18 Ağustos 1938 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

18 Ağustos 1938 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Geçen hafta Salâhaddin namındaki 200 tonluk moförün 10,000 teneke benzin ve petrolle Samsun limanında yandığını yazmıştık. Sağdaki resim Samsun İtfaiyesini İskeleden yangını söndürmeğe uğraşırken, soldaki de yanan motörü Tecilik çok taammüm ediyor. Mis Mona namında genç bir kız şimdiye kadar tayyare ile 100 saat uçmuştur. Avrupa plâjlarında yeni teşhir edilen üç plâj kostümü k. alevler arasında gömülmüş gösteriyor Mısır kız izcileri kraliçeyi selâmlıyorlar Geçen hafta Alman dağcısı, Avrupanın en yüksek tepesi olan ve benüz insan ayağı Bani olan Eiger dağının zirvesine çıkmağa teşebbüs etmişler ve buna muvaffak olmuşlardı. Yukarıki klişe dört gencin takib ettikleri yolu gösteriyor Filistinde suikasdler ve tecavüzler, İngiltere tarafından alınan şiddetli tedbir- lere rağmen devam ediyor. Yukarıki klişe İngiliz polislerini bedeyilerin üze- rinde silâh ararken gösteriyor Brükselde doktor Geliniz, bugün sizinle Belçikanın büyük terbiyecisi, dünyaca tanınmış Dr. (Decroly) nin evini ve hususi mü- essesesini ziyaret edelim. Bilirsiniz ki doktor bütün hayatında akıl ve zekâ itibarile geri kalmış veya malül doğ. muş çocuklarla uğraşmayı, onları sa- lâha kavuşturmayı kendisine iş edin- mişti. 1924de Brükselde kıymetli konferanslarını dinlediğim büyük tüs- tad on yıl sonra 1934 de hayata göz- lerini yummuştur. Fakat vücüde ge- tirdiği kıymetli eser yaşıyor ve daima yaşıyacaktır. N Doktorun evinin ve müessesesinin adresi: Ecole Dectoly 46, Dröve des gendarmes Uele - Bruxelles (Ucle) şehrin oldukça uzak bir semti, otomobille yarım saat kadar çekiyor. Bir orman Kenarında zarif bir şato! Kapıyı yedi sekiz yaşında bir çocuk açtı. Beni salona aldı ve koğarak ko. ridorda kayboldu. Beş dakika sonra ince uzuh boylu zarif bir matmazel yanıma geldi. Başile selâm verdi. Ben hemen söze başladım: — 1924 de Brüksele geldiğim zaman doktor (Decroly) nin konferansların- dan istifade ettim. Bu sefer gelince döktorun vefatını öğrendim. Mütees- sir öldüm. Yalnız onun kurduğu mü- esseseyi mümkünse yakindan görmek arzusundayım. dedim. Bu sarışın matmazel: sözlerimden oldu galiba ki yüzü kıpkır- müteess mızı oldi — Ben doktorun kızıyım. Gösterdi. | giniz alâkadan çok mütehassis oldum. Ben de babam gibi üniversitede tababet tahsilimi bitirdikten sonra onun açti- ğı yolda çalışmayı kendim için bir ideal bildim. Şimdi müessesenin Medico - psyehologigue) şefiyim. Burada yalnız hilk müne uğramış malül çocuklar vardır, Babam en çok bu talihi kara çocukla» ra yardım etmekten, onlara biraz sa- lâh vermekten zevk alırdı. Ben de bu zavallılara yardımdan hoşlanıyorum. Müessese babamı öleli beri annem idâre ediyor. Buyurunuz sınıfları dolaşalım da size her şey hakkında yerinde malü- mat vereyim, İşte bu gireceğimiz si- nıfta (Madame Degand) aptal çocuk- lara okuma öğretiyor. Kendisi Üniver- | sitemizin edebiyat şubesinden mezun- dur. Babamın muavini olarak üç sene çalışmıştı. Şimdi okuma: işlerini o idare ediyor. Sınıfa girdik, insana elem veren bir levha ile karştaaştım, On beş ka- dar çocuk dalgın, durgun gözle- rini bize diktiler. Ve sanki lisa ni hal ile: «Allahın sevgili kulu, bizim sefaletimizle eğlenmeğe mi geldiniz?» demek istiyorlardı. Matmazel anlatı. yordu: — Babamın keşlettiği (Lecturi Glo- bale) usulü sayesinde harfleri, hece- leri, hattâ kelimeleri o belleme. den bu çocuklar üç ay içinde okuyup yazmayı öğreniyorlar. Babam güneşe, açık havaya çok meraklı idi. (Pencere- den dışarısını göstererek) Bu yeşil ağaç- ıklı büyük bahçeler hep mektebindir. Bu çocukların vakitlerinin çoğu dı. şarda geçer. Derslerinin mevzuları ağaçlar, çiçekler, meyvalar, sebzeler. dir, Çocuklardan bir kaçına ellerinde- ki kitaptan lektür yaptırdılar, Yaşları yedi sekiz tahmin edilen bu yavrülar pek güzel okudular. Birinin dili fazla. ca peltek idi. Muallim: «Bu çoclik bir sene evvel buraya geldiğinde hiç bir sözü anlaşılmıyordu, şimdi gene pel. tek konuşuyor ama kelimeleri olduk- ça düzgün telâffuz ediyor» dedi, Dışarı çıktık. Matmazel devam etti: — Bu villânın bir tarafı mektep, bir kısmı da bizim evimizdir. Sordum: Bu aptal çocuklarla uğraşmak güç olmuyor mu? Bazan kizıp hiddet- Jenmiyor musunuz? dedim ve bu sua- imle, insanı çileden çıkaran çocukla. rın ârasira kulaklarını çekmiyor mu- sunuz demek istedim. Kız derhal maksadımı anladı ve telâşla: — Kızmak! Hiddetlenmek! Bu iki kelime talim ve terbiye ile uğraşan. j Jarın Vermiyen can itiraf etmek gerek nok Decroly okulu ? Yazan: Selim Sırrı Tarcan lügat kitabından silinmiştir. Hem ne diye kızacağız? Hilkatin bu zulmünden çocukları neden mesul tutmalı! Mesleğimizin bir vecizes vardır «sabır ve sebat'ı Sabır! İşte babamın en büyük meziyeti bu idi. O çok sabırlı idi. Ben de babama çek- tim, zannediyorum dedi ve güldü. Vazifemiz çok ulvidir, Belki bütün hayatlarında kör kalmağa olan zekâları,' dikkatleri, ha hârekete getiriyoruz. En süms dalgın, en mankafa çocukları becerik- li, canlı bir hâle getirmeğe, onlarda vazife ve mesuliyet hislerini uyandır. mağa gayret ediyoruz. Hulâsa onlar cemiyete birer bâr, birer tu maktan kurtarmağa çalışıyoruz. dedi. On beş kişilik bir smıfa girdik. Genç bir bayan çocuklara sebzeden bahsedi- yordu. Öğretmenin masasının üstün- de havuç, turup, maydano; domates, erik, şeftali, incir ve üzüm vardı. Muallim matmazel bize şunları söyledi — Geçen gün çocüklari beraber alp sebzeci ve meyvacı dükkânlarına gö- türdüm. Orada bu sebzelerin ve mey. vaların nasl satıldığını anlattım. Dün mektebin bahçesindeki meyva ağaçlarının ve s6bze tarlalarının yan'« na gittik. Orada da bunların nasıl ye» tiştiğini gösterdim. Bugün de tahtaya bu meyva ve sebzelerin boyalı resim. lerini yapıyor, sonra muhtelif ra yerleştirilmiş olan yel zerini bulduruyorum! dedi. Bu çocuklara da dikkat ettim rinde alınları iyice basık olanlar cudüne nisbetle göğüsler olanlar, ağızları daima açık, akanlar vardı. Hoca gayet t latıyor, hepsi de saf saf gülüyi Mektebin yemek ve j nunu, duş dâiresin! de gördük! ra tekrar salona geldik. Matmazel ge ne anlatmağa başladı. Babam daima söylerdi — «Çocuklar doğrudan doğruya eş- ya, mevcudat ve hâdiselerle sık sık te masa gelmelidir. İçi saman dolu kuş- lar, kurumuş cansız yapraklar, levha» Jar, resimler yelişmez. Çocuklara ta» biatin canlı ve hakiki yüzünü de gös- termeli. Bu olmadıkça onların hisleri harekete gelmez. Bu yol biraz zordur. Uğraşmak, yorulmak, eziyete katlan. mak, arayıp bulmak, kırlarda sokak- larda, “bahçelerde toplanan şeyleri mektebe getirmek, onla rasile Yer. liyerine istif etmek, çocu rı berâ. ber gütürüp dolaştırmak, onlara güs- terilmesi lâzım olan şe mek! “Evet bunlar hayli güç bir iştir ama yüreklerinde çocuk aşkı yaşıyan insanlar için bü fedakârlık en zevki en eğlenceli bir meşguliyet: Unut. muyalım ki hayata hazırlamak istedi. ğimiz çocuklar hayatla dolurdur. On. ları hayalle nasl yetiştirebiliriz? Can. li olmasını istediğimiz çocuklara can- sz örnekler göstermek garib olmaz mı? (Penecereden bahçeyi göstererek) İstu bu çöcukların hakiki dersanesi dedi. Babam böyle söylerdi. Bu zeki, bu dirayetli genç doktora, bu profesör (Detröly) nin hayrülha- lefine minnet ve şükranlarını söyledik ten sonra kapıdan çıkarken hafızama sanki bir çekiç mütemadiyen şu söz- leri mıhlıyordu. Çocuk aşkı! Ve bü aşk uğruna fe- dakârlık' Bu sözler bana şairin bir kı. tasını hatırlattı: ; Âşık oldur kim kılar canın feda cânanına Meyli canan etmesin her kim ki kıymaz canına Canını canana vermektir kemali âây ma Her öğretmende yüreğinde çocu sevgisi vazife aşkı yer tutarsa fedakür-« lık feragat derecesini bulur. İşte (Dew roly) mektebinden yeni aldığım dersi Selim Sırrı Tarcan Lüleburgazda ziraat makineciliği kursu Edirne (Akşam) — Lüleburgaz Dev- let Üretme çifliğinde selektör maki- nistleri kursu umumi müfettişlik zi- raat müşaviri B, Şevket Arının huzu- riyle açıldı. 15 gün sürecek olan bu kurstan çıkanlar yeni selektör maki- nelerinin başına geçeceklerdir, İİ ln i

Bu sayıdan diğer sayfalar: