkahadan sonr: cevap verdi — Affedersiniz amma bayım, sizin Polonya ahvalinden haberiniz yok ga- Mba!... Ve şırak diye telefonu kapadı. 5 — İneboluda!... Vapurda yokluğu en çok hissedilen şey: Eğlence Büyük, küçük bütün yolcular bun- dan şikâyetçi. Biran ağır başlı görün- mek kıskacından kurtulabilseler ya birdirbir, kovalama, saklambaç oyni- yacaklar, yahud fokstrot, rumba plâk- ları çalıp dansedecekler!,.. Amma ah bu vekar iptilâsı!... Sanki herkes böyle eli kolu bağlı, birer sanatoryom has- tası gibi dalgın ve malihülyalı otur- maktan memnuni... Arada bay Amcanın güler yüzü, çın- gıraklı kahkahaları olmasa geminin bir ibadethaneden farkı kalmıyacak!... Bereket versin çok sürmedi. 23 saat- lik fasılasız yolculuktan sonra İnebo- Tuya gelirgelmez bir canlanma oldu. Herkes, başlamak üzere olan tiyatro- ya koşar gibi küpeştelere koşuştu (Londra — Maksad Merakla uzanan başlar arasında bay Amcanın başı da var, Vapurun düdü- ğü ie beraber perde açılmış oldu: On beş, yirmi kayık, büyük bir parçanın başına üşüşen karıncalar gibi vapuru kuşattılar. Koparabiidikleri lokmaları yüklenip kıyıya taşımağa uğraşıyor- lar. Fakat bu öyle kıyasıya bir savlet ki, gemi didik didik olacak diye insan vehme kapılıyor!... Mücadele yalnız vapurla kayıklar arasında olsa gene İyi. Araya deniz gi- bi bir deli de karışıyor. Kayıkçılar yol- cuyu alt güverteden slırlarsa çantası- ni üst güverteden alıyorlar. Fırtınalı havada kayıkların kaplan köprüsüne yükseldikleri olurmuş!... Dünyanın en heyecanlı sporları bu kayıkçıların denizle dövüşmeleri kadar heyecanlı değildir. — Asıl sporcu işte bunlar bay Am- hayvanat bahçesindeki vahşi hayvanlar sığınaklara yerleştirildi) — Gazetelerden — — Meğer medeni hayatın da bizimiinden jarki yokmuş! "- insaniyete hizmetse neden bu kâğıdlara (Yazı ve resimler: Cemal Nadir'in) (İngüiz tayyareleri Almanyayâ £ ca, dedim. 'Tam bu sirada bir yolcu meselesin- den iki kayıkçı arasında yumruk kav- gası başladı. Bay Amca: — Evet, hakkın var dostum!... diye cevap verdi. İnsan ayağının el kadar becerikli ve mühim olduğu Karadeniz kayıkçıları- nı gördükten sonra daha iyi anlaşılı- Adaya su verildiği gündü, (1) Tören o kadar resmi ve ciddi idi ki, buna, ye- ni a yapılan merasimden ziyade eski susuzluğun cenaze merasimi de denebilirdi!... Tıpkı bir ölünün arkasından anla- tılan menkıbeler gibi, herkes merhum susuzluğa dair ne biliyorsa anlatıyor- du. Sıra bay Avni Adalıya geldi. O da şunu anlattı: — Abdülhamid devrinde bizim Ada. da Kazoğlu isminde, açık gözlülüğile İ meşhur bir zat vardı. Bu adam yaptı- İ Gi tesisat sayesinde Adallara ve Ada belediyesine su satar, para kırardı, Bir gün elinde fatura ile o zamanın Ada belediye reisi olan Şemsi Mollanın karşısına dikilir; — Matlübumuz efendi hazretleri!.. Belediye reisi faturayı alır, gözlüğü- nü takar, bir de rakamlara göz atar ki Aman Allah!... Tam 36 altın borçl... beyanname tereyağı, tütün sarıp almıyorlar bilmem)?.. AMCA İLE Bütün Ada sarnıçlarının suyu sânki başından aşağı dökülür. Bu ihtikâr 1e- na halde sinirine dokunur, ne yâpaca- ım, bu adama karşı duyduğu gayzı nasıl ifade edeceğini bilemez. Nihayet: — Yahu, der, şimdiye kadar seni Kazoğlu sanırdık anma meğer Kazoğlu bizmişiz!.. Sen hinoğlu imişsin bel... (1) Dünyanın ateşle oynadığı bugün- dalı olduğu elbet inkâr edilemezi., lerde sudan bahsetmenin ne küdar fay- | atıyorlar) — Gazetelerden — SE yor. Eller küreklere asılırken ayağın bi- ri dümeni idare ediyor, biri kanca gi- bi iskeleye yapışıyor!... — Garip değil mi bay Amca, dedim, bu kadar marifeti olan ayak şehirde yürümekten başka bir işe yaramıyor!... Bay Amca mânalı mânalı yüzüme baktı: — Nasıl yaramıyor, dedi, öpülen ayaklar hep şehirlerdedir!.. * Yolcular arasında sakalı #ünnetişerii Üzere kesilmiş bir ibtiyarla çarşaflı karısı var. Kadın o kadar kapalı ki ha. va almak ihtiyacı olmasa burnunu da çarşaftan çıkarmıyacak!... Yemekte masalarımız karşıkarşıya idi. Dikkat ettim, tabakla ağzı arasın- da işleyen elleri çarşafının uçlarını koyuverdi, yüzü göğsüne kadar açıl- Rüya!.. Adamcağizın biri bir kaç gece üst- üste bir rüya görmüş. Gördüğü de Mecidiyeköyünde bir definel.. Bu ka- dar israr İle görünen rüyadan sonra kim durur?.. O da kalkmış, Defter- darlığa başvurmuş ve bir gün gidip defineyi aramağa başlamış. Fakat hendekler kazılmış, k Açılmış, ne define var, ne he Rüyanın bütün şaşaası hulyalar çökmşü, elde kazma şehre dönmüş!, Ne talihsiz adammış diyece) Hayır, bilâkis, ne talibli adan Ya bu zat rüyasında define yerine bir müstemleke görseydi, bali nice olacaktı?.. Günün birinde halkı başına yacak, ekmeğinden, katığından top, tüfek aldiracak, alaalaheyle yada gördüğü yere varacaktı!.. Böyle şarkılı, mizıkslı, toplu, tüfekli, bas- kından şaşıranlar direnecekler, o ise: «Ben sizi rüyamda gördüm, siz benim naşibimsiniz!> diye cak, millet birbirine girecek, kuzu kurtu yiyecekti!. Konu komşu ayak- Janacak, kapılar dayaklanacak, kan gövdeyi götürecek, sayın ba ime se girmiş sansara dönecek ve böyle haşmetli bir rüya gördüğüne bin piş man, yâralar, bereler içinde yurduna dar can atacakta!.. Böyle belâlı bir rüyanın y a Mecidiyeköyünde define rüyası tali- hin bir lütfudur. Hiç olmazsa insan bir temiz hava almış, efkârını kı salmış oluf!... rüs dı. Fakat yemek biter bitmez çarşaf, bir matemi havası gibi, gene her tara- fını sardı!... Bu çifti bir de İneboluya çıkarken gördüm. Deniz'pek oynaktı. Tehlikeli biran geçiriyorlardı. Kayıkçılar kadı. nı kocasınifı elinden aldıkları gibi ka- yığın içine, yüklerin arasına fırlattı. lar, Bu öyle tehlikeli bir andı ki, ha- tuncağız kâyıkla vapurun arasına gi- debilirdi. İşte böyle bir dakikada ka- dının elleri gehe çarşafın uçlarını bi- raktı, kayıkçıların kollarına yapıştı ve yüzü göğsüne kadar gene açıldı. Bu sahneyi bay Amcaya gösterdim: — Bir yemekte, bir de tehlikede ta- assubun borusu ötmüyor, dedim. — Elbette ötmez, dedi, ikisi de can pazarıl... (Arkası haftaya) (Mubtekirlerle mücadele ediliyor) — Güzetelerden — — Beş yüz Hiram vardı, piyasada ne kadar baş ağrısı hapı varaz topladım!. Hapı yuttun. öyleyse,