Nemide artık dayanam deti onu boğuyordu. Ne olursa olsun, bütün âlem onun da dostu olduğunu, sevildiğini, sevdiğini bilmeliydi. Aldattığı kocası, esasen silik ada- mun biriydi. Reşidin kolları arasına düştüğü zaman, mevcudiyeti hissedil. miyen bu zevci bir an bile düşünme. Mişti. Ayrılmak, boşanmak ta aklından geçmiyordu. Sadece seviyor ve sevili- yordü, Bahtiyarlığın verği güzellikle yüzü parlıyordu. Âdeta etrafına neşe şus- ları saçıyordu, Ciddiyetile şöhret almış olan arka- daşı Lâmja, genç kadının bu harikul- âde değişmesi üzerine: — Sende ne var? Allah aşkına ne yapıyorsun? Pek güzelleştin! - di- yordu. Nemide, ciddi tanıdığı bu genç ka- Ana sırrını dökmeği düşünmemişti, Fakat mademki saadetini farketmiş ve soruyor, fırsat bu fırsattı, İçini dö- kevekti, — Hem seviyorum, rum! - dedi. Lâmia, hayretle bakarak: — Sen mi? — Öyle ya... Ben... Ah,aşkın ne tatlı olduğumu vallâhi bilemezsin! Genç yaşında, annenin, babanın ver- diği aksi bir herifle evlendin. Bütün hayatın tatsızca sade evini idare *t mekle geçiyor. Halbuki bundan baş- ka neler var, neler... — Olabilir... Amma bence insanm namusu her şeyden akdemdir, Bence böyle zevkler pek pahalıya mal olur... Kardeşim! Seni tenkid etmiyorum, almma, fakat bunun sonunda bir gün acj'acı ağlıyacaksın. O cihet beni kor- kutuyor. Nemide, böyle soğuk bir insana $ır- rıpı tevdi ettiğine pişman olarak git- ti, Lâkin buna rağmen, o günden son- Ya sık sık görüşmeğe başladılar. Genç kadın, yaşadığı aşk hayatının tatlı anlarını naklediyor; Lâmia ise muzunu silkerek sakin sakin onu ni ordu. Arada bir: »- Kapılma!... diyordu, Maamarih, günler, aylar geçtiği hal ©, Nemidenin aşkı ayni hararetle sü- Pp gidiyordu. Bir gün Lâmla, geç vakit Bebekte İvamvay beklerken, iki âşığın biribir- i okulmuş, kol kola bahçeye yü- üklerini gördü. Nemide, arkadaşı- ni yanlarına çağırdı. Sevgilisini tanıt- ı. Birlikte bira içmesi için srarda <ti İşte o günden itibaren, ağırlığile, ddiyetile meşhur Lâmlia, âşıkların şeriki cürmü oldu, Sık sık onlarla gö- rüşüyor; hattâ kocası evde yokken iki- sin! misafir edi Yavaş yavaş bu asabi hava onu da çine aldı: Kendi Karşısında zerre ka- daf utanmıyan sevgililerin öpüşmele- vini seyrediyordu. Bir gün Nemlde şu teklifte bu. Tundu; - Bu çarşamba, sabahleyin erken- den çıkalım. Adada yemek yeriz. Sen kocana bana geleceğini söylersin. Ben benimkine senin davetlinim, derim. Projeyi delikanlı hazırlamıştı. Lâ- miaya kur yapmak için genç bir ar- kadaşını da getirecekti. Hepsi birden, Köprüde, vapur iskelesinde buluştu- lar, Ciddi kadın, arkadaşının dostu- nun yarında genç bir erkek görünce, tuzağa düştüğünü anladı. Fakat de- likanlı o kadar terbiyeliydi ki, vapur- da giderken kendini mükemmel suret- te idare etti, Lâmia onunls konuşma- ga alıştı, Hattâ Adada iki araba tutup tur yaptıkları zaman, delikanlının âşıkane avanslarını da şiddetle red- detmedi. Öğle yemeğinden sonra Nemideyle sevgilisi ortadan kayboldular, Lâmia, Cahidle uzun müddet yalnız kaldı. Şimdi artık erkek ona sokulmuştu. Hattâ beline sarılıp genç kadının du- daklarından öpmek istediği zaman, tatl bir yokuştan kayar gibi, Lâmia kendini bıraktı. Cahid, eğilmişti, Kulağına bir şey- der fısıldıyordu. Fakat Lâmla başını salladı: Hayır, bayır. — Niçin? Ancak şu cevabı buldu; — Bugün olmaz. hem sevlliyo- Bu hayat sürmez! « —. — Peki yarın? Genç kadın, uzun kirpikli gözle- Tİnİ; — «Evetl» makamında önüne eğdi, — O halde yarın üçte, Şişlinin son istasyonunda sizl beklerim, Olur. Kadın, hayretli bir şefkatle erkeği süzüyordu. Hayatında hiçbir zaman yabancı bir erkeğe yan güzle bile bak- mamış, zerre kadar kocasına ihanet etmemiş olduğu halede, bu delikanlı- ya böyle çapucacık kanmasına hay- ret ediyordu. Tekrar öpüştüler, Sonra Lâmia yalvardı: — Sakın onlara söylemeyin. Ve gülümsiyerek ilâve etti: — Daha bugün tanıştık... Kimsi- niz, nesiniz, onu bile bilmiyorum... Mesleğiniz nedir? Erkek, hayatı hakkında uzun uza- dıya izahat verdi. Artık söyliyecek söz bulamıyorlar ve susuyorlardı. Bugünlük fazla ileri varırsa, işleri bozmaktan korkan delikanlı, içinden kabaran heveslere rağmen, çekingen duruyor, yalnız yeni sevgilisini oöp- mekle kalıyordu. Ötekiler geç vakit göründüler, Va- puru kaçırmamak korkusile pürtelâş iskeleye gittiler. Köprüye çıktıkları zaman biribir. lerine veda ederlerken, Cahid yavaş sesle Lâmiaya: — Yarın üçte, değil mi? . deği. Kadın, başını salladı; — Evet, Bütün geceyi bubranla geçirdi. Bu randevuya gidecek miydi? Gitmiyecek miydi? Kocası aksi bir sesle: — Ne diye böyle sağa sola dönüp duruyorsun? Uykumu kaçırıyorsun! « diye söylendi. Lâmia, randevuya tam saat üçte gitti. Yarım saat bekledi. Fakat deli- kanlı gelmedi. Acaba kendi mi yanlış anlamıştı. Yoksa erkek bu işten vaz mı geçmişti? Terkedilmiş bir metres kadar izi rap çekti. Dört beş gün müddetle de Nemideyi: görmedi. Lâkin ilk buluş- malarında genç kadın, lâf arasında: — Haberin var mı? - dedi. . Hani bizimle Adaya gelen Cahid bey yok muydu? Ertesi sabah Boğaziçinden otomobille gelirken kazaya uğrarm$... Ağır surette yaralanmış... Bügün ce- nazesi kalktı, — Ya... Zavallı oğlar!... Lâmtfa Jâfı kısa kesti. Evine döndü, Ve uzun uzun ağladı, Nakleden: (V& - WA) - diyerek, Posta Htihadına dahil olmıyan ecnebi | memleketler: Seneliği 3600, altı aylığı 1900, üç aylığı 1000 kuruştur. 836 220 4371319 1619 1943 2143 ni ÇOCUK ESİRGEME KURUMU: NA verirseniz okumağa hevesli, kat kitap almağa kudreti olm yan kardeşlerinize yardım etmiş ve küçüklükte bu zevki tatmış olursunuz. Apartıman sahipleri Boş dairelerinize hemen iyi kiracı bulmak «Akşamş KÜÇÜK İLAM AR dar iste fade ediniz. eli istimlâk kanunul (Baş tarafı 8 inci sahifede) da yazlı hükümlere muhalif hallerden dolayı ter; olunabilir. Temyize müracast, istimlâk muamele- gini durdurmaz. Bümlük sebebile sokağın veya umumi bahçenin veya meydan ve yeşli sahanın yüzüne çıkmakla veya ber ne suretle olur- sa olsun sokağın yüzü artmakla yahut yüzünde bulunduğu yollar genişlemekle kıymeti artan yerlerin, 8 inci maddede yazılı komiyson tarafından takdir edile- cek olan eski kiymetile yeni kıymeti ara- sındaki farkın yarısı, şerefiye olarak bir defaya mahsus olmak ve beş sene ve beş taksitte tahsil edilmek Üzere, belediye vergi ve resimlerinin tahsiline dair Olan hükümlere göre istifa olunur. Katileşen şerefiye borçları, belediyele- rin talebile duruşma yapılmaksızın mah- kemece verilecek karar ve yazılacak mü- zekkere üzerine tapu dairesince o gayri menkwün siciline şerh verilir. Bu su- etle tapu sicilline şerh verilmiş olan gay- ri menkulü satın alanlar, bu borcu öde- mekle mükelleftirler. Kıymetin artması, bir kısmının istim- Jâkinden ileri gelen gayri menkullerden yukarıki fıkra musibince alınması lâzım- gelen şerefiyenin tamamı, istimlâk bede- İlnden mahsup dilir. Şerefiye mikdarla- rına karşı gayri metkul sahiplerinin mah- kemeye müracaat hakları mahfuzdur. Btmlâik olunan yerlerde yapılması mukarrer olan İnşesi ve tesisatta bı diye vazgeçer ve muameleyi iptal eders veya istimlik muamelesinin katileşmesin- Gen itibaren üç sene içinde belediyece birinci maddede Yazılı islimlâk lüzumunu icap e#iren her hangi bir tesisat yapıl- muyarak islimlik olunan yer olduğu gibi bırakılırsa; sahipleri istimlik bedelini iade ederek O yeri geri alabilirler, Bu kanun hükümlerine tevfikan yapı- lacak istimlâk muamelesi, 10 ve 1i inci maddelerde yanlı tebliğaz ile cereyana başlar, Tebliğ tarihinden itibaren gayri men- kul sahibinin, yerinde yeni inşaat vücu- de get ya mevcud inşaatla esaslı değişiklikler yapmak hakları takylid edi- lir. Ancak bu takyidat tebliğ tarihinden iübaren bir seneden fazla devam edemez. Bu müddet içinde istimlâk muamelesi ikmal ve parasi tediye edilmezse, gayri menkul sahibinin mutlak tasarruf hakkı avdet eder. Bu kanun hükümleri Ankara İmar mü- dürlüğünce yapılacak İstimlâk müuamele- leri hakkında dahi caridir. Belediyelerce yapılacak istimlik hak- kındaki 2497 numaralı kanun ilga edil- miştir, Kanundaki muvakkat maddeye göre bu kanunun neşri tarihinde okatileşmemiş olan istimlâk işlerinde de bu kanun hü- kümleri tabik olunur. .BULMACAMIZ inde bir iskele, 3 — Genilerii sığınağı - serpuşu. 4 - Aşikârlık, 5 — Büyük kayık. 8 — Müvelliğülma, 17 — Başına «Ke gelirse postu paketi olur - Sonuna «Ts koyunuz okuma olsun. 8 — İslâmiyetin bir mezhebinin salik- deri, 9 — Demir ve artış (iki kelime), 14 — Depodaki malın eksilme payı Tersi hayvanatlan aldığımız gıda- dir - Lâhza. Yukardan aşağı 1 — Pirinç yemeği yanında hafif kom- postu. 2 — Memuriyetten ihraç - Rahmani, 39 — Kara vapuru. 4 — Yad eden - Başına «5S» gelirse gö- Mısırlıların Şükrü Mehmet Sekban Gureba balanesi cild ve rührevi has» talıklar sabık hekimi, Cağaloğlunda, Bapalıfırın karşısında No, SA Telefon: 2164, Muharriri peşi BUCK ANA M “Tefrika Ko. 58 Kadın hiç cevap vermedi. Kalın | renksiz dudaklarımı isırdı, masamın | üzerinde duran toprak çaydanlığı aldı | bir kâseye çay doldurdu ve ananın koltuğuna girip duvarın dibine, her vakıtki yerine götürüp oturttu. İhtiyar kadın bu havağisi biran ev- vel konukomşuya anlatmak için sa- bırsızlanıyor, İçi içine sığmıyor, yerin- de duramıyordu. Hemen soluğu karşi- ki emmloğlunun evinde aldı, Onların da artık tarlada oğulları, çalıştığı için, karıkoca evde oturuyorlardı. Oğulla- rının hepsi değil, sade üçü toprak iş- lerile uğraşıyor, ötekiler uzaklara git- mişler, ekmek parasını çıkarmağa çâ- balıyorlardı. Baba da, büyük ağır İş- leri göremiyordu amma, gene de eli hiç boş durmuyordu. Karısı ise, bütün gün horul horul uyuyor, torunları yaygarayı azıtmadıkça da gözünü hiç açmıyordu. Ana, karşıdan karşıya yo- lü geçli ve bu şişman uyku küpünü çekiştire dürte uyandırarak: — Artık sade büyük ana sen değil. sin, gözünü iyi aç da bak bana! Bir iki ay sonra benim de topuz gibi bir torunum olacak! dedi. Emmioğlunun karısı yavaş yavaş kendine gelebildi, gülümsedi, uykudan kuruyan dudaklarının üzerinden di- lini geçirdi, dünyayı daima İyi tara- fından gören gözlerini açtı: — Sahi mi kardeş? Küçük oğlun evleniyor mı artık? diye sordu. Ananın sevinci kaçtı biraz: — Yok canım, öylesi değli, diye ce- vap verdi. Emmioğlu başını kaldırdı. Artık o buruş buruş, ufak tefek bir ihtiyardı, alçak kamış iskemlesine oturmuş, ko- za zamanı olduğu için, ipek böcekleri için samandan ipler örüyordu. Her va» kıtki gibi, kısa ve kuru kelimelerle; — Öyle ise, gelinin ha? diye sordu. Ana da, tekrar biraz evvelki sevinci Ne: — Evet! dedi ve iyice anlatabilmek için de, güzelce oturdu yerleşti. Amma pek de hoşnud gözükmek istemiyor ve duyduğu saadeti bir iki şikâyet dolu sözle azıcık örtmeğe çalışıyordu: — Sekiz yıldır bekliyorum! Dile ko- lay, sekiz yıl bu! Vaktı çoktan gelmiş- ti, çoktan! Eğer zengin olsaydım, oğ- Yuma bir karı daha alırdım şimdiye kadar; amma büyüğe iki kadın verme. den evvel küçük oğlumun sırasını dü- şünmek lâzımdı... Öyle ya, bu zaman- da evlenmek kolay mu, para istiyor... İkinci bir kadın için bile, anası babasi belli, iyi birşey olsun denilince, ke- senin de ağzını açmalı... Neyse, şükür bunlara meydan kalmadı. Zaten bizim gelinin tabiati hiç benimkine benze- miyor, ağır... Her şeyi ağır... Tıpkı yı- lan gibi de soğuk. Emmioğlu, herşeyi hakkınca söyle» meği severdi; s— Öyle ama, iyi taze doğrusu. Dai- ma uslu akıllı, evinizi çekip çevirdi: Şimdi derede dişili erkekli ördekleri- niz var, eskiden yoktu, İhtiyar camı- sınızı çiftleştirdi, genç bir hayvanınız daha oldu. Eskisinin iki misli, 10-12 tavuğunuz var, her yıl sattıklarınız da cabası, Ana da istemiye İstemiye: — Evet iyi taze amma, hayvanların çiftleşmesile uğraşacağına keşk!... Ne ise susayım daha iyi, dedi. Şişman yenge şu sıralarda öyle uy- kucu olmuştu ki... Esneyerek; — Doğru kardeş, sana benzemiyor hiç, orası öyle. Sen etli, canlı, kanlı bir kadındın, ateş gibi idin... Her işin altından üstesinden gelir bastığın ye- ri titretirdin. Şimdi bile şu ishal der- din tutmadıkça, tıntın ne güzel yü. rüyüp gidyorsun.. Bak bana, iki adı. mı zor atıyorum, yattığım yerden sof- Fa başına, oradan da gene cumba uy- kuya.., dedi, Emmioğlu da hayran hayran şunla- ya ilâve etti; w Gerçek öyle, ben eski yediğimin yarısını bile yiyemezken tâ buradan du- yuyorum, sofra başına oturdun mu, üstüste birkaç defa çanağına yemek kodurtuyorsun, afiyet olsun. Ana bu iltifatlardan pek hoşlandı, Aşağıdan alarak; i — Eh işte, şöyle böyle yiyip övüdü- yorum. Çanağımı üç dört defa doldurte madan doymuyorum, sade ön öişle- rim düştü de, pek katı, sert şeyleri yiyemiyorum. İshalim durdu mu gü- cüm kuvvetim yerine geliyor, dedi. Emmioğlunun karısı: — Ne sağlam kadın! diye mirıldan»- dı, azıcık uyukladı içi geçti, tekrar uyandı ve anayı görünce mahmur mahmur sırıtarak: — Torunun olacak ha!... Kızları he- saba katmadan tam yedi torunum var benim, fazlası var, eksiği yok...» diye söylendi. Ondan sonra da derin, rahat bir uykuya iyice daldı. Bu büyük hâdisenin müjdelenmesi, ananın günlerini doldurmağa yaradı.; Yoksa küçük oğlu hâlâ görünürlerde olmadığından, kiribilir ne boşluk du- yacaktı. Bu yeni sevinçle kadının bek- leyişine bir tad geldi; kendi kendine: «Eh nasıl olsa günün birinde o da çi- kar gelir!» dedi ve üzülüp kuruntulan. maktan vaz geçti. Amma düşünüyordu ki, her sevinci gibi bu saadeti de yarım kalmıştı. İlle bir terslik aksilik olacak her işinde, Bu sefer de kız doğuverirse diye kor- kuyor, kendi kendine; «— Bende bu talihsizlik vafken, olur mu olur!u di- ye söyleniyordu. Bundan o kadar korkuyordu ki, bil diği o kudretli ilâheye o yâlvarmağı, doğacak çocuk erkek olsun diye mese- lâ kırmızı bir gibise ile yeni terlikler adamağı düşünüyordu ve istiyordu. Fakat kadıncağız, böylelikle ilâheye €ski bir günahını, bütün çektiklerine rağmen gene kefaretini ödeyemediği geçmiş bir suçu halırlatacağından kor. kuyor, «ya torunum erkek olsun diye yalvarmağa kalkışirken mabudenin aklına işlediğim kabahatı da getirir hışmına uğrarsam, ya doğacak çöcü- ğu ana karnında öldürür mahvedive. rirsel» diye düşünceye varıyor ve ür- küyordu. İhtiyar ana boynunu bükerek, derd- Mi derdi; «— Kendimi göstermiyeyim, daha iyi, Mabudeye doğacak çocuğu haber ver. mez, şurada oturup durursam, zaar o da unutur beni... Öyle ya... Ne çok zaman geçti aradan... Hiç de p i a görünmedim... Gene de bir şey der Onlar da doğacak çocu. ğun benim soyumdan olduğunu bil. mezler, ölecek biri daha doğdu der ge- çerler... Ne yapalım işi kısmete bira- kalım, oğlan olsun diyelim... Umalım da... Oğlan olsun...» diyordu. Gün geçtikçe ananın korku ve üzün- tüsü artıyor yüzü hiç gülmüyordu. Kendi kendine şu çocuğun ne kadar sevinilecek birşey olmakla beraber, her doğumdaki gibi kedere, derde de nasıl ardına kadar bir kapı açtığım düşünüyordu. Ölü doğabilir, sakat, aps tal, kör, ya da kız olabilirdi! Bütün bu acı ihtimalleri aklına getirdikçe de, insanlara zararları dokunabilmek kud- retini taşıyan ilâh ve ilâhelere diş bi- diyor ve şöyle mırıldanıyordu: « Basbayağı bir günahım için yedi- ğim ceza uygun mu düştü sanki? O günkü suçu işlerken ben, nerden de haber aldı bunu mabudlar? Viran ma- betteki o ihtiyar ilâhın yüzünden ol. du bunlar galiba? Yüzünü de örttüm- dü amma, gene de yanıbaşında güna. hı sezdi, tuttu mabudeye haber verdi. Bundan sonra, günaha bulaşmış ihti. yar bir kadın olduğum halde ilâhlara sokulmıyacağım hiç, çünkü istesem bile, suçumun kefaret borcunu bun. dan fazla nasıl ödiyebilirim? Ömrüm. de tattığım seyinçlerle, çektiğim çile leri acıları tartacak olsalar, kederler ko- ca taş ağırlıkları ile, zavallı Küçük se. vinç dakikalarım da deve dikeninin in. cecik tüyleri kadar hafif basar! Çocu- ğumu doğurmadım, kör kızımın da ars kasına kaldım, Felâket hiç bir suçun borcunu ödemiyor mu? Ömrüm sade âcrile geçti... Üstelik yoksulluk da çeke” | tim... Daha ne olsun... Amma ilâhlar âdil değil... Acıma bilmiyorlar!» (Arkası var)