18 Ağustos 1938 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11

18 Ağustos 1938 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

“Ailemiz lânetlenmişti | 1853 senesinin temmuz ayında Bav- Yera kraliyet hanedanı prenslerinden ul atına binerek gezmeğe çıkmıştı. Posenhoffen şatosunda oturan am- Câzadesi Dük Maks'ı ziyarete gidi- Yordu. Maiyetine yalnız bir seyis al. Muşta, Lui masallardaki şehzadeler gibi Büzel ve sevimliydi, Göllerde yıkan- dığı zaman, çıplak vücudünü gö- Penler onu eski devirlerin ilâhlarına benzetirlerdi, Çizgileri son derece Muntazam bir yüz, bukle bukle kum- Tal saçlar, kırmızı ve etli dudaklar... Menekşe rengini andıran gözlerinde bazan ruhunun hararetli endişesi se- zilirdi, Lâkin o sabah gayet sakin ve ne- $eli bir hali vardı, Bu güzel süvariyi tanıyan halk mubabetle selâmlıyor, gebe kadınlar, çocuklarının kendisi- he benzemesi için pencerelerinden Prense bakıyorlardı, ... Dük Maks, saray hayatından uzak Yaşamağı seven kendi halinde bir âile babasıydı. Üç kızı ve Iki oğlu vardı. Ömrü çocuklarile balık avına gitmek Ye Seyahate çıkmakla geçerdi. Prens Lwi bu ailenin samimi ve âsude ha- Yatını sevdiğinden sık sık onlara mi- safir gelirdi. Ekseriya şatoya girdiği Yakit şöyle bir manzarayla karşıla- Şırdi: Yemek çanı çalınıyor; Dük Maks, €n küçük çocuğunu omuzuna almış, üstü başı toz toprak içinde; çocuk- larsa çamura balmış; kiminin elinde oltalar, kiminde de balık sepeti; alle- hin en kıymetli kızı olan ve samimi muhitte Zizi diye çağrılan Elizabet'in €linde bir gitar... Bu manzara karşısında anneleri, ellerini havaya kaldırarak bağırır; hizmetçiler üşüşür, çocukları temiz- lemeğe götürürdü. Prens Lui, bunları düşünerek gü- Yümsüyordu. Bugün gene mutlaka böyle bir halle karşılaşacaktı. Atından indi. Koşuşan uşaklara dizginleri vererek mermer basamak- lardan ağır ağır çıkmağa başladı. İçerde, şatoların âdeti üzerinde, uşak- Jar büyük misafirin geldiğini yüksek #ezle ilân ediyorlardı: — Bavyera veliahdı teşrif buyur- dular, Ev sahibesi düşes Lüdovika salo- nun kapısında âdet mucibince üç Teverans yaparak kendisini karşıladı. — Ziyaretinizi haber verseydiniz Zevcim sizi aşağıdan selâmlamak Üzere beklerdi. Genç prens gülerek: — Böyle bir şey yapsaydım, am- j “azademi kendimden soğututdum. Çünkü o da teşrifattan benim kadar mefret eder. Düşes, izahat verdi: Maks, Zizi'yle ava gitti, — Ne tarafa? — Zannederim Ştranberg gölüne doğru... Bilirsiniz ya, o tarafı pek se- Yerler... Belki de Gül adasına geç- mişlerdir... Maamafih daima sahil de bir sandalımız vardır, birini yol layıp baktırayım. — Yok, yok, Kuzinciğim!.. Ken- dim gidip onlara bir baskın vere Yim. — Yemeğe tabii buradasınız, değil mi? Öyleyse lütfen kendilerine de çabuk dönmelerini söyleyin... Lui: — Peki! - diyerek parkın ağaçları &rasında kayboldu. Hava güzeldi. Prens asırdide, lâtif Şâmların kokusunu bol bol ciğerleri- Me çekerek çevik adımlarla göle doğ- Tü ilerliyordu. Hem yürüyor, hem sesleniyordu : — Maks! Maks! Cevab alamayınca, Karaorman köylülerinin #deti üzere garip! hul hularla haykırdı. Sayhasına kimse Cevab vermiyordu. Sahile yanaştı, Sandalın içinde Elizabet uyuklu- Yordu. Prensi görünce gözlerini aça- Tak ellerini çırptı, — O... Lui, sen misin?.. Rüyam- dâ& da seni görüyordum... Ne tuhaf!... Hakikat oldu!.. Gel şu : şairane ül ı6!... Bilirmisin ki bu Sandal be Mim en güzel hayallerimin diyarı- dir... Bu, pek eski bir tekne... Ve lâf TAR i Hİ NUVEL Avusturya imparatoru Fransuva Jozefin karısile Bavyeranın deli kralı Lui arasındaki aşk aramızda perilidir sanırım... Prens, bu oyunun sihirine zevkle kapıldı. Zaten kendine benziyen bu güzel yüzün, bu derin gözlerin rica- sını nasıl reddedebilirdi? — Geliyorum, cicim! - deyip san- dala atladı. Kınn yanma oturarak ellerini &vuçları içine aldı ve ilâve etti : — Hakkın var... Bu, sandal değil, kuğu!... Bak, ne zarif inhinalatla kıvrılıyor... Sihirli değneğinle peri masallarındaki gibi bir dokunşan he- men kanatları belirecek... Bu perili tekneyle gölün üstünde kayalım mi? Genç kız, sevinçle: — Evet, evet... Gül adasına kadar gidelim... - dedi, Lui, sandalın ipini çözüp küreklere geçti. — Orası Gül adası değil, hayal ada- sıdır... Ve âhenkli, hayalperest bir sesle: — Görüyor musun, küçük Zizi? Deniz kızlarının uzun yeşli saçları- nı... Şimdi ses çıkartmıyorlar; çün- kü güneş var... Fakat geceleyin şar- kılarını işitenler çıldırırlarmış... Sen belki şaka sanırsın ve herkes gibi bu yeşillikleri yosun zannedersin... Elizabet: — Yok, yokl... - dedi, - Görüye- Tum... Bak buna,.. Gümüş gibi man- tosile ne güzel... Ya öteki... Beyaz köpük saçlarile ve zümrüd gözleri- le... Heleşu, hele şu... Ve daha öteki... Adaya yaklaşıyorlardı. — Vaktile Parsifal (1) Buraya çık- mış... Bu adaya yaklaşmaması için cinler onu bir sis mantosile sarmış- lar... Fakat kahramanın sesindeki güzellik rutubet bulutunu dağıt- MIŞ... Ve lâtif bir âhenkle kendi de şar- kıya başladı. Adaya yaklaştılar. Prens kuzinine elini uzatarak karaya bas- masına yardım etti, Ada, hakikaten ismile müsemmadı. Binlerce ve binleree yabani gül tem- muz güneşinin altında açmış; etrafa mis gibi kokularını saçıyor... Arala- rında Dük Maks'ın Lübnandan g& tirdiği nadide cinsler de vardı. Zizi, başına çiçekten bir taç ördü. Basit elbisesi içinde ve bu dekor or“ tasında o kadar şahane güzeldi Ki, prens, önünde iğilerek : : — Seni selâmlıyorum, ey kraliçe Mab (2) ! - dedi. Kız, dalgın dalgın * — Ezeldenberi sizi bekliyordum! - diye masallardaki gibi cevab verdi. O, bu sözleri söylerken, oyun mu oynadığının, hakiki hislerini mi ifa- de ettiğinin farkında değildi. Prens kuzinini göğsüne doğru Ç©- kerek: — Elizabet!... Elizabet!... Eliza! - diye kekeledi. Genç kız, güzel yüzünü muhata- bına kaldırdığı zaman, prensin göz“ leri o kadar şiddetli bir alevle yanı- yordu ki, bakamıyarak, başımı önüne , iğdi, Delikanlı, kızın kapalı gözleri üzerine bir öpücük kondurdu. Birden bütün dünya Zizi'nin etra- fında döndü. Asırlar kayboldu. Aca- ba hangi sihirli cezbeye kapılmıştı? Delikanlı, şefkatle tekrarladı: — Elya! Eiza!,., Benim hayat ar- Konuşmadan tekrar sandala bin- diler, Lui ses çıkarmaksızn kürek çekiyordu. Zizi, beyaz elini suların içine sarkıtmıştı. Şatönun parkına döndükleri za- man genç kız, başındaki tacın hâlâ durduğunış farkederek çıkarttı. Ve güllerin en güzelini seçti, veliah- da uzatlı, Lai, bu rayihalı hediyeyi aldı ve: — Zizi! - dedi, - İlerde saraylar yaplırıp bir hayal yatağı içine bu çi- çeği yatıracağım ve akşam üstü de- niz kizları, etrafında şarkı söyliye- Cekler... (1) Meşhur Vaşmerin ham aldığı Cer- kahramanı, Nakleden : (Vâ -Nü) Genç kız, kuzeninin koluna gire- rek: — Lui! İlerde senin karın olaca. ğım ve bütün günlerimiz, bugün gi- bi parlak ve ışıklı geçecek! Ağaçların gölgesinden çıkmışlardı. Şatonun yolunu takib ediyorlardı. Birdenbire prens hayalâtından kop- muş gibi irgildi ve korkunç bir kah- kaha kopararak: — Ne dedin? - dedi. Kız, ürküp onu itti: — Pena bir şey mi yaptım, Lui? Beni istemiyor musun? Erkek, gözlerini muhatabına dikti ve böyle gergin sinirlerle bakıştıkla- rmi görenler onları mutlak kardeş sanırlardı. Zira o kadar biribirlerine benziyorlardı. Bir müddet sonra, prens, yorgun bir sesle: — Bu izdivacı temenni etme, Zizi!... | Bizim soyumuz, Vittelbah'ların soyu, lânetlidir ... .. Prenseslerin izdiyacını tayin eden, hükümet menaflldir. İmparator Fransuva Jozefe Zizi'nin hemşiresi Helen'i teklif - etmişlerdi. Fakat hükümdar. onun küçüğünü görünce çılgınca âşık olmuş... Tabil koskoca imparatorluğun hâkimi red- | dedilmez. 1854 senesinin 24 nisanında büyük ihtişamla izdivaç merasimi yapıldı. Şimdi artık Zizinin unvanları şun- lardı: Avusturya imparatoriçesi; Ma- caristanm mukaddes kraliçesi; Dal maçya, Hırvatistan, Slovenya ve Bo- | hemya kraliçesi; Kudüs kraliçesi; Loren düşesi; İsviçrenin Habsburg ve Kiburg kontesliği varisi; Hohen- mebs kontesi ve Sırbistan prensesi... Fakat coşkun ruhunu, bütün bun- lar yerine, biraz aşk, pek daha mesuğ ederdi . Defterine, hazin hazin şiirler ya- siyordu. Uzun müddet, Bavyera velih- dının gelip kendisini kurtaracağını sandı, Fakat günler geçti ve güzel prens görünmedi. Üstelik gayet sa- mimi bir tebrikname de göndermişti. Hattâ Gül adüsının parolalı ağaç kovuğunda da Lul'nin mektuplarını bulamaz oldu. ... Kocasını sevmiyordu. Ve sevildiği- ne de İnanamıyordu. Nasıl inanabi- lirdi ki, yeni evli oldukları halde, im- parator erkenden kalkıyar; işinin ba- şma gidiyor ve kendisile meşgul ol- Bilhassa kayınyaldesinin sinsi sin- si iğnelemeleri günden güne artıyordu. Mevkiine ve şerefine kalbini feda ede- ceğini bilirdi. Artık vazifesi: İmpara- torluğa Dir namzed yetiştirmek... Kayınvaldesi ona: — İmparator senden vellahd bek- | ler nasıhat değil! - dememiş miydi? Günleri hazin geçiyordu. Ekseriya gözleri yaşlarla doluyordu. Saltanat, debdebe biran için onu oyalandırsa bile gene hüznünü gidertemiyordu. İlk çocuğu kız oldu. Bu da onu fena halde üzdü. Zaten yavrusunu da yanında bırakmadılar, Kaymval- desinin tertibi üzerine, çocuk, dadı- larla, mürebbiyelerle, sarayın öbür köşesinde yetişiyordu. Hükümdar ka- dın,.koca saltanat ortasında kendini yapayalnız ve yabancı hissediyordu. Çocuğunun buselerinden de mah- rüm olunca, artık günden güne üzü- lüp içlenmeğe başladı. Ebeveynini ziyaret için imparatordan izin istedi. Pozenhofen'e giderken Münihte kaldı ve Avusturya sefarethanesinde Bavyera hanedanına büyük bir ziya- fet verdi. Buraya Lul de geldi: Her zamandan daha güzel! Elizabet de onu göreceğini bildiği için tuvaletine mutaddan fazla itina göstermişti, Tabiatile Luf, bu güzelliğe lâkayıd kalmadı, Hattâ Pozenhollen'e gitmek için arabayla değil de başbaşa atla gitmeği teklif etti, — Böyle bir fanteziye ne derler?... Artık ben genç kız değilim... — Ne olur?... Kuzeninizim! — Öyle... Fakat... En tehlikeli bir kuzeni Sesinde hafif bir istihza vardı, Ve- Mahd, hiç olmazsa ertesi gün kendi- sini görmek için müsaade rica etti. Aynılırlarken, maziyi hatırlatınak üzere: — Güller açtı, kuzinim!... - dedi, İmparatoriçe, muzipce cevab verdi: — Bakalım bize mahsus mu?! Yalnız kalınca, hâlâ elleri üzerin- de Lui'nin busesini hissediyordu. İçi- ni çekerek inledi... ... Ertesi gün veliahd erkenden şato- ya geldi. Birlikte bahçeye çıktılar. Elizabet kuzeninin koluna girdi. Gö- lün kenarındaki sandala varınca İwi, Gül adasını göstererek: — İster misin, Zizi? Oraya gide- lim? - diye hükümdar kadına sarıldı: İmparatoriçe kendini kurtarmak istiyordu. Fakat delikanlının dudak- ları genç kadının kollarına kona ko- Dudaklarını öpmek İstediği zaman, Elizabet kuzenini hizla itti ve hele- canla: — Ne oluyorsun, Lui? Çıldırdın mı?... — Evet... Çıldırdım... Aşkının de- lMisiyim... Sen de bilirsin amma gene söruyorsun!.. Senin gibi bir kadın unutulur mu hiç?... Bizim kaderle- rimiz birleşmeğe mecburdur... Flizabet, yavaşça inledi ; KV iyy — Bunu daha evvel söylemeliydin! — Bilmiyordum... Senine kadar sevdiğimi, sensiz o yaşıyamıyacağımı bilmiyordum... Senden uzak ne fena günler geçirdim. Kendimi sefahate attım... Hiç bir şey beni oyalıyamadı. Yanan dudaklarımı serinletecek men- ba ancak sensin... Sen de beni sevi- yorsun! Bu âşka karşı kaldeler, ka- nunlar kaç para eder? Kaçalım... Tirenyen denizi sahillerine gideriz... Sen orada benim için tekrar hayat bulan Afrodit olursun... Bu hayalle, ikisinin de mavi göz- lerinde aynı alev parladı. Fakat Eli- zabet kendini toplıyarak, boğuk bo- ğuk izahat verdi; — Kızım var... Ben anneyim... Sesinin tatlılığına rağmen, kararı- nın kati olduğu belliydi Lui, başını elleri içine ledi: — Sensiz kalırsam mahvolurum... Evet, mahvolurum,... Birlikte belki Vittelbah'ların üzerine çöken lânet- ten kurtulurduk, Fakat ayn ayn sen de, ben de helâk olacağız. Elizabet sendeliyordu. Erkek de- vam etti: — .. Biz başkaları gibi değiliz... Seni benim kadar ve beni senin kâ- dar anlıyacak kimse yoktur... Seni kaybedeceğim (güzelliğin mahvola- cak... Ebediyen Habsburg kalacak- sın... Şişmanlıyacaksın; güzel vücü- dün bozulacak... Gerdanının buru- şuklarmı pırlantalı gerdanlıkla ka- patacaksın... Resminin sahte tebes- sümü yüzünün mânalı ifadesini bo- zacak... İnce omuzlarına çok ağır gelen bu impâratorluk mantosu seni çöktürecek... Kadın ağlıyordu. Göz yaşları ara- sında; — Lui! - dedi; - Âşk hüviyetim, annelik şahsiyetime kendini kurban etmelidir. Fakat sana yemin ederim ki bu sevdiğin güzelliği muhafaza edeceğim... Ne zaman Zizi'yi görsen değişmemiş bulacaksın... Senin hem- şiren olacağım. Ebedi, sadık bir hemşiren... Ve tebessümümde, yüzü- mün ifadesinde dalma yaşamak kuv- veli ve cesareti alacaksın! Elini uzattı; — Gel kardeşim... Artık eve dön&- alarak in- ... Şatoya döndükleri zaman genç kadın usullacık âşıkınn kulağına fısıldadı: — Dünyada en bedbaht benim... Ve işitilmiyecek derecede yavaş bir sesle ilâve etti: — En bedbaht benim... Sevgilim... ... 1864 senesinin 10 mayısında Lui Bavyera tahtına çıktı. Delice para- lar sarfettiği, tiyatrolara, artistlere servetler saçlığı duyuluyordu. Son zâ- manlarda Rihard Vagner isminde bir çalgıcıya kapıldığı söyleniyordu , Yapmadığı delilik kalmıyordu. Fik- ri sabit halinde Hamletin hayali zihnini kurcalıyordu. Primadonalara kıymet biçilmez hediyeler veriyor, saraylar yaptırtı- yordu. Elizabet uzaktan bu çilgm- lıkların önüne geçmeğe çalışıyordu. Bir akşam Lui öna: — Bütün bu fenalıklara sebeb sen- sin. Yalnız sen beni kurtarabilirsin, dedi, Hayal!... Hiç bir şey onu kurtara- mazdı. Hattâ, bir skandal yapıp da Elizabet tahtını tacını terketse bile kuzeninde yavaş yavaş büyüyen, Vi- telbah'lara has deliliğin önüne ge- çemezdi. 11 temmuz 1886 senesinde, Eliza- bet, Lul'nin Ştranburg gölü kena- rındaki Berg şatosunda, muhafaza altma alındığını duydu. Bavyera kra- lı çıldırmıştı! Avusturya İmparatoriçesi ebevey- ninin şatosuna tekrar geldiği zaman parkta hazin hazin dolaştı, Her şey ona Lul'yi hatırlatıyordu. Sahilde kuğuya benziyeh kühne tekneye bak- ği bire etraftan bütün gül- yarak sandalın içini döldür- a ipini çözdü ve ayağile ite- (Devami 13 üncü sahifede) m

Bu sayıdan diğer sayfalar: