13 Ekim 1938 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11

13 Ekim 1938 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

ACERA NUVEL özlerin lisanı Eski mektep arkadaşları samimi Su“ rette toplanmuşlar, beraberce bir ak- şam yemeği yiyorlardı. Ayni sınıfın rablelerinden ayrılalı ancak on sene Yar, yoktu. Bu zaman zarfında hepsi de hayatlarını kurmuş, kimi evlenmiş, kimi bıyık bırakmış, koca erkekler ol- muşlardı. İlk karşılaşınca, biribirlerine güç- lükle «sen> diye hitap edebildiler, Lâtif, Murada sordu: — Ne işle meşgulsün? — Hocayım... — Aman ne tuhaf... Eski çocuklar toplandık... Aramızda gene bir hoca var, | Murad güldü: — Zannettiğinden de daha tuhal... | Hocalığım nerede, biliyor musun?... Bizim eski mektepte!... — Olur şey değil... Üzerinde ne gâ- Tip tesir bırakır kimbilir... — Evet, ilk günlerde öyleydi; şimdi alıştım. Fakat hâlâ bazen kürsüden eski oturduğum yere bakarım da, içim bir hoş olur. Önceleri kendimi hiç ho- ca zannetmez, oyun Oynuyormuşum sanırdım. Her an, talebelik hatıraları, içimde canlanırdı. Muallimlere karşı telâkkimiz aklıma gelirdi. Önümde sıralanıp dersimi dinliyen kırk küçük başın bana dair neler düşündüklerini ' tasavvur ederdim. Çünkü birkaç sene | evvel kendim de onların mevkiinde de- ! gil miydim? Bu tesirle, nefsime emni- , yetimi kaybeder, «Acaba bana ne isim taktılar?» diye meraklanırdım. — Hah hah... Dazırduzur gibi... — Ya Kakavan! — Yumurtacı... İnekçi,.. Cennet Öküzü... — Acaba sana ne koymuşlar? — Vallahi bilmiyorum... Fakat ax uğraşmadılar... Talebenin karşısında kendimi acemi, müdafaasız, becerik- &iz hissediyordum... Yumurcaklar da bunun farkındaydı! — Sonra? Ne yaptılar? — Ne olacak? Alaya aldılar... Hepsi kahkahaları kopardı. Murad devam etti: — Gülüyorsunuz amma, hiç hoş bir- gey değil... Kırk çocuk, bir adama karşı... Dünyanın en feci vaziyeti... Uniput cücelerinin eline esir düşmüş gibi... — Aman Muradcığım, sen de vakti- le kendi yaptıklarını hatırlasan a... Hocalara azap edenlerin başında gelir- din!,.. Cennet Öküzünün sinıfına bir kutu dolusu fareyi koyuvermşitin ha- ni... — Öyle öyle... Neler yapmıştım... Amma, yeni nesil benden intikamını aldı... İskemleme iğnemi koymadı lar... Kalem ucunun yarısını kırıp dım dım çalarak beni zivanadan mi çıkar- madılar?... Eski marifetlerimi hatır- ladıkça kabahatlıları yakalasam bile lüzumu derecesinde cezalandıramıyor- dum. — Vah zavallı Murad! — Hülâsa, hayatımın en feci gün- lerini bizim mektepteki muallimliği- min ilk senesinde geçirdim, Fakat ay- ni yaranda da pek güzel, pek hisli bir anı yaşadım. — Anlatsan 8... Dalgınlaştı, Gözlerinin içinde o za- Yaanın elem ve öfkesi görülüyordu. Du- daklarının kenarındaki muztarip çiz- &İ burada toplanan on erkeğin Üze- rinde de tesir ettiğinden kahkahalar durdu. Herkes, sessizce, Muradın hi- kâyesini dinledi: .. «— İşte... «Bizim mektepte hocalığımın ilk 86- Desiydi, Birinci üç aylar, facia şeklin- de geçti, Çocuklar yıldıkları hocaların öcünü korkmadıklarından alırlar, Başlangıçtaki haleti ruhiyemi size anlatmıştım. Lüzumu derecede sert davranamadım, Derhal notumu ver- diler: Gevşek! <— Susun! - diye bağırıyordum. «Kimse dinlemiyor. : “İşte o zaman başıma gelecekleri anlıyarak fena halde korktum, Zira karşımda boy ölçüşecek kendim gibi bir erkek yoktu, ele avuca sığmaz bir sınıf haşarile uğraşmam lâzım geli- yordu. «İkinci derste kargaşalık son had- dine vardı. Koyun gibi melemeler mi, İ lağına varmış. Mes, öküz gibi büğürmeler mi, köpek gibi havlamalar mı istersiniz?... Bunlar susuyor, arkasından arı kovanı uğul- tusu... « «Artık herkesin dimağında yer et- mişti: Benim dersim alay «Önce: «— Pek Alâ, pek &Jâ, aptal çocuk- Jar... Babanız para veriyor, sisi bura- ya Ir; ders dinlemiyorsunuz. Keyfiniz bilir... Bu işte zararlı siz çıka- caksınız... - diye işi önlemek İstedim.» — Missisipi... — Peçora, Divina, Neva... — Kovalakidesi İ — Canım susun yahu, hikâyesini anlatsın! il —... İşte böyle... Patırtının öntne alayla geçmek istedim. Müstehzi bir sesle; : «— Çocuklar!... Ne zaman dinlemek hevesine düşerseniz haber verin.., - di- yerek cebimden bir gazete çıkarır, oku- mağa başlardım. «Fakat afacanlar, gazeteyi tutan elimin titrediğini pek güzel farkediyor- lardı. Şaşkınlığım, iki satır bile oku- yup anlamama mani idi, Ve sıra k&- pakları vuruluyor, ıslıklar çalınıyor; gürültü, patırtı, daha şiddetle devam ediyordu. «Gün geçtikçe i- çimde hüzün ve hid- det arttı. Bu anar- şinin önü nasıl alı- nacaktı? Yoksa va» ziyete hâkim olâ- mayıp nesilden nes, Je istihza mevzuu mu olacaktım? aMektebe İlk ta» yinimde müdür ba- na büyük bir tevec- cüh o göstermişti. Sonra bir gün yo- lumu keserek; «— Talebeyle faZ- la yüz göz olma- malı, zânf gösler- meğe gelmez!-dedi. «Ses biraz aksiy» di. Demek onun ku Missuri,.. el leğimin istikbali tehlikeli bir safha» ya giriyordu. «En fecli şu Kİ, hocalığı da çok s8- viyordum. Üstelik yeni evlenmiştim; mesud bir aile kur- muştum. Karıma karşı ne mahcubi- yeti.. Yao benim NAKLEDEN: yerinden kımıldamıyor. İçimde bir ÖLDÜRMEK HEVESİ kabardı. Kendi- mi kaybetmiştim. Titreyen pençemle Orhanın omuzunu kavradım. Oğlan, İ vam ediyordu. Fakat şimdi ne ben, ne de o Jocuk, hiç birşey işitmiyorduk; bi- ribirimize bakıyorduk. O, benim gözle- rimde öldürmek derecesine varan çıl- gınlığımı, ıztırabımı sezmişti. Ben de onunkinden dehşeti-ve mânasını son- radan anladığım başka bir ifadeyi oku- muştum. “.. «Orhan, soluk bir halde, sıranın Üs, tüne kapanmıştı. Artık gülmüyordu. Bense, başımı çevirerek sınıftan dışarı çıktım. Nereye gittiğimi, ne yapacağı- mı bilemiyordum. Koridorun duvarına, dayandım. Bacaklarım kesiliyordu. «İstifa mı etmeliydim?... Edersem belki de hücra bir yere tayin olacaktım. Halbuki henüz İstanbula yerleşmiştik. bu halimi bilse. Ha. Karıma baktıkça bütün Alle saadetimi o çocuğa medyun yalinde yükseltti- HA kocasının böyle çoluk çocuk mas- karası olduğunu öğrense, belki benden artık soğurdu bile... «Sene sonu yaklaşıyordu. Tatili dört gözle bekliyordum. Artık mektebin ka. pısından girerken, içimi müthiş bir hüzün kaplıyordu. « Gelecek sene talebeye hâkim ola. bilecek miyim? Serbes hayatta kurtla- rını dökerek daha sakin gelirler mi? - diye düşünüyordum. «Fakat ümidlerim boşa çıktı. İkinci senenin ilk dersi her seferkinden daha patırtılı şekilde başladı. Kapıyı göste- rerek, ele başılardan birine: «— Haydi, çık! - dedim. «Köşeden ince bir ses: «— Cırt kaba kâğıd! «Bir kahkaha tufanıdır koptu. Gözüme İlişen çocukların isimlerini «Ahmed! Reşid! Erdoğan! Çıkın!» diye saydıkça, her sıradan, garip garip sa- dalar fişkırıyordu: «— Yavaş geli «— Aşağıdan all «— Etme be yahu! «Kan başıma sıçradı. «Ele başı diye ilk önce koyduğum Ç0- cuk yerinde oturmuş; kollarını göğsü... ne çapraslamış; müstehzi müstehzi yü- züme bakıyordu. «— Orhan! Sana çık demedim mi? 4Sınılta gene bir arbedel... Çocuk olduğumu düşünüyordum. Karım ne kadar sevinmişti. Bu mek- tepte hoca olduğum için gurur duyu- yordu. «Koridorda ne müddet kaldığımı bil- miyorum. Sonra gene ağır ağır sınıfa döndüm. Dışardayken gürültüyü işiti- yor ve alayın hâlâ devam ettiğini sa- nıyordum; fakat içeri girince, bu patır- tının başka sebepten ileri geldiğini an- Jadım. Talebeler, biribirlerile kavga edi- yorlardı. Yumruk yumruğa dövüşü- yorlar; kalın kitapları, bir taraftan bir tarafa atıyorlardı. «Tek bir çocuk üç arkadaşına mey. dan okuyordu. Bunun demin Orhanın boynunu sıktığım sirad beni ikaz eden talebe olduğunu farkettim. «Girişim kavgayı durdurdu. Büyük bir sükütle herkes yerine oturdu. Kür- süme çıktım. İlk defa olarak sınıfımda böyle bir sessizlik hüküm sürüyordu. «Kitabı açtım. Ders vermeğe başla- dım. Hayret... Gene ortalıkta süküt... Başımı kaldırmağa cesaret etmiyor. dum. Acaba bu sessizlik de alay mıydı?. Tuzak mıydı?... Bunun arkasından ne çıkacaktı?... Ne hazırlıyorlardı? «Bir aralık, yavaşça gözlerimi kaldır. dım ve küçük bir yüzün bana dikkatle baktığını gördüm. «O, demin üç kişiye karşı dövüşen yavruydu. Muhabbetli bir ifadeyle gü. Yümsüyordu. İşte böylelikle bir müda- | ken, okumağı pek sever. Meşguliyetim #i bulmuştum. Hoca, talebesi tarafın. dan kayrılıyordu. «Bir şimşek süratile anladım: «Demin Orhanın gırtlağını sıktiğım sırada, yavrucak, benim gözlerimdeki ıstırabı hissetmiş ve bana acımıştı. «Ders bittikten sonra çıktığım za man, büsbütün emniyetim geldi. Uzak. tan aralarında konuştuklarını işittim. «Çocuk diyordu ki: «— Bu kadar palırlı da saçma... Pek ileri varıyorsunuz... Hiç de fena adam | değil... Kimseyi döndürmedi. «— Korkuyor da ondan! «— Haydi sen de... Babanın parası var... Ona güveniyorsun... Fakat hepi» miz öyle miyiz? « Ah evlâdum! Ah yavrucak!.. Beni müdafaa ediyor, kafa tutuyordu. Etra, fındaki itirazların da hayli tavsadığı- ni farkettim. Başını çevirdi. Beni gör- dü. Dinlemiş gibi olmamak için ilerle. dim. Fakat o, gözlerile ve tebessümile bana: «— Korkmayın... Herşey düzelecek... Ben buradayım! - diyordu.» — Bundan sonra işler düzeldi mi bari? — Hem de nasil... Birkaç kere daha ufak tefek patırtılar olduysa da ondan sonra sinıf süt liman haline geldi. Ta- bii aralarında bulunmadığım için ne sahneler cereyan ettiğini bilemem. Fa- kat bir gün müdafiim olan yavrucağın yanağı kanıyordu. Bu damla kanın benim uğrumda aktığını anladım. Onu bağrıma basmak istedim. Fakat yap- madım. Yapamadım, çünkü aramızda hissiyatın izharına mâni olan bir hicap perdesi hasıl olmuştu. #.. «Bütün anlaşmalarımız, bakışmalar- Ja devam etti. O benim gözlerimde ızti. rabımı okumuştu. Ben onunkilerden merhamet ve imdad bulmuştum. Ara- da sırada ancak bir nazarla ona teşek, kür ediyordum ve sanırım ki başka türlü hareket etmemi de o benim için küçüklük bulacaktı. «Bakışlarımla ona! «— Benim için dövüştün, için yaralandın! - diyordum. «Oysa, bana: «— Zarar yok!,.. Sizi rahat bırakma- larına kadar uğraşacağım! - cevabını veriyordu. « Hiç bir zaman başbaşa kalıp ken- disile konuşmadım ve hiç bir arkadaşı bu manevi rabıtadan şühelenmedi. «Kimdi? Kimin nesiydi? Sormadım bile... İsmi Bülentti. Kırk talebemden Yâalettayin biri... Zayıf, esmer, asabi bir çocuk... Ve hakikaten mucizeyi yarat- tı. Sınıfta artık bağrışmalar, karika- türler, iskemleme iğne koymalar, ta- mamen kesildi. Ben öğreten ve sözü dinlenen bir hoca olmuştum. Kurtul. muştum. benim “e « Ossıralarda imtihanlar başlamıştı. «Talebenin evrakını tashih için eve getirmiştim, Yemek yedikten sonra ka- nmla karşılıklı oturduk. Ben çalışır. esnasında onu yanımda hissetmek de | bana bir zevk ve hararet verir, «— Çok mu işin var, kocacığım? «— Oldukça... Fakat bu akşam hep- | sini tashih edecek değilim. «Ona tatlı tatlı baktım. Sonra önü- me yığılmış imtihan evrakından birini alarak tedkike başladım. On taneyi el. den geçirmiştim ki, Bülendinki gözü- me çarptı. Açıp bakmadan evvel, gay- rlihtiyari karıma ve mesud yuvama bir göz gezdirdim ve bütün bu rahatımı © küçük yavruya medyun olduğumu dü- şündüm, «İlk satırda irkilerek kaldım. Kırk talebemin içinde Bülendin en ilerdeki. lerden olmadığını biliyordum. Fakat | böyle berbad bir vaziyette olduğundan da haberim yoktu. Meğer dersten, hiç, amma hiç birşey anlamamış. Kötü bir ifade ile, mânası anlaşılmıyan cümlele- ri sıralamış. Belki iyi tarafı vardır ümi- dile sonuna kadar okudum, Fakat hey- hat... «Gene başımı kaldırdım. Gene me, sud karıma, yuvama baktım. Elimin altında Bülendin imtihan kâğıdı!.. «Hakkını veren bir hoca için sifir atmak lâzım... Daha mutedil, yumu. Ç şak bir muallim ancak fki verebilir. «O andaki vaziyetimin müşküllüğü. nü belki siz tahmin edemezsiniz. Fakat ben ki çocuk yetiştirmeği kendime va- zife edinmişimdir; bu noktada son de- Tece vicdanlı hareket etmek mecburi- yetini duyuyordum. Ne yapacağımı bilemylordum. Kendi kendime: «— Bu yavru beni kurtardı. Dolayi- $ile, saadeti, rahatı bana verdi. Kendi- sine minnettarım. O da bunu pekâlâ biliyor. Şimdi en kırık notu reva görür sem hakkımda ne düşünecek? Teşek- kürüm bü mudur? Bu küçük kalblerin taze hislerini sertleştirmek, soldurmak için ufak bir hareket kâfi gelir, Ayni zamanda da fena cevaplar vermiş oldü- gunu imtihandan sonra tahmin etmiş, tir. İyi numara verirsem iltiması, hak. sızlığı, şerik cürümlüğü kendisine öğ- reteceğim... «Başımı iki yumruğum arasına alâ- rak Uzun uzun düşündüm ve bütün ce saretimi topliyarak kırmızı kalemi eli. me aldım; hattâ iki değil, bir değil, si- fır attım. « Notlar okunurken kalbim şiddetle çarpıyordu. İsimleri birer birer saydım. Bülendin sırası gelince sesimin titredi. gini belli etmemek için öksürdüm ve: «— Sıfır! « dedim. «Sonra yavaş yavaş başımı kaldır- dım ve baktım. Fakat gözlerini göre- medim. Çünkü 6 kafasını önüne eğmiş. « O andan sonra geçirdiğim günler benim için çok acı oldu. Son derece vic- dan azabı çekiyordum. Acaba çocuk, benim bu hareketim hakkında he dü- şünüyor? «— Onu tenhada bülsem, konuş- sam... » diyordum. «Beni nankör bir insan telâkki etme- sini istemiyordum. «Birkaç zaman sonra sınıfta bir gün gene patırtı oldu. Sapsarı kesildim, Ge- ne mi o korkunç hal başlıyordu? Ağzı- mı açmak üzereydim ki, Bülend azim- kâr bir eda ile: «— Susun yahu... Gene mi başlıyor» sunuz? - diye bağırdı. «Sesler kesildi. «Çocuk bana baktı. Ve gene göz lisa. nile konuştuk. O bana: «— Fena not vermeğe hakkın Yar... Anladım sebebini! - diyordu. «Büyük tatilde ayrılırken, talebimin ellerini sıktığım zaman onunkini biraz daha fazla avucumun içinde tuttum. Bütün teşekkürümü ancak bu suretle ona bildirdim. Fakat ilerde Bülend coğ- rafya desinde en birinci gelen talebe arasın Nakleden: (VâA-Nü) NEVROZİN Bulunan eve baş ve diş ağrısı girmez. Onun gibi yapmayın, başınız ve dişiniz ağrımağa başladı mı hemen bir kaşe Nevrozin alınız birşeyiniz kalmaz. İcabınde günde 3 kaşe alınabilir. İsmine dikkat. Taklidlerinden sakınınız, MALL İNİ Sasa

Bu sayıdan diğer sayfalar: