DA Nayle kızın hicranı Sakin bir yaz akşamı, Galib Cevdet, Ağır adımlarla köşke doğru yürüyor- ken çingene kızına rastladı. Bir kaç günden beri hep onu ayni yerde görü- yordu. Ağzında bir çiçek; sırtında, €lâstiki vücudünü saran kırmızılı ye- şili bir elbise; sallana sallana yürü- yen bu kadının tesirinde kalmıştı. Kendisine çekinmeden bakan iri si- yah gözlerinin tatlı ışığını, mütebes- #im ağzında parlayan inci gibi dişle- rini. de farketmişti. Akşan odasına çekilince bu ha- Yalin esiri olup kalmaktaydı. İşte bü- gün gene ona rastlamıştı, Ve emindi artık: Kız da kendisini ünüyor ve bekliyor! Şaşkın ve mahcup bir halde, önüne bakarak, yürüdü. Ahenkli ve azıcık Kasık bir ses; — Falına bakayım mı? Güzel küçük beyim? - dedi. Galib Cevdet, kızararak, cevab ver- meden durdu. Kız güldü. Tâübali bir edayla erke- ğin elini tutarak uzun uzun baktı ve: — On yedi yaşında var, yoksun... - diye söze başladı. Cevdet kekeledi: — Hayır, on sekiz! Ama pek de sofu bir aylenin çocu- me Senin yaşında gençler gibi değilsin, beyim... Hep yalmesın... Delikanlı: — Evet! - dedi. Büyük annemle da- dımdan başka kimseyle konuştuğum di sex Çingene kızı, genç hakkında bir çok haberler verdi. O, köşke aid hususi- yetleri zaten civardan öğrenmişti, Cev- det avuçlarına dokunan bu sıcak ve €smer elin heyecanile titreyordu. Göz- Xerini kaldırıp kızın yüzüre doyasıya bakmak cesarötini bir türlü zamn miyordu. Çingene devam etti: — Bütün kadınlar seni çok seve- tek... Çünkü çok güzelsin! Oğlan, kendisine dikkatli bakıldığı- nı hissederek kıp kırmızı oldu. Gene kız: — Evet, çok güzelsin! Sarı sarı saç- ların, gül pembe, beyaz tenin, mavi mavi gözlerin benim de hoşuma gidi- yor, beyim! Sen, bir erkeğe göre faz- Ja dilbersin... Kadınları yakacaksın! Bu sefer kızın yüzüne epice baktı ve bu cesaretine kendi de hayret ede- Tek: — Asıl güzel sensin! - diye mırıl- dandı Nayle kız, güldü. Zaten fal da bit- mişti, Galib Cevdet, para vermek üze- Te, elini cebine götürdü. — İstemez!.. Senden para istemem, beyim... Kendim istedim de senin ni- yetine baktım... Hoşuma gidenlerin fa- hna parasız bakmağı severim .. Delikanlı sordu: — Şu tarlada bir çadır kurulmuş, ibtiyar bir kadınla iki erkek oturu- yor. Onlarla beraber misin? Bunu, hem kızın kendi üzerine yap- ağı tesir yüzünden, hem de çocukca bir merakla soruyordu. Kız: — Evet, paşam... Orada oturuyo- Tuz, - dedi - iki erkekten biri karde- şim, öteki de... Bir an durdu: —... Bir akrabam... - diye başladı - ihtiyar kadın, tezemdir. — Doğrusu, sizin hayatınıza imre- niyorum... Oradan oraya dolaşıyorsu- nuz... Bense, sokağa çıkmak için zor- la izin koparırım... Annem babam, çocukten ölmüşler büyüdüğüm için büyük annem beni mektebe vermedi... Hep böyle: köyde Yâğarız... Şehre dahi inmeyiz.. Büyük ânnem sağırdır... Şiirler yazıyorum. Genç çocuk, bu tanımadığı kadına bu kadar derd yanmasına, hususiye- iini anlatmasına hayret ediyordu. Nayle kız onun tekrar elini tutarak: — Sen aşk yüzünden çok mesud Olacaksın, paşam... - dedi, Hastalıklı | Şa mem kaza GL sma AŞK VE MACERA NUVELİ Nakleden: (Vâ-Nü) rile çevrili, kocaman bahçeli bir bina- dı. Bir küçük demir kapı göründü. Ga- lib Cevdet: — Artık ayrılalım... Ben eve gire- ceğim... Büyük annem meruk eder! - dedi, - Bu sene daha ilk defa soka- ğa yalnız çıkıyorum... Ve çocukça bir safvetle: — İşte anahtarım... Bunu, kolayca içeri gireyim diye bana verdiler. Çingene kız: Hayranlıkla: — Kim bilir, bahçeniz ne güzeldir, beyciğim... Görmesini pek isterdim! » dedi. — A... Bu taraflarda kimseye rast- lamak tehlikesi yoktur... İstersen... Sustu. Delimiydi? 'Tanımadığı bu kızı bah- çesinden içeri sokacaktı?.. Nayle, lâkayıd bir eda ile: — Bu akşam olmaz... Yarın bu sa- atte gene ayni yerde beklerim, beyim... Ben senin falına baktım... Sende bahşiş diye beni bahçende gezdirir- sin... Bi vez Hâkim ve müşfik bir nazarla genç er- keği süzüyordu, Cevdet, tekrar kıp- kırmızı oldu. Bacakları kesildi. Nayle Kız, belindeki kırmızı gülü çıkardı. Öp- tü ve delikanlının dudaklarıma dayadı, ve bu vasıtalı buseden sonra yavaş Kısa zaman içinde seviştiler... yavaş, sallana sallana uzaklaştı. Şimdi artık çocukcağız öyle titre- yordu ki, anahları zorla deliğe soka- bildi; zorla kilidi çevirdi. Bahçeye gir- dikten sonra, gülü koklıya koklıya, eve doğru koştu. Bütün gece uyuyamadı. Yatağında bir taraftan bir tarafa döndü ve: «— Yarın çıkmıyacağım... Çingene kızını beklemiyeceğim!» diye kararlar verdi, Fakat gündüz olunca görmek işti- yakile yerinde duramadı. Randevü | yerine gitti. Bu sefer, Nayle ona bir kat | daha güzel görünmüştü. Bir gün evvel | vadettiği gibi, kızı bahçeden içeri aldı. Ağaçlar arasında, gizlice dolaştılar. Uzaktan köşk görünüyordu. Biran, bahçıvanın öksürdüğünü duyar gibi oldular. Kaçıp talanların arkasına saklandılar. Ertesi akşam gene bahçede gezin- diler fakat artık Nayle kız, Cevdeti öp- mek için gülü vasıta etmiyordu. | se Üç gün sonra, gece saat onda, Ga- lib Cevdet gizlice odasından kaçtı. Köşkte herkes uyuyordu. Gene çinge- ne kızını içeri nin öbür köşesinde küçük bir odacık vardı. Buraya kimse gitmezdi. Fakat döşeli, dayahıydı. çük kapısına kadar teşyi etti. Aşk coş-| girmekti... kunluğu içindeydi. Ayrılırken belki yü- züncü defa olarak: — Seni seviyorum... rum... Yarına!... Emi?... Jadı. Nayle gülümsiyerek çocuğun saç- larını okşadı ve içinde kaybolup gitti. Seni seviyo- » diye tekrar- ser Artık her gün veya her gece görü- şüyorlardı, Çingene kız, kendisinden hiç bahsetmeden, boyuna delikanlı- nın hayatını, evin âdetlerini soruyor; anlıyordu. Galib Cevdet, kızın kolları arasında, bir çocuk boşboğazlığile, her şeyi, her şeyi anlatıyordu. Evet! Büyük annesi çok zengin... Çok ta müteassıb!... Her şeyden kor- kar,.. Kırk yılık adamlarından bile şüphelenir!... Korkak olduğu halde, taassubdan, uşakları alt katta yatır- maz; mutbah dairesindeki odalarda oturtur... Orta katta işte şu oda Cev- detindir... Obür köşedeki büyük anne- sinin... Şu taraflarsa salonlar, yemek Odaları... Üf11... Yemek odasındaki bü- felerde ne gümüşler var, ne gümüş- ler... Oğmağa kalkmıyorlar mı, iki gün iki gece sürüyor... Delikanlı bunları, kesik aşk cümle- Jerile karıştırarak anlatıyordu. Arasıra da Nayle için yaptığı şiirleri okuyordu; Çingene kız anlamadan, fakat gurur duyarak dinliyordu: Bu manileri hep bana mı çıkarttın, paşam? - diyordu. Kiz mı istemişti; kolaylık olsun di- ye kendi mi teklif etmişti; Cevdet iyi hatırlamıyor; fa kat şimdi artık bahçe (kapısının anahtarı (Nayle- deydi. ?- Bugizli aşk ma- cerası iki hafta sürdü: Her buluş- malarında, delikan- lı, daha fazla coş- / kunluk ve itimad gösteriyordu. Ara- sıra sevgilisini dal- gın ve neşesiz gö- rürse derhal endi- şeye düşüyor: — Nen var? Be- ni artık sevmiyor- musun? - diye bir çocuk gibi ona s0- kularak muhabbet dileniyordu. Nayle Kız, gene o akşam oğlanı bü- yük bir coşkunluk- | Ja sevmişti; fakat meyüs bir hali var- dı. Ayrılacakları sırada birdenbire — A! şu anahtarı!,.. Artık bir daha gelmiyeceğim, paşam! - dedi, Cevdet, yerinden fırlıyarak: için?... Ne oldu?... Neden gelmi- yeceksin? Kız, sert bir sesle: — Öyle... İşte öyle... Gecenin karanlığına rağmen, deli- kanlının betinin benzinin uçtuğunu ve bedbaht bir çocuk gibi ağlamak üze- re olduğunu farketti. Dayanamıyarak, gayri ihtiyari, anlattı: -— Bak beyeiğim, sen pek küçük- sün... Yüreğin çok temiz... Sana nasi- hat edeyim: Önüne her çıkan insana inanmak doğru değil... Düşün, paşam: Beni şurada kaç gündür tanıyorsun! Halbuki hemen kapının verdin... Durdu, Omuzlarını silkti: — Ne olursa olsun... Hepsini anla- tacağım, küçük paşam... Benim gibi kadın az bulunur... Sen zenginsin, ki- ber eylesin. Hepsi senden para ko- parmağa bakarlar... Sakın kimseye İ- nanma,.. Bak, sana diyeyim: O çadır- daki heriflerden biri be O beni yolladı sana. zengin evlerden olduğunu duymuş- tuk... Gümüşler, halılar vârmış... Bir de yalnız yaşıyan ihtiyar bir kadın... yolun karanlıkları | anahtarını | sek... Çalıp çırpıp kaçacaklık... Karde- şim eşyaları alınca, trenle gidecekti... Biz de yavaş yavaş arabamızı çekecek- tik... Jandarmalar arkadan yetişseler bile, yanımızda bir şey bulamıyacak- Jardı... Şimdi her şey hazır! Bu gece soygunculuk yapılacak... Fakat ben ar- tık istemiyorum... Sustu. Sonra helecanla devam etti: — İstemiyorum... Senin için... Senin bana gösterdiğin emniyet için, paşam. . Hem beni sevdin yavrum... Çocuk gibi sevdin paşam... Onun için sana bu fenalığı yapmağı kendime yediremi- yorum... Adam sen de... Benimkiler beni öldürmiyecekler ya... İşte beğci- ğim, ben seninle geçirdiğim bu gün- lerin tadını bozmak istemiyorum... Beni düşündüğün zaman hoşca hatır- larsın... Sakın beni unutma! Çünkü ben de seni severim... Bana nasihatim şudur: Bundan böyle daima ihtiyatlı ol... Her önüne çıkana inanma, paşa- cığım... Al, haydi... Nayle anahtarı uzattı Fakat Cevde- tin dalma safiyet okunan yüzünde bambaşka, yepyeni bir ifade görünce Çünkü duvarlar çok yük- | şaşırdı. Delikanlı, omuzlarını silkerek: — Zannetliğin kadar saf değilim... Sanıyor musun ki, sana anahtarı ih- tiyatsızca verdim?... Bir kapı kilidinin bozuk olduğunu söyliyerek başka bir anahtar yaptırttım.. Yani kilidi de- gişdirttim... Hani bir gün sen açmka istedin de beteremedindi... Zaten on- dan sonra dâ sana anahtar kullanma- ğa meydan vermiyerek kapıyı hep ben açtım... Yok, yok Nayle!... Ben senin sandığın kadar saf değilim, merak et- me... Boş bulundum, verdim. Fakat akabinde pişman oldum; kırdığım po- tu tamir ettim... Seni üzmemek için de bir şey söylememiştim. Çingene kız, gözleri fal taşı gibi açık mış; çocuk kadar saf sandığı bu deli- kanlının kendisini nasıl kandırdığına hayretle bakıyordu. Sonra birdenbire anahtarı oğlanın yüzüne du “ır. Yattı. Bahçe kapısını şiddetle kapıyı” rak kaçtı, Cevdet, yüzüne şamar gibi inen de- mir parçasının acısını gidertmek için yanağını uğuştururken, dışarıda Nay- le kız, hem koşuyor, Kem huçkıra hıç- kıra ağlıyordu, Nakleden; (Vâ - Nü) Portakalı ve bademlerile meşhur olan Kozan Kasabanın Adanaya ve Geyhana şose ile bağlı olmaması, mahsulün vakiinde sevkine mani oluyor Kozan'ın tarihi köprüsü Kozan (Akşam) — Kozan, Seyhan vilâyetinin şimali şarkisini işgal eden dağlık arazinin eteğinde ve ormanla- ra civar bir ova üzerinde olup Adana- nın 70 kilometre uzaklığında bir kaza merkezidir, Kasabanın esas ismi (Sis) tir, Ormanları geniş ve mütenevvidir. Bağları ve diş bademleri meşhurdur. Halk pamuk ve hububat gibi istihsa- lâtını Ceyhan kasabasına ve kısmen de Adanaya nakleder, etrafını saran ve hassaten Bucak kö- yünde yıllardanberi humeli bir faali- | yetle vücüde getirilen portakal bah- çeleri Kozana bir hususiyet vermiş ve bugün portakalları her yerde - Kozan portakalı - diye nam ve şöhret almış- tır. Pamuğu birinci derecede telâkki edilen bu şirin memleketin başlıca ihracatı pamuk, buğday, badem, yağ, keçi ve sığır hayvanatına inhisar et- mektedir. Torosların Andıl silsilesi namını alan ve kasabanın üzerinde yüksek şahikalarile uzanan dağda pars, siyah Kasabanın | ayı, sırtlan, tilki, geyik, sansar, kurt gibi av hayvanları bulunmakta ve bu yüzden av derisi ticareti de oldukça münkeşif bir halde bulunmaktadır. Kazanın nüfusu 36,500 dür. Kasabanın Adana ve Ceyhana bir şose ile bağlı bulunmaması halkın is- tihsalâtını günü gününe ve piyasa zamanlarında pazar yerlerine yetişlir- meğe mani olmakta ve bu suretle çif- çi mesaisinin tam semeresini iktitaf edememektedir. Küçük bir yağmur münakalâta mâni olmaktadır. Kasabanın son zamanlarda imarı- na başlanmıştır. Kasabada 12 yataklı bir hastane olduğu gibi; belediye ta- rafından yaptırılmış asri bir mezbaha da vardır, ——— am MER GE ARR GEN MER MR eli EY pe Baş, diş, nezle, grip, romatizma, nevralji, kırıklık ve bütün —. derhal keser. İcabında günde 3 kaşe alınabilir. m WE m EE mi Bü Memi a e Bu tenha yerde bir saat kadar bir- | Üstelik lâzım olan havadisi de sen ta- Ekte kaldılar. İ mamladın paşam... Ben seni avladım... Sonra, delikanlı kızı bahçenin Maksad anahtarı ele geçirip kolayca Yan yana yürüdüler. Köşke yak- laşmışlardı. Burası, eski zaman ko- © Maklarının aşılmaz, yüksek duvarla-