Bu zatı tanımıyan varsa bile eser- lerini bilmiyen yoktur: Koskoca Mahmudpaşa çarşısı, ca- Mi ve hamamı şehrimize hep onun ya- digârlarıdır. zinei hü takbei Fatihin bizmeline tahsis edilmiş- ir, Sarayda tahsil ederek ekser ilimlere âşina idi. İkinci Mehmedin cülösunda ocak ağalıklarında kullanılmış, nihayet Rume- İstanbulun Ya muharebe edip galip gelmiş, donan mayla Akdenize çıkarak Midili önünde düşman donanmasını tahrip etmiştir. Ni- hayet Karaman oğlu Pir Ahmed berin İdamı hususunda Rum Mehmed paşa ta- rafmdan itham olunarak hakknda tez- virat yapıldığından Karahisarda azledil- miş Geliboluya tayin edilmiştir. Erlesi se- me, yani hicri 873 de Ağrıboz adasını fet- he memur olmuştur, bu işte muvaffakıyet kazanmıştır. Uzun Hasana karşı olan se- ferde de iyi hizmeti görüldüğü için ikinci defa sadrazam olmuştur. Fakat kaçan düş manı takipte geri kaldığından yeniden dedikodular uyandırmıştır. İkinci sadare- tinin ilk senesi dolunca 878 de azl ve nefi Şemseddin Sami, diğer barı idam- ları olduğu gibi, bunu da, Tügulinda mesküt geçmiştir. İhtimal ki eserini tiyordu. Mahmud paşanın İyiliklerin- den ve hayratından bahsettikten son- Ta, diyor ki: “İki şehzadeden ve Çenderli hanadanı- him dört vezirinden sonra, en evvel bu zat #adrazam olmuştur. oKapudanı am cedvglinde de üçüncü sırayı almaktadır.» Selefi Kl mi Çenderlinin İdamından geçen yazımızda bahset- Miştik, Fatih, o ilk büyük vezirini öl- dürttükten ve iki muavinini sürdük- İen sonra bir sene müddetle devleti #adramsız idare etmiştir. (Bu hal, bilâhara Osmanlı tarihinde teker- Tür etmemiştir.) Nihayet Garb müel- liflerinee «damarlarında bir damla bile Türk kanı yoktur diye tavsif €dilen ve babesının rum, anasının ppi olduğu söylenen bu e ik» getirmişti, İmparatorluğunun İçine diğer unsurlar da girdiği için Ohların kanından bir büyük devlet âdamı meydana çıkarmak mı İsti- Yordu? Belki... İşte, macerasını bu Mahmud paşadır, Fakat onun şah- 8iyeti hakkında başka malümat da Verelim; Kendisi türkçe ve farisi nazım ve Mesir yazan bir müellifti ki, bazı âsarı bâlâ mevcuddur. Hammer şöyle anlatıyor: (i> © «Mahmud. paşa şiir de söyler v9 | — müstearımt kullanırdı. Ule- | “Eski ve yeni Istanbul >: Hamamı basarak yarı çıplak bir kadın kaçırdılar Bu vaka, şehzade Mustafanın boğazlanmasına ve Mahmudpaşa çarşısı banisi olan büyük vezirin Yedikulede boğulmasına yol açtı ma hakkında pek cömerd davranır- dı. Bir , İstanbulda Dina ettirdiği medrese bitince ölimlere ikişer sarık, olurdu.» Görülüyor ki, ırkan Rum, Arna- vud yahud Hırvat dahi olsa, Mahmud paşa, harsen Türktü, Camiamız onu hazmetmişti. Mahmud burnunun doğru- suna, iki cesaret sahibi bir yattı, Lamartine diyor ki (2): z «İkinci Mehmed O mütemadiyen zaptetmek, vezir Mahmud ise, kaza- rulanları tahkim eylemek istiyordu. Vezire halkın gösterdiği teveccüh, hükümdarın hoşuna gitmemeğe baş- lamıştı, Vezir, padişahı Silik bırakı- yordu. İşte bu, ilk cürmüydü. İkin- cisi ise, huzurda sarfettiği fazla açık- ... — Kırım, eskiden pek parlak de- virler yaşamışken niçin bugün gör- düğümüz inhitata düştü? Maiyetten biri cevap verdi: — Vezirlerinin kabahati... Mahmud paşa atıldı: — Hayır! Sultanlarının kabahati... Çünkü en iyi vezirleri seçmesini bi- lememişlerdir. İmparator- Juğunun işlerini Mahmud, kendi ba- sına mi idareye kalkacaktı?... Nite- kim, şöyle bir hâdise de olmuştu: Fatih zamanına kadar divanlarda, lar da hazır bulunurlardı. ikinci Mehmed de bu- Tundu. Bir gün Asyalı bir Türkmen, hakkını dinletmek üzere İstanbula gelmiş, tozlu elbiselerle divana gir- miş, yezirlere hitaben: — Aranızda padişah kim? - diye kaha bir ifadeyle sormuştu: Vezir Mahmud paşa, bu vaka üze u ; Lamartin& x... Bir kaç gün kule zindanlarına atıldı ve encamı- Ilâdlara Ordu halk ağladı. miş ölüm, paşani im bir şahsiyet olarak ... bu ilk meşhur kurba- sebeb olarak başka bir r ki, onu da burs- Bu Yi ninm idamına hâdise da dercetmeden geçemiyeceğim. Fatih, bir müddet evvel, oğlu şeh- zade Müstafayı idam ettirmişti Her re olacaktı. Zira kaybettiği © him bir kahramandı: İrani elinde bur lunduran ve kendisi Türkmen Uzun Hasana karşı muha Fakat harp meydanlarında istediği eserlerini namına ilhaj| gibi buyurmağa, canının dilediğini yapmağa alışmış ve kendini askere sevdirmiş olan bu şehzade, İstanbula- geldiğindenberi kabına sığamaz ol muştu. Şimdi, babasının da payitaht- ta olmamasından bilistilade neler yapmıyordu!... Bir gün Mustafa, babasının vezir- lerinden olup padişahla beraber Ana- doluda muharebe eden Ahmed paşa- nin konağı önünden geçerken bir genç kadın gördü. Meğer bu dilber, Ahmed paşanın nikâhlısı imiş. Kadın şehzadeye iyice bakmak için mi, yok- sa onun tarafından görülmek hırsı- le mi, sebebi bilinemez, yüzünü açtı; güzelliği de, padişahın oğlunu teshir edivermişti, Kadınla erkeğin âyrı yaşadığı ce miyetlerde kolaylıkla (o alevleniveren aşk, Mustafanın âsabını ve neticede kalbini bürüdü. Ahmed paşanın z€y- ceşinin bakışlarında gördüğü takdir ve hürmet ifadesi, hislerinin kuvvet- lenmesine sebeb oldu. Gözler, konuştular... Kadınlar ve ifsad edilmiş haremler ağaları, âşıkların: altınlarma ram oldu. İki taraf anlaştı! Baştan çıkan zevcenin hamama gideceği bir gün kararlaştırıldı. Ve 0 gün şehzadenin adamları kadınlar hamamını bastı. Vezirin menkühası, kölelerin kollarında, yarı çıplak ola» rak Mustafaya getirildi. İşte bu hâdise şehri altüst ediyor- du. Tablatile dedikodu padişahın ku- lağına da erişti. Fakat Sultan böyle bir cürmünden dolayı oğlunu ceza- landırmak mı istemedi, affetmenin yolunu mu &radı da bulamadı; her ne sebeble İse, uzun müddet sesini çıkarmadı. Halk arasında rezalet ayyuka çık- mıştı ki, Anadoludan Ahmed paşa döndü. Hareminin namusunu leke- lenmiş görünce, padişahın ayakları- na kapınarak, ağlıya ağlıya: — Sana hizmet eden vezirlerin | mükâfatı bu mudur? - diye sordu. İkinci Mehmed, sadece: — İntikamın alınacaktır! - dedi, - Hattâ kendi damarlarıma aid olan bir kanı dökerek senin ayıbını temiz- Fatih, oğlunun ceza görmeksizin huzurdan dışarı çıkmasına müsaade ettise de, üç gün tereddüdden sonra askerlerini, cellâdlarını yolladı. Şeh- zade Mustafanın sarayı muhasara edildi. Geceleyin onu, sevgilisinin kollarından kopardılar. Evvelâ boğa- rak, sonra da âdi bir cani gibi kafa- Sını kestiler. Bu vaka Fatihin itibarını halk na- zarında yükseltti ise de sinirlerini de bozdu, İşte Mahmud paşanın Yediku- lede katli bunu takib eder. gi Fatihin en sinirli bir zamanında , casuslar haber vermişlerdi: — Padişahım! Mahmud paşa ku- Tunuz şebzade Mustafanın vefatın- dan dolayı 9 derece memnundur ki, — Dur, ineceğim, Bir arkadaş bek- Byecekti, unutmuştum... NANEMOL — Ben (istemem) demeği bile za- id görürüm. O yanıma yaklaşırken, kusa kusa, dört nala Odadakilerin hepsi, Küçük Kara- kaşyanı böyle yerlere batırdıktan son- ra, Behzad bey haltı etti: — Pakat, dedi, şunu da itiraf lâzım. dırıyor, devam ediyordu: — Tiyatroculuğu yüksek olmakla beraber, mundar günahını almağa da Jüzüum yok. Tahkikatı ben yaptım. Herkesin zannettiği gibi evine paralı- Jarı, miras yedileri alan, vasıtalar kul- lanan Kimesnelerden değilmiş. Bura- larda öyle bir vukuatını görmedik. Serkomiser tasdik etti: — Aleyhindeki ileri geri sözlere ben de inanmam.., Ekseriya Pirinççide ras- Yarım. Kaliyen kepazelik tarafına git- wez. Yanımda ya bir koca kariyle, ya- hud da oyunculardan bir kadın arka- daşile gelir. Ciddi ciddi oturup sazı dinler. Gene edepli edepli çıkıp gider... Tabur ağası da şehadet ediyordu: — Etrafı devriye gezerim, kapısının önünderi geçerim, Pangaltı hamamın- dan sapınca, 50, 60 adım git; evi ora- da... Akşam, yatsı üstü, gece yarısı, sabaha karşı, kaçta geçsem pencerele- rinin perdeleri kapalı... İçeride erkek sesi, mâni, türkü, çalgı duyulmaz!.. İrfan, içindeki eski ateşin kıyılcımı bile kalmadığını, tamamen kül oldu- ğunu sanıyordu. Kalbinde bir ürperme, bir sıcaklık; başı dönüyor. Ne diye oturdu orada? Başını alıp gitmedi? Bu sözleri işitli? Fazla duramıyacak... Kalktı... Gene salıvermiyorlar, Alay beyi: — Ne oluyorsun, ne acele ediyorsun be delikanlı? diyordu. Konakta hanı- ni şimdi bitiririm. Bu gece burada nö- betğiyim zaten; biraz sonra beraber gezeriz. Şişliye kadar çıkıp Aleksinin gazinosunda (1) mola veririz, Bir kaç güzel çehre görüp, gözleri nurlandırıp, istersen orada odaların birinde kalı- rız, istersen daireye döneriz... Oda, karyola, temiz yatak hazır, Misafirim olursun bu gece!.. İrfan bu teklifi kırmak istememekle beraber, duracak halde değil. Bir kere fitili atmış. Kalyoncukulluğu karako- lunun köhne odası ona dar gelmeğe başlamıştı. Artık Beyoğlu taraflarında, gâzino- larda, yosmalar arasında ne İşi var?.. Göz nurlandıracak kim, o kim?.. Za- ten yarın öbür gün gidiyor cepheye... Özür diledi. Belki yarın sevkedilece- ğinden, erken kalkması, bazı hazırlık- larda bulunması lâzım geldiğinden tutturup, hepsine teşekkürlerini sun- du. Alay beyinin ve tabur ağasının ellerini öptü. Kucaklaştılar: — Haydi aslan, yolun uğurlu ol- suni. Sağ salim gelirsin, kavuşuruz işallah!, — Bizleri halırdan çıkarma, İstan- bula dönünce mutlaka yokla!.. oy” kapının dışına kadar çikar- di Kulaksız etrafa sesleniyordu: — Polis Hasan efendi, Mehmed ça- vuş, Mahmud on başı, beyi İngiliz sa- rayının önüne kadar götürün. Yürük beygirii, sağlam dingilli bir araba bu- Tup bindirin... Paşa zadem, araba pi rasını vermeğe kalkışma sakın, Bu ge- ce benim misafirim olacaktın, fırsat elvermedi, olmadı... Konağına kadar gitmene haçizane yardımımız dokun- sun. İrfan, yanında bir polis ve bir zap- tiye çavuşile onbaşısı, İngiliz hanesinin önüne çıktılar, Muvafık bir araba çevrildi. Nane- molla onlarla da vedalaştı. Bindi. Hatır kırmış olmamak için faytona binmişti, Tepebaşına gelmeden, ara- bacıyı dürttü: Tefrika No. 120 Arabacıya iki çeyrek uzattı; — Benden bir tütün parası!.. Atladı aşağı. Glavani sokağından Doğruyola çıktı. Neye Koskaya gidemiyor?.. Bu sa- atte buralarda ne işi var, onu da bil- miyor, Bu vaziyete kendi kendine bir kulp takmağa da yelteniyor: Kaç aylardır Beyoğlunu görmemiş, Bir dolaşmak, hava almak. Vakit pek geç değil... Yaz bike i açık. Cadde kalabalık; gelen geçen | İrfan, Galatasarayının önündeki dört yol ağzına geldi, Hararetten ya- myor. Boğazkesene inen yokuşun kö“ şesindeki acemden bir su içti. ' Karşısındaki, sarraf dükkânı kadar | küçücük bakkal işliyor. Karşısında sıra bekliyorlar, Girip girip ayakta ça- | kıp çıkıyorlar. O dakika canı öyle bir çekti ki bir tek olsun atmak. i aşağı geçip gitmede... ' Körükleri indirilmiş, beygirleri kas dana bir lando gördü. İçinde şa; iki kadın. i Lando, karşıdan iki araba geldiği için sıkışmış, yaya kaldırımına kadar çıkmış ve durmuştu. i İçindekileri biri Küçük Karnkaş- yan değil mi? Yanında o mahud du- du yok; ondan çok genç biri var. Dü“ ettocu Araksi... | yok. Tebessüm etmiyor ve lâkin mu- nis, tatlı bir bakış... Dudaklarını sıkı yor; bir şeyler söylemek niyetinde, fakat kendini tutuyor. 4 Landocuya çıkışmaz mı? vi — Kuledibine bundan mı gidöce. Zir? Düpedüz kısa yol var iken Kab- ristan taraflarına dolanıp bataklıkla- ra, çamurlara mi batacağız?.. Grand rü dö Perayı tutsana!., , Daha ne desin, apaçık söylüyor. Pi- rinççiye gidiyoruz, sen de oraya geli, demekliğe getiriyor. İrfan oracıkta bir aded taş heykel kesilmişti, İçi harekette; heyecan, çarpıntı, ateş... Küller savrulmuş, kı- vılcımlar ateş almış, alev haline gel- miş, damarlarını sarmış. Ayakları doğru Boğazkesene inen yokuşun solundaki küçük bakkal dük- künına gitti. — Ver bana bir duble rakıt.. K Bakkal, kestiği hıyar turşusunu bir De parçası üstünde tezgâha koyar- — Bir duble daha! ( Üçüncü dubleden sonra, İrfan soka- ğın başında höbet bekliyen arabala- rın önünde bulunanına atladı: “ — Gececiyim, Yol kısa, otaya gide- mem! i — Al mecidiyeyi!., . Araba yolu tutmuş, Kuledibine doğru giderken, İrfan bakın neler bi- Je düşünüyor: Geri dönüp gene Kal Karakoluna uğramak. Aalay beyine rica etmek: , (Behzad bey amca, bu herifleri bis rakın, salıverin; cezaları yeter. Ben davacı değilim; mesele uzaması, ka pansın artık!..) 4 Fayton Tünel meydanını geçti. Ka- ranfil sokağın döndü. Altıncı daire- nin karşısından inip soldaki büyük Hendek caddesine saptı, (öğ Kurda araba lodosa tutulmuş kayık gibi iki yana öyle bir yalpa ediyordu ki nerede ise alabura olup dağıla- cak... Yol sahiden hendekler, tümsek- (i