Hakkı büyük bir heyecan içinde "Taksimde bekliyordu. Arasıra son de- #ece sabırsızlıkla saate bakiyor, ken- &l kendine: «Acaba gelecek mi?» diye mirıldanıyordu. Bugün Şayeste ile bu- yada randevusu vardı. Şayeste Hakkı» nın hayatta tanıdığı en güzel, en ca- na yakın kadındı. Hakkıya saat tam Altada Taksimde bulunacağını söyle- mişti. Halbuki saat altıyı dört geçiyor- du. Genç kadın hâlâ ortada yoktu. Vakıt geçtikçe dakikalar Hakkıya birer yıl gibi gelmeğe başlamıştı. Ha- yatında hiç bir zaman bu derece Sa- büsbütün heyecana kapıldı. Şayeste geliyordu, Hakkı kendisine son bir çeki düzen verdi. Kıravatını düzeltti. Şayeste ona yaklaştığı zaman tatlı sesile: — Biraz geç kaldım galiba... diyerek küçük, yumuşak elini uzattı. Nereye gidecklerdi? Bunu kararlaş- tırmak için konuşmağa başladılar. Hakkı, genç kadına hep uzak kırlık, gelrane yerlerden bahsediyordu. Fa“ kat Şayeste bunların hiç birini beğen- medi. Genç adam bu sefer güzel musiki dinlenebilecek yerleri saydı döktü. Bu- ralanı da Şayestenin gözünü tutmadı. Nihayet Hakkı: — İsterseniz Boğuza gidelim, Deni- ze karşı bir otelde şöyle güzel, nefis bir yemek yiyelim, olmaz mı? Hem de gi- deceğimiz yerde çok lezzetli yemek pi- girirler... dedi. Şayeste bunu pek beğendi: — Mükemmel... dedi, oraya gide- Jim... Bindikleri otomobil Boğaza doğru ilerlerken onlar tatlı tatlı konuşuyor- Jardı, Nihayet otomobil durdu. Otele girdiler, Hakkı buradaki garsonları ötedenberi tanırdı. Kendilerine güzel bir sofra hazırlamalarını tenbih etti. En nefis yemeklerden ısmarladı. Bir- az sonra iki sevgilinin önüne, en müş- külpesend insanların bile ağızlarının suyunu akıtacak bir sofra hazırlanmış- tı. İstakoz salatalarından, siyah hav- yardan tutun da, muza kadar en güzel meyvalar sofranın üzerinde yer almış- lardı. Bu nefis yiyecekler karşısında genç, güzel, şık kadının gözleri parla- mıştı. Yemeğe başlıyacakları sırada Şa- yeste, Hakkıya: — Otomobilde bena ne güzel şeyler anlatıyordun. Gene bana hislerinden, Bu Hakkı için fırsattı, Sonra genç adam konuşmasını da çok severdi. İs. kemlesini biraz daha Şayesteye yaklaş» tırarak; — Sana karşı duyduklarımı 1 saatte, bir günde, bir haftada, bir ayda anlat- mağa imkân yoktur ki Şayeste... de- di, bunun için uzun seneler bütün bir ömür lâzım... Sana karşı hissettiğim şeylerin hepsini anlatmağa kalksam belki de buna bütün hayatım kâfi gel- mez. Seni ilk gördüğüm gündenberi âdeta kendimde değilim. Eski zaman âşıklarına döndüm. Geceleri gözüme uyku girmyior. Dün gece, bugün s6- ninle buluşacağımı düşünerek sahah kadar gözümü kırpmadım. Aklıma Mevlânanın bir rübaisi gel. di. Aşağı yukan bu rübainin tercü- mesi şöyledir: «Ey parlak inci, seninle daima ve her suretle ayrılıyoruz, Ben senin tali- inim, hiç uyumuyorum. Sen benim, bahtımsın, hiç uyanmıyorsun...» İnanır mısın Şayeste... Tıpkı ilk aşk heyecanını gönlünde hisseden on se- kiz yaşında bir talebe gibi yataktan kalktım. Eski bir şiir divünunı elime aldım. Pencerenin kenarına oturdum. Dışarıda perde perde gün ağarıncaya kadar şiir okudum, Vakıâ bu komik, *yaşımia uygun olmıyan birşey amma ne yapayım ki hakikat... Şayeste güldü: — Demek kendinizi 18 yaşındaki bir gence benzetiyorsunuz öyle mi? — Yüzüm belki benzemiyor amma Şayeste, seni tanıdıktan sonra güöğ- sümde 18 yaşındaki bir gencin kalbi çarpıyor... Hakkı, Şayesteye daha neler anlat- madı ki, nelerden bahsetmedi ki... Ne | şairane cümleler söylemedi ki... Artık konuşmaktan boğazı ağrr- mıştı. Biraz nefes almak için sustu. Bu aralık gözleri önündeki sofraya Mişti, O anlatırken Şayeste büyük bir fanliyetle yemek yiyordu. Tabaktaki istakoz salatamı temâamile bitmişti, Koca istakozdan tabakta iki tane kır- muzi kabuktan başka bri şey kalma- mıştı. Halbuki Hakkınında karnı dehşetli açtı. Bereket versin ki sotra- da öteki nefis yiyeceklerden barı şey ler hâlâ duruyordu . Meselâ siyah havyar vardı, Yemişler duruyordu. Lâkin Hakkı tam havyara çatalı nı uzatacağı sırada Şayeste ona: — Kuzum, dedi, bana flk defa aş- kını söylediğini gece hissettiklerini anlatsana... Çok heyecan duydun mu? Beni düşündün mü? Hakkı hemen çatalmı elinden bi- raktı ve anlatmağa başladı. 3 Şayesteye ilk defa aşkını anlattı- ğı gece duyduğu büyük heyecandan, genç kadını ne derece sarsılmaz bir aşkla sevdiğinden uzun uzun bah- setti. Delikanlı o derece dalmış, o derece kendisinden geçmişti ki konuşmak- tan boğazının kuruduğunun bile far- kında olmamıştı. Nihâyet sustu. Tek- rar çatal eline aldı. Artık kamı adamaklılı acıkmıştı. Hiç olmazsa biraz havyar yemek istiyordu. Lâkin çatalını eline aldığı zaman şaşırdı. Havyar tabağında küçük bir kınnlı bile kalmamıştı. Biraz evvel kapkara havyarla dolu olan tabak şimdi gıcır gıcır yıkan- muş gibi bembeyazdı. Bereket versin | ki meyvalar hâlâ duruyordu. Onlar- dan bir kaç tane yiyebilirdi. Fakat tam muza uzanâcağı sırada Şayeste ona; — Kuzum Hakkı... dedi, sanâ ilk randevuyu verdiğim gün neler hisset- tiğini bana anlatsana... Canım bana biraz daha hislerinden, aşkından bahset... Böyle şairane sözler çok ho- şuma gidiyor. Bunun üzerine Hakkı hemen baş- ladı. Şayesteye neler neler anlatmadı. Sustuğu zaman önündeki sofraya şöyle bir gözattı. Yiyecek hiç bir şey kalmamıştı. Yemişlerin yerinde de yeller esiyordu. Şayeste sofranın üzerine birakırken: — Artık başka şeylerden bahısede- biliriz... Hep aşktan konuşacak deği- Miz ya... dedi. Genç kadın biraz sonra da esneme. ğe başlayınca kalktılar. Otomobile binip şehre döndüler. Bir kaç gün sonrs Hakkı arkadaş- larından Cemile raslamıştı. Cemil: — Allah versin, dedi, Şayeste ile pek canciğermişsiniz... , Sonra da gülerek ilâve etli; — Birâder, Şâyesle genç, güzel, şık kadındır amma o meşhur oburluğu olmasa... Bundan evvel birile nişan- Janmışlı, zavallıyı sofrada lâfa tu- tar, ona şalrane şeyler anlattırır, bü- tün tabaklarda ne var, ne yoksa siler süpürürmüş... Biçare nişanlı sevgili- sinin bu oburluğuna dayanamadı. Ondan ayrıldı... Garip şey değil mi?.. Hikmet Feridun Es m m Bir tavzih Akşam gazetesinin 7486 sayı 24 ağus- fos 030 tarihli nüshasının dokuzuncu sa- hifesinin ikinci sütununda «Satye binası davasının tafsilhtin başlığı altında 4 ağus- tos 935 tarihli 223 bin liralik raporu miü- hendis Neşet nere ie beraber verdi- dürlüğü Inşaat şubesinde yüksek mimar Naci Meltem BAŞ KIRIKELIKE Soğuk algınlıkları ve ağrıları peçetesini Türkiye Radyodifüzyon Postaları uzunluğu 1048 m. 180X0/5.120Ew. Radyosu TAÇ 1974. 15198 Ke./s. 20Kw. Radyosu TAP. 70m. 6465 Ke/a 20KG. TÜRKİYE SAATİLE Cumartesi 00/8/939 : Program, 1385: Türk müziği: ik eee Neydik, Çalanlar: Vecihe Daryal, Fahire Fersan, Refik Fersan. 1 — Kürdlli hicazkâr peşrevi, 2 — Rahmi bey- Kürd. hicazkâr şarkı - (Söyle ey mıdrabi nazende oda), 3 — Şemseddin Ziya - Kürd. hicazkâr şarkı - (Güvenme hüsnü- me), 4 — Şemseddin Ziya - Kürd. blcaz- kir şarkı - (Bıktım elindeni, 5 — Sadod- din Kaynak - Kürd. hicazkâr şarkı - (Bir sün yaşadık). 8 — Kürdi hicazkim sat semaisi, saat ayar, ajans re am haberleri, 1410; Müzik (Dans müziği - PL), 15: - 1530: Müzik (gen oda müziği - İbrahim Özgür ve Ateş- böcekleri), 1830: Program, 1835 Müzik (Küçük orkestra - Şef: Necip Aşkın): 1 — Men- delssohn - Venedik Gondol şarkısı ve Ük- bahar şarkısı, 7 — Tsehalkoweky - Güf- tesiz şarkı, $ — Emmerieh Kalınan - Gra- fin Mariça operelinden potpuri, 4 — Gretehaninow - Ninni, & — Oscar Ned- bal - Vals, 1910: Türk müziği: Fasıl he- yeti, 20: Memleket saat ayar, 20: Tem- sl, 2040: Ajans ve meteoroloji haberleri, Pınar - Eviç şarki - (Göz yaşlarınız), 2 — Refik Fersan - Hüseyni şarkı - (Bir kaçı birleşerek), 3 — Şevki bey - Hicaz şarkı » LAF eyle suçum), 4 — Şevki bey - Hicaz şarkı - (Demem cana beni yadeti, 4 — Hicazkâr peşreyi, 6 — Hol ahenk Nuri bey - Hicatkâr ağır semal “(Benim servi hıra- manım), 7 — Udi Cemil - Hicazkr şar- kı « Lâyık mı sana), 8 — Hicazkâr şarkı - (Mâni oluyor halimi takrire hicabım), 9 — Muhlis Sabahaddin - Hieazkâr şar- kı - (Bahar geldi), 10 — Hicazkâr tür- kü - (İzmürin içinde ular beni), 21,40: Konuşma (Dış poli haberleri), 2156: Neşeli plâklar - R., 22: Haftalık posta kutusu (Benebi dillerde), 23: Son ajans haberleri, ziraat, eğham ve tahvilât, kam- biya » nukud bo: (fiat), 23,20: Mü- zik (Carband - PL, 2355 - M4: Yarınki program. Avrupa çİstasyenları Saat 20 de Berlin 20 opera melodileri — Breslav 20,05 marşlar — Danziş 20 askeri muz! İ ka — Leipzig 20 flim ve dans havalar — Athlone 20 orkestra — Peşte 20.25 çinge- ne çalgısı — Sofya 2030 konser — Stok- , Bölm 2030 dans — Towlouse 20,15 dans. Sant 21 de Berlin 2115 askeri muzika — Breslav, | Hamburg 2115 lehar'ın «Çareviç» ope- rei - Danxig 21,15 askeri muzika — Frankfurt 21/48 orkesira -- Kolonye 21,15 bafıf muzika — Münih 21,15 karışık mu- #iks — Viyana 21,15 karışık muzika — Brünn ve Prag 21 karışık muzika — Bei- grad 21 askeri muzika Bordo 21 ope- ra — Fiorans 2130 konser — Londra 21 orkestra — Praiz P, T. T. 2130 - 2330 ha- #if muzika — Sofya 2150 hafif muzika, Sant 13 de Danzig 22 hafif muzika — Beromünster ve Peşte 2205 B. Gigi! tarafından şarkı- Jar — Florans 22 hafif muzika — Milâno 22 Puccini'nin «Turandol. operası Sofya 2240 hafif murika. Saat 13 de Berlin, Frankfurt, Königsberz, Münih ve Viyana 2220 - 1 hafif muzika — Breslav, Danzig, Hamburg, Leipzig, Kolonya, Ştut- geri 2340 - i dans ve hafif muzikn — Belgrad 23,15 orkesira — Peşte 23,20 caz- band — Bükreş 29,15 Rumen orkestrası — Florans 23,10 dans — Revsl 28 dans — Roma 2330 piyano — Stokholm 63,15 dans. Saat Wden sonra Prag 24.10 Künser — Belgrad 24 dans — Florans 24 dans — Londra 2410 dans — Berlin, Hamburg. Kolonya, Münih ve Ştuttgart 1 - 4 karışık muzika, amma KÜÇÜK İLAN okuyucularımız arasında EN SERİ, EN EMİN EN UCUZ vasıtadır. Alım satım, kira işlerin. de iş ve işçi bulmak için istifade ediniz! DiŞ Sıhhat Vekâletinin 16/4/936 tarih ve 4/45 numaralı ruhsatını haizdir. LEYL ie MECNUN Tetrika: No, 42 Yazan: İskender Fahreddin Tahir arkadaşına: “Beni tehdid mi ediyorsun? Elharisi öldürürseniz yerine kimin geçeceğini biliyor musun?,, Tahir ceylânı yere vurmâsile, bu İnce ve sarif hayvancığın ağzından yeşii köpüklü kanlar akmağa başla dı. Fırat elile gözlerini kapadı. — Sen böyle sevdiğin mahlükları yerden yere vurursan, senin sevgine nasil güvenilir, Tahir? Tahir bir kenara oturdu. Belliydi ki, Fıratı, şiddet göstermek suretile tedhişe çalışıyordu. Fırat gözlerini engin ufuklara çe- 'Tahirle bir müddet konuşmadı. Şeyh Abüssamed: — Neredesiniz çocuklar?... Besiniz Diye seslenirken, ikisi de birbirine küskün ve somurtkan., birinin gözü mavi ufuklarda, öteki başını ağaca dayamış susuyordu. Tahirin (Fırat) 1 çok sevdiği bel- liydi, O kanısını her vesile İle dene- mek, kendisine olan bağlılığının de- recesini ölçmek istiyordu. Fakat, çok cahildi, görgüsüzdü. Elindeki dene me ölçüleri çokzayi ve çürüktü. Fırat, şiddetle avlanacak bir kadın değildi. " " Tahirin Bağdada inişi Tahir, ertesi gün atına bindi. Bağ- dada inmek üzere (Firat) ın yanın- dan ayrıldı. Tahir Bağdaddaki evine giedöek, oradan ihtiyacı olan eşyyaı alıp - akşam üstü - tekrar dönecekti. (Fırat ı büyük babasile annesinin yanında bırakmıştı. Tahir Bağdada gelinde, saray önün- de korkunç bir sahne ile karşılaştı: Urmanın canma kıymak istiyen Duran, saray kapısı önünde idam edilmişti. Duran'ın başı gövdesinden ayrıla- rak bir taşın üstüne bırakılmıştı. Tahir ilkönce, taş üstünde teşhir edilen kesik başı tanıyamamıştı. Ta- şın etrafında toplananlardan birine: — Bu, kimin başıdır? N Diye sordu. Şu cevabı aldı: ve — Türklerin relsini öldürecekmiş., Elharis bugün emir verdi. idam et- iler. Tahir bu malümatı alınca başın yanına sokuldu ve Duran'ı çenesin- den tanıdı. Duran yakalandığı gün, onu mey- danda bulunanların hepsi görmüştü. 'Tahir de o sırada orada bulunuyordu. Duran uzun çeneli bir adamdı. “Tahir biraz geriye çekildi. Düşünmeğe başladı. — Elharis, Urman'ı öldürmek İs tiyen adamı idam ettirmiş. Bu herif .yann “benim de idammı İsterse kellem tehlikeye düşecek. Buralarda dolaşmağa gelmez. Hemen sıvışıp gi- deyim. Diyerek, sarây önünden uzaklaştı. O gün Bağdadda göze çarpan bir kaynaşma vardı. Duran'ın idamı yer- İlleri tedhiş etmişti. — Eiharis, ortalık sükünet bulduk- tan sonra, şehrimizde neden kan akıttı? Diye söylenenler vardi. 'Tahir nehir kenarında bir arkada- şına rasladı. Arkadaşı: — Kaş gündür nerelerde idin, Ta- hir? Bağdadlılar seni çok aradılar. Evini terk etmişsin! Neredesin şimdi? Diye sordu. Tahir: Ü — Beni neden arıyorsunuz? dedi, Bağdadlılar davayı kaybettiler. mağ- lüp oldular. Halifenin vekili şehre hâkimdir. Artık hiç birinizin tutar yeri kalmadı. Elharis hepinizi paçav- raya çevirdi. © “Tahirin arkadaşı: — Budalalığı bırak! - diye bağır- dı - Biharis başımızda kaldıkça rahat edemiyeceğiz. Bağdadın üzerine çö ken bu kâbusu ortadan kaldırma- nyız. Tahir, arkadaşı Abdullahı kolun- dan çekerek nehir boyuna götürdü: — Sen, ağzında bir şeyler geveli. yorsun! Hakikati söyle bana.. Elhari- si öldürmek mi istiyorsunuz? Abdullah etrafına, bakındı: — Evet. Onun vücudünü ortâdan kaldırmayınca, hiç birimiz huzur ve rahat yüzü görnyieceğiz. Duran, bi Ze gözdağı verilmek için idam edil- mşitir. Bunun mânası şu imiş; «Ber o kadar üdilâne hareket ediyorum ki, Bağdad zaferini kazanan Türklerin bile icabında başını vurmaktan ç& kinmem. Şimdi sıra sizindiri; anlı”. yorsun ya, Tahir! Şimdi ölüm sırası © bize gelmiş... Bu herifin işini bitir. meliyzi. — Yanlış düşünüyorsun, Abdullah! Onu öldürmekten bir şey çıkmaz. Elharisin yerine gelecek Arap ku- mandanları çoktur. Eğer onlardan birinin öldürmekle Bağdadı Halife nin idâresinden kurtaracağınızı umu» yorsanız, herkesten önce Urman'ı ök dürünüz! — Türklerden korkuyoruz. — İnsan”'körktuğu kimseye Karı ğ tedbir alır. Korkmadığınız kimseleri öldürmenin mânası var mıdır? — Dün geceki toplantıda böyle Ka- rar verdik. Bâna bu kârardân seni haberdar etmemi şöylediler, Sen de bu işin içindesin, Tahir! — Eğer benim reyimi sorarlarsa, derhal Urman'ın vücüdünü ortadan kaldırmayı tavsiye ederim. Urman y burada kaldıkça Bağdadlılar nefes bile alamazalr. > Abdullah başını salladı: — Bana sorarlarsa, Türkler Halife. nin ordusundan daha çok itimad ve- riyorlar derim, Bügüne kadar hiç bir vurgunlarım görmedik, Türk asker- lerinin at üstünde geçerken öyle asi- Jâne bir duruşları var ki... Ötekiler gibi, kâarılarımıza, kızlarımıza da sö- taşmıyorlar. Tahir birdenbire hiddetlendi: — Urman katımı koymumdan alip götürdü. Bu hadiseyi ne çabuk unut- tun? — Fırat'ı o senden önce peylemiş, Bir gece içinde onunla evelndiğini nereden bilsin, — Bilseydi, almaz mıydı sanıyor-. | sun? — Evet. Almazdı. Almıya teşebbüs etmezdi. Urman çok merd, çok na- muslu bir adam... Bizim içimizde ona silâh çekecek kimse yoktur, j — Biharisi vurmak istiyen kimse, onu da pekâlâ öldürebilir, Ben Türk- lerin başımıza geçmesine tahammül edemiyorum. Bence Elharis öldürü- lecek bir kumandanı değildir. * - Toplanlımızda buna karar ver- dik. Sen kararımıza karşı gelmek, işi- mizi bozmak istiyorsan, bu senin için * hayırlı olmaz. Şeyh Mehmedin hesa- bını sorarlar sonra senden, 3 — Benim izimi kimse bulamaz. Ve “ ben kimseye-hesap veremem. Elharis beni affetti. Ben şeyh medi ge“ bertmekle Bağdadlıları esâretten kur- tarmış oldum, Münakaşa gittikçe büyüyordu. Bir. Y aralık Ahdullah hançerini çekerek: — Sen bizi içimizden vurmak mi a istiyorsun? dedi. Böyle bir fikrin sa, vaktinde haber ver, Zira Bağdad. lar Elharisi öldürmeğe karar verdi- ler. Ve bu iş bügün bitecektir. Tahir arkadaşının bileğini tuttu. — Beni tehdid mi ediyorsun? Ek 'harisi öldürseniz yerine kimin geçe ceğini biliyor musunuz? — Kim geçerse geçsin. Bunu dü- şünmeğe lüzum görmüyoruz. Bugün Için yapılacak en mühim iş ar öldürmektir. 'Tahir yerinden fırladı: — Pekâlâ. Ne isterseniz yapınız... Ben Bağdadlı değilim. ve Bağdaddan kaçıyorum. Atına bindi. Nehir boyundan uzek- laşırken, Abdullah arkadaşının âr- ' kasından büğiriyordu: — Nereye gitsen, seni arayıp bulu