İlk adı: Velosipet idi. Velos, Lâtin» **, çabuk giden, mânasınadır; öle R iyi bilmiyorum amma, İtalyanca İyak münasına kullanılan kelime den alınmış olsa gerektir; meraklıla- MN asri bir isim olan (pedikür) emü- Ücaat buyursunlar. Maamafih İs işbu âletin zebanzedi: Ve- KSpit, filispit ve lâkabı ise: Şeytan tabası idi. Bilmem taşrada ne tes- Miye olunurdu? (Bu başlangıç Ah- Rasimin altmış beşindeki cüm- kirrine benzedi; yaş, yazımda da, “ahir, kendisini gösteriyor, sade ay- hada deği) Velosipet - İstanbula, beş yaşında YA vardım, ya yoktum, o zaman gir- dl... Şimdi, bizce, şaşılacak hiç bir Müârifeti ve fevkalâdeliği olmıyan bu basit iki tekerleğin seyrüseteri, he- hemen bir hadise teşkil etmişti, ? Orssını anlatmadan evvel Wiösipeti ilk gördüğüm güne ald Müşahedatımı nakledeyim: Erenkö- Yündeki köşkümüzde bir akşam üs- tü... Fakat bu Erenköyü, sonradan , $0se, kumpenya suyu ge- Üzlerek bir kasaba haline giren Erenköy değildi; yolsuz ve ışıksız, taktık ve bostanlık, izbe veücra bir İ Mahaldi, Bahçemiz ise kum serpil- Miş yolları, altışar kollu fanusları, “kadı havuzları ve çeşid çeşid ları, havuzları ile henüz bir park İline gelmemişti. Civarda taş ocak- | , bostan kuyuları, asker kaçak- li, çoban köpekleri, bilhassa Bak- Külköyü, Kayışdağı, Karaman çifli- İl civarında içip içip dönen sarhoş Muhacir delikanlılam vardı. Sular Yatardıktan sonra etrafa, hâlâ içim- “e tesiri kalmış olan, bir ıssızlık çö- O akşam, bir yaz akşamı, koca in- tire asılmış iri bir fenerin altında İltiks limbaları daha icad. olunma Yüştı; elektirik te memnu, binaena- çoklarında meçhul idi). Ailece İliş içinde bir şey bekleniyordu, ge- ken, kendisini merak ettiren bir *Y... Bu şey ne idi? Adını bile pek Sörüst söyliyemiyorduk, iki tekerlek İterinde yürüyen, yürüyen değil, Koşan, hattâ uçan bir araba! At ile, “ek ile de gitmiyor, ayaklarını oy- Yattım mu, yallah... Biraz daha gay- İL epirrrlia diye kuş misali nerede havalanıyorsun; ârkandan &sa- Dah taşı değil, ak, kurşun yetişmi- Yor. İşte bu harika, o akşam ilk de olarak İstanbula, hem de bizim *e geliyordu. » Ortanca birader Avrupaya ısmar- Kamış, güçbelâ gümrükten ithaline Müsaade alınmış; kavuşmak üzere « Buhar ve elektrik gibi harici bir wwete ihtiyaç göstermiyen bu frenk mın memlekete girmesinde sa- İRY mahzur görmemişti. Derken yolun üstbaşında bir öküz gıcırtısı, sesler, müjdeler İşi- till: Welösipet, sağ, salim gelmişti. Bürün Avrupadan, küçücük sandık. dar içinde pek Kolay, düzinelerle *evk edilen bisiklet nerede, O nere İEP Kocaman bir sandığı, dört kişi Min ilina ile tutarak güç hal ile ta rlardı. Aman bozulmasın, bir ye * sakatlanmasın, inelnmesin di- Ye - sanki dibinde, üç bururç masa- ndaki uyuyan sultan yatıyormuş gi- M - korka korka öyle endişelerle aç- tile ki bana, çocukluk bu ya, için- Ütki dlet, demirden değil, avize gibi billârdan yapılmış hissini verdi. Hoş “ize bile olsa ancak böyle sanhp Sarmalanırdı. Talaşlar, mukavvalar, Sirgılar, neler de neler! z Nihayet velösipet göründü. Her Köste bir heyecan... Ben ikide bir, bacakları arasından yol bulup Yaklaşıyorum, farkına. varıyorlar, do- nurum, kırarım, koparırım diye *men uzaklaştırıyorlar, Böyle narin, çürük, çocuk dlile sa- Şatlanmağa müstail bir arabann “caman ağabeyimi taşıyıp tâ uzak- İğ götürebileceğine şaşmakla be- *ber ümidimi kesemiyordum da... Wki, büyüyünce binmek bana da kismet olurdu. Zaten, daha evvel, İde ne hesablar yapılmıştı... Kayış- ağna on dakikada varılabilir miy- Ü? Kabil değil, Komşulardan eski kafalıların fikri bu idi. Yeni düşün- celiler, on dakikayı çok buluyorlar. dı; o kadar ki bir Xihzada, gözünü kapa, 2ç, suyun başındasın... diyor- lardı. Sonra, bir mesele daha: Acaba birader binmeğe, kullanmağa mu. vaffak olacak mıydı? Annem endişe- den sapsarı idi; beklenen bu şeytan arabâsının oğluna bir belâ olma- sından korkuyor, aylardanbderi, rü- yasında kardeşimi zümrüd anka gi- bi acayip bir kuşun sırtında gökler- de uçarken; yuvarlanırken, düşüp bin parça olurken görerek haykıra, ağlıya uyanıyordu. Babam: «Biner, diyordu, mademki Avrupada. biniyor- Jar!» Dayım süratin, tehlikenin aley- hinde idi: «Biner, biner amma, ne mucib?» diyerek vaziyeti hoş güzle görmüyor, büyük ağabeyim ise Pa- Tİsten yazdığı mektubda kardeşine: «Aferin birader, bir teceddüd yapı- yorsun!» gibi cümlelerie takdirier yağdırıyordu. (Bütün bu işlerin böy- le olduğunu o zaman bilmemekle beraber, sonra, ev halkının seciyele- rini anladığım-için. böyle olduğuna bükmetmekte şimdi kendimi pek haklı görüyorum.) Hulâsa, velösipet sandığından çık» tı, saatlerce seyir ve temaşa, tedkik ve tetebbü edildi; ben uyuyakalmı- şım. Sabahleyin, pencereden bahçe- ye baktım: Ağabeyim, bahçıvanla uşağın arasında, iki tekerleğin orta- sındaki el ayası kadar ufak bir yaylı meşin üzerine oturmuş, orsabaca, düşe kalka, yalpalaya sendeliye ta- lmlere başlamış. Hatırımda kaldığı: na göre çok sürmedi, bir iki yara, bereye mai olduktan sonra, hafta. 8ına velosipet yaz mesirelerinde ken- disini gösterdi. Gösterdi amma bir kıyamettir koptu: Zilini çıngırdata- | rak evız'» diye arabâların arasından kayıp geçti mi, ne kadar hayvan varsa hepsinde bir ürkme... Azılı ko- nak beygirleri şaha kalkıyorlar, ge- mi azıya alıyorlar, oku, dingili kırı- yorlar, seyisler düşüyor, kadınlar bayılıyor, çocuklar ağliyor; simitçi tablaları, helvacı kutuları, dondurma takımları devrilip seyran yerlerinde bir feryad, bir fiyan; bir ihtilâl ki maazallah! Ya köpekler? Akılları başlarından gitti; boğulurcasına hav- larlar, hem koşarlar, hem kaçarlar, hem de ulurlardı... Oğluna müsaade ettiğinden dolayı kerliferii ahbaplar babamı hep tayip ettiler: Ricali devletten birinin evlâ- dına, böyle iki tekerlek üzerine bi- nip, kamburu çıkmış, kanter içinde gezmek, elâlemi telâşa düşürmek ya» Taşır mıydı? Ahırımızda, hamden sümme hamden, binek, araba, her cins at vardı... Peder bu Jâfları dinlemedi ve üç aya kalmadı İstanbulun içi şeytan arâbâsile doldu. Artık atlar ürkmü- yor, köpekler havlamıyor, yaşlılar kızmıyordu. Ona da alışılmıştı. Türk gençliği (spor) hayatına işte bu ta- rihten itibaren ve bü makine ile gir- miştir. Ben, ömrübillâh bisiklete ayağımı basmadım. Zira kuru ardımı avuç içi kadar sert bir yaylı meşin parçasına iğreti dayayarak, çalabacak, iki büklüm, dünyayı görmeden, çıngır Yungır ve şansız, şerefsiz dolaşmaktan, etrafı» mı görmeklen ziyâde kendime bak- tırmakian zevk alamıyacağımı anla- mıştım. Hayalimde bisikleti maymuna pek yakıştırındım. Derdim ki: «Bunu maaymunlar diyarında bir maymun icad etmeliydile Nihayet, bir gün aklımdan geçeni cambazhanede gör- düm: Dört elbiseli maymun bisikle- te binmiş, karşımda; geçid resmi yaptı. Anladım ki maymun Hindistan cs- vizi ağacından sonra kendisine en çok yakışan yeri bulmuştur! Fakat, vakta ki, bu yaz İstanbul köylerinde, bisikletli körpe hanım- ların üçer, beşer gezintilerine şahid oldum, fikirm değişti; hoşlanmıştım. Bisiklet, modern kız için, eski gö- rücü iskemlesi işini görüyor. Yalnız yüzünü değil, asra uygun atletik kabiliyetini de orada tedkik ediyoruz. Artık gelinimizi bisiklet üstünde AKŞAM > Memleketin duyduğu bir 3 ihtiyaç: Her mesleğe refah verici bir teşkilât lâzımdır! Eskiden en şerefli meslekler de, en şerefsizler de esnaflık sayılırdı.- Cellâdların piri kimdi? - Pir âdeti iptidai dinlerden kalma bir usuldür. - Kanuni sultan «Hayır müesseseleri yapılsın!», say- ni meslektekilerin birbirlerine mun- venet edebilmeleri için teşkilât mey- dana gelsin!» diye memlekette ihti- yaç duyuluyor; ve bu mevzua dair ya- zılar yazılıyor. Bu münasebetle, tarihten bazı sah- neler canlandırmak istedim. si Evliya Çelebi, her çeşit esnafın ayrı bir piri olduğunu söyler. Bunların da isimlerini zikreder; Gemicilerin eski piri Hazreti Nuh İ İmiş ama, peygamber zamanında Sü- veyş deryasında gemicilik eden Ebül Muhsini Ummani gelip İslâm oldu- | Bundan, bahriyelilerin sonraki piri o sayılmış. Peynircilerin ve yoğurtçuların piri Kâyseriti Zeyd'miş. Kasaplarınki Hazreti Kassab imşi ki cömerd bir zatmış. Peygamber huzu- runda Hazreti Ali kendisinin belini bağlamış; yani meslekte ustalığını resmen tasdik etmiş, Fena mesleklerin bile piri var Cellâdların: pirleri Eyyubu Basridir. Şer'i şerifin icabı üzere, bu adam, peygamber huzurunda bir katilin ka- fasını Hazreti Alinin kılıcı ile kestiği için cellâdların piri olmuştur. Şeriat mucibince katle müstahak olanları gaslettirip siyaset meydanına götürür, türlü türlü teseliilerle iman- larım tecdid ettirir, şehadet kelime. Sini söylettirir, sonra koyunun Kıble- ye'çevirip bir kere sağ elile başını si“ var ve herifi mebhut ederdi. Besime. leyle kılıcı iki eline-ahır mücrimin kel- lesini teninden ayırırdı. Ruhuna fa- tiha okunduktan sonra, hazıruna dö- nerek: «Bu adamdan ibret alınız!» di- ye vazederdi, 180 yaşında öldüğü va- kit, Muaviye, bu meşhur cellâdı Şam- da defnederek üzerine kubbe yaptır- mıuştar, Yankesiciler, «pirimiz Amir Ayan dır!» derlerse de Evliya Çelebi «Haşa sümme haşa!» diye reddedi- yor. Yine bu müellif zamanında Zen- kahbegâh, yani fahişeler, 212 nefer. miş. «Hâşâ ki pirleri evvelâ...» diyor. Evliya Çelebi, 250 sahife uzunluğun- da bir yazı ile, İstanbulun o zamanki esnafını uzun uzadıya ve meslek mes» lek anlatır. Hepsinin de pirleri oldu- ğunu söyler, Son zamanlara kadar da, dükkân- larda: Her seherde besmeleyle açılır dükkânımız Hayretii (alancadır) pirimiz, üstadımız. Tarzında levhalara rastlanırdı. Bel. Ki de tek tük bunlardan hâlâ vardır. Böylece, devrimize kadar devam i edip gelen meslek piri nanesi, paien yani iptidai dinlerden kalmadır. Her şeyi bir mabuda bağlamağa alışımış olan o zamanki dimağlar, meslekleri de bir ilâha raptederlerdi. O mabu- İ dun muayyen gününde ziyafetler çe- kilir; merasim yapılırdı. Romada, bu böyleydi. Hıristiyanlık devrinde de, mabudların yerini aziz- ler aldı; ürfü âdet yeni dine hemen hemen ayniyle intikal eyledi denebi. lir, Katolikler arasında, - Fransiz tari- hinden misal gösteriyorum - pirler şöyleydi: Kasapların: Saint Leonard, Dülgerlerin: Saint Joseph, Altını, gümüş eşya satanların; Saint Eloi, Kışıduracıların: Saint Cröis, Musikişinasların: Saint Julien. İh... Bizde, fena sayılan mesleklerin de seçeceğiz. Hem bunun zamana uyan sembo- lik bir manzarası da var; Baldırları oturduğu meşin gibi katı, ayakları- nın alta bastığı pedallar kadar sert, kösele tenli bir peri - «şort» lu yir. minci asır meleği - saadete doğru nikelden iki kanad açmış, uçuyor! (Arkası var) <a hirer piri olması şöyle izah olunur: Kadim dinlerde fenalıkların da ilâhı mevcuttu. Onlara bağlılık, sonraki devirlere aynen intikal etmiştir. Me- selâ şimdiki devirde, büyük mikyas- ta devlet dolandırıcılığının piri, Sta Yiski olacağı gibil! . Böylelikle görülüyor ki, meslekler, dini hatta daha şâmil bir kelimeyle «mistik» esaslara bağlıydı. Mabudla- rın günlerinde ziyafet çekmek âdeti de dahil olmak üzere, bize kadim ana- neler o derece intikal etmişti ki, ba- kınız, nasıl misallere rastlıyoruz: Çarşı esnafı, her sene, sandık hesa- bına, Ramazanlarda Eyüp camiinde mevlüd okuttururlar, zerde ve pilâv pişirerek esnafa ve ahaliye yedirirler. di. Esnafın elinde mühim miktarda demirbaş eşya ve «herfenes (1) dedik- leri umumi tenezzühler için yemek vesair işlerde kullanmak üzere bakır takımı bulunurdu. Bu eşyanın padişahlar tarafından hediye edildiği de vakidi. Nitekim ku- yumcu: esnafının elindeki takım ka- nuni Sultan Süleymanın ihsaniydı. On bin sahandan, beş yüz kazandan, vesair bakır eşyadan mürekkepti. Bu takımlar, hatta padişah düğünlerin. de esnaftan ödünç alınırdı, pe Omanlılık devrindeki esnafın kök- leri, Selçukiler zamanına kadar uzar. Ahilih diye « fütüvvet - babayiğitlik» esasına dayanan bir teşekkül vardı ki, «dünyada ve ahrette halkı nefsine tercih eylemeği» şiar tutuyordu. O. nun dü kökünü daha eski Türk âdet ve itikatlarında aramak lâzımdır. Mü- kememli bir esnaf zihniyeti! Dostlar başına! : Ahiler teşkilâtı Anadoluya münha. sır değildi. Türk yurdunun birçok yer. lerine dal budak sarmıştı. Milâdi 1333 senelerinde Anadoluda, Kıpçakta, Kı- rımda, Kazanda dolaşan mığrıbi sey- yah İbni Batuta birçok yerlerde «yol- cuları konuklatan, herkese İyilik ya» pan Ahiler cemiyeti. nden bahseder. Fütüvvet tarikatı asırlarca esnaf teşkilâtına hâkim olduktan sonra ya» yaş yavaş nüfuzunu kaybetmeğe baş- lamıştır. Zaviyeler, - garbh bir keli. meyle - lonca halini almağa yüz tut- muşlardır. (2) Fakat Evliya Çelebinin zamanında Toncalar henüz yokmuş ki zahir bün- dan bahsetmez. İstanbulda dört kadı- hığa (3) bağlı 1100 lonca (4) kaydedii- miştir, Esnaf arasında birçok hıristiyanla- rn da bulunuşu, işin tarikat halinde | devam edememesine başhca sebep teş- kil ediyordu. Fakat 19 Cemaziyelvvel 1182 yarihinde, İstanbul kadılığının verdiği hükümden anlaşıldığına göre, müslüman ve hırisliyan esnaf bir ara- da geçinememiş, hıristiyanlar müslü- manlardan ayrı lonca teşkil etmek yo- Tunu tutmuşlardır. ses Türklerin eski esna? teşkilâtı zama- nına göre mükemmeldi: Nakipleri, Süleymanın kuyumculara bir hediyesi BEN 1 pirleri, şeyhleri, kâhyaları, ağaları, yi. Eitbaşıları, çavuşları, kâtipleri, san- dıkları, her şeyleri tamamdı. İntizam ve tesanüd zihniyetini muhafaza için bir takım usulleri, kaldeleri vardı. Her esnaflığın bir teavün sandığı mevcuttu. Sermayesi, çıraklıktan kal falığa ve kalfalıktan: ustalığa terfi edenlerin verdikleri teberruattan ve haftada yahut ayda her avadan ta- hammülüne göre toplanan hisseler. den birikirdi. Orta sandığında teraküm eden bu paralar, yüzde bir faizle, ihtiyacı ola» na, yahut işini büyütmek istiyene ik- raz edilirdi. Yüzde bir faiz de hayır işlerine sarfolunurdu. Esnaftan hal ve vakti yerinde olma- yanlara, bir felâkete uğrayanlara, has talara yardımda bulunurlar, ve es- naftan vefat edenlerin, fakirseler ce» nazesi kaldırılırdı. ... Halkımızı tasnif edecek olursak, çok kimse yine esnafa dahil olur. Devir değişmiştir; memleket terakki elmiş» tir. Birçok hayırlı işler yapılmış, fa» kat henüz meslek sahiplerini müdde- ten, manen bir tertip ve nizama koy- mak farsatı bulunmamıştır. Lâkin bunun da vakti geldi. Şimdi artık asri bir şekilde her mes lek mensubunu emniyet altına almak, her mesleğin ahlâkını sarsılmaz kai- delerle tesbit ederek mensuplarından. buna riayeti İstemek zamanı çatmış bulunuyor. Devlet buna zahir olurken, kendi şubesinde yararlık gösterenler, müs. takbel Türk mesleklerinin muhterem pirieri olacaklar, adları hürmetle anılacaktır. Yürk, Çelebi (1 «Herfenes harifane sözünden gelme- meslek sahibi. Kullamlış şekli bozulmuş, münam değişmiş, «herif, olmuştur. «Her İcnes sözü de, «hep birlikte masrafını gör- mek» minasına carifane» halini almıştır. (2) Lovca, İtalyanca, loggia kelimesin- den geliyor. Odu demektir. Ayni kökten Türkçeye, tizatrolardaki loca kelimesi de Sirmiştir. (3) İstanbulda, Eyüpte, Onlatada, Üs- Küdarda, (4 Hekimleri, kmektep muallimlerini, şairleri ve diğer pek şerefli meslek men- suplarını lonca haline koymak âdet oldu- Eu gibi yukarıda babsetliğimiz gibi fahi- geleri, köçekleri, cellâdları da, dolandıncı ve hırsızları da lJohcalara idhal etmek Adeti, Bu 1100 rakamı © sebebdendir. İş bulmak için e Uzun, uzun düşünmeğe hacet yok! ğ «Akşamsa bir KÜÇÜK İLÂN vermek kâfidir. 4