“Palyaçonun düdüğü Ahmed Ferdi mağazaların came- | kânlarını seyrede ede Taksimden Tü- nele doğru ilerliyordu. Bir aralık göz- leri büyük bir oyuncakçı dükkânının camekânına takılıkaldı Burada ne güzel çocuk oyuncakları vardı. Aklı- na kızı Yıldız geldi. İçinden: «Şimdi oyuncakları Yıldız görse çıldınrde dedi, Oyuncaklar arasında sipsivri kü- lâhlı bir palyaço gördü. Bu, o kadar güzel bir oyuncaktı ki çoçuk olmadı- ğı halde Ahmed Ferdi bile buna ba- yıldı. Kendi kendine; — Dükkâna girip şunu”Yıldız'a ala- İçeri girdi. Dükkâncı sivri külânl palyaçoyu çıkardı. Oyuncak camekâ- nında göründüğünden de çok güzel- di. Üstelik karnına basılınca pulyaço düdük çalıyordu. O kadar da pahalı bir şey değildi. Salın aldı. Dükkândan çıktığı zaman mem- 'nundu, Yıldız bu sivri külâhlı palya- çoyu görünce kim bilir ne kadar 56- yinecekti? Ahmed Ferdi evleneli beş sene olmuştu. Karısı Nedime çok iyi bir kadındı. Pek o kadar güzel değli- di. Fakat evine, kocasına;çok bağlı idi. Ahmed Ferdi ile Nedime Sessiz, güilesiz, sakin bir hayat geçiriyorlar- dı. İki yaşındaki kızları Yıldızın et- rafında ikisi de pervane gibi dönü- yorlardı. ii Ahmed Ferdi, bebek paketi elinde ağır ağır ilerlerken bir arlık gözü bü- yük bir sante ilişti, Daha çok erkendi. Her zaman evine saat yedide dö- nerdi. Sıcak bir haziran akşamı olduğu için dehşetli harareti vardı. Bir bar- dak bira içmek için bir birahaneye doğru ilerlerken arkasında tatlı bir sesin : — Ferdil... dediğini işitti. Genç adamın birdenbire kalbi hop- lamıştı. Senelerdenberi işitmemesine rağmen bu tatlı sesi hemen tanımış- tı. Döndü, hayret ve heyecan içinde: — Sabahat!... diye mırıldandı. AAkmed Ferdi Sabahatı belki sekiz senedenberi görmemişti. Şimdi bu ümid edilmedik karşılaşma delikan- ıyı dehşetli bir heyecan fırtınasına kaptırmıştı. Sekiz sene evvel Ahmed Ferdi bu fevkalâde güzel, genç kadını ne kadar delicesine sevmişti, Sabahat hiç haber vermeden bir- denbire ortadan kaybolunca büyük bir ümidsizliğe kapılmıştı. Sonra kar- şısına çıkan Nedime, iyi kalbi ile âde- tâ bir hasta tedavi eder gibi Ahmed Ferdiye bu eski ve hatırayı 'unutturmuştu. Fakat Sabahat birden- bire karşısına çıkınca Ahmed Ferdi, içindeki bu eski yaranın bir anda ka- nadığını hissetti, Hani bazı muvaffa- kıyetle yapılmamış ameliyatlar var- dır., senelerden sonra küçük bir âr- za bu eski ameliyat yerinin deşilmesi- ne sebep olur. İşte bu umulmadık kar- şılaşmadan sonra da hemen hemen ayni hal Ahmed Ferdinin başına gel- mişti, . Sabahat sekiz sene evvelkinden da ha güzeldi. Gözleri ne katlar canlı, ne kadar manalı idi? Genç kadın Ahmad Ferdiye elini uzatırken; — Ferdi, diyordu, seni gördüğüme ne kadar memnunum... Tasavvur edemezsin.. sekiz senedir biribirimizi görmedik değil mi? Ahmed Ferdi içini çekerek cevap verdi: — Evet, sekiz senedir, Sabahat genç adama sokularak tatlı sesile; — Ferdi, dedi, bana hâlâ kırgın mı- 8ın?... Sana haber bile vermeden or- tadan kaybolmamı affettin mi? © — Ferdi önüne baktı: — Yarama dokunma Sabahat... Genç kadın sözü bitaz olsun değiş- tirmek kasdile; — Fakat hiç değişmemişsin Fer- di. - Tatlı, çocuk bakişlarınla hâlâ es- ki Ferdisin... Ayak üstünde böyle höraretli ko- nuşmak tuhaf oluyordu. Sabahat sordu: $ — Nereye gidiyorsun Ferdi?... Ferdi bir rüyadan silkinir gibi ce vap verdi: — Hiç... Biraz hararetim vardı, Bir bira içmek istiyordum... Sabahat: — Ne iyi, dedi, benim de hararetim var. Şöyle tenhaca bir yer bulsak ta biraz başbaşa olursak... , Beraber yürüdüler, Ferdi âdetâ tat- Lı bir rüya görüyor gibi idi İşte ha- yatında en delicesine sevdiği kadn yanında idi, Ona eskisinden çok faz- la iltifat ediyordu. Girdikleri yer ümid ettiklerinden de daha tenha idi. Çi- çekli bir masanın etrafında eski gün- leri, sabaha kadar süren çılgın aşk gecelerini konuşuyorlardı. Biribirle- rine raslıyalı henüz bir sâat olduğu halde sekiz sene evvelki samimiyet- leri, hattâ fazlasile tekrar geri dön- müştü, Bir aralık Sabahat yeni hayatından bahsetti: — Ferdi, dedi, o kadar yalnızım, o kadar yalnızım ki sorma... Bu yalnız- lık beni çok sıkıyor... Ferdi ona biraz takılmak için; — Senin kadar aşırı derecede gü- zel bir kadın eğer isterse hiçbir za- man yalnız kalmaz... dedi, Sabahat çantasını açtı, içinden kü- çük bir anahtar çıkardı: — Şu anahları görüyor musun Ferdi?... dedi, Bu benim apartımanı- mın anahtari... Meselâ bu gece sen- den ayrıldıktan sonra doğru apartı- münıma gideceğim, kendi elimle ka- pımı açacağım, kendi elimle elektrik düğmesini çevireceğim, Bomboş oda- lar... Boş bir salon... Ve tek başıma yemeğimi yiyeceğim. Bu gece hizmet- çim bile yok.. izinli...Bu yalnızlık ha- Sabahatle konuşurken Ahmed Fer- dinin âdetâ başı dönüyordu. Eğer bir kere kendisini Sabahatin arkasından kapıp koyverse hayatının sonuna ka- dar genç kadının peşinden ayrılmı- yarağını anlıyordu. Sabahatin ken- disi için büyük bir tehlike olduğunu çok iyi biliyordu. Birahaneden çıktıktan sonra Saba» hat: — Beni evime bırakırsın değil mi Ferdi?... dedi. Ferdi onu evine kadar götürdü. Ka- pıda Sabahat Ferdiye: — Apartımanımı görmek istemez misin? diye sordu. Genç adam bir an içinde; — Evet... dedi, ben de sana bunu söyliyecektim. Fakat cesaret edemi- yordum. Beraber apartımana girdiler. Saba- haf elektriği açınca Ferdi kendisini çok iyi döşenmiş bir salonda buldu. Genç kadın: — Ferdiciğim... diyordu, sakın evi yadırgama,,. Farzet ki sekiz sene ev- velki benim Suadiyedeki köşkümde- sin... Bana bir dakika müsaade... El- bisemi değiştireceğim... Ferdi, salaonda âdetâ büyük bir &n- dişe içinde beklemeğe başladı. Bü- yük bir tehlike, bir uçurum karşisın- da gibi idi. Nihayet Sabahat sırtında paçaları gayet geniş bir pijama ile ya- nına gelince büsbütün başı döndü. Genç kadın içeri girdiği zaman: — Kıyafetimi affet Ferdi... dedi, bugün çok yoruldum. Pijamamı giyip biraz rahat edeyim, dedim... Sen bir likör içetsin değil mi? Ferdi likörü içti, Sabahat: — Yanına oturayım da rahat ra- hat konuşalım... dedi, Genç kadın Ferdinin oturduğu di- vanın bir köşesine ilişti. Fakat bu esnada garip, ince bir düdük sesi işitildi, Sabahat, Ferdinin divan üzerine bıraktığı bebek paketi- nin üstüne oturmuştu, Bunun üzeri- ne palyaçonun da düdüğü ötmeğe baş- Jamıştı. Bu düdük sesi birdenbire Ahmed Ferdinin aklını başına getirdi. Bu s63 sanki onu vazifesine, evine, karısına, Yıldız'a davet ediyordu. - Gözünün önünde çocuğunun hayali canlandı. Bebek paketini kaptı: — Müsaadeni rica edeceğim Saba- hat... dedi, mühim bir randevum var... Her halde gitmeliyim... Genç kadının dargın ve hayretli bakışları önünde şapkasını giydi. Apartımanın merdivenlerini dör- der beşer atlıyarak dışarı çıktı. Bir oyuncak palyaçonun sesi hayatımı al- lak bullak olmaktan kurtarmıştı. Yıldız o gece bebeğe pek sevindi Ka- rısı Nedime: — Çok güzel bebek... diyordu, yal nız düdüğünün sesini pek mi dim, Çok acı ötüyor. Ferdi gülümsedi; — Bilâkis... dedi, ben onun sesi ni çok beğendim. e DİŞİ KORSAN Deniz Romanı Kontrakt Briç : Meşhur eller No. 10 .74 ya #*RD1087T3 4DVv63 y10854 *5 4v654 Her iki taraf birinci marşta, Kağıdı veren: Cenub. Deklârasyon Sistem Cenub Gi 1 ISA. 38.A. Şimal 34 Pas M 1S.A (e) 28.4. Pas 24 3S.A Deklârasyon hakkında notlar a) Cenubun elinde üç rengi tutucu kâ- üd ve 14 sayılı bir sanzatu vardır. b) Şimal kuvvetli bir karo serisi bu- lunduğunu anlatmakta ve ortağını yük- selmeğe davet etmektedir. €) Deklâre edecek bir renk yoklur. Yal- nız Üç onor levesi ve üç rengi tutucu bir kuvveti vardır. 5 Oyun Oyan: Üç sanzatu (o Sanzalucu; Cenub Garb pikanın üçlüsünü çıktı. Bir çok masalarda şark bu leveyi asla tuttu, iki- Jiyi çevirdi. Cenub rua İle oldı ve üç el karo oynadı. Şark iki defa boş verdi, üçüüncüde mecburi olarak asia aldı. Orta- ğına pika gitti, Garb İki sağ pikasını al- dı, Binnetince cenub bir fazlasile oyu- “nunu çıkardı. » Eritik Bası masalarda şarkia oturan mahif oyuncular, cenuba bu oyunu çıkarmak imkânını vermediler, Birinci leveyi pikn asile aldıktan sonra oyerkedi kupa raniresini (kupa am) Yikmükla karoları ihtimalini düşünerek ikinci elde kupa ruasını oynadılar. Cenab bu leveyi azla almağ amsebur oldu. Çünkü boş verirse şarkın kupaya devam edeceği şüphesizdir. Bu sürtlle cenub kupadan üç, pikadan bir, karodar iki ve sinekten iki ki ceman sekiz lere yapabildi, netice- | de bir içeri girdi. Mesele No, 10 ars —— 41083 bi 4Dl05 v5 *53 > a) Koz pika. El cenubda. Şimal ve cenub altı leveden dördünü yapacaktır. A Ko. 9 meselenin sureti halli i — Cnub.pika ruasını oynar, şimalden dokuzluyu verir. ? — Sinek beşlisini oynar, yerden keser. $ — yerden koz çeker, şarkı boş karo - sunu yedirmeğe icbar eder. Cenub karo altalısını verir. a) Garb karo verirse şimel, karodan #ki, pikadan bir leve alır, b) Pika yerse şimal ve cenub karo ası ve şarka doğru yapılacak pika pasile üç leve kırar. c) Binacnaleyfi garb koz üzerine sine- gin onlusunu yemeğe mecburdur. 4 — Şimal karo asını çeker. Şark mec- burl kâğıd yemek a) Pika yerse cenubün sinek doküzle- #unu kaçar ve elinde kalan #on iki pika- sını alır. b) Binek damını yerse cenub pika ye- dilisini yer. Yerden,pika oynuyarak eline geçer ve sinek dokuzlusunu da alif, ığru halledenler: Bay Süleyman Kâni İrtem (İstanbul), aşi Hakkı Köycü) (Edirne). Akba müesseseleri Ankarada her dilden kitap, ga zete, mecmua ve kırtasiyeyi ucuz olarak AKBA müesseselerinde bu- labilirsiniz. Her dilde kitap, mec- sna, siparişi kabul edilir. İstanbul gazeteleri için il , abone kaydedilir. Undervodd yazı ve he- sap makinelerinin Ankara acentesi, Parker dolma kalemlerinin Anka: . Telefon: 3377. - | İ yikleri “kovahıyan. avcılar gibi, her Tarihi Yazan: İskender F. Sertelli — Bizim Sitti ile aranız neden açıldı? Aykut şaşırdı: — Benim mi? Haberim yok... Fi kat, sen nasıl keşfettin bunu? — Demek ki bir şey var! — Hayır, Bilâkis, hiç bir şey yok. Haydi, söyle bakalım... Sitti Hacer benim hakkımda ne diyor? — Ne dediğini ben de anlıyamadım. Sizin için: «O, çok Triyakâr!» dedi. Başka şeyler de söylüyor amma, an- lamak kabil değil Aramızdan bir kara kedinin hem de bu kadar süratle geçeceğini 'ummazdım. Bana riyakâr dediği za- man hükmü kalben verdiğine inan- mak benim için bir küçüklüktür, O, $u kısa deniz seferinde benim ne ka- dar merd ve riyasız bir dost olduğu- mu herkesten İyi anlamıştır. Ona, benim hakkımda bu hükmü verdi- ren, vicdanı olmasa gerek... — Sinyor İstellonun yanından ay- rhr ayrılmaz bizim Sitlinin havası ve görüşleri değişti, — Ben ona denizde Sarı kasırga demiştim. Bu hükmü boşuna verme- diğimi şimdi daha iyi anlıyorum. Sahib belindeki kemerini düzelte- rek cevab verdi: — «Kara karlalş ın yanında «Sa- rı kasırga» çok yaraşır. — Kara kartaldan bahsederken aklıma geldi. Sahib! Hazret hâlâ kı- zını Saide vermekte tereddüd ediyor mu? — Evet. Eski tereddüdü hattâ şim- di biraz daha Aykut birdenbire hiddetle ayağa kalktı: — Bütün bunlara sebeb ekara ruhlus papasd. O, buraya hayırlı işler için gelmemiş. Hazretin fikrini gelmiş. Çünkü Said, şeyh Abdulla- hın damadı olursa, deniz kuvvetleri, önünde durulmaz bir şekil alacak ve bu kuvvet belki yarın bütün dünya- yi tehdid öâdecek. Kardinal bunu keşfetmekte güçlük çekmemiş olacak ki, giderayak ortalığı karıştırdı... — Bu adamı içimizde bir aydan fazla tutuşumuz büyük bir suç değil midir? — Elbette... Hem de affedilmez bir suçtur. Bunun cezasını çekeceksiniz, Sahib! — Tesirini, ekara ruhlus misafiri- miz uzâklaşır uzaklaşmaz gördük. Sitti Hacer sizden nefret ediyor! — Demek yalnız «riyakârik: me- selesi değil... Ayni zamanda nefret te ediyor, öyle mi? — Evet. Dahası da var..: Siz, ka- bilenin hazinesini soyacakmışsınız! — Bunları da «kara ruhlu misa- fir mi yumurtlamış?! * — Şüphe yok. Giderken, Sitti Ha- cere: «Ayağınızı denk atınız! Mo- gollar, bütün Arabistanı baştanbaşa işgal edecekler.» demiş. — Hacer bunlara inandı mı? — Elbette inandı. Hattâ sahilden döner dönmez, bütün bunları baba- sına anlattı. Aykut bu dedikoduları - buraya kadar - sükünetle dinlemişti. Fakat, iş, Sahibin dediğine göre bambaşka bir şekil alıyordu. Bu vaziyet karşi- sında yalnız Aykut ve arkadaşları değil, bütün Moğollar - Arab kabile- leri yanında - fena bir mevkie düşü- yorlardı. Yarın hazret onlara; «— Siz, istilâci bir milletsiniz!» Diyerek, inanışlarını değiştirecek olursa, Aykutun bütün plânları alt- üst olmıyacak SEyG “içindeki Dylmi çıkarmalıyım!» Aykut Karakurum dağlarında ge- çirdiği gençlik günlerini hatırladı. O, Gerolan irmağı boylarında sarı ge- gün şahin bakışlı çoban Kızlarile oy- naşır dururdu. Aykut bugün bile bir kadını avlıyacak kadar gösteriş- di, heybetli bir erkekti. Gözlerinin ateşi hâlâ sönmemişti. O güne kadar Hacere kızı veya kız kardeşi gözile baktığı halde, şimdi, Tefrika No. 32 Hacer, Aykutun uzaklaştırılması için babasını sıkıştır? yordu. Kardinal şeyhin kızını iyice zehirlemişti onun kendisinden netret ettiğini dür © yunca kalbine bir ateş düşmüş, yâr hut bir ok saplanmış gibi sarsılmıştı. Birdenbire Hacerin hayalini gözü nün önüne getirdi: — Gerolan çobanları kadar güzel ve sevimli.. Diye mırıldandı: Hacerin bakır gibi sarı bir derisi vardı. Bakışları çok sehhardı, Eğer © cesur ve atılgan bır kız olmasaydı, onu çoktan kabileden kabileye, çar dırdan çadıra kaçırmışlardı. Cesur ve atılgan, ayni zamnadada döğüşçü bir kadın olduğu halde bile onu Saydaviler bir kere kaçırma" ğa teşebbüs etmemişler miydi? Aykut şöyle bir kere silkindi.. ken- dini yokladı: — Acaba onu sevmeğe mi başlar dım? Ve birdenbire. sustu... dan bir cevab bekledi. «— Hayır., onu sevmiyorum..» Diyemedi. Aykut elli yaşına geldiği halde ik defa ruhunda bu zaafı duyuyordu. Çadırının içinde sağa sola dönerek bir hayli yürüdü. yaren beyninde bir uğultu var- 'Ve o, kafasının içinde İlk defa ken- disini ezen ve tehdid eden böyle bir uğultu hissediyordu. Yumruklarını sıkarak bağırdı: — Benim eccdadım hiç kimseye esir <i olmamıştır. Biz, esir almıya alışmış Vicdanın» bir milletin çocuklarıyız. İçimdeki şeytanı çıkarıp boğmalıyım. 7 Aykut o gün sevmenin de bir nevi esaret olduğunu sezmişti, “ Hacerin endişeleri.. — Bu adamı çabuk uzaklaştıralım buradan baba! Sinyor İstello bans çok mühim şeyler söyledi: «Moğollar Korsan adalarında para ile gemi sa- tın alıyorlar. Yakında bir dolanma düzüp bütün Arabistan sahillerini elinizden alacaklar ve sizi esir gibi kullanacaklar!» dedi. Aykut çok teh- likeli bir adammış. baba! Onu he- men kabilemiz arasından uzaklaştır. — İstello bunları nereden biliyor? Aykut seferden dönünceye kadar bar na bunlardan bahsetmemişti. Aykutu görünce Moğollardan sık sık bahset meğe başladı. Halbuki, bizim için Moğollardan ziyade Papanın ve Ve- nedilklilerin donanmaları tehlikeli- dir. Biz kara ordularından korkma yız. Moğol orduları Arabistana gele- mezler. Onların hedefleri Avrupadır. — Sen benim dediklerime inan, bü” ba! Bu adam çok tehlikeli imiş... Ma- caristanda bir günde elli bin insan kellesinden bir kule yapmış. İstellor, «O kulenin eşini de Arabistanda yâ- pacak!» diyor. Aykut burada ordu- sunu bekliyormuş. Moğol orduları gelince, hepimizi keseceklermiş. Şeyh Abdullah - düşünmeğe. baş- Tadı. — Hele bir kere bu meseleyi Sald- le görüşelim de ne yapacağımızı sonra düşünürüz. İstello ne derse de- sin. Aykut han çok merd, çok n#- muslu bir adama benziyor. Moğol or- dusu Avrupadan Arabistana geçe mez. Onlar her gün yağlı yemekler- le midelerini şişirmek isterler. Kum denizinde kuru bir buğday tanesi bile bulamazlar, Buraya gelirlerse, açlıktan ölürler. Ve kızına dönerek yavaşça ilâve” etti: Sakın bunlardan Aykuta bah- sötmel Dostluğumuzu bozarsın. , * ! «Kara ruhlu> papas, Haceri o kar dar doldurmuştu ki... Yirmi gün de- nizde arkadaşlık yaparak birbirlerini çok iyi anladıkları halde, şeyhin kızı şimdi Aykuttan hem nefret ediyor, - hem de korkuyordu. Oysa ki dl de kendisine: — Ben, sahillerimize uğrıyan ii sanlar arasında senin gibi merd ve