Haftanın mizahi — Muallimlerin dereceleri yükselmiş!... — Dansı talebenin başına! (Yazı ve resimler: 'emal Nadir'in) k Geçen cumartesi akşamı Büyükadada Kımlay menfegtine verilen balo fevkalâ- de güzel olmuştur. O gün Adaya bol su verilmesinç rağmen balo sonuna kadar vakar içinde geçmiştir! Gece yarısından sonra: ilAnlarında evlenenlere ölenlerin kim olduklarını bir okuyuşta ânlamak» mü- sabakası yupılınış, netloede Baykuş mü- elli şair Halid Fahri Ozansoy birinciliği kazanmıştır!.. külliyetli miklarda mendil toplamış ve İsinire göndermiştir. Hunların ne işe ya- rıyacağını soranlara sayım doktor şu cs- vabı vermiştir: «— Bu yıl fuarımıza ge- Jenleğ kendilerini öyle harikalar karşısın- da bulacaklardır ki ağızları açık kala caktır. İzmir Belediyesi misafirlerinin günlerce - togda, rüzgârda - açık ağızla dolaşmalarına, elbet razı olamaz Bu 88 edazetelerdeki evlenme ve ölüm | — Nerede o eski içkiler?... İnsan bir şişe biraya 60 kuruş verince içki içti ginin farkında olurdu!.. Devlamas Lâyemutlar!... Bir zamanlar yazılarını bayıla bayıla okuduğumuz, her kelimesinden bin mâna çıkardığımız bir hikâyecimiz var» dı. Bir devrin demir leblebi gibi sert idedlojisini şurup gibi tatlı ve yumuşak üslübunda eriterek dimağlara akı- tabildiği için bir edebiyat Mehmetçiği mertebesine bile yükselmişti. Tam kendisile övündüğümüz sırada öldü. Fakat gönlümüzde bir ümid birakarak!... «Onun eserleri ebedi, kendisi lâyemuttur'u dedik. Aradan geçen seneler içinde, eksik olmasın, üstad Ali Canipten başka «cancağzım»l anan pek olmadı. Hem de edebiyat geceleri yapıp yüzlerce yıl evvel gelip geçmiş Fu- zulileri, Nedimleri, Baki ve Nefileri sakallarının kınasına varmcaya kadar canlandırıp andığımız halde!... Yalnız geçen gün adı geçti, Kadıköyündeki mezarı Me- cidiyeköyüne, Asri mozarlığa nakledilecekmiş. Bu da bir kadirşinaslık, Fakat nakledilecek, işte o kadar, Ondan sonra gene bir nisyan!... , Düşünüyorum, acaba kusur bizde mi?.. Biz mi unut- kan ve nankörüz?.. Yaksa sanatkâr -binlerce benzeri gibi- halkın gönlüne mi yerleşememiştir?... Eserleri hakkında verdiğimiz hüküm bir m miydi?... Birine Jinden ve elinden düşürmediği öyle isimler, öyle şöhretler ver ki, beni istemeye istemeye ikincisine inandırıyor! Meselâ bir «Ayşekadın» biliyoruz ki, parmak kadar bir fasulye ile adını Iâyemullar sırasına geçinmiştir!... Hülkın diline yapışmış bir «Mustsbey» var ki, bir ar- mudla ebedileşip kalmıştır!.. Ekseriya tatsız bir kavunla yılın altı ayında adı geçen «Hasanbey» e, bir salkım üzümün her tanesinde kendini halırlatan «Çavuş»a ne buyurulur?... Bunlar gibi unu'« tulmiyan yüzlerce lâyemut!.. Hâzımla Mahmud - Tiyatrodan aldıkları yelişmiyor- muş gibi- hava almak için bir aile bahçesine girdiler. Bir masaya oturdular, Kahveleri ısmarlayıp birer sigara te'- lendirdiler. Burası sık ağaçlı bir bahçeydi. Ağaçlar arasına ay- rıca yeşil boyalı tahta kafesler de yapılmıştı. Ve bir masa- dan diğer masadakiler zor seçiliyordu. Bir ara kulakla rına acaip sesler geldi. Dinlediler: Kalınlı, inceli, muhtelif ton ve şivede sesler, biribirlerine köşkler, kotralar, inciler, cimaslar, otomobiller, apartımanlar, bir kelime İle saâ- detler vadediyorlardı!... Merakla yaprakları aralayıp etrafa bir göz attılar ki, maazallah!., Kahvelerin son yudumu fincanlarda kaldı. Paraları ve- rip kendilerini bu rahatsız yerden dışarı attılar!... Kapının önüne çıkınca Hâzem durdu: — Eğil Mahmud!... dedi. Mahmud Eğildi. Hâzım bir sıçrayışta arkadaşının Sir- tana çıktı, cebinden bir kalem çıkardı. Kapının üstündeki eAile bahçesi. levhasının başına bir «Müstakbel» kelimesi ilâve etti!.. Bülbül! Büyükâadaya su verildiği gündü. iskele meyda a yapılan tören bitti, davetliler birer bardak su ile harare'ie- rini giderdikten sonra Adanır dört köşesine dağıldılar, Mi- safirler arasında röntgen mütehnssısı doktor bay Tarik Temel ve şair mebus bay Halil Nihad da vardı. İki ahbap, vapur saatine kadar hoşca vekıf geçirmek için şöyle çam- ıklara doğru uzandılar. Çamlıkların altı mor kadifeden bir mahfüza gibi kuy- tu idi. Dallarm arasından sızan güneşle yer yer yeşillenen otlar bu kuytuluğun içine serpilmiş zümrüd pürçalarını andırıyordu... Bu güzel manzara doktorun hatıralarını canlandırdı; Görülüyor ki, nunkör değiliz!.. Anama andığımız, bir «Efruz beye, bir «Fon Sadriştayn» müellif değil de bir armud, bir kavun, bir fasulye müb- dii!,, Ne çıkar, dillere destan olmuş al... «Ayşekadınsı yirminci asra kadar yaşatan ve mutfak- ların bacaları tüttükçe yaşatacak olan bir fasulyenin, meselâ Salih Zeki Aktayın eş'arından daha lâyemut oldu- Ema kim şüphe eder?... Anlaşılıyor ki unutmuyoruz!.. Ancak!... Evet, ancak, kafaya değil, mideye hitap et- Hava tehlikesinden korunma tecrübeleri her bakımdan faydalı olmuştur. Tatlı canını sıkıntıya sokmak İstemiyenler bir kaç gün sokağa çıkmamış, İramvay, vapur parasından tasarruf etmişler, neşredilen tebliği ters anlıyanlar da 'htiyaşlarından fazla ederek piyasada Tayin hareket uyundırmışlardır!. tecrübesinin, Ebuzziyazade liği mi enli anlaşması gibi, olduğunu unutarak müsavat, uhuvvet!. diye bağırarak hadiseyi kutlamıştır!. Bu müsafahayı otzaflan gö- renler yeni bir İsmail Habib - Ahmed Hamdi münakaşası seyredeceklerini sanmışların da Iki üstadın öpüşmeleri ve fotografçıların karşısında gülerek durmaları böyle biş — Hey gidi gençlik hey, dedi, bir zamanlar üşenme- den buralara pulpul dinlemeğe gelirdik!.. Şair: — Üstad, yanlış söyledin!... Doktor: — Ha, evet, dedi, pülpül diyecektim!.,. Göz- göre bir dil hatasına dayanamıyan şair gene itiraz etti: —A man doktorcuğum, dedi, gene olmadı, bulbul de- senel... Bay Tarık Temel bu ikinci hatadan mahcup: — Yahu, dedi, bugün ben de amma püt kırıyorum mek şartile!.. 2 — İstanbuldan ayrılış!, (Bay Amca, ceketinin eteklerini şimale uçuran cenup rüzgürna uyup Karadeniz seyahatine karar verdikten sonra 1 oğus- tos VW) salı günü Galata rıhtımından kalkan Tarı vapuruna bindi) Kendisini vapurun küpeşlesinde karşıladım. Seyahat tamı dokuz gün Sürecekti, Bunun için herkes, hiç ol- mazsa bir bavul dolusu eşya almıştı. Fakat bay Amcanın elinde küçük, amma küçücük, ilk okul çocuklarıma kitap çantası kadarcık bir çanta vâr- dı. Bu çanta benim gibi zayıf yapi- ların elinde belki bir valiz kadar yanlışlığa, meydan vermemiştir! V V görünebilirdi, amma bay Amcanın elinde büsbütün ufak görünüyordu. Sordum: — Eşyanın hepsi bu kadar mi, yoksa arkadan mı geliyor?. By Amca gözlüğünün üstünden: «Hay cahil haylş der gibi şöyle bir baktı ve; — Hepsi bu kadar, dedi, görmü- yor musun, kadınsız seyahat edi- yorumt!., * Kamarot önde, biz arkada, kama ramıza gitlik. Kamarot bay Amcanın şemsiyesile şapkasını askıya as, çantasını dolabın önüne koydu. Se- Jimlayıp çikarken bay Amca elini uzatıp kamarotun avucuna bir şey sıkiştardı. Merak ettim. Kamarot çıkar çık- maz sordum: —bBir şey mi aldırıyorsun bay Amca?.. — Hayır, dedi, bahşiş verdimi. Nasreddin Hocanın tesi hikâ- yesi malâmi.. Balışişi rahatsız ol- duktan sonra vermek, testi kırıldıktan sonra tokat atmağa benzeri, hal... Ga an Vapura yolcu geçirmeğe gelenleri seyrediyoruz; Kalabalık ve yaygara arasında yalnız bir kafile dikkatimize çarptı: Teşyie “gelenler memnun, yola gi- denler mahzuni. Kalanlar handiyse sevinçlerinden oynıyacaklar, giden- ler dokunsak ağlıyacaklar!.. Evvel kilerin tamamen aksinel.. Merakımı halleden gene bay Amca oldu: — Bu kederli yolcular İstanbulda bir kaç ay misafirlikten sonra köyle- Yine « dönenler, dedi, sevinçlerinden ağıl kulaklarına varan teşyiciler de bunları bir kaç ay İstanbulda ağır- lamış olanlar!. * Sant tam on il. Vapur, dakikası dakikasına harekele alışmamış yol- cuların hâyreden açılan gözleri önünde, palamarları çözdü, Ayrıldıkça rıhtımdaki kalabalık, dürbünün tersinden görünür gibi, ufalıp uzaklaşıyor. Sesler işitilmez olunca konuşma yalnız ellere münha- sır kaldı. Bay Amca ile beraber bu elle ko- nuşma faslını uzun uzun seyrettik. ten sonra: — Böyle karmakarışık işaretlerle konuşmaktansa mektup yazıp gön- derseler daha iyi değil mi?., diye söye lendim. Bay Amca: — İyi amma yazı dilimiz de henüz karışıklıktan kurtulamadı!.. diye c&- vap verdi, (Arkası haftaya) MA PM 4 d mz ia nik