Demlernmş çayüldar fincanlara bo- Şaltıldı. Balkonda kurulan çiçekli çay #ofrası hakikaten pek güzeldi. Orhan masanin üzerindeki pastalardan biri- 08 uzanırken Naciye sordu: — Yaz yaklaşıyor. Bu sene sayfiye- ye nereye gideceksiniz? Naci hiç düşünmeden cevap verdi: — Hiç bir yere gitmiyeceğiz azizim, hiç bir yere... Yemin ettik, bundan #onra yazları hiç bir yere taşımmıya- cağız. — Sebep? — Bu uzun bir hikâyedir. İsterseniz anlatayım, Arkadaşları: — Kuzum Naci... Anlat şunu... de- yince Naci hikâyesine başladı: »— Geçen yaz başında kendimi fey. kalâde yorgun hissediyordum, Bilhas- sa kafam çok yorulmuş. Sinirlerim pek ziyade bozulmuştu. Doktorlar çok ten» ba, gürültüsüz bir yerde dinlenmemi tavsiye ediyorlardı. Ben de zaten şeh- rin velveleli hayatından, gürültüsün- den, dedikodusundan pek bıkmıştım. İstanbulun en tenha, en sakin, en gü- zel bir sayfiyesinde güzel bir köşk ki- Talâdık, Her penceresinden deniz, ada- Jar görünen, güneşli, bahçeli mükem- Enel bir köşk... Yalnız bir tek mahzuru Yardı. Bizim fhtiyacımızdan çok bü- Yüktü, Bilirsirsiz ki, biz bir karı bir ko- <ayız, başka kimsemiz de yöklür. Maa- mafih kirası o kadar patırlı olmadığı İçin burasını seve seve otutmuştuk. Çünkü tam bizim aradığımız ,istediği- miz gibi bir yerdi, Bu sessiz yerde Şe- birde pek ziyade yorulan başımı adam akıllı dinlendirebilirdim, Karımın da kadar istirahate, dinlenmeğe, Sessizliğe ihtiyacı vardı. Yeni köşke taşındığımızın ilk hafta. Sini sor, dvrevede mesud geçirdik. Ge- €e civarda yıyıklayan kurbağaların s9- #inden başka hiç bir gürültü işitmiyor- dük. Sabahları horoz sesile uyahıyor- duk, Burada ne komşuların raüyosu, Ne otomobillerin, tramvayların gürül. tüsü vardı. Ne de bizi dedikoducu ta- Pıdıkların çeneleri rahatsız ediyordu. Sayfiyeye geldiğimizin sekizinci günü p1 çalındı. Açtık: Misafir... Selim, karısı Emine, çocukları Yildirim... BİZ. misafirden kaçan İnsanlar değiliz. Bu- Dun için Selimle karısının gelmesin- den memnun olmuştuk. Zaten otur. duğumuz köşk de büyüktü, Hattâ on- İarı yedi sekiz gün bile misafir edebi- Yirdik. Aradan iki gün geçti, Bir öğle üstü gene kapı çalındı. Bu sefer Şevki, karı- « Huriye, çocukları Gündüz... Ne ya- Pacaksınız? Misafir... Onları da ağır- ladık. Şevki köşke girer girmez! — Yahu burası köşk değil... Saray... Burada 15-20 kişilik bir aile oturabi- Wir... Hem de ferah ferah oturur, Köş- künüzün bu kadar büyük olduğunu bilseydim kaynanamı da gelirirdim... ne güzel yer yahu... Bu ay biz buradayız. Koğsanız gilmeyiz. dedi. Hemen cevap verdik: — Aman rica ederiz. Kendi eviniz Bibi oturunuz. Bu ayı değil, hattâ ya- m bile burada geçirebilirsiniz. Baksa. Buza köşk müsaid... — Evet... Evet... Çok müsaid... İşte bu suretle misafirler köşke yer- , İlk gece hep beraber oturmuş yuyorduk. Selim ile Şevki dünya bahsediyorlardı. Arka daşlarımın karıları Huriye ile Emine de. bu seneki modalar etrafında çe- me çalıyorlardı. Bir aralık Selimle Şevki arasındaki dünya siyaseti bahsi kızıştıkça kızış 8. Selim Şevkinin bütün fikirlerine iti- taz ediyor: — Hayır efendim... diyordu, Alman- ların maksadı o değil... Almanlar büs- bütün başka bir yol takip ediyorlar. Şevki de son derecede iddiacı bir adamdır, Selimin her sözüne bir kar. plak buluyordu. Münakaşa alevlendikçe alevlendi. Ben aralarına girmeseydim az daha Satışacaklardı. Selimle Şevki arasındaki bu dünya * münakaşası devam ederken yim? Bu sene kırmızı renken çek kullanılan ve beğenilen renkmiş... Hattâ Mari Kler de öyle yazıyor... İki kadının arasını bulmak için ka.' Tum kan ter içinde kalmıştı. Anneleri babaları münakaşa ederlerken misafir. lerimin çocukları Yıldırımla Gündüz de üç np zıp yüzünden altalta üstüste döğüşüyorlardı. İlk geceki bu fırtınayı atlattıktan Sonra artık misafirlerimizin yanında dünya siyasetinden, modadan hiç bah- setmemeğe karar vermiştik. Çünkü bu iki mesele onların gırtlak gırtlağa mü- nakaşalarına sebep oluyordu. Lâkin ne gezer? Burdan sonra her akşam Selimle Şevki karşı karşıya ge- çiyorlar: — Almanlar diyorlarmış Kİ... — Chamberlain diyormuş ki. »- Hayir öyle söylemiyormuş, böyle söylüyormuş!... diye müthiş bir mü- nakaşaya tutuşuyorlardı. 5 Bir müddet sonra bu münakaşa ha- fiften hafife ağız dalaşına kadar iler- Yiyordu. "Tabii bu arada gürültü ayuka çıkı- yor, kafam davul gibi şişiyordu. Kocalârı siyasi münakaşalarla meş- gülken kanları da moda mevzuu elra- fında bağıra bağıra konuşuyarlar, bi- ribirlerinin fikirlerine itiraz ediyorlar- dı. Nihayet bir gün korktuğum başıma geldi. Dünya siyaseti bahsinde, : bir münakaşa esnasında Selimle Şevki boğaz boğaza geldiler. Bir moda mü. nakaşasında İse Huriye Emineye: — Doğrusu siz de gusto denilen şeyden eser bile yokmuş!... dedi Öteki: — Asıl sizin gustonuz yok!.. Ceva» bını verince onlar da saç sâça geldiler, Çocuklara gelince... Onlar dâ ge ne bir zıp zıp meselesinden biribirleri. nin başlarını yarmışlardı, Hepsinin arasına girip kendilerini barışlırıncaya kadar akla karayı âeç- tik. Keşki barıştırmaz olaydık. Tekrar ö "gün Artık h y Ü moda mü ları, çocuk zip zıp kavgası... Başınızı ve sinirlerimizi dirnlöndir. mek için geldiğimiz bu sayfiyede an- cak üç balla oturabildik. Bundan faz. Ja tahammül edemedik. Köşke kirayı peşin verdiğimi lde üç hafta sonra : perişan bir ki şehre döndük, bir i daha sayfiyeye gilmemeğe yemin et- | tik: bizim köşke yerle Hikmet Feridun Es BULMACAMIZ dm 1 — Orta Avrupa devletlerinden biri, 2 — Kısa değil - Sofra. 3 — Çalışkanlık. 4 — Âşikâr - Avuç içi, 8 — Tersi mahkemede rüyet edilir, 6 — Unâur - Barsaklar, "7 — Duman çıkan boru » Oruç bozma. 8 — Enterinin yere sürünen yeri - No- ta » Kisinin başı, 9 — Çarpma, . 10 — Bir erkek ismi - Kumaz hayvan. Yukardan aşağı: 1 — Savağ, | 2 — Eziyet - Avrupanın eski bir kavmi, $ — Haftanın bir geceri, i 4 — Kart hayvan - Terazinin #leti, $ — Razı olma, 6 — Derinleğiirme - Bir kadın ismi. 77 — Furuht eyle - Sonun «b» gelirse güz mbasında bulunur. 8 — Kıraat, $ — Bir kaza merkezi. 16 — Pek hoş. Geçen bulmacamızın hali Öteki köşede misafirlerimin karıları da | ( soldan oğan: kiribirlerile tutuşmuşlardı. Huriye: z — Bu sene kırmızı renk pek moda.. Emine buna: — Katiyen... Bu sene kırmızı renk hiç de moda değil... diye diretiyordu. ahal, morumor: — A, rira ederim... Ben bilmez mi- 1 — Akademi, 2 — Râkıkadehi, 3. Işık, Kalas, 4 — Kılkuyruk, $ — Ok, Ala, Bim, 6 — Etöjer, 7 — Ark, Ters, 3 — Naim, Amman, 9 — alak, Şe, 16 — Tir, Orsit. . Yukardan aşağı: 1 — Arıkovanı, 2 — Kaşık, Rast, 3 — 4 — Dikkat, Mar, 5 — Ek, Makyaj, 7 — İdar, Etmek, 8 — — Haki; Raşl, 10 — Sis, Mesned. | Heh - Bifreler Türkiye Radyodifüzyon Pastaları DALGA UZUNLUĞU 1639 m. 183 Kes, 120 Kw. T.A NG. 1874 m. 15195 Keğ. 20 Kw. T.A. P. Sim. 9465 Kos, 20 Kw. ANKARA RADYOSU ÇARŞAMBA 3/5/939 'TÜRKİYK SAATİLE 1240: Program. 1255: 'Türk müziği (Seçil- miş klâsik piâkler). Çunlanlar: Vecihe; Reşad Erer, Fahire Fersan, Refik Fersan. Okuyan: Muslim Nüri Halli Poyraz. 13: Memleket saat ayarı, ujans ve meteoroloji haberleri. 1315 - 14: Müzik Riyaseticüm- hur bandosu — şet: İhsan Künçer). 1 » P. Lineke - Viyana kadınları (marş). 2 - Chopin « Vals (Do dier minöri. 3 - Suppe- Eşkıya oyunu (Uvertür). 4 - Bizet - Kar- men operası üzerine fantezi, $ --3. Ed. Burat - Tunusta (Enfermez?o). 1730: İakilâp tarihi dersleri - Halkö- vinden naklen. 1830: Program, 1838: Müzi (Neşeli müzik — PL), 19: Konuşma. 19,15: Türk müsiği (Fasıl Celâl 'Tökses ve srkadaşlar:. 20 ayarı, ajans ve meteoi 20,15: Türk müziği: Çalarlar: Vecibe, Ru- şea Kam, Refik Fersan. Okuyanlar: Mus- isfa Çağlar, Müzeyyen Senar, 1 - Acem aşiran peşreri, 2 - Dedenin - Acem aşiran şarkı - Dinle sözüm ey dürüba, 3 - İsmail ağanın - Acem aşiran şark: - Yanar si- nem. 4 - Nikoğos uğanın - Şevkefza şar“ kı » Geçip te karşıma. 5 - Refik ersan - Tanbur taksimi. 6 - Hüzzam Şerki - Ak- şam oldu yine baslı karalar, 7 - Şevki beyin - Hicaz şarkisi - Bilmiyorum bana ne oldu. 8 - Şemseddin Ziya beyin - Dİ- vani - Dün gece yesile. 9 - Eviç türkü - Elvedâ dos: deli günül. 10 - Halk *ürkü- sü - Bülbül ne gezersin çukur. ovada. 21: Haftalık postu kutusu, 2115: Ksham, tabvilât, kambiyo - nukut ve ziraat bor- sis (ilat). 2125: Neşeli plüklar - R. 2180: Müzik (Keman soloları - Orhan Borar tarafından! 1 - Corelli - Adaglo te Allegro. 2 - Brahms - Vals (La maför). 3 - Dworak - Krrisler - Slav dansi No. 2 Mi minör). $ - Ries - La 'capricelosa. 5 - Chopin - Mülstein - Necturn. Hubay - Tejer kati 1 zik (Melodi - PL) 22 kes 1: Necip Aşkın) Dua. ewyn - Cambazler (Fosktrot). 34 » Kömrak - Viyana âşkı (Potpuri) Wikler « Kemanın aşk şarkımı. 5 - Dlet- (B4arş). 6 - Gebbardt - | Murkörade (Konser valey. üzik (Cazband - P1) 23/45 - 24: Son ajans he- berleri ve yermki programı, Bu akşam Nöbetçi eczaneler huriyet caddesinde Kürkçüyan, Yeni- gebirde Baronakyan, Şişlide Halâs- Kârgazl caddesinde Asım, catibey ğ | erddesinde Kemal, Sarıyer Nüri, ! İstanbul Larafı; Eminönü: Bahçe- kapıda Agop. Minasyan, Fatih: Vez- mecilerde Üniversite, Karagümrük; Fuad, Bakırköy: Merkez, Aksaray; Yenikap:'da Sanm, Pener: Hayim Berk, Kumkapı: Cemil, Küyükpazar: Necati, Samatya: Yedikulede Teofi los, dar: AN Rıza, Şebremini; Ahmeâ& Hamdi. Üsküdar: O Çarşıbayunda (o İttihad, Atazas, kada; Halk, Kadıköy: Moda caddesinde Alâaddin, Pazaryolunda Rifat Muhtar. Ortaköy, Arnavutköy, Bebek, Bey- koz, Paşabahçe, Anadoluhisarı, Ta- rabya, Yeniköy, Emirgân ve Rümeji- hisarındaki eczaneler her gece nöbet- İş adamı aranıyor İstanbulda büleümle resmi ve gayri reami dairelerde bir #icarelhane na- mına !ş takip etmek istiyen referansi kuvveti, muaretesi çok bir memura ihtiyaç vardır. Dolgun maaş alacak- tür” Beyoğlü Posts Kutusu 2195 e ya- yilmaz TASFİYE HALİNDE istanbul Türk emlâk şirketi HiSSEDARLARINA e halinde bulunan İstanbul Türk Emlâk şirketi hissedarlarının fevkalâde umumi heyeti, 10 Haziran 1939 tarihine raslıyan Cumartesi günü saat 11 de Tak- simde Cümhuriyet meydanında İ, T. R. $. hanında kâin İdare merkezinde toplana- 1 — Tasfiyenin intacı hakkında Taşfi- ye memurlarının teklifinin müzakeresi, 2 — Teklifinin kabulü halinde tanzim olunan mukavele metninin tasdik ve ka- bulü ve Şirket mevcudalı ve gayri men- kulâtının toplan Gevir ve füruhtu ve fe- rağ'arının icrası hakkında tasfiye memur- larına salâhiyet itast, 3 — Tasfiye memurlarile mürakiplerin ve Şirket memurlarının ücreti ve ikrami- yeerinin tayin ve takdirleri. Ticaret kanımı ve Şirket nizamnamesi hükümlerine göre rey hakkı olanların mezkür 10 haziran 1039 tarihinden en geç vir Hafla evveline kadar Şirket merkezine müracaat edilmek iâzimgelir. İstanbul, 3 Mayıs 1539 TASFİYE HEYETİ İ niltay toplanıp yeni TURAKINA TARİHİ ROMAN Yazan: İSKENDER F, SERTELLİ Tefrika No. 129 Dağ bekçisinin anlattığına göre, Menkü hanın karısı, Turakinayı kıskanıyor, onu tahttan devirmek istiyor Samo, Çinden geldiği gündenberi Aysunun evine kapanmış, Turakina- nın gözünden düştüğünü anlayınca, kendini içkiye vermişti. — İyiki şehirden kaçmışım... Be- ni, Aysunun katili diye yakalayıp zindana alacaklarmış. Diye söylenerek, Baykalm kulübe- sine döndü: Baykal otlaktan henüz gelmemişti. Akşam oluyordu. Biraz sonra Baykalın sürüsünü gören Sa- mo, kulübeden çıktı. Baykalı karşı- Jadı. Çoban kizinin yanında yetmişlik bir adam vardı. Samo bu adamı dağ- da bir kere daha görmüştü. Baykal onu baba gibi sever ve sü- yardı. (Ço - En) çok sevimli bir adamdı. Baykal: — Dağ bekçisi Ço - En baba bu akşam bize bir av eti getirdi. Birlikte yiyeceğiz. Demişti, Kulübenin önünde derhal ateş yaktılar, büyük kanatlı bir kü- şun tüylerini yolarak ateşte pişirme- ge başladılar. Ço - En baba yemekte anlatıyordu: — Geçen gün prens Assutayın adamları dağdan geçtiler. Ve bana prensin, anasile aras! açıldığını söy- lediler, — Ne dedin? Kotoktay hatun oğ- Tu ile bozuştu mü? Evet. Hattâ korası prens Men- kü'nün. maiyetindeki generallerden (Tureci) yi elde ederek, oğlunun Üzerine sevk etmek için teşrik edi- yormuş — Bu darginlığın sebebini söyle mediler mi? — Briaz anlattılar: Menkü hanın Oğlu prens Assutay imparatoriçe Tu-| rükinanın Moğvl tahlıudan ayrılma. masını &rzu ediyormuş... Turakina Moğol tahtından ayrılırsa, büyük ku- bir han seçi mek gerekmiş. Ealbuki, şimdi, han İ seçimi ile uğraşılacak zaman değil- miş. Orduların yaptığı akınlar geri kalır, düşmunun yüzü gülermiş, Assu- tay böyle düşünüyormuş. — Anâsı Koloklay hatunda oğ- luna bu yiizden kızmış ve oğlu İle cenkleşmeğe karar vermiş, öyle mi? — Evet, evet... Hallâ Turer! Ba- hadır, askerini toplayip Assulay'ın üzerine yürümüş bile, Samo bunlari dinlerken hayretten hayrete düşüyordu: — Peki amma, Menkü han bunları görmüyor mu? O, karısının ne kadar titiz ve hastalıklı bir kadın olduğunu çek iyi bilir. Böyle hastalıklı bir ka- dinin sözle bir tımarcı bile yola çıkamazken, Tureci Bahadırın asker toplayıp Assutay'ın üzerine yürüme- sini aklım almıyor. — Biz de inanmadık amma, yeni aldığımız haberler bu Sözü doğrula- dı. Assutay, Tureci'nin hareket etti- ğini duyunca, sağdan soldan yâr- dımlar istemiş: «Beni koruyun.. çün. kü ben, imparatoriçenin ve yurdu- mun iyiliğine çalıştım; demiş. — Ben Tureci'yi akılı bir bahadır tanırdım, Meğer o da çocukmuş. İn- san Kotoktay hatun gibi hastalıklı bir kadının aklına uyup tabu tehli- keli işlere girişir mi? Dağ bekçisi Ço - En baba, Samoya epeyce haberler vermişti. Etrafta ne- ler oluyordu de Samonun haberi yoktu. * Dağ bekçisi Ço - En baba, vemek- ten sonra, kendi kulübesine gitmişti. Yatmak zamanı gelince, Baykal her zamanki kendi köşesine uzanıp yatmıştı. Samo o gece uyku uyuyamıyordu. © Kulübenin önünde bir müddet do- taştı. Samo, ne anlaşılmaz bir adamdı. Kadın arıyor. bulunca, ondan kâaçı- yordu. Savaş peşinde koşarken, şim- di dağların koynuna sığınmıştı. © gece sabaha kadar gökteki yıl. dızları mı sâyücak... Kulübeye girip yatmıyacak miydi? Baykalın uykusu kaçmışlı... Bir- denbire yerinden fırlayıp kalktı. — Kimi bekliyorsun, Samo? Hâlâ yalıp uyumuyacak mısın? Samo hiddetle bağırdı: — Göklerden yıldırım bekliyorum, Baykal! Cehennemden zebaniler btk- Hyorum... Şimşekler, kasırgalar, tu- fanlar bekliyorum... Anladin mı? Be- nim beklediklörimi görmek mi isli- yorsun? Haydi, gözlerini kapa. ve uyu. Baykal şaşırdı. Cevab veremedi: Kulübenin kapısına kadar sürük- Jenerek gelmişken, tekrar içeriye gir- di. Çoban kizı, Samoyu o dakikaya kadar böyle hiddetli ve coşkun gör- memişti Gece yarısı ona ne olmuştu böyle? Samo gözlerini enginlere dikmişti. İşte uzaklan görünen bir duman. bir gölge. . Kiyır. Bu, bir atlıydı. Gökten düşen bir yıldırım gibi süratli koşan bir atlı; Ürktü — Acaba o'gelen kim? Ve başını yavg&şen kulübeden dışa rı çıkardı. Uzaklan tozu dumana ka- tarak gelen atlıyı gördü. Samo yola doğru bir kaç kostu: — Sinvur..; Sinvur,.. Diye haykırdı. Atlı yolun kenarında durdu, — Komutanım, sen misin? İri boylu bir adam attan inerek, Samonun- dizlerini öptükten sonra, bir ağaca dayondı: — Çok yofgünüm.. peşime biri ta- kıldı. İzimi kaybetmek için yolun değiştirdim... İki saatte gelmek müm- kün iken altı saatte geldim. — Senden demi şüpheleniyorlar, Sinvur? Ne var ne yok Karakurum- da? Sniyur, Samonun ker şeyden ha- beri varmış gibi konuşuyordu: İmparatoriçe, Aysuyu öldürdü. günüze çok kızdı... Sizi hapse attır. mak için arattı, bulduramadı. - Aysuyu beh mi öldürmüşüm?... — Evet. İmyaratoriçenin gözüne görünme sakın! Derhal zindana âta- caklar. Hakan buyrukları sokak s0- kak okundu. Aradılar, taradılar, bulamadılar demek? Samo birdenbire, Sinvurun kolun- dan çekti: — Otur bakalım yanıma şöyle. Ben, on beş gündür bu dağlarda yaşıyo- rum, Sinvur! Şurada gördüğün kulü- bede çok temiz vürekli bir çoban kızl vardır; Şimdilik onun misafiriyim, Lâkin, buradan ' geçen yolculardan bir şey duydum: Menkü hapın karsı prenses Kotoktay, Turakinayı kis- kanıyormus.. kıskandığını ben de bi- irdim âmms.. onu tahtından devir- meğe kalkışacağını aklımdan bile geçirmezdim, Sen duydun mu bur- ları?... — Duymaz olur muyum? Karaku- rumda herkesin ağzında bu lâflar dolaşıyor. Kotoktay hatun, bir ordu fe Karakurum üzerine yürüyecekmiş, diyorlar. — Böyle gülünç bir habere inanan var mı? — Gülünç değil. İşin içinde Tureci Bahadır da varmış. — Tureci aklını kaçırmış olmalı. Menkü han bu işe peki der mi hiç?... — Menkü'nün bir şeyden haberi yokmuş. O-.iki aydanberi Gerolan boylarında av peşinde koşuyormuş. , s (Arkası var) 2m