«İki çalgıcının seyahatin diye bir To- | man yardır, Alfred Müller ile Frederik Şüller onun şen, şuh kahramanları- dır. Hepimiz çocukluğumazda okuduk ve gülmekten katıldık. Fakat o neşeli, kahkahalı adamlar Öldüler, Başka Alfred Müller'le Frede- Hk Şüller zuhur etti (o Onlardan bahsedeceğiz. İkisi de Almanyada yaşıyan Mâr- garete isimli kadının çocukları, Fa- kat ayrı babalardan. Zaten soy adla- rından da anlaşılıyor. Alfred Müller kırk yaşlarında kadar- dı. 1914 muharebesinin ne demek oldu- ğunu görmüş, biliyordu. Ne de olsa eski terbiye İle yetişmişti. Onun için nazi zihniyetini tamhmlle benimse. miyordu. Biraz çekik, muhalif kalıyor- du. Fakat Frederik Şüller, tam mânasi- le yeni rejimin çocuğudur. Sert bakış- h, sert adımlı, sert huylu... » — O akşam ağabeysinin odası önün- den geçerken, birdenbire duraladı: — Demek nasihatlarım kâr etmedi... İşte gene... Zaten çatık olan kaşlarını büsbütün çattı. Kapıyı vurdu. İçerdeki radyonun sesi kısıldı: — Giriniz! Frederik tokmağı çevirdi. Taharri- yata gelmiş bir polis edasile ağnbeysi- nin eşiğinde belirdi. — Alired!... Dikkat ediyorum, sen ciğden menfi ruhlu bir insansın... Hiç bizim merkezleri dinlemezsin... Kula- ın diğer radyolarda... Eminim, onları döğru buluyor, onlara hak veriyorsun. Büyük kardeş, artist halli, müsama- hakâr bakışlı bir erkekti. — Canım! Benim fena ve muzır bir insan olduğuma nasıl hükmedebilir- &in?... Ben de senin gibi bir Alman sabitinin oğluyum... Üstelik harbe iş- tirak ettim... Radyo dinlemekle kitap okumakla vatanperverliğimden birşey kaybedecek değilim... Küçüğün gözleri masanin üzerine işti: — 0000... - dedi. - Sen büsbütün azıtmışsın, kardeşim... Masanın Üze- ri meydanlarda yaktığımız kitaplarla dolu... Onları okumaktan zevk duyu- yorsun... Hem gene o kadının mektup- lar... Pembe zarflar... Seninle konu. gulamaz artık... Mutlaka bir icabına — Ne gibi? — Bütün hareketlerini bir raporla bizim teşkilâta bildireceğim... Namus- kâr bir adam olmak sıfatile de bunu gili yapmıyorum, önceden sana ha- ber veriyorum. — Demek ki ilân: harblı harp... - ye erkek a © i. Sonra, karde- gine acır * — Çocuksun! — Yirmi iki yaşındayım. — Delisin öyleyse... — Hayır... Kalbimin içinde büyük ve sarsılmaz bir iman besliyorum... Anneleri mutfaktan çıktı: — Ne o, çocuklar?... Gene neyi mü- nakâşa ediyorsunz? — Hiç... Frederik, askeri adımlarla odasma çekildi. Alfred başını sallıyordu: — Nedir bu çektiklerimiz?.. Nedir. bu oğlanla başımıza gelenler? — Muzır radyo neşriyatı dinliyorum, mum: kitapları okuyorum, sevdiğim kadınla mektuplaşıyorum diye aley. bimde rapor yazacakmış. — Amma da yaptın ha... İmkânı var mı?... Sen ki, kardeşisin... Kızmıştır da öyle söylemiştir. Kadın gene mutfağa döndü. Yumur; | terliklerinin burnuna basarak korido- ra çıktı. Kapıya yaklaştı, Anahtar de- Mğinden içeri baktı. Frederik masanın başına oturmuş, ban harıl brişeyler yazıyor. Kapıyı vurdu. Delikanlı cevap ver- medi, O derece dalmıştı, Kadın tokma» kı çevirdi. İçeri girdi. Oğlu hâlâ far- kında değil... Snhifelerce yazmış, hALâ da yazmakta devam ediyor. Annesi yaklaştı. Sarkarak Prederiğin omuzu üzerin- den baktı. Genç adam, acele acele şöyle yazi- yordu: ” Bütün bunlardan başka Yahudile rin de taraflısı olduğunu haber ver- mekte bir mecburiyet duyuyorum, hattâ bir de yahudi kızını seviyor. An nemize: «Benim saadetim ondadır!» dediğini muhtelif" seferler işittim. Kadıncağızın eli omuzuna dokunun- ca, delikanlı, siçriyarak yerinden Kalktı, — Yazdıklarını okudum, oğlum... Ağabeyini ihbar ediyorsun?,.. Bu ne ahlâksızlık. Frederik annesini süzdü. — Ben bilâkis Ihbar etmemeği ah- lâksizlık telâkki ediyorum... Alemin ferdi olduğu İçin ona nasıl Utlmas ede bilirim?... Bu, her hangi diğer bir ütimastan farksızdır. — Fakat bilmiyor musun ki ağa- İ beyin o kadını seviyor... Onsuz ede miyecek... İhbar ettiğin takdirde he. pimiz bedbaht olacağız... Ben de, se- nin annen, ben de matemlere garko- Tacağım, — Biliyorum. — Üzülmiyecek misin? — Çok. — Öyleyse? — İdeal, aile saadetinden akdem- dir. . — Ah, Frederik!... — Anlamıyor musun anne?... Da- mımın altında, evimin içinde böyle #ikirlere, böyle hislere müsaade ede- mem... Kadının gözlerinde bir ışıltı hasıl oldu. Çoktanberi beynini kemiren bir sırrı, ansızın haykırdı; — Evinin içinde müsaade etmiye- ceğini söylüyorsun... Bedeninin içinde? içinde? Delikanlı, anlıyamadan döndü; te. | accüple: — Ne demek istiyorsun? — Dilinin altında.bir şey var... Söyle... Saçları diken diken olan oğlan 1s- rar ediyordu. Anne, birinci oğlunu kurtarmak endişesile ağzından kor- kunç bir hakikat kaçırdığına müte- essifti. Fakat çare yoktu. Ağlıyarak, sesi titriyerek anlattı: — Ah, evlâdım... Böyle şeylerden vazgeç... Zira sen, Yahudisin. — Anne!... Ne söylüyorsun? — Aynen haklikati!... — Beni tahkir etme... — olan oldu bir kere... Ne yapa- yım?... Baban gitmişti... Parasızdım, müzayakadaydım... Hakki baban olân bir harp zengini Musevi... — Sus anne,.. Anladım... — Senin de damarlarındaki kan,o Ve, mektuplar gösterdi... Ertesi sabah, Frederik odasında, damarları kesilmiş, ölü bulundu. Nakleden: (Hatice Süreyya) Bıldırcın meraklısı avcılara İstanbul Avcılar Atıcılar Cemiyetinden: Baş, Diş, Nezle, Grip, Romatizma Nevrx'ji, kırıklık ve bütün ağrılarınızı derhal keser icabında günde 3 kaşe alınabıllir. (Baştarafı 3 üncü sahifede) Adetâ yasak edilmesi, bir neviğ hiya- “net sayılması dn, belki, esasının fer- diyet olduğu anlaşılmasındandır. u HALK ve SANAT, — Muhakkak ki ekseriyet bilhassa kötü, cılız eserler- den hoşlanıyor, çünkü ancak onları anlıyabiliyor. Sinemada halkın en çok alkışladığı sanatkârlar, en beğendiği #ilimlere bakın: hemen hepsi utanıla- cak şeyler. Bunun içindir ki bazı kim- seler, ekseriyetin beğendiği her şeyden şüphe ediyor, onun bir çirkinliği ola- cağına önceden hükmediyor. Gördük- ten sonra da o çirkinliği arıyor, bulu- yor, bulamazsa icad ediyor. Çünkü ek- kışlandıkları, halkın rağbetini kazan- dıkları için şüphe edenler var, Bu sü- retle halkla hakiki sanatkâr arasında- ki ayrılık günden güne genişliyor; iş, yalmz halkın hakiki sanatkârı anla- maması ile kalmıyor, daha fenası ha- kiki sanatkâr da halkı anlamıyor, onu bir düşman saymağa başlıyor. Halkın yalnız kötü eserlerden hoş- landığını iddia edip de somurtan sa- natkârlar, biraz da kendi eserlerini beğendirmek için çalışsalar daha iyi edecekler; bu, imkânsız değildir; ma. zide de, hâlde de birçok misallerine te- Sadüf olunmuştur. Bu gayretten halk kadar sanat de istifade edecektir, hiç olmazsa hayatta temellerini bulacak- tır. Halkın her beğenmediği şeyin güzel olduğu da muhakkak değildir. Nurullüh Ataç BULMACAMIZ . olur. 6 — Cefa - Tersi eski bir İngiliz mu- harriridir, "| — Nota - Üst deği - Başına «R. ge- Mrse eski harflerin bir cins yaz- sıdır. 8 — Benim eklediğim - Arasına İs gi- rerse pislik olur. 9 — Rüzgâr - Rütübet - Kemer, 10 — Boyun - Kenar değil Yukardan aşağı: 1 — EBindistanın 'şimalideki bir mem- leketin hükümdar. 2 — Kırgızların oturduğu yer. 3 — Orta Asyada bir göl » Ceylân, 4 — Çehrenin iki tarafında bulunan bir Azamız - Şikâr. 5 — Eski Türk bakanlarından biri, İ 6 — Ekilmiş tohumun sürmesi, 7 — Temizliğin başı - Sonuna «Rs» ge- Mirse bir renk olur. 8 — Dostluk. 9 — Kibar sınıf, 10 — Ok - Şikâra - Nida, Geçen bulmacamızın Balli Boldan sağa: 1 — Bati, Kaçak, 2 — Oyunsahası, 3 — Gevşek, Ruz, 4 — Ataata, 5 — Zul, Ro- malı, 6 — Kle, Eğemen, 7 — Et, Merbüm, 8 — Sasa, Taami, $ — Ehilik, 10 — Zair, den 'Tefrika No. 4$ Yazan: İskender Fahreddin Fırat, Tahire döndü: «Siz memleketinize gelen «Ben, Elbâris'i öldüremem!s Tahir, Bağdad isyanını şehir için- binden kurtulmak için, tekrar Ab- düssamedin yanına geldi. Ortalık ka- rarmıştı. Firat ateşteet kızartıyor, büyük babası ve annesi önünde Fıratı seyrediyordu. kulübenin Tahir attan atlar atamaz, ihtiyar Elharisi öldürmeğe karar vermişler. Beni de bu işin içine sokmak istiyor- lar. Sen ne dersin, büyük baba? Dedi .Abdüssamed düşünüyordu. Fırat, pişirdiği eti ateşte bırakarak kulübenin kapısına doğru koştu: — Bu işl sen yapma, Tabir! Elini sakın kana boyama! Ve Abdüssamede dönerek: — Şüphesiz ki büyük baban da sana ayni sözleri söyliyecek ve seni bu cinayetten menedecektir. Dedi. salladı: - Sen aklı basında bir erkeksin, Abdüssamed hafifçe başını Tahir! Halifenin kumandanı sana iyi- lik yapmış, seni affetmiştir. Sana za- ran dokunmuyan bir kumandana na- sl ei uzatabilirsin? Elharis vaktinde yetişmemiş olsaydı, Bağdadlılar bir- birlerini doğrayıp nehri kana boyaya» caklardı. Onların maksadını anlıyo- rum: Eiharisi öldürürlerse, Bağdad Ebu İsmaili onun yerine geçirmek kolay olacak, Çünkü, Ebu İsmali sa- ray muhafızıdır. Saraya hâkimdir. Askere sözünü dinletebilir ve bu su- relle Bağdadlılardan yardım görebi- leceği için, her zaman onların iste- diklerini yapmağa mecbur olacaktır. — Ben de bu fikirdeyim, Bağdadlı- Jar Ebu İsmalll çok severler, O şehre hâkim olursa, her zengin, düdüğünü istediği gibi öttürebilecektir. — Bu işi sana kim teklif etti, oğ- Tum? Tahir arkadaşının adını vermek- ten çekinmedi: — Abdullah... Dedi ve Bağdadda bu âdla tanın- mış bir kaç kişi olduğunu batırlıya- rak: — Eski valiyi iki kere öldürmeğe teşebbüs eden arkadaşımı siz çok İyi tanırsınız! dedi. Sonra kendi fikir ve düşüncesini izah etti: — Halbuki ben onlara Elharis ye- rine Türk reisinin vücudünü orta- dan kaldırmalarını tavsiye etmiştim. Abdullah Türkeli yüzüme karşı medhetti ve onlara &l uzatamıyaca- ğını söyledi. Bana kalırsa, bu sonsuz ihtilâfların kökünden halledilmesi için, Urman'ı geberimeli ve Türk akıncılarını Bağdaddan oyurdlarına göndermeli, Bağdadlılar için bundan başka kurtuluş yolu yoktur. Şeyh Abdüssamed torununu dik- katle dinliyordu. (Fırat) kocasnın Urman hakkın- daki düşüncelerini. ve kanaatlerini öğrenince tilremeğe başlamıştı. 'Tahire döndü: — Siz, memleketinize gelen kurta- ncı misafirlerinizi dalma böyle mi karşılarsınız? Onların yerillere yaptı- ğı iyilikleri ne çabuk unutuyorsunuz? Türkler Bağdada gelmeseydi, birbiri- nizi kesip doğrayacak değil miydiniz? Onlar zaten çok yakında dönüp gi- decekler. Bırâkınız, onları yurdlarına selimetle uğurlıyalım. Tahir hiddetlendi ve yumruğunu kaldırarak bağırdı: — Ben karışma bu işlere! Aslanlar tepişirken, kedilere kaçmak ve sus- mak düşer. Ve ekli bir gülüşle ilâve etti: — Sana kalırsa, Urman'ın bütün Arabistana hâkim olmasını İstersin! Bağdadlılar buns tahammül ede mezler. Abdüssamed, kendisine söz söyle- mek sırası geldiğini anlamıştı: — Çocuklar, dedi, boşyere müna- kaşa ediyorsunuz! Elharisi buraya kumandan olarak gönderen Halife dir. Onu öldürürlerse, yerine Ebu İs- kurtarıcı misafirlerinizi böyle mi karşılarsınız ?» dedi mailin geçmesine imkân var Yudir? Buraya Halife kimi tensip ve tayix ederse o gelir, Birakınız, Bağdadlılar ne İsterlerse yapsınlar. Sana gelince, bundan sonra elini bir ceylân kanile boyamanı istemem. Elharisi öldür. mekle, islâm ordusu - böyle mühim bir zamanda - başsız kalabilir. Türk relsini öldürürlerse, Türk akıncılar, Bağdadlılardan çok ağır ve aci bir şekilde öç almasını bilirler. Seni, her iki tehlikeye stılmaktan da mencde- rim. Tahir: — Ben, Elharişi öldüremem, dedi, fakat Urman elime geçerse, onu sağ bırakmam. İşte o kadar. ” i Dönmek sırası gelince... Urman, Bağdad etrafındaki âsileri de birer ikişer yakalayıp kılıçtan ge- çirdiklen sonra Bağdada dönmüştü. Artık hiç kimsenin başını kaldırma- sına imkân yoktu. Halife ordusundan ziyade Türklerden yılan yerliler, on- ların bir an evye) yurdlarına dönme- lerini bekliyordu. 'Elharis, Urman'ın bu son muvâf- fakıyetinden de memnundu. Halife. ye bir mektup yazarak, Urman'ın sonsuz muvaffükıyellerinden bühset- miş ve Fırat boylarında yerleşen Türk kabilesinden “her zaman istifade edil mesi mümkün olduğunu yazmıştı. Bağdadda Asayiş ve emniyet te- karrür ettikten sonra, ordunun uzun müddet kalmasına lüzum yoktu. Or- dunun bir kısmını Şama göndermek Jâzımdı. Urman, kumandanâ: — Artık bizim de yurdumuza dön- mek sırası gelmiştir. Diyerek, Türklerin de hazırlanma- sına müsaade istemişti. O gün Eiharis, Urman'la konuşur- ken sordü: — Bağdadda başka bir tehlike kak madı mi? Ordunun vazifesi bitmiştir. Bundan sonra, hovalarla, müçtehid- lerle, müderrislerle mücadeleye baş- ıyacaksımz. Bağdadda bundan baş- ka bir tehlike yoktur. Urman bunu Buğdada geldiği 7a- man da Elharise söylemişti. Elharis: — Ülemayı da kılıçtan geçirmemi istiyorsan, buna imkân yoktur, dedi. Onlar peygamberimizin kurduğu dini yaymağa çalışıyorlar. Kendilerine eli- mizden gelirse yardım etmeliyiz, — İyi amma, memleketi din per- desi altında karıştıran bu fesad oca- Zını ıslah etmek lâzımdır. Müderris. ler, müçtehidlerin işine; cami hoca ları medreselere karışmamalıdır. Her. kes vazifesini bilmeli ve bunların eli- ne, memleket işlerine karışmak sölâ- hiyeti verilmemelidir. Onlar cehalet. Je mücadele ederek, hülki tenvire ça- lıştıkları müddetçe memlekete fdy- dah olabilirler. Elharis -Urman'ın sözlerini makul ve doğru bulmuştu. — Ne demek istediğini şimdi an- hyorum, koca aslan! dedi. Eğer sen çok bir yı! burada vali olarak kalsan, bütün Bağdadlılar - müderrisinden devecisine kadar - kuzu gibi sakinle- — Benim sizden bir İsteğim var, seyldi dedi - Şama gönderilecek ca- riyelerden (Fırat) adlı kızı oğluma Eiharis, bir cariye için Urman gibi tanınmış bir kâhramanı kırmak is temedi. Müçtehidierile görüş... Fırafş Tahirin elinden ehilei şer'iyep İle al mak yolunu bulsunlar. al götür! (Arkası var) o