ve kır- e mer sarı vE lâciveri koyüt ,apılan dise olr aplon geniş- m kö giyili- izerine nlelden ı — De ş değildik ite de: ri ve tas ktan SOB z. Büyük iz. Dutlak ce ate” rak sö üç bardik lakika pir . soğumar taydahdıf $ 5 bir gef işitmedin. ondurmâr », kanapf lerini Ks“ şiringâ” tin ruh isine bi anın ref” le kapat” yapılması ik sabun” sildikted r pa mek, s0” —— elini ağ” eketleri€ yu renk anın İÇİ resi gelk andı. görmedi. şladılar ile me$* fi beyin yar his” eldi. Sir 1 içindö, yürüdü turuyof” kemmel ıntazami nk mavi » âdet& t bir ta” Alacak” tepedelk e bir eği sı var) © Eski ve yeni Istanbul dalardan bahsederken büyük bir ürk kahramanlığını hatırlıyalım Fenerbahçeden Kınalıya kayıklarla geçen bir avuç fedai, düşman amiralının oğlunu İstanbulun bütün adalarında tarihi bir cevelân yaptık. Eminim ki, kari- lerim, bilhassa Bizans vakalarından bahsederek Türklüğe taalluk eden hâdiselere temas etmediğimi farket- mişlerdir. Sebebini bu adaların bizim tarihte dalma arka plânda kalmış olmasile izah etmiştim. Maamafih, bir hâdise vardır ki, mesküt geçsem olmıyacak... .. 20 şubat 1807 de, amiral Dukworth kumandasında İngilizlerin on dört harb yelkenlisi hafif bir mukaveme- ti yenerek ve ortalığa dehşet salarak Çanakkale boğazını geçtiler. Bu sıra- Yarda, üçüncü Selim Napolyon Bona» parta dost ve Rusya ile İngiltereye düşman bir vaziyete dürüklenmişti. Marmaraya girip İstanbula doğru #lerliyen donanmada İngiliz sefiri de bulunuyor; Türklere diplomasi tari- kile kabul ettiremediği şartları, top tehdidi altında kabul ettirmek İsti- yordu. Bir bayram güni Düşmanın İkindi üzeri Çekmece hizasından gö- rünüp akşamlayın Baruthane açık- larına gelerek Kınalıada önlerinde demirlemesi payitaht ahalisini şa- Şirtti. Tarihi Cevdet, ilk ahvali ruhiyeyi | şöyle tasvir ediyor: İ «İstanbulda acıyı tatlıyı tatmamış | rüzigârın keremüserdini tecrübe et- memiş çelebiler ve habbeyi kubbe, katreyi derya ederek büyüten müba- lâğaya meyyal lâfazanlar pek çok olduğundan, bu makuleler köşe baş- | larında küme küme toplanıp bir ta- | kım karışık rüyalara benzer evham | ve hayalât ile biribirlerini korkuta- rak öyle bir acayip hayret ve dehşete düştüler ki o gece İslanbulun hali, eyamet gününden nimune oldu. Bu sırada, bazıları da cifir kitaplarına | baş vurarak: — Be canım! Dünyanın sonu yak- laştığı görülüyor. Sarıların galebesi hdenin çıkması yakındır! - de- diler.» Bununla beraber, herkes aynı dü- şüncede değildi: | Askerler gayret ve hamiyete gel- mişti. Topçular toplarına yapıştı Yeniçeriler yataganlarını takındı ve hep birlikte sahile doğru koşuştular. Bu sırada bazı meüreselilerle şecaat €shabı da silâhlanıp sokaklara düş- tü. Böylelikle sair halk da gayrete gelip silâhlanmağa başladı . Üçüncü Selim, İngiliz donanmasi- nın Boğazdan geçtiğini duyunca fev- kalâde ürkmüştü. Hele düşman Ba- ruthane açıklarında görünüp de 3a- ray kadınları feryada başlayınca pek müteessir oldu, Donanma Kınalı oönünde demir | attıktan sonra, İngiliz elçisi derhal Babıâliye bir taktir göndererek şun- | ları istedi ! «Türk kendilerine teslimi, Rusya ile müsa- lâha akdi, İngiltere ile eski ittifakın donan: | | | yenilenmesi.» | Bünun için bir gün mühlet verili- | mın emaneten yor, aynı zamanda Fransız elçisi ge- neral Sebastianinin İstanbulu tardı isteniyordu. Meşhur edib ve Larihşinas Lâmar- tin, «Türkiye tarihi» isimli eserinde bu zat hakkında diyor ki: «... Maksad, üçüncü Selimi Fransa üe samimi ve sıkı bir ittifaka sürük- lemekti ve Osmanlı devletinin gayri munlazam kuvvetlerini Avrupa tar- zında teşkil etmekti... Sefir, bu gaye- ier için iyi seçilmişti. Napolyonun pek sevdiği Sebastiani genç, güzel, muhteris, cesur ve asker olduğu ka- dar siyasiydi. Korsikanın maceracı gekâsile Fransız zarafetini ve İtalyan diplomatlığını şahsında birleştiriyor- du. Böylelikle, üçüncü Selimi teshire | Muvaffak olmuştu.» İ Meclisi vükelâ istişare ederek İn- | Biliz donanmasına mukavemet kabil | | za alabilir? Bu donanmada asker yok Üçüncü Selim olamıyacağına, düşmandan gelen tek- lifin kabul edilmesine karar verdi. | Ve bu karar Sebasllianiye bildirilip avdeti hünkâr kurenasından İsmail beyle kendisinden nazikâne rica edil- di, Sebastiani ise kendisinin sefir ol- duğunu, resmi tebligat olmadıkça İstanbuldan çıkamıyacağını söyliye- rek itizar etti ve reis efendijye (Ha- riciye Nazırına) giderek dedi ki: — Böyle beş on gemiye bir payi- tahtı teslim etmek ne demektir? Bun- dan sonra devlet, istiklâl ve tema- miyeti mülkiye sözünü ne yüzle ağı- ki karaya döküp memleketi zapdet- sin? Sahillere kâfi mikdar top koy- sanız gemileri tahrib edebilirsiniz. Onların tehlikesi sizinkinden ziyade- dir. Zira hem ateşinizden, hem sudan, hem rüzgârdan ve karaya düşmekten korkarlar. Bunlar hep kendilerine müsald olup sizin ateşinize galebe dahi etseler ne yapabilirler? Nihayet İstanbulun birkaç mahallesini yakıp girerler, İstanbulda bu kadar yangın- du... Yanan yerine yapılır, lâkin dev- letin namusu esasından yıkılırsa ya- pilamaz | Garib tesadüf tam o gün, Napol- yonun da Vistül nehri kenarından üçüncü Selime gelmişti: «Sana yaklaşlım, Ordularımdan biri Tuna sahillerine inmek üzere- dir. Moskofları cephelerinden vurdu- gun vakit benim ordum da arkala- rından çevirecektir!» diyordu. Bunun üzerine, padişaha yeni bir celâdet geldi, Vükelâ eski kararı bo- zup müdafaaya karar verdi. İngiliz- lerle pazarlığı uzatıp günden güne tehir ettiler, Bu esnada, İstanbul ge- | celi gündüzlü çalışarak, sahiller ve | donanma © kuvvetlendiriliyordu. Bir gün Sultan Selim, Ahırkapıda Cezayirli Ali beye rasladı. Bahriyeli olan bu zat — Korkacak bir şey yoktur. Kulü- nuza bir kaç sefine verin, İngiliz do? nanmasının hakkından gelirim! - dedi. Padişah bu cesur adamı hemen büş- buğ yapıp tersanedeki yirmi gemiyi techiz ederek emrine verdi. Ve Yeniçeri ağasına sordu: — Sen ne dersin? Düşmanlar biz- den İstanbulu istiyor. — Bütün ocaklıdan başka halk da cenge hazırdır, Fermanına muntazi- | Tız. | — Öyleyse gemilere dalkılıç yazıl- sın! İstanbulun uğradığı felâket karşı “| sında herkes fevkalâde hiddetli oldu- | ğu için, bir gün zarfında 7500 dalkılıç yazıldı. Bunlar, canlarını feda ederek İngiliz donanmasına baskın vermek | istiyen fedallerdi. Diğer taraftan, İstanbul civarı da baskını haber almıştı. İngiliz donan» yağdığı bir mektub esir etmişlerdi ması, bütün bunlardan bihaber, 88- firle vükelâ arasında müzakereler do- vam ediyordu. Şile, İznik, Adapazarı, Gebze de, İstanbulun müdafaası için hayli kuv- vetler göndermişti. Şileliler donan- maya memur edildiler. Diğerleri de Kadıköy, Fenerbahçe gibi mevkilere yerleştiler. Fenerbahçedekilerden : bir kısmı, karşı Kınalındaya geçip fırsat gözle di. Birkaç İngiliz sandalı da su almak için oraya geldikleri vakit araların- da muharebeye giriştiler, İngilizlerin yedi neferi öldü. Bir o kadarı da esir düştü ki, aralarmda donanma âmi- ıslının pek genç oğlu da bulunu- yordu. Türkler hemen esirlerile beraber geri döndüler ve selâmet sahiline var- dılar, Amiralın oğlunu padisah sara- yına takdim etmeleri üzerine, kendi- lerine üçüncü Sâlim tarafından kır- kar altın bahşişle birer çelenk ihsan edildi. Çocuk Kaptan paşaya teslim edi- lerek onun tarafından gizlice İngiliz donanmasına, aşırılmıştır. Bu gazilerin böylece mükâfata nail olmaları birçok kimseyi heveslendir- di. Artık balıkçılar, ufak kayıklarla İngiliz donanmasının #etrafında do- laşarak bir gemiden öbürüne giden sandalları esir etmeğe cesaret eder oldular, Kartal Kariyesi Subaşısı elli cesur adamile ve iki çakaloz topile Kınalıadaya geçip suya gelen İngi- Wizleri izaca başladığı için İngiliz ami- ralı bunların üzerine iki topla birkaç yüz nefer gönderdi, Gerçi galib gelip çakaloz toplarını ellerinden alabil- diyse de İngilizler hayli telefat ver- diler, Subaşı askerlerile dağın tepesine çıkıp oradaki mânastırın pencerels- rinden tüfek atarak müdafaaya gi- rişti. İngilizler topla bunları tazyika başladılarsa da içlerinde âlâ şişhane atan nişancılar bulunduğu için İngi- liz topçularını imha ettiler. Nihayet gece olup mukateleye fa- sıla verilmiştir. Subaşı da karanlıkta manaslırdan çıkıp adanın arkasında hazır duran kayıklara binerek selâ- met yakasına geçmiştir. Devam eden pazarlıklarda, düş- man şeraitini gittikçe hafifleliyordu. Meselâ, donanmanın kendisine tesli- minden de vuzgeçmişli. Fakat İstan- bul bu şartları da kabul etmedi . Bu sırada hava değişti. İngiliz do- nanması, poyrazı kaçırır da geri dön- mezse ve lodosa yakalanırsa, tarumar olacağını anladı. Kınalı önünden de- mir aldı, yelken açtı. Boğaz önünde duran donanma da muharebeye ha- şırlanarak harekete geçti. Fakat ami- ral Dükworth sahiller civarında aşa- ğı yukarı volta ederek epeyce tahki- mal yapıldığına kanaat getirince, İs- tanbulluların sevinç nidaları arasin- da gerisin geri Çanakkaleye doğru yol aldı. Bu sefer, Boğazlar da gayretle tah- kim edildiği ve mukavemet göster. diği için, İngiliz donanması, çıkarken epeyce tartaklandı. ... İşte, Kınalıadanın bir de böyle Türk kahramanlığı macerası vardır, Ada- lar serisi münasebetile bunu zikret- memek haksızlık olurdu, Yürük Çelebi Yeni telefon numaralarımız Gazetemizin telefon numaralarında değişiklik olduğu için yeni numara- ları okuyucularımızın dikkatine ar- zediyoruz Başmuharrir 20565 Yazı işleri 20165 İdare, ilân ve abone 20681 Akşam matbaası (Müdür) 20497 Karşısındaki şipşak kavuğunu dü- zeltti; cübbesini kavuşturdu: — Lebbey?.. Kimi sual buyuruyor- sun evlâd? — Memuriyeti, rütbesi aklıma gel- miyor şimdi. Bilmem nere maibi Edireli Kasım mıdır, sülüleme ha- sım mıdır, o yobazı görmek istiyorum. Kilise direği enseli: — Lânetullahı iblisi aleyhal.. Dedikten sonra, emsile çekmede: — İstefdaa, yestefdeu, istifdaen... Mütecasir, mütenezzil, mürteşi ve sa- riki merkum, işbu cülüsu meymeneti makrunu hümayun akabinde meya- nemizden mündefi oldu!.. Barıklı, vaziyeti derhal çakmıştı. Kasımın dalaverede ortaklarındandı. Odacılar, muhzırlar, Edirneliyi arı- yadursunlar, (seni gayet hiddetli bir genç soruyor) haberini yetiştirmeğe dağılsınlar, onu bulan yok. Ortada sakar şeytan da var. Kasım efendi, şalvarının uçkurları elinde, aptesaneden çıkmaz mı? İrfanla kar- şılaşmaz mi? Şark, şark, şark!.. Üç tokat divanhaneyi çınlattı. Edir- nevi Kasım efendi bir kaç taklaktan sonra, sırtüstü yerde, diyordu ki: - Abdülmennan paşayı mağfur z8- dem, tenezzülen bir acı kahvemi nuş eyle... Neyl emir ve irade ettin de lâ- yecuzü dedik... El Jâtifelerine hacöt messeder miydi? Odacıların arasında koluna, bile- ğine güvenenlerden bir kaçı sokula- cak olmuşlar, bu kükreyen kişideki gözlerin, boyun damarlarının, pençe- lerin bir pelenge dönüşünü görmüş- ler, hiç biri oraya sokulamamıştı. İrfan var kuvvetile bağırıyordu: — Hırsız, eşkiya, haydud, ben aç- lıktan öleceğim!.. Babamdan kalanla- rı, aşırdıklarını çik, yoksa seni bura- da yiyeceğim!.. 'Tekmeler kafasına, göğsüne iner- ken, kedi gibi yedi canlı; gene söyle- niyor: — Firdevs aşiyan paşamızın tereke- sinden mütehassıl 7500 kuruş yedim- de mahfuz vezirzadem!.. Nânemolla, gırtlağına yapıştı — Zebani, nenin 7500 kuruşu?.. Be- nim namıma yatırılan para 450 lira- dan fazla tutmuştu. Kasım, candan olacak, doğrusunu söyledi: — 48300 çürük akçe tedarik edebil- miştik.. Harb ve darbe bir nebze fey- sal ver; sinni rüşde eriştiğin işbu ceberutunla müsbet.. kâffesini yedine teslim eyliyeceğim; derhal devairi mü- teallikasına başvurayım!.. İrfan bir kenardan solurken odacı- lar kahve, limonata getiriyorlar, hâ- lâ yerde yatan Kasım efendi, enfiye kutusunu uzatmış: — Bir tutam çek mirim, küşayiş ve asadeği verir!.. diyordu. Vasi Kasım efendi, yarım saatin içinde her şeyi kara kitaba uydur- muş, Abdülmennan paşayı merhum mahdumunun taşrayja sevkedilip ahi- ren avdet eylediğinden, kutulayemut içre bile değil,bir vakiye nanı aziz olacak parası olmadığından tuttura- rak, deftere kaydedilmek ve alelho- sab suretile 500 kuruş alabilmişti, Delikanlının gözünü doyurmak için koca bir torbüya Sultan Mal- ka geldi. Yılışkan bir suratla.. — Buyur vezir zâdem!.. dedi. — Hepsi bu mu? 483 lira tamam mı? Vasi efendi kekeliyor. Şimdilik işbu mikderi alelhe- — Ne kadar?, Yarısı mi? Alıp bakmak için uzanırken, beri. kinin titriyen ellerinden torba düştü, Yüzlükler, ellilikler, mangırlar etra- fa yayıldı. Sarıklı, yere iki diz üstü çökmüş, çırpınıyor: — Mahdum kölelerini, kerime câ- riyelerini elimle gasleyleyim, hâmile bulunan balilem kalfanı ebe ellerin- de kaybedeyim ki Emvali Eytam relsi efendi hazretlerini bin müşkülâtia bu kadarcığa razı edebildim.. Bu mikdar lâşey mesabesinde, vezir z0- demin havayici zarüriyesine kifayet etmez dedimse de... Nanemolla haykırdı: — Ben paramın hepsini istiyorum. Yobaz... Bu mangırları al, başına çal!. Kasım, eteklerine sarılmıştı: — Abdi memlükünüzde sunu ve tak- sir yok. Pehbarekallâh sinni rüşte gereği gibi vasıl bulunduğunuzu, bunun da müsbet olduğunu defaat- le tekrarladımsa da reis efendi haz- retleri (icabatı şeri şeriften miskal mikdarı inhiraf edemem, İsbatı rüşt etmesi, badehu nükud ve emvaline tasarruf eylemesi lâbüddür) buyuru- yorlar. Kerem et gidelim, müşarün- ileyhle kendin konuş!.. Birkaç hoca, gene ters dönmek üzere olan acar gencin omuzlarını, sırtını sıvazlıyordu: — Paşazadem bu böyledir. Reis €fendi. hazretlerinin nezdine teşrif et, şüpheni hallet... Maahâza ittihaz edeceğiniz hareket ariz ve amik dü- şünülecek müşkül bir keyfiyet mi? Nisabı şahadeti haiz iki erkek veya dört kadının huzuru kazıda şahade- tile, beş on dakikanın içinde rüştü- nüzün sübutuna hükmü lâhuk edive- rir. İrfan silkinip #ralarından sıyrıldı: — Götürün beni o reisin karşısına!, Kasım efendi köteği yiyip yukarıyı boylayınca eytam reisine delikanlının yanlışlardan ve sol tarafından kalk- kışmalardan olduğunu söylemiş, şa- mışlardan kıpkırmızı kesilmiş yana- ğını da göstermiş, efendi hazretleri odacısına: — a bir genç gelirse, beni sorarsa (yok) de diyerek üç kapı ötedeki (Meclisi intihabı hükkamüş- geri) odasına, sıvışmıştı. Ahashavl hafidi mahud Nimeti mol- lanın bulunduğu yerdi orası, Göbek- li, bu nefes nefese, atik benizle geli- şin sebebini anlayınca, onda da yü- rek gidip gelmeğe başladı. Abdülmennan paşa lânetullahı aley- hin serseri oğlu demek sürgünden gelmiş. Tek başına bu kadar cüret- kârlıkta bulunamaz. Mutlaka pusu- da o deli fişek Zincirkıran da var... Kazasker efendilerin ikisi de, göz- leri kapıda, harıl harıl şahadetler tek- birler getiriyorlar... Ha geldiler, ha geliyorlar... (Arkası var)