5 “Dünyada seni bırakmam!,. Fikret yaz kış Göztepede otururdu. Garib bir tabiati vardı, Misafirliğe gitmekten hiç hoşlanmazdı. Tenhalı- ğı sevdiği için bindebir İstanbula ladığı tiyatro piyesini bitirmek için çalışıyordu. Fakat evvelki gün sene» lerdenberi yüzünü görmediği amca- sından bir mektub almıştı. Amcası onun vefasızlığından uzun Uzun şi- 'kâyet ediyor: eEğer bu ak- şamı bana gelmezsen bir yüzü- ne bakmam...» diye yazı) Fik- ret amcasının mektubunu. luktan sonra kendi kendine: e. hak- kı var, Dedi, ben hakikaten ona karşı pek vefasızca hareket , Üç sene var ki zavallının bile çalmıyorum. Bari > şamı gideyi mde bir gece kalaj dedi, Amcası mektubunda mbe ak- şamı için Fikrele nefis bir ziyafet hazirhyacağını da yazıyordu, Perşem- be günü Fikret Göztepeden İstanbula indi. Amcası Sarıyerde oturuyordu. Köprüye geldiği zaman Sarıyere gide- cek vapurun 35 dakika sonra kalkaca- ğını öğrendi. Köprünün “kalabalığı onu sıkmıştı. Karaköye doğru'yürüdü. “Tenhaca bir birahanenin kapısından içeri girdi. Oturacak bir yer ararken köşedeki masada senelerce görmediği eski arkadaşı Şevkiye gözü ilişti. Şev- ki de onu > masasında ayü- Fikretçiğim... Gel bira- der, gel Allah aşkına... Seni görmiye- Ji nice zaman oldu. Diye Fikreti yanına cağ Masa sına oturttu. Garson yanlarına yak- Jaşınca Şevki sordu: — Ne içersin bakalım? — Birader nerelerdesin? Kayıplara karışmak diye işte buna , Amma da vefasız adammışsın yahu!,, Bir ke- re arayıp sorma yok mu?.. diğe sitem ediyordu. Fikret: — Vallahi Şevkiciğim, hiç evden ği yok... Mütemadiyen çalışıyo- — Ya piyeslerinden bir ikisini sey- rettim, Çok güzel doğrusu... Fakat dünyada seni bu gece bırakmam. Bu Fikret: — Aman Şevki, dedi, bu akşam amcama gideceğim, Beni bekliyor. Kendisini üç senedenberi görmedim. Fakat epeyce başı dumanlı olan Şevki: — Yooo; diyordu, amca, dayı filân tanımam... Seni öyle kolay kolay ele geçirmek mümkün değil... Nafile 15- Tar elme, bu gece seni bırakmam. Ya- hu evlendim de düğünüme bile gel- medin. Düşün bir kere, evleneli dört sene oldu. Bir kere arayıp adın... 'Bu gece seni bizim eve göti din, Refikayı da görmüş olursun, — Şevkiciğim... Bu gece beni affet... « Hele bu vapurla dün- ; gidemezsin... Ne oluyorsun ya- hu? Bunca senelik arkadaşiz, vapur yok değil ya... Daha olmazsa son va purla gidersin. — Aman Şevkiciğim, son vapurla misafirliğe gidilir mi?.. ;— Tanımam efendim tanımam... Sen hele bir bardak daha bira iç ba- kalım... 3 Fikret bir bardak daha içti. Fakat hakikaten Şevkinin elinden Kurtuluş yoktu. Fikret ayağa kalktıkça Şevki: “— Vallahi hatırım kalır, billâhi ha- tarım kalır, bunu kendime hakaret telâkki ederim.. © — İDiyerek elinden çekip onu iskemle- sine oturtuyordu. Nihayet gidecek © vapur kaçtı. Öteki vapura epeyce var- dı. Şevki içtikçe arkadaşını bırakma- mak hususunda israr ediyordu. İkinci, üçüncü vapur da arkası ar- kasına gitti, Şevki; —Ben tarifeyi biliyorum. Birde bir vapur var onunla gidersin... diyordu. Amcan bu... Yabancı deği! ya... Birde de gidersin, ikide de... Üçte de... Nihayet bire doğru birahaneden çıktılar Köprüye doğru yürürlerken Şevki gevsek gevrek gülüyordu: — İnsan bir şeye meram etmesin yoksa, diyordu, bak işte dediğim oldu. Bu gece bana misafirsin... Sana yalan söyledim. Birde filin vapur yok.. Şimdi buradan doğru bizim fakirha- neye gideriz. Fikretin bu işe fena halde canı si- kılmıştı. Fakat yapacak başka şey yoktu. Bu saatten sonra Göztepeye dönmek imkânsızdı. Amcasına da gitmek imkânı kalmamıştı. O halde Şevkiye misafir olmaktan başka çare yoktu, -Karaköyden otomobile biner- Jerken Şevki: — Vallahi çok memnunum, diyor- du; karım da seni gördüğüne pek memnun olacak. Çünkü daima ona senden bahsederim. Tabii kocasının en samimi arkadaşını görmek onu memnun edecektir. Fikret sesini çıkarmıyor, amcasınm. kendisine nederece kızacağını düşü- nüyordu, Şevki devam etti: .— Seni güzel bir odada yatıraca- ğım. Ne sivrisinek var, ne tahtaku- rusu... Önünde balkon... Pencereden baktın mı? Deniz derya ayağının al- tında... Yarın da kal, öbür gönde kal... Balkona bir masa atarız. Denize, deryaya, o canım manzaraya karşı piyesini yazar durursun, İstersen bir Otomobili bir evin önünde durmuş- tu. Şevki; , — Burası, inelim... dedi. Sallana sallana otomobilden çıktı. Kapıyı çal- dı. Fakat evde ses filân çıkmadı. Şev- ki bir daha kapıyı huzlı hızlı çaldı. gene ses.sada yok.. Üçüncü defa kapı- yı çalınca evin yukarı katından bir pencere açıldı. Bir kadın sesi aksi aksi sordu? — Kim 0?.. Şevki aşağıdan cevab verdi: — Benim karıcığım... Açsana kapı- Yi Penceredeki kadın; — Sana öyle bir kapı açarım ki alamadan gidersin... Gecenin bu saa- tine kadar vaktini nerede geçirdiysen gene oraya git... Utanmaz herif... Ben sana kırk kere söylemedim mi? Bu zamanlar gelirsen kapıyı açmam di- ye... Haydi bakalım, çek arabanı... Şevki aşağıdan: — Aman karıcığım... Eve misafir de getirdim yahu... — Ne dedin ne? Misatir ha... Gece- nin bu vaktinden sonra misafir öyle mi? Sıçan giremediği deliğin önünde kuyruğuna bir de kabak bağlarmış... Vailahi çekil bakayım kapıdan... Ne- reye boynunu kırarsan kır. Aşağı iner- sem kıyametleri koparır, rezalet çıka- rırım... Ateş maşasını kapınca aşağı geliyorum ha... Kadın böyle söyliyerek pencereyi hızla kapattı, İçerideki ışığı da sön- dürdü. Şevki bir kaç kere dahâ kapıyı çal- dı. Fakat bunların hiç biri fayda et- medi. Fikret arkadaşına; — Vasgeç Şevki, dedi, kapının açı lacağı yok... Şevki: — Evet... dedi, bizim bayan biraz sinirli galiba... Fakat şimdi ne yapa- cağız? Fikret düşünceli: — Bilmem ki... dedi, bir otele gide- lim bari... Çünkü ben nasıl olsa Göz- - tepeye dönemem, Şevki cevab verdi: — Bir otele gidelim ama bende beş par kalmadı, Bütün para mı harca- dım.. maamafik aramızda ayrı gayrı yok ya... Senin paran benim param sayılır. Bu gece ben sana ikram ede- cektim. Fakat ikram etmek fırsatı senin eline geçti. Haydi bakalım, bir otomobil tut ta, güzel, temiz bir otel bulalım... Fikret bir otomobil çevirdi. Şevki- nin «rahatlır, temizdir.» diye götür- düğü otelde sabaha kadar sivrisinek» ten, tahtakurusundan uyuyamadı. Ayni odada yatmışlardı. Şevki yata- ğına girer girmez uyudu. Sabaha ka- der dehşetli surette horladı. Ertesi gün biribirlerinden ayrılır. keh Şevki: — Kardeşim, diyordu, Allah aşkı- na böyle vefasızlık etme... Sık sık bi- zim eve gel... Bir gün, iki gün, beş gün, bir hafla kal... Sana güzel, temiz bir oda veririm. Ne tahtakurusu, ne sivrisinek... Balkona da bir masa ata- rız, denize, manzaraya karşı piyesinl yazarsın,, Allah aşkına çekinme... Mu- Bistem Cenub li Dİ Kontrakt Briç Meşhur eller No, 14 4153 vı0643 .. * #A 6 D D , , vi 63 SARDVS *7 *RS 4Vv8743 Kâğıdı veren: Cenub. Şark ve garb sonda, Deklârasyon Garb 2v Pas Şimal Pas 441 Tr ia 7 3418 ve DI Pas Pus (6) Deklirasyon hakkında notlar , a). Pikas . dört onorlu * olduğundan zayıf sineklerini göstermemektedir. b) Şimalin üç boş pika ile ortağının kozunun yükseltmesi, ikinci turda pikayı Üçe çıkarması üzerine jüslilie edebilir. Şimalin elinde muhasim tarafin kozun- dan dört kâğıd bulunması ortağında, en çok birden fazla kupa bulunmadığını gös- terir. İhtimalki ortağında' karodan kur- vet vardır. Bu takdirde sinekten üç sak- lam Jeve vermesi oyunu temin etmiş olur. 4 ©) Eğer zonda olmasa, ortağının ku- padan yardımı üzerine muhtemel bir tehlikeyi göz alıp beşe çiksbilir. Fakat garbin mülallasna göre tehlikeye atıl- maktansa dört pikayı içeri atmak daha muyafıklır. Bununla beraber kontr şâ- yanı tavsiye değildir. » Oyan Oyun: Dört pika Kozcu: Cenub Bütün masalarda garb kupanın runsı- nı çıktı, Şarkın sekizliyi vermesi kupaya devam mahiyetinde bir işaret olduğun- dan ikinci olarak beşliyi geldi. Cenub bu- nu kesti ve muhasım tefaftaki Kozları 3 -2 olarak bulmak ümidile koz oynadı. Cenubun muhakemesine göre oyun şu sü- retle cereyan edecekti: 1 — İki el koz çekecek. ? — Yerin üç sineğini saldıktan sonra yerdeki kozu oynıyarak elin& geçedek 3 — Elinde sağ kalacak olan iki sineği yapacak. Fükta dördüncü levede şark koz vet- meyince dört pikanın da garbe düşmüş olduğu anlaşıldı ve yukaridaki muhake- me suym düşmüş oldu. Bununla beraber bir çok masalardaki kozcular gene koz- ları çekip aldılar. Yerdeki sağ üç sineği de aldıktan sonra eldeki ruaya karşı karo oynayıp kendi ellerine geçmeğe çalıştı- ar. Karonun ası garb tarafin bulurdu- undan bu teşebbüs akim kaldı. Maama- fih karo ası şarkta da olsaydı şarkın he- men ssl tutup arkasından iki kupa ala- cağı vö binaenaleyh karo ası ne tarafta olursa olsun kozcunun içeri gireceği şüp- besizdir. Hulâsa bu oyunda korcu beş pika ve üç sinekten fazla leve yapamadı. Tki içeri girdi. Kritik İlk dört leveler yukarıdaki gibi oyman- malıdır. Fakat garbin elindeki kozların mikdarı anlaşılmca, oyunun şekli değişir. Bu takdirde kozcu iki el sinek çekmeli, müteakiben yerdeki kozu oynayıp eline Asadoryan, matya: Kocamustafapaşıda Rıdvan, Alemdar: Divanyolunda Esad. Sehre- hakkak gel... Herhalde beklerim... Re- fika da seni gördüğüne memnun ola- caktır. Sen dün geceki haline bak- ma... kir yaldız). AR Şark 3» Pas Şİ KORSAN Tarihi Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertelli 'Tefrika No, 39 Gabes kalesindeki ölüm mahkümu kimdi? Vene- dikliler onu idam etmekten niçin çekiniyorlardı ? — Moğollar, tükürdüğünü yala- maz insanlardır. Ben onları böyle tanıdım. Aykut han bu işi yapmaz- sa, kollarımı keserim. — O halde yakında kolsuz kalaca- ğına emin olabilirsin! — Ya sen?... — Ben de - eğer Aykut, Saydavi- lerle bir anlaşma yaparsa - saçları. mı dibinden tıraş edip erkek gibi gezerim, “ Aykut han, ihtiyar münzevinin başı ucunda yalvarıyor: — Haydi, bana hakikati söyle, Akabe! Saydaviler beni bir dost gi- bi. karşılıyacaklar mı? Beni, iyilik yapmak istiyen bir insan gibi kabul cdecekler mi? Yoksa... — Bir dost gibi karşılamazlarsa, ne yapacaksın? — İzzeti nefsimi, şereifmi kırarlar- sa, döğüşmekten başka ne yâpabili- rim? Sen, Moğolların, kendi hakan- larından başka bir kimsenin önün- de eğilmediklerini duymadın mı? —Saydavi şeyhinin önünde diz çö- küp elini öpmezsen, senin dostluğun- dan ve iyi maksadlarla geldiğinden şüphe eder ve seninle konuşmaz. Eğer onun önünde eğilmiyeceksen, | boşyere yola çıkma! — Bu işi, eğilmeden yapmanın ko- layı yok mu, Akabe? — Hayır... Başka bir çaresi olsay- dı, söylerdim. — Ne yazık. Sen de - yüz elli yil yaşamışsın amma - Moğolları tanı- mamışsın!. Bence, bir gün yaşamış bile sayılmazsın! , Kahraman Saidin gür sesi duyulu- yor: — Hurmalıklarda cıvıldaşan kuş- lar Bizans türkülerini bestelemekten usandılar. Biz hâlâ bu ıssız vahanın gölgelerinde sinecek yer arıyrouz. Haydi, biraz kımıldıyalım.. koşalım... döğüşelim. Gemilerimizin direkleri- ne kolayca çıkabilmek için, hurma ağaçlarına tırmanâalım.. yarın, bizi bekliyor... Bizans, bizi bekliyor. Zen- gin hazineler, güzel prensesler, * yal- dızlı saraylar bizi bekliyor: Haydi. kalkınız, arkadaşlar! Sahile koşu- nuz... Gemilerde savaş denemeleri yapınız! “ Hacer, Saidin sesine uyandı.. Gözlerini uğuşturarak, çadırın ara- lığından dışarıya baktı. — Akşam olmuş, Zanto| Tekrar içeri girdi: — Said kabileyi istiyor galiba! Zenci cariye başını salladı: — Evet, Sitti! Demindenberi gür sesile bağırıyor: «Güzel prensesler si- zi bekliyor... Kalkınız!» diyor. Hacer kaşlarını çatarak murıldan- dı: — Güzel prensesler, kabilenin er- keklerini bekliyor ha..2 Ve başını ellerinin içine alarak tek- rar yatağının kenarına olurdu. Hacer, Saldin sesini ve sözlerini duyunca asablieşmişti. * ” İki Moğol zabiti, Saidin sözlerini soğukkanlılıkla dinliyerek gülüşü- yorlar, — Hamdanileri tahrik içiü, bu üç kelime yetmez mi? Saray, hazine, prenses... — İyi amma, Bizans delikanlıları- nın da, Arab dilberlerine hasret çek- mediklerini kim temin edebilir? ayaklandırmak * — Zanto, çadırın dışmda kendi ken- dine söyleniyor: — Herkes kararsızlık içinde boca- yor, Moğolların içimize girdiği gün- denberi kabile efradının kanı kay- naşmağa başladı. Sahildeki yelken. Werin her biri, başlarını birer ejder gibi denize çevirmiş duruyor. Her. kesin ağzında bir'tek söz dolaşıyor: Bizans. Bu ne sihirli bir. kelimel “Orası besbelli çok zengin bir esrar beldesi... Zenginin de fakirin de gö- zü oraya dikilmiş. Uyuşuk insanları bir anda harekete getirmek için, bu kelimeyi tekrarlamık kâfi, Bu bel- deyi ele geçirmek için, yirmi gemiyi az görüyorlar. Benim altıma bir sağ- lam tekne ile kırk, elli su aygırı ver- seler, bütün denizlere hâkim olur- dum Şeyhin kapısında, bir küçük ağaç dalının üstünde duran papağan, bit insan gibi, mütemadiyen gülüyor; — Hah, hah, hah... Hah, hah, hah Zanto bu sesö kızdı ve dişi bir kap- lan gibi, ağacın üzerine saldırarak homurdandı: — Sus, kaltak! Beni görünce, her zaman böyle gülersin! Bundan son- ra ben de seninle alay edeceğim. Oh... Hâlâ benim gibi güzel konuşa” mıyorsun işte... Yılan ıslığına ben- ziyen iğrenç bir sesin var! Yeşil kuy- ruğun ile kırmızı gagandan başka neyinle öğünebilirsin? Şeyhin papağanı yüksek bir dala zıpladı ve zenci kadına üç kere: — Guk.. guk.. guk.. Diye bağırarak kahadlarını birbi- rine çarptı. silkindi. Zanto, yumruklarını sıkarak çâ- dırdan içeri girdi, da ii Gabes kalesinde bir ölüm mahkümu Tunus sahillerinde Gabes limanı. Şehrin -şarkında, kara taştan ya- pılmış yüksek burçları ve iki nöbet çi kulesile Gabes kalesi görünüyor. Etrafı kayalarla çevrilmiş büyük bir havuz gibi, kalenin varoşlarına doğru uzanan limanda bir kaç küçük yelkenli var. Kalenin burçları üzerinde geniş şapkalı Venedik nöbetçileri dolaşıyor. Kalenin üst kısmını son yıllarda hapishane haline sokan kale muha- fızı, Venedik hükümetine: «Artık ha pishaneden hiç bir mahkümun kaç- ması imkânı olmadığına» dair temi- nat vermiştir. Hapishaneden ancak denize alıl- mak suretile kaçılabilir, Halbuki ha- pishane ittihaz edilen kısmın deniz- den on beş metre yüksek oluşu, bu ihtimali de zayıflatmıştır. Kaledeki makhümlar, kurtulmak için, muci- zeden başka bir şey beklemiyorlar. Kale muhafızı, nöbetçilerden biri- ne soruyor: — Nasıl, gene kaçmağa teşebbüs etti mi? — Hayır, sinyor! Bacaklarını zin- cirlediğimiz gündenberi yerinden bi- le kımıldamıyor. « Pencerenin demirlerini her gün gözden geçiriyorsun, değil mi? — Merak etmeyin, sinyor! Artık bu ihtiyata da lüzum kalmed. Zira pencereye yetişebilmek için, ayağın: daki zincirleri çıkarması lâzım. — Çıkaramaz, değil mi? — Kabil değil, sinyor! Ayağa kalk- masına imkân yok... — Gene eskisi gibi kendi kendine söyleniyor mu? 8 — Hayır, Artık çenesini de tuttu. Yalnız dün gece başını duvara da- yamıştı.. ouyukluyordu.. ağzından «Hacer» kelimesini işittim. Nöbetçi bir kaç saniye sustu. Tekrar sözüne devam etti; — Bu sabah ta gözlerini açarken âynl kelimeyi tekrarlamış. Fakat, ben duymadım. Bunu bir başka nö- betçiden işittim. Kale muhafızı: — Hacer. Hacer... Bu isim bana gelmiyor. Diye mırıldandı. üstünde duran bir mektubu aldı... Şu satırları yüksek sesle okumağa başladı: "(Arin var)