Henüz altı yaşlarında idim. Selâ- nikte benden büyük kardaşımla meş- hur Kerim Hafız mektebine devam ediyorduk. O zaman için Kerim Hafız en münevver genç hocalardan idi, Am- ma tedris usulü eski şekilde. Elif kü- süenni » be küsübenni iih... ve yerler. de oturuyorduk. Hocanın başı ucunda fulaka, ders odasının kapısı yanında geldi. gitti tahtası, Çocuklar hep birden muhte. MI nevinde elifbe veya elham supara- sini okuyorlar. Bir gürültüdür gidiyor. Mektebimizin başka mekteplerden far- kı, yalnız hoca efendi gençtir, dikkat- lidir, Rahlesine getirdiği talebisini biz» zat okudur, dinler mümkün mertebe intizama dikkat eder. Apteshaneye götürülecek toprak ibriklerle su içile- cek desti ve tasları ayırmıştır. Paptş- luklar muntazamca ve temizcedir. Vel hası! şehrin en iyi iptidai mektebi bu idi, Bir gün sabahleyin mektebe gitmek Üzere hazırlandığımız vakit babam bi. Zİ yeni açılmış başka bir mektebe gön. dereceğini söylemiş ve bizi hizmetci. mize katarak 6 yeni mektebe gönder- mişti, Bu yeni mektebin sokak kapısından girinee ufarak bir avlu. Sol tarafta dört beş merdivenle çıkılacak ve kü- çük bir sahanlıktan geçilerek önümü. ze tesadüf eden kapıdan dersahaneye girilecekti. Avluda yirmi otuz çocuk oyun oynuyorlar, ortalarında dolaşan bir genç bizi görünce dikkatini bize çevirdi ve hizmefçimizin elindeki, ba- bamızın yazdığı tezkereyi aldı, okudu. «Memnun oldum» diyerek bizi de oy- nıyan çocukların içerilerine kattı. Bu genç hocamız Şemseddin efendi idi. (İşittiğimize göre yirmi, yirmi bir yaş- larında imiş. İstanbulda Darülmualli- minde hocalık tahsil etmiş ve mem- Jeketine dönerek yeni usulde tedrisat yapmak üzere yeni bir mektep aç- muş.) Biraz oyun oynadık çocuklarla biri. birimizi tanımağa başladık. Bu sırada bir kumanda... Dersahaneye giriniz ço. cuklar... kumandası kulağımıza çarp- ta iki sıra olduk merdivenleri evvelâ kendisi çıktı, biz de çıkmağlı başladık. Dersahane kapısından girince kavşi- sında burcu burcu kokan yepyeni çem tahtasından yapılmış sıralar, iki tara- fa dizilmiş, ortada bir gezinti bırakıl. mış. Kapmın solunda Şemsi efendi duruyor ve onun arkasında iki nyak merdivenle çıkılır güzel bir kürsü ve duvara dayanmış bir siyah tahta ve Silgi, tebeşir. Hocamız bizi © güzel sıralara sevket- ti ve hepimiz dersahaneye girince olu- Tunuz dedi. Yüksekte oturuyoruz, önü. müzle yüksek ve dolablı rahleler. Ne güzel! Bngün mektebin ilk açılış gü- Dü idi. Hocamız bizi otuşduğu kürsü- den şöylece tedkik etti ve şimdiye ka. dar mektebe gidenlerle gitmeyenleri ayırdı. İki kısım yaptı ve hepimize al. İabeyi (A,e,i,ü,ba, be, bi, bu ih...) usulünde ezberlelmeğe ve kendisi bun. Jarı kara tahtaya yazmağa ve yazdır. mağ abaşladı. Saatte bir tatil yapar. Avluda bizi nezareti altında oyunla Meşgul eder jimnastik yaptırır ve ay- | ni zamanda ders odasının kapı ve pen. cerelerini açarak bozuk havayı değiş- tirirdi. Oyun esnasında biribirimizle kavga etmemize fena sözler söyleme- mize bilhassa dikkat ederdi. Bir iki ay sonra bir gün sokakta bir kalabalık ve bir gürültü peyda oldu. Fena sözler, küfürler söyleniyor, s0- fa kapısı kırılıyor ve içeriye hücum ediliyordu. Hocamız bu hali görünce, zaten kulağı girişte imiş... Hemen ye- rinden fırladı ve komşunun bahçesine açılan bir pencereden atlıyarak kaç- tı. Kalabalık serseri takımından kırk elli kadar adamdan teşekkül etmiş hâşarilerdi. Dersahaneye girdiler ve bizi küfürlerle dışarı attıktan sonra O canım sıraları, hocanın kürsüsünü ve kara tahtayı, pencere ve kapıları par- Şa parça kırarak dersahaneyi bir hara. beye çevirdiler, Ve biz de evlerimize kaçtık. Sebep!... Şemsi efendi cocuk- lara gâvur usulünde ders okutuyor, “ Meslek ve vazife aşıkı bir maarifçi Altmış beş sene evvel Selânik şehrinde doğan maarif güneşi: Hocam merhum Şemsi efendi! oyun oynatıyor ve jimnastik yaptırı- yormuş! Amma! Bugüne kadar talebenin miktarı her gün biraz daha azalmakta idi. Biz zabit ve memur çocukları v!- mak üzere yirmi kişi kadar kalmıştık. Birkaç gün geçti. Hizmetçimiz bizi Şemsi efendinin yeni açtığı mektebe | götürdü. Bu mektep hocanın kendi evinin altında büyük bir oda idi, Ho. | camız çalışıyor ve çalıştırıyordu. Me- | tanetine, gayretine daha doğrusu mmu- allimlik aşkına zerre kadar hale) getir. memişti. Bilâkis şevki artmıştı. Derken; bir gün buraya da ayni şe- kilde hücum vaki oldu. Tehdidler, kü- fürler arasında çocukları sokağa çı- kardılar. Şemsi efendi hocamız sak- lanmiş, tehlikeden kurtulmuştu. Ge- ne sıraları, kara: tahtayı o gâvur- luk âlâmeti alan kapkâra tahtayı par» | çaladılir! Eve birşey yâpamemışlar. Çok sene sonra hocamın Kendi ağ- zından dinlediğime göre Kendisini 80- kakta yakalamışlar, dövmüşler, tahkir ve bıcakla hayatını tehdid etmişler. Şemsi efendi ya Selâniği terketmeli, yahud mektebinden ve hocalıktan vaz geçmeli ve yahud da ölümünü göze al dırmalı imiş... Şemsi efendi bunlara da ehemmiyet vermemiş bir üçüncü tedbir düşün- müştü, akşamdan sonra evlerimize gel. meğe ve bize ders vermeğe başladı. Son kalanı yirmi kadar talebesini böy- lece her gece ziyaret eder beş on da- kika ders verir veya kontrol eder gider- di. Bir gün benim de dahil olduğum beş altı talebesini Şemsi efendi yam. na aldı ve Selânigin yegâne yüksek mektebi olan, Alaca imaret camisi ir. tisalindeki rüştiye mektebine götürdü. ! Rüştiye muallimi evvelinin odasma | girdik. Burada birkaç zat vardı, bun- lar vilâyet meclisi idare âzasından ve şehrin eşrafından bazı kimseler imiş. Rüştiye talebesinden de beş altı ço- cuk getirdiler. Bize gazete okuttular. | Rüştiyeliler bizim kadar okuyamadı- Jar. Bize biraz hesap, rakkam ve ya- zi yazdırdılar. Onlar bizim kadar ya- pamadılar. Duvarda büyük bir harita asılı idi. Rüştiyeliler bizim kadar bu haritayı da okuyamadılar. Velhası! biz onlara faik çıktık. Onlar son Sınıf. ların talebesinden seçilmişlerdi! Bu muamele bir mukayese maksa- dma binaen yapılmış imiş. Semsi efen. di himmet ve gayretinin yüksek asrın ve şecaatınin Semerelerini isbat etmek suretile halkın teveccüh ve İtimadına | liyakat kazanmıştı. Bundan sonra hü- kümetin de himayesile Şemsi efendi | mektebi yeniden t&sis olundu. Ve bu mübarek hocanın ilk feyiz verdiği $a- lebesi arasından, vatan hizmetlerin3 ald her sahada zaferler kâzanmış ni- ce büyük kahramanlar tebarüz et- miştir. (1) İ Ben hocahtın bu yorulmak ve ürk- mek bilmez himmet ve gayretlerini, bu yüksek izim ve celâdetlerini izah etmekle bügünün maarif ordumuza, | bütün öğretmenlerimize bir mefharet | ve gurur kaynağına malik oldukla. rını bildirmek istiyorum ve istiyorum ki, Şemsi efendi hocamın dahi lâyık | srmusanumuzmumanssanaamnnızasunanız ve müslahak olduğu bir ihtifal günü | yaradılsın ve ebedi karargâhına da | şeref ve baysiyetile mütenasip bir şe- Kil verilsin. Büyük harp esnasında Şemsi efen- dinin bilhassa vatandaşları için pek te şeref bahş olmıyan bir ihtiyaç içinde vefat etmiş olduğunu işittiğim zaman çok mahzun ve müteessir olmuştum. Bugün bu yazımla bir vazife Ifa ediyo. rum itikadındayım. Şemsi efendi mer- humun zekâ ve hafızasının küdretine ald bir misal ilâve edeceğim: Benim babam askerdi. Mekteb res. men açıldıktan az zaman sonra Tesal- ya cihetine nakletmiştik. Büyüdüm. Asker oldum. 304 senesinde Harbiye mektebinden zabit çıkmış ve 324 se. nesinde miralay ve Kosova jandarma kumandanı olarak meşrutiyetin tesidi vesilesile birçok halk arasında Üsküp. (1) Garib tesadüflerden olarak kırk se- ne sonra ben Selânikte fırka kumandanı iken tahsil çağına yetişen büyük oğlum 'Turgud ile ikinci oğlum Orhanın dahi fik bocaları Şemsi efendi olmuştu. “yabana Şark güzeli olmuş Beyoğlu İ bey, Şekür bey, bilhassa Üsküdarlı Ali | i cü, Arkadi, Zürefa ve emsali sokak- i az; maamafih binası yıkılmış ve yan- | laşmış, pembe, mavi kadın çorapları; Istanbul kazan, ben kepçe İşte Yüksekkaldırımın 40, belki de | 50 sene evvelki resmini görüyorsunuz. Ondan yıllarca evvel de ayni imiş. Al | lahını seven söylesin, şimdi kıl kadar farkı var mı? Burası evvel, âhır Beyoğlu yahası- nın Mahmudpaşa yokuşudur: Dara- cık daracık dükkânlar, yaymacılar, mezad malcılar, işportacılar, Mirda- vatçılar... Tünelin ikinci mevkiine yirmi pa- rayı feda edemiyenler, (Merhum pe- der arada bir bana kızardı da yerin dibine gir derdi. Geçtim eşref saate raslamıştır) diyenler, hele 310 zelze- lesinin zılgıtım yeyip Amerikan bez- leri ve yutak çarşaflarından yapılma çadır bozuntularında haftalarca gün, gece geçirenler Znhar tünele ayak atmazdı. (1) Aksarayın Onikilerinden ve İstan- bul kaldırımlarını susa durdurmuşlar- dan bilmem kim bir defa binmiş te az kalsın bayılıyormuş. Sadede gelelim: Yüksekkaldırım es- kiden daha fazla işlerdi. Aşağıdan yu- karıya soluk soluğa çıkan çıkana; yu- karıdan aşağıya da seke seke inen İnene.. 'Paçaların sıvandığı alt başta, sağ- da, tapusu bir vakiller Karadeniz Ereğlisi Maden Nazırı bahriye lvast Arif paşa veresesinin uhâesindeki şap- kacı dükkân: hâlâ duruyor, Yukuşu biraz çıkıp basamakların enlileştiği meydanımsı noktaya varır. ken gene sağda, dışı kirli suratlı, içi göz gözlü görmez dükkân, resimci, tre- sim edevatçı ve çerçeveciydi; meşhur Maks Frühtermânın. Öteden beriden derleyip topladığı İstanbul manzaralarının, tipik şahıs. ların, camadanla şalvar giyip sözüm yosmalarının fotoğraflarını Viyanada | kartpostal olarak bastırır, ecnebi sey- yahlara sata sata para kırardı. O zamanın en bellibaşhı Türk res- samları da müşterisi, Nuri paşa, Seyid Riza bey hocamız boyaları, fırçaları, muşambaları, hattâ kurşun kalemleri bile oradan alırlardı. Yüksekkaldırımın o meydanımsı yerinden gene sağa sapan yol, Çar- daklı kahvenin önünden ikiye ayrılır. | dı: Aşağısı mahud Kemeraltı, Kömür- lar; yukarısı bunların bir kademe yükseği... Orada ortalığın mezbeleliği daha mış bir iki arsa gene berikilerle ör. nek: 'Tınaslar gibi kavun karpuz kabuk- ları; pırasa, lahana yaprakları; torik, palamut kafaları; yamalana yama- Ina canı çıkmış, tabanları muşamba- pabuç, kundura, çizme eskileri... Yokuşa devam edelim: Basamaklar tekrar darlaştıktan sonra az ileride, şimdiki sinemanın sırasından (dalan dalan dalan!) kampana sesi yayılır durur; bozuk dilli, kısık bir gırtlak kendini paralar: — Asker, çocuk yirmi para; başı- bozuk 40 para!... Kömürcü dükkânı kılıklı, kapısına ten Selâniğe gelmiştim. Rıhtım bo- yunda kalabalık ahalinin ve mektep- ler talebelerinin yaşasın meşrutiyet nidaları gökleri çınlatıyordu. Bu arada Şemsi efendi de talebesini önüne kat- muş medhiyeler okutuyordu. Gördüm ve kendisini öğrenince sevinerek ya» nına koştum mübarek ellerini öptüm ve kendimi ilk talebelerinden bulun- mak şerefini haiz olarak takdim et- tim. Biraz düşündü ve Galib.. Galib de. | dikten sonra «Senin İzzet isminde bir de kardeşin vardı değil mi?» demesin mi? Aradan otuz beş sene kadar bir zaman geçmişti ve onun dersahane- sinden binlerce talebe çıkmıştı ve bunlar arasında kimbilir kaç İzcetler vardı. Bu hafızaya herkes hayret et- mez mi? Bu meslek vazife âşığı büyük adamı bugün dahi tebcil ve takdis etmekle ruhunu şad edeceğimi ümid ediyo- rum, Mütekaid Korgeneral G. Pasiner kırmızı astardan perde gerilmiş, ya- nındaki delik deşik Yivhaya da ayı ba» lığı, yılan, inek, kuru kafa gibi resim- ler yapılmış bu yerde Amerikanın de- niz canavarı, Hindistanın ejderhası, beş bacaklı buzağı, konuşan kesik baş... gibi numaralar temelli... Birkaç adım ötede çipil gözlü, kel- kül bıyıklı, pişmiş kelle Avusturya kır- masının dapdaracık barakası... Mos- trada renkli birkaç yağlı boya modeli, Meşhur tablolardan kopye tek tük kara kalem: resim, tuhafiye eşyasın- dan da bazı ufak tefek... Gel gelelim, herif erbabını şıppadak çakar, hemen gözünün birini kırpıp (Çok yeniler vağ!) diye içeri çeker, Havva anamız kıyafetli kartları eline dayardı. Akşam olmadan kepenkleri çatılı, Ağızlık, tarak, kozmetik, esans gibi te- farikler doldurduğu çekmecesini alıp kahve kahve, birahane birahane do- laşır, usulcacık yanaşıp enselere ek- şirdi, Baş kâr ve kisbi gene ceplerin- deki resimler... Köhne kitaplar satan büyücek ilk kitapçı, toz toprak, küf kokusu, örüm- cek ağları içinde, seksenini geçmiş halde hâlâ o dükkânda... Oralarda çorap, mendil satan yerden yapma Yahudiyi hatırlıyanlar varmı bik mem? Ne de şaklaban şeydi. Aklınca es priler de yapar, bar bar bağırırdı: — Ben kuçukken benim baba ba- na maymun demiş, 40 yun buyume- mişim; benim ana maymun demiş, gene 40 yun buyumemişim; amca, dayı, teyze epsisi yariş etmişler; boy- le kalmişim!,.. (2) Kuledibindeyiz. Pirinççinin adlı sanlı gazinosu oracıkta, yani Küçük Hendek sokağının başlangıcındaymış. Kaç kere bahsettiğimiz veçhile 60 yıl evvelki İstanbulun en yüksek kı- rat eğlence yerlerinden biri. Mabe- yineilerin, hünkâr yaverlerinin, mi- râsyedilerin ve namlı babayiğitlerin de mekânı... Dilber hanendelerinin yüzünden aşka gelen gelene; para saçan saçanaj soyulup soğana dönen dönene... Öyle bir boğuntu yeri ki nice akarlar, han- Jar, hamamlar yemiş; nice kimseleri fulüsu ahmere muhtaç etmiş. Pirinççi, Karamanlı bir Rummuş, İstanbula yarım pabuçla gelmiş. As- maaltında zahire simsarlığı, Balıkpa- 'Taal zaman, ruh zaman, Kuledibin- deki bir kahveci ile ortak oluyor, Hin oğlu hin, işi kavrayınecr ortağını atlatıp aksatayı da büyütüyor... Kemani Ağa, lavtacı Şair Serkisin oğlu, kanun! Oseb, Kör Civan gibi dev- rin en meşhur sazendeleri; Beşiktaşlı Sofi, Yahudi Sara ve Roza gibi güzel sesli, yakıp yıkar nağmeli hanendeler hep orada... Gazino ağzına kadar hıncahınç; ka» yış kayış liralar, şakır şukur Mecidi. yeler yağmada... Biraz evvel buraya devam edenler- den bahsederken, namlı babayiğit de- dikterimiz, öyle palarracı, kurusıkı ki- Yüksek kaldırım, Tekke, Kuledibi şiler değil, Karşıdan görününce, hele bir eli kaldırıp tersini gösterince, et- rafın kabadayı taslaklarına fare deli- gini bir paraya aratanlar... Meselâ: Kasımpaşalı Kaptan Meh- med bey (kaptanlık mesleği değil lâ- kabı, 1877 Rus harbinde Anadolu or- dusunda fevkalâde kahramanlıkları görülen: mirliva Kaptan Mehmed pa- şa). Vefalı Nuri efendi (ayni muhare- bede Milliye taburu © binbaşısı iken Karsta şehid olmuştu). Zorlu Zabit (Halepte sürgünken vefat eden erkâ- nıharp kaymakamı Manastırlı Rifat bey. Merhum ehli seyf olmakla bera- ber ehli kalemdi de, Güllü Agobun ti- yatrosunda piyesleri oynanmış, lisan ve edebiyata dair hayli eser yazmiş, bilgili bir zattı). Daha sonraları, civar haşaratını bu kabil sindirmişler arasında bir bahri- ye mülâziminden de bahsederler ki Meşrütiyet senelerinde Ertuğrul yatı süvarisi ve Sultan Reşadın yaveri İb- rahim paşa tahmetlidir. Yaşlı vaktin- de bile nede erkek ve tosun halliydi. Kulenin önünden Belediye dalresi- nin yokuşunu ortalıyan Küçük Hen- dek sokağı da eski halini aynen mu- hafaza ediyor. Kendisi ve etrafı, Kamantolaşmış- ların mahallesiydi. Balat, Hasköy, Or- taköy, Kuzguncuk gibi Musevi semt- lerinin en Kibarı ve lüksü olduğu hal- de son senelerde pabucu dama atıldı. Mevkiini kışın karşıki tramvay cad- desinin önünde ve arkasındaki yeni apartımanlara, yazın da Büyükadaya kaptırdı. 'Yüksekkaldırım yokuşunun daha yukarısı, şimdiki gibi gene şapkacılar diyarı idi. Çitlembik gibi çırak kızlar üstteki pencerelerde fıkır fıkır fıkırdas şır, cıvıl cıvıl cıvıldaşırdı. Sabık Mevlevi tekkesinin kapı kom- şusu börekçiye 90 yıllıktır diyorlar. Kırım muharebesi senelerinde mev cudmuş; Didonlar üşüşür, tıka basa simit, poğaça, lokma atıştırırlarmış. Saç denilen nesnenin devacı başısı, topuklara kadar saç temincisi, bu 58- beple de eski İstanbul bayanlarının derd dinleyicisi ve Marko paşası, cild hekimi Menahim Hodaraydı. Tevekkeli mi zavallıda saç sakal bi- ribirine karışıverdi; Melâmi dervişle- rine döndü. Eyyamı bahurda bile Kış- lık cibise, hırka, palto, boyun atkısı içinde börtüp dururdu. Muayenehanesinin altında, cadde üstündeki fare düşse başı yarılacak pastacı, talebeliğimizde, bilhassa Galte tasaraylıların uğrağıydı. Orası şimdi kadın şapkacısı. Geçen- lerde dükkünın önünde duraladım. İçerisine dikkatli dikkatli bakarak dak mış olacağım ki saçları kırlaşmış, yah- niyanak, şişko, fakat hâlâ akça pakça bir madam başını uzatıp sordu: — Şapka mı istiyorsunuz? Muhakkak ki civarın 30, 35 yıl evvel. ki çitlembiklerinden biri olacak. (Hey gidi günler hey!) dedim; ağzim açık yürüdüğümün farkındayım Karşı kaldırımdaki kitapçı Hristo- dulos'tan Galatasaray lisesinin üçün- cü kafile mezunu, yani (1289 - 1872) de diploma alanlardan Abdürrahman Şeref merhum da kitap alırmış, 30 se- ne sonra bizler de o kapıdan girmiş- lerdeniz. Bir 30 bu kadar yıl dala geçti, dükkân hâlâ eski haliyle baki... Yüksekkaldırım yokuşu malüm â, hele yağaş ve don havalarda tabanla bile zor inilir ve çıkılır. Beyoğlunun eski hovardalarından ve Babi Seraskeri kanun zabitlerin- den Mazhar bey (Ereğli liva kuman- danı Mazhar paşa dayım), mülâzim Çerkez İzzet bey (Plevnede Osman pa. - şanını yaveri; birkaç sene evvel Kadı- köyünde vefat eden, emekli süvari fe- riği İzzet paşa) o yokuşu beygirle dörtnala aşarlarmış Ki, bu, o günlerin binicilik rekoru. Sermed Muhtar Alus (1) İstanbulda ilk atlı tramvayın işle. yişi 1871, Tünelin açılışı da 1873 senele Findedir. (2) Kadinnelerimizin sübyanları seven» lere maymun dedirtmemesi, bu bastıba- cağın dediği gibi 40 gün büyümez ka- naatinde bulunuşları musevilerden #irayeğ «ime olacak.