Eski ve yeni Istanbul Bugün metrük olan Sedef adasının hikâyesi Tahta geçmek istiyen piçin kollarını ve bacaklarını kestiler, gözlerini de kör ettiler; patriği de Sedef adasına sürdüler İstanbulun dört büyük ve meskün Adasına dair tarihin kaydettiği hatı- Taları anlattım. Şimdi de sıra, Bü- Yükadanın hemen yanı başındaki Bedel adasında... Bunun da mâcera- 81, ötekilerden az heyecanlı değildir; belki de, kalıbına kıyafetine nazaran, pek daha mühimdir! Sedet adası toprağı itibarile de pek Yerimsiz bir yerdir: Sultan Abdülme- Gidin damadı Ahmed paşa tecrübe mahiyetinde ziraate kalkışmışsa da Muvaffak olamamıştır! o Hayırsızlığı böylece mücerrepi Minimini adaya Uğrıyanlar şimdi pek enderdir... Bu- Tası, bilhassa deniz kuşlarının vata- Mıdır. ... Kültürü kuvvetli fakat iradesi za- ıf Mişel Rangabenin âsi ermeni Leo- na Bizans taç ve tahtını ne kadar kolaylıkla teslim ettiğini anlatmış tık. Mahlü hükümdarın, oğullarile heraber, Kınalıadaya sürüldüğünü, Küçük prenslerin hadım edildiklerini de yazmıştık. Bunlardan büyüğü, feleğin sillesi- ne dayanamıyarak, menfasında ça- bucak öldü. İkincisi ise, babasının aksine, müthiş bir irade kuvveti; Ağabeğinin zıddına olarak da bir be- deni mukavemet gösterdi. Denebilir ki, bütün tarih imtida- dında, işkencelere onun derecesinde dayanmış şahsiyet nadirdir, Küçük hadım, manastırda, ilâhiyat #lminin künhüne varmış; zamanında tedvin edilen diğer ulümu da yut- muştu. Gel zaman git zaman, bilgisi- min hududsuzluğu bütün bir Bizans muhitince tasdik edildiği için, papas- lk payelerinin en yükseğine çıktı. Nihayet, - gene bu seri içinde uzun uzadıya bahsettiğimiz patrik Meto- diusun vefatı üzerine - patrikliğe ge- tirildi. Sismani makamlarınen büyüğü olan İmparatorluk hakkını kaybettik- ten sonra, ruhani makamların bu ir- ; tiflana tırmanmak az şey değildi. Bu sıralarda, hani şu Metodiusa ve ortodoksluğa müzaheret eden İm- oriçe Tedora iktidar mevkiin- deydi. İgnace yahud İnyas ismile patrik olan hâdim prensi, tâ Hazer kıyılarına kadar misyonerler gönde- rip hristiyanlığı yaydığı sıralardaydı ki, merkezde hiç umulmadık bir hü- kümet darbesi oldu: Gene İmparator ailesinden olan Sezar Bardasa karşı açlığı mücade- lede mağlüb olan Teodora, öz evlâdi- nın emrile saçları kesilerek, kızlari- le birlikte manastıra kapatıldı. Bardas, yeğeni olan genç İmpara- tor üçüncü Mişel üzerindeki nüfuzu- nu kaybetmemek için, on beş yaşlar rındaki bu ele avuca sığmaz, müsteh- zi, mütereddi, şımarık ve küstah oğlanı bütün fena insiyaklarının tezahürün- de âdeta teşvik ediyordu. Çocuk hükümdarın sefahat ve re zalet namına yapmadığı yoktu: Ya- Şıtları olan hempalarile birlikte, şeh- Tin hamal ve kayıkçı meyhanelerine, sefahathanelerine devam câiyor; kör kütük sarhoş, yollarda dolaşıyor; kızdığı adamların ölülerini bile mak- berelerinden çıkartıp cesedlerini hal- kın gözü önünde dövdürtüyor; kala» balıkta dini merasim yapan papasları yerlerinden tekmelerle kovarak, ilâhi- lerin makamile ve papasları takliden müstehci şarkılar söylüyordu. Girid başpeskoposunun bütün dişlerini de söktürtmüştü! Bu hükümdar tarihte «Sarhoş» lâkabile anılır, Hattâ bir gün annesini, manastır- dan getirtmeğe ve ona şu oyunu Oy- namağa kadar işi azıttı. Bizanslıların mukaddesalı arasına giren bu ke- dına — Anneciğim! - dedi. - Sana, baş Papazımız dua edecek İmparatoriçe, baş papasın önünde durdu; ve kalabalık huzurunda, hu- Şu içinde ibadete başladı, Fakat tam o esnada bir kahkaha- dır koptu: Meğer, İmparatorun Do- muz lâkabile anılan bir soytarı dal- kavuğu, baş papas kılığına girmiş! Teodoraya karşı havsalanın almıya- cağı bir tahkirde bulunuyor... Bunun üzerine, Sofi anne, evlâdı- na guzub nazarlarla bakarak: — Dünya ve ahirette melun sayıl!.. Bütün #elâketler, üzerine çöksün! - dedi; ve çıktı, giti. Bu sıralarda, patrik İnyas çoktan- dır yerinden edilmiş, Sedef adasına sürülmüş bulunuyordu! Yerine meş- hur Fotius getirilmişti. İyi bir aile dendi; parlak bir tahsil görmüştü; devrin en mükemmel kütüphanele- «Kütüphane» isimli eseri hâlâ mev- cuddur... Lâkin heyhat ki, asrnın şerefi olacak bu adamda vicdandan eser yoktu: Mevkline bakmadan derhal İmpa- ratora dalkavukluğa başladı. Hattâ şımarık oğlanın sefahatlerine iştirak ediyor, onunla içki mukavemeti yarı- şına bile girişiyordul Kime bu üç kişi, - yani üçüncü Mi- şel, Bardas ve Fotlus - bir sabah pat- rik İnyası sarayında baslırarak, pa- las pandıras Sedef adasına sürmüş- lerdi, Sürmüşlerdi amma, hüdim prens, bir türlü makamından İstifa etmiyor. Etmeyince de onu azl için bir takım merasim lâzım. Romadaki İnyası patriklikten düşürüp Sedef adasına sürmek için gösterilen ba- hane de enteresandır. Bu sıralarda, İstanbulda Gebon 1s- mile biri türemişti ki, İmparaleriçe Teodoranın, kocası Teofille evlenme- len evvel peydahladığı bir piç olduğu- nu cöylüyor ve tahtta hak iddia edi- yordu. İhtimal ki iddiası da doğruy- du!... Makat işin ehemmiyetli ciheti; Üçüncü Mişelden bizar olan pek çok kimselere bu dilek munis göründü. Maamafih, raray baskın çıktı. Esa- sen yarı mecnun bir insan olan Ge- bonu yakalayıp şehrin bir meyda- nında kollarını ve bacaklarını kesti- ler; sonra, kütük haline sokulan bu insanın gözlerini çıkardılar. Biçare müddei böylece öldü. Güya hükümdarın iskatı projesin- de medhaldarmış gibi göstererek, bu fırsatla hâdim prensi de patriklikten indirmek istemişlerdi. Bardasla - 0 ana kadar saray baş kâtibi olan - Fo- tius, İmparatoru, kendi aleyhinde böyle bir teşriki mesai olduğuna kan- dırmışlardı. Fakat yene de istifaname geliyordu. İnyası istifaya mecbur etmek için neler yapmadılar: Onu Sedef adasın- da aç, sefil bıraktılar... Taşlar üze- rinde inlettiler... Çamurlara buladı- Jar... Fakat Mişel Rangabenin oğlu seciye derecesinde bir inad gösterdi... Meşhur papasları ıtma ettiler; onun lâzım Ordu (Akşam) — aleyhinde hükümler çıkardılar; bu se- fer de Papanın mukavemetile karşı- laştılar... İnyas, Sedef adasından daha feci mahpuslara nakledildi... Zalim bek- çiler tarafından dayaklar yedi... Ke- çi ahırlarında, kollarında ve ayak- larında zincir, haftalarca aç susuz bırakıldı... Keskin cisimler üzerinde günlerce yatırılarak işkencelere ma- ruz kaldı... Lâkin inadı inad!... Bu emsalsiz zulümlere karşı hâdı- min mukavemeti, İnyasın İstanbul- da pek çok tarafdarlar kazanmasına sebebiyet veriyordu. O sırada, bir de müthiş zelzele çıktığı için, bu sema- Vi işaret, İmparatorun aleyhine tef- sir edildi. Öyle ki, neticede üç zalim, İnyasın affını ilâna mecbur kaldılar, Bir müddet evvel, hâdim, mucize kabilinden olarak, kaçabilmiş ve ken- di aleyhine verilen «Kör edilsin ve elleri ayakları kesilsin!» fermanın- dan tam zamanında yakayı siyırmış- ta. Dağlarda, bir firari halinde dola- $ıp duruyordu. Bu af kararı üzerine korku nedir bilmiyen İnyas İstanbu- la dönmek cesaretini gösterdi ve prens adasındaki manastıra, bu sefer kendi arzusile yerleşti. Aradan seneler gençili, Papa, Fo- tius yerine İnyasın iktidara getiril mesi için israr ediyordu. Bu yüzden afarozlaşma, Roma ve Bizans klise- lerinin arasını büsbütün açtı. Diğer taraftan İmparator üçüncü Mişel, yeni kafadarı Makedonyalı Bazil ile birleşerek Bardası öldürdü. Fakat bu hâdiseler bile, Fotiusu sandalyesin- den kımıldatamıyordu. Vakta ki üçüncü Mişel, ur hari- cindeki Aya Mamas klisesinde, bir gece, sabaha kürşı samimi arkadaşı olup artık tahta iştirak eden Make- donyah Bazil tarafından katledildi, vaziyet değişti Yeni İmparator, rakibini ortadan kaldırdığının ertesi günü, Fotlusu ve üçüncü Mişelin diğer adamlarını az- ledip Sedef adasına donanma gönder- di: Şan ve şeref içinde, İnyası getirte- rek makamına oturttu. Ne garib te- sadüftür ki, bu nikbet tam on sene sür- müş, yani İnyas, Sedef adasına İlk sürülüşünden tamamı tamamına on yıl sonra oradan getirilmişti! Bundan sonra da on iki sene müd- detle makamında kaldı. Öldüğünden üç gün sonra, gene Fotlus, zekâsının cerbezesile İmparator Bazlli teshire muvaffak olarak patrik oldu ve deği- şen yeni Papaya vazifesini tanıtttırdı; kendini vaktile afaroz edenlere de hükümlerini geri aldırttı. Bu adamın harikülâdelikleri ara- sında şunu da zikrederler: Dokuz Pa- pa tarafından afaroz edilmiştir! vaz İşte, küçücük Sedef adasile alâka- dar koskocaman bir macera... Umarım, ne zaman bu kara parça- sının önünden keçseniz hatırlıyacak- Yürük Çelebi Ordu merkez Cümhuriyet okulu kız, erkek talebesinin bir yıl içindeki çalışma muhassalasını gösteren güzel bir sergi açılmıştır. Bu sergi, ziyaret edenler üzerinde mükemmel bir intiba bırakmıştır. Yazan: Sermed Muhtar Alus Tefrika No. 96 NANEMOLLA Atebei felek mertebeli hazreti Şşe- hinşahı âzamiye «Sıgarı sinnimden- beri malüliyetim, pederimin vefatın- dan sonra kimsesizlik ve bedbahtlı- Eım kâfi değilmiş gibi buna munzam Sui talihim neticesi, iradel seniyel ce- nabı hilâfetpenahilerile sıkı bir mu- hafaza tahtında Radosa mütevecci- hen (Pesendire) vapurundayım ve halen İzmirden hareket etmek üzere- yiz. Ahvali havaiyesinin mülâyim ve yabisliği, beldenin emri mahfuziyet- teki evleviyeti dolayısile Akâ kalesine tebdili menfa eylemekliğim husu- sunda fermanı nurefşanı melekdari- larini kadem gubarlarınıza yüzüm gö- züm sürerek istirham ve niyaz eyler, Erikel sallanatta ilâ ahirüddevran berkarar ve ömür ve afiyeti hüma- yunlarının dâim ve üstüvar olması | öğle bile olmamışken, ortalık, Arabis- tandan nümüne; çayır çayır yanıyor... İskambildekilerin arasından bir sesf — Çık kara karıyıl.. Enginlere dâlmiş olan İrfanın kus lağına bu söz gitti. Kara karı?.. Acaba ne halde, ne ya“ Ppıyor şimdi, şu dakikada?., Hayret!.. Gene Küçük Karakaşya- ni unutamıyor. Bu çocuk iflâh olamıs yacak, Hayır; onu hiç kabahatli görmü- yor, şüphelendiğine, günahına girdi- gine nedamet duyuyordu. Zannı gibi Eşrefle münasebeti olsa, herifin Sa- raylının evinde, Peçeli meçeli peşle- rinde ne işi var?., Küçük Karakaşyan gibi zeki, fatin bir kadın ilişiği olan bir adamı umum» hanelerde gezdirmez... duayi vacibüledasını refi barigühı per- verdigâr eylerim olbabda....» Bu üslüb Nanemollanın harci ola- maz bittabi, Salih kaptan da münşi- lerden demek oluyordu. 'Tevekkeli yam ali ra lay Taya aş şeş > merhumla hukuku kadi- menize ve hakkı çakeranemde raye- gân buyurula gelmiş olan teveccüh ve eltafe ictisaren vesateti devletlerile nezdi şevketpenahiye keşide eylediğim telgrafnamenin ol makamı muallâya iblâğı temenniyatile emir ve ferman rüp çektirdi; makbuzlarını da getirdi. Zincirkıran, don gömlekle kamara- sının kapısını aralamış, kafasını dışa- rı çıkarmış, bağırmada; — İrfan bey!.. Hâlâ o kümes gibi yerde, yatakta mısın? Amma da Na- nemolla imişsin!.. Bildiğinden, kulağına gitmiş mit- mişliğinden değil; boş atıp dolu vuru- yor. Yukarıya da seslenmede: — Rizeli, in aşağı; şunu karga tu- Tumba edip kamaradan çıkaralım!., Mülâzimsani, başçavuş ve diğerleri, hasırın üstünde iskambil oynuyorlar- dı. Derhal kalkıp vaziyet aldılar. Rıza bey, şeridleri ve apuletleri sö- külmüş ceketini gösteriyordu: — Biz de neferi merkumlardan ol- duk şimdi. İstifinizi ne bozuyorsunuz, oturun, oyununuza bakın be hemşeri- ler!,, © — Estağfirullah; alay beyimizsin!... — Emrin altındayız!.. — Yakında paşalığını da görece- ğiz.. Salih kaptan yukarıdan indi: — Zaif, nahif bir gerç; deniz çok dokundu. Haline bırak birader, biraz rahat etsin!.. — Beşiktaşta hâlâ ses sada yok mu? — Daha yok... — Aradan yedi, sekiz saat geçti. Şimdiye kadar cevab gelmeliydi. — Bekliyelim, vaktimiz var. Vapurun boşatacağı, alacağı yük çoktu. «Pesendire» o gün, belki o ge- ce de oralı idi. gene amirimiz, Çay ve kahvaltıdan sonra Zincirkı- ran, kaptanı gene karşısına oturttu. Tavlayı getirttiler, şark şurka başla- dılar. Osman ağa gurupu da iskambilleri- ne oturdular... İrfanın gene avucu çenesinde, Gü- ya yükletilen'denklere bakmada, «Pesendire» 350, 400 rüsum töna- Tık, küçücük bir gemi, Yapılalı sene- ler olmuş. Vinç tertibatı yok. Ön dire- ğe merbut sırıktaki bocurgatla, kol kuvvetile ve heyamolalarla eşya alıp veriyor. Mavnalar yanaşmış; bağırma çığır- ma gidiyor. Nanemolla, gözlerini şehre çevirdi. Babasının sağlığında, Beyruttan İs- tanbula dönüşlerinde, gördüğü bu manzarayı pek iyi hatırlıyordu. Önde rıhtım, de, basık damlı, kararmış yüzlü ah- şab evler. En nihayette yüksek dağ- lar; birinin üstünde kale... Denizin yüzü çarşaf gibi; imbalın daha vakit var... Mayıs ayı bile girmemişken, bahar ortasında, Akşam olmak üzere... Salih kaptan, da A SN — Cevab çıkmadı, Bir de başka kâr pıya başvuralım. Bolkeyif Tayyar paşadan ümid ke- silmiş sayılabilirdi. Böyle yüksek mevkili zevata olan telgraflar - bir- likte padişaha da ariza var - her şey- den akdem keşide edilir; Mürseliileyti- lerine çarçabuk gider... Salih kaptan gene sordu: — Büyüklerden başka bir baba dos« tunu bul, Bolkeyif cılk çıktıl.. İrfan düşünüyordu: — Rahmetli babacığımın daima di- linde olan, İsmail paşa diye bir zat vardı... — O şimdi Diyarıbekir valisi... — Bir de vüzeradan Ali paşa nâ- mında... — Ali Rıza paşa olacak, Hüdaven- digâr, yani Bursa valisi... Vükelâdan, Meclisi has âzasından birini bul! — Halim paşa (1)... — Oldu, bitti!. Tayyar paşaya çekilen telgrafın müsveddesi var ya; onun bir suretini de Halim paşaya çektiler... Kerahat vakti gelmiş, üst güverte ye gene rakı binliklerile beraber, İz- mir karşıda, daha dolgun mezeler ge- tirilmişti. Dertop olmuşlar, hasırlar da yanaş- tarılmıştı. Konyalı Seyid çavuş bir bağlama da bulmuştu. Memleket tür- külerine girişli, Zincirkıran, boyuna atılıyor; — Bilemiyorsan bile uydur be ça- vuş; bir semai aranağmesi yapıver, diyordu: — Nay nanay nay nay, nay nanay nay nay... Tutturuyordu semaiyi: — Efendim hu, nasibim bu, tecelli taksirat yahul.. Arkadan Şamlı çavuş alıyordu: — Yalel, yalel, bintilcenan!., Kaptan da ayaklanıyordu: Bir de Lâz havası tuttur Seyid çavuş. Biraz da ayağa dikilelim; ras kılar midelerden barsaklara gitsin... Ağızlar biribirine karışmada Rıza bey semaide, kaptan Lâz oyu- nunda; Şamlı yalelde; Ezirgânlı Ezir. gân havasında, Anadolulu onbaşılar da kendi makamlarında: Emine de hanım şimdi de çıkmış hamam» dan, hamamdan Yazması boyalı, elleri kınalı, aman Emi nem gel yanıma... İrfana asılan asılana: — Baban rahmetli 40 yıllık vezirdi, Cariyelerden saz takımları vardı ek bet... Kulağında kalanlardan birini, gazel, şarkı, ne olursa olsun sen de okul. O biçare, öküze zeydün ve amren. | Nihayet, İstanbuldan, mabeyin baş- kâtibliğinden telgraf geldi: «İzmirde lengerendaz (Pesendire) nam sefinede bulunan İrfan nam merkumun dilhahı veçhile Akâya sev- ki emrü ferman cenabi zillullahi ah- kâmındandır.» (Arkası var) » eski müşürlerden, iyilikle şöhreti alma, atâsı çok, acezeyi kayınır bir zat miş. O vakitlere erişmişlerden duydum, Aylık alınca, Mahmudiye yüztükleri, elli iikleri gibi ufak para dolu torbaları ku- samba, Hrkalşerif gibi yerlerden geçime tir, fıkaraya avuç avuç dağıtırmış... my eri iz SÜ SLĞNEŞİ şönil