İŞ etm ele EE «ves ediyor,» Ertesi günü tellâl bu ada- ! ” kiymetli Şehnamenin elli meclis re Sahife AKŞAM PAZARTESİ KONUŞMALARI: Evliya Çelebi'nin bir tablosu Sene 1065. Melek Ahmed paşa çetin bir savaştan sonra Bitlis kalesini zap- tediyor. Bitlis beyi, Abaal han, kaçı- yor. Hanın hazinelerinden pek çok kıymetli eşya ve mücevherlerden baş- | ka yedi deve yükü de kitap çıkıyor. | Bunlar arasında hanın kendi telifatın- | dan farisi, arabi, türki altı cild, yüz beş pare türlü türlü risale var. İki yüz cild frenk basmasile Atlas minör, coğ- rafya, heyet ve hikmete aid kitap, bun- lardan ayrı. Eski ve yeni dünyaya aid haritalar; nebatat ve ilmi teşrih mu- cibince beni âdem uzuvlarının basma şekil ve tasvirleri. Bunları gören can- İı zannedermiş, cümlesi «Kalemi #renki| pür renk.den çıkma... Hepsi mezada çıkarılmış, ucuz ucuz satılıyor. Bu arada ubir mürai ve mu- taassıp, Sabi-perestlerden, Kadızadeli fırkasından geçinen namerd, zemmam ve nemmam, fassal ve dehhal, mezmu- mi cühelâyi cihan, mühmel ve müsta- mel, mader behata, habis» güzel bir şehname yazmasını «Mezadı sultani- | den» bin altıyüz kuruşa satın alır. Herif, çadırına gelir, «tasvir haram- dır» diye kitabın içindeki resimleri ber- bad eder ve birer birer gözlerini çıka- rır. Onların nerkis gibi güzel gözlerini bıçakla hakkederken de kitabım yap- | raklarını delik deşik eder. Bazılarını boğazladım sanarak gırtlaklarından, çizer. O güzelim çehreleri, nazik elbi- geleri, «Ağzındaki mekruh balgam ve tükrüğile telvis» eder. «Görmeli tabiati ki böyle bir zikıy- met kitabın her varakmı üstad ar cak bir ayda yapmış iken böyle bir edepsiz bir anda ağzı salyasile mülev- ma gelir ve akçesini ister, Fakat para yerine şu cevabı alır: — Ben ne edeyim suretli papas ki- tabını. Suret haram olduğundan elime almadım, hepsini bozdum. Böyle söyler ve şahnemeyi tellğlin yüzüne fırlatıp atar. Tellâl kitabı açar, bakar. Ne görsün, sağlam bir tek re- sim kalmamış. «Bre ümmeti Muham- med, bu Şehnameyi görün, bu zalim neylemiş!» diye feryad ve figan eder. Herif der ki; «İyi vardım, hoş ettim. | Hemen bir suret alıkoydum. O da be- | nim Tire şehrindeki mahbubeme ben- zediği için...» Tellâl bakâr ki bu adam- İ la cenkleşmenin faydası yok; doğru Ahmed paşaya gidip heriften şikâyet eder: — Ey veziri dilir!.. Şu Şehnameyi Hâkkârl beyi kâhyası han Murad bey bin dört yüz kuruşa mezaddan almış- ken Tireli Hacı Mustafa nam herif bin altı yüz kuruş verip aldı. Kitap Üç gece yanında yattı. Meğer herif, Kadızadeliymiş. Tasvir haramdır diye cümle suretlerin gözlerini delip birçok tasvirleri pabuç süngerile silmiş. Bu simlerini telvis edip kitabı kıymetsiz bir hale sokduktan gayri bir de tellâli- yemi vermemektedir. Nakleden: (Yâ-Nü) Yirmi senedenberi bir servet gibi biriken mesud günlerin hatırası! Ök- süz ve biçare bir kızken Lütfi bey onu almış ve peri masallarındaki sultan- | lar gibi bir hayat yaşamasına sebeb | olmuştu. Bir gün, bir tek gün, biribir- lerine kırılmamışlar, darılmamışlar- dı.. Sonra aralarında bir de yavru belirmiş; bağları böylelikle büsbütün kuvvetlenmişti. Her ikisi de, küçük kızı muhabbetle büyütmeğe, yetiştir. meğe çalışmışlardı. Yirmi sene müddetle aşk, saadet ve emniyetle geçen bir hayat... Kocasının gözlerine ne zaman bak- sa: «Bütün fikirlerini bilirim! Ben- den en ufak gizlediği bir hissi yoktur! Her düşüncesine vâkıfım!» diye nasıl bir gurur duyardı... Dünyada pek az kişiye nasip olan bu &ile bahtiyarlığı, saadetlerin en güze- Mi değil miydi? Ve işte şimdi, bir ölüm tehlikesi bu evin rahatını sarsıyordu. Süzan bir annesine, bir babasına bakı: | yordu. Bir aralık yaralının göz kapak- | Jarım kıpırdattığını görünce: — Annel - diye seslendi. Para Yüzünden... Aşk ve macera romanı İ bekliyor... Böyle der ve Şehnameyi paşanın | huzuruna bırakır. Paşa Şehnameyi gördükte ah edip erbabı divana gös- terir. Meeliste hazır olanlar herife lâ- net okurlar. Tellâl, «Sultanım aman benim tellâllığa gadrolmasın> deyin- ce paşa hiddetle: —-Bre tellâl, farigi bal ol. O, senin tellâlhğa gadretmemiş, o mali miriye gadretmiş. Tez, O Tireli Hacıyı buraya getirsinler!... Dedikte malyetindeki hemen koşup herifi bulurlar ve yakapaça sürükliye- Tek vezirin huzuruna getirirler. Paşa: — Ere adam, niçin bu kitabı böyle ettin? Deyince herif şöyle cevap eder: Herif — Ya, o kitab mıdır? O papas yazısıdır. İyi ettim, nehyi münker ede- rek onu bozdum. Pâşa — Sen nehyi münker etmeğe memur değilsin. Amma ben icrayı hü- kümet ederek mezadda iki bin çıkmış bir kitabı bozmayı sana gösteririm. Al aşağı şunul.. Adam, her ne kadar «Ben kapıkulu yeniçerisiyimu derse de cellâdlar aman zaman vermeyip bin değnek vurarak Bitlis kadısmın hükmü üzere miri ma- h için bin altı yüz kuruşu alıp tellâla on kuruş ayırırlar, Pejmürde olan Şeh- nameyi herifin eline verip ordu dışarı- ya sürerler. Herif «Hay Allah belâsını versin. diye diye yürüyüp gider. Fakat ordu halkı onu teşyi ederek maymuna döndürürler. Ardı sıra taşlar atarak Diyarbakıra gönderilir. İşte Evliya Çelebinin sanatkâr elile çizilmiş bir tablo: Seyahatnamenin dördüncü cildinin 248 inci sahifesin- de. Çocukluğumuzda, kibrit kutuları: nım üstündeki mızraklı askerin gözü- nü dikkatle arayıp bulan ve bulduk- tan sonra da itina ile oyan babaları- mızla hikâyesini okuduğunuz bu ge- niş düşünceli ve güzellik hâmisi ata- lafımızın farkına bakın. Evliya çelebi, Tireli hakkında kullanmadık bir kötü sıfat bırakmıyor. Halk, resim ve kitap düşmanını, düşman askeri gibi taşlıya taşlıya kovuyor. Vezir, hiç merhamet duymadan cellâdlara tahammül edil mez değnekler vurduruyor. Evliya çe- lebinin bu adam hakkında kullandığı (mutaassıp) kelimesi ne kadar yerin- de. Türkün güzele ve güzelliğe bağı ve sevgisi bu hikâyede ne kadar canlı, ne kadar doğru olarak tasvir edilmiş. Biz de Evliya Çelebinin bu enprest- | yonist tablosu karşısında ikinci bir I | Tireli Mustafa olmamalıyız. Hasan - Âl YÜCEL | Bursada ( Akşam ) ın satış yeri «AKŞAM» gazetesi ve «AKŞAM nop- riyatıs Bursada münhasıran Atatürk caddesi Okullar Pazarında satılmak- tadır. «AKŞAM; abonelerine hususi tenzilât yapılır. Sahibi Bay Esada müracaat. Tefrika No, 3 i Kadın, şaşkın şaşkın yavrusuna dön- tü, — Babam ayılacak gelibe... Biran her ikisi de helecanla bekle- diler. Yaralının dudakları kımıldadı. Hadiye telâşla: — Lütfi... Bir yerin ağrıyor mu? - di. ye sordu. Erkeğin ağzından hafif bir inilti çık- tı. Sonra, boğuk, anlaşılmıyan cümle- ler... Hadiye, tekrar: — Lütficiğim! » dedi, - Kızınla ben yanındayız... Sesimi işitmiyor musun? Kısık kısık müphem kelimeler du- daklardan çıkmağa uğraşıyordu. Son- ra birdenbire ses yazıhlaşır gibi oldu: — Onu.. Onu... Derken bütün bir cümle! — Onu görmek... Yalnız onu... Beni Hadiye sordu: — Ne diyor? — Hümma içinde sayıklıyor! Birşey söylemeden, arme kız, dinle- diler. Erkek devamla? 13 Haziran 1938 Dünyanın en zengin adamı ' Haydarâbad nizamı nasıl yaşar Ford, Rokfeller, Roçild, Ağahan onun yanında adetâ fakir kalırlar Haydarâbad nizamı sade bir hayat sürer, dünyanın en idareli insanlarından biridir. Şatafattan hoşlanmaz Bugün dünyanın en zengin adamı kimdir? denilince, herkesin aklına ga» zetelerde, mecmualarda sik sık resim- leri basılıp günlük hayatları hakkın- da sütun sütun makaleler yazılan Amerikalı milyarderler gelir. Halbuki dünyanın en zengin adamı ne herkesin zannettiği gibi petrol kra- dı Venderbild, ne otomobil kralı Ford, ne geçenlerde 96 yaşında olduğu hal de dünyaya gözlerini kapayan meş- hur Rokfeller'in oğlu Johan, ne Agar han, ne şu, ne budur. Bugün dünyanın en zengin adamı Haydarâbad nizamı Mir Osman Ali handır. Onun zenginlik derecesini ra-. kamla anlatmağa geçmeden evvel ka» bataslak bir fikir vermek için diyebi- liriz ki, bir milyona sahip bir adamın Amerikalı milyonerler yanında vazi- yeti ne ise, yukarıda isimlerini saydı. ğım ve hepimizin «zengin diye bel- lediğimiz adamların servetleri Hay- darâbad nizamının dünyalığı yanın- da aynidir. Onların paraları Osman Ali hanın saraylarıda ve kasaların» da yatan muazzam: servel yanında âdetâ ufaklık mesabesinde kalır. Bazı rakamlar Şimdi işi rakama dökebiliriz;: Hay» darâbad nizamının servetinin tuta» rı bizim paramızla 18 milyar 837 mil- yon 500 bin liradır. Memleketinde otuz mükellef sarayı, dünyada eşine tesadüf olunmaz clmaslardan mürek- kep 387 milyon 500 bin lira kıymetin- de bir koleksiyonu vardır, «Nizam el- ması» ismi verilen 277 bin kratlık meşhur elmasın da sahibidir. Haydarâbad nizamına bu kadar Servet nereden geliyor? O Hanri Ford gibi dünyanın dört köşesinde tıkır ti- kır çalışan fabrikaların patronu de- Zildir. Petrol kralı gibi dünyaya hani harıl petrol da satmaz, ne Agahan gi- bi Derby yarışları kazanmış, ne Patia- lo mahracesi gibi, içinde barı, kütüp- hanesi, mutfağı olan dünyanın en Jüks tayyarelerinden birine malik ola- bilmiştir. Kendisi elli yaşında olduğu halde ömründe bir defacık bile olsun memleketinin - hududlarından dışarı bir adım atmış değildir. Fakat 15 milyon kişiye baliğ olan tebaasının zengin, fakir her ferdi onun kasasına her sene bir miktar para ilâve etmekle mükelleftir. Bu Tatılmış o eller... Geliyorum... Şimdi at- tan iniyorum... Evi göründü... Bir işitiliyor... Onun sesi... O... O... Sustu. Elini boğazına doğru götürerek ya- kâsını açmak istedi. Hadiye endişeyle | kızına sordu: | — Kimden bahsediyor? — Hiç kimseden... Hezeyan... — Fakat görür gibi tarif ediyor. — Belki ateşi arasında, rüya gibi birşeylerdir... Hasta, gözünü açtı. Fakat bakışla- rı Son derece gayri tabilydi; âdeta bir deli hali vardı. Nazarları parıl parıl ya mıyordu; duvarın bir tarafına dikildi, kaldı... Hattâ karısı eğilip de ona bak- | tağı zaman bile Hâdiyeyi farketmedi. Bakar körler gibiydi. — Beni görmüyor musun? - diye sor- du. Hasta, cevap vermedi; fakat sayık- lamasına devam etti; — ...Yaklaşıyorum,.: Pencereden içeri bakıyorum... Cama vurdum.. Gülümsedi... Bana gülümsüyor ... İnledi, Alnından soğuk terler dökülüyoa du. Sonra omuzlarını kaldırdı; kollarını — Beyaz elleri... Okşanmak için ya- | İ ması kesildi. Nefesi inilti halinde işiti- duvara uzaltı... Hadiye ürkek ürkek: | Söyleyin bana. 4 www. Haydarabad Nizamı Osman AH han i suretle serveti her sene muntazam bir nisbet dahilinde artıyor, şiştikçe şişiyor. Bununla beraber Haydarâbad niza- mının Bin bir gece masallarındaki şehzadelerin hayatına benzer bir har yat sürdüğü zannedilmesin, Onda, de- gil komşuları olan mahracelerin deb- | debe ve dâratı, Amerikalı milyarder- lerin mükellef yaşayışı bile yoktur. Servetini âzami ekonomiye rliayetle — Âdeta birisini çağırıyor-.. Sanki görüyor gibi... Bir kadını galiba... Lütfinin, dudaklarından bir isim çıktı: — Hicran! Hicrancığım!.. Yatağından kalkmak istedi; fakat bitap yıkıldı... Gözleri kapandı. Konuş-| diyordu. Hadiye önüne bakarak tekrarladı: — Hicran? Süzan sordu: — Bu isimde kimseyi tanıyor mu- sun? Kadın, tereddüdsüz: — Hayır! - dedi. - Asla... Hiç kim- seyi... — O halde babam, nöbeti esnasında böyle bir şahsiyeti tamamen icad et- | miş olacak... ? Hadiye, endişeli endişeli: — İhtimal... O sırada, Pertev, odadan içeri gir- di. Arkadan bir hizmetçi, bir küvet kaynar suyu taşıyordu. Yatağa doğru yanaştı. Genç doktor, meharetli, hafif İ parmaklarile yarayı yıkamağa başla- dı. Oldukça derin kapkara bir delikti bu... Yavaşça mırıldandı: Çamur içinde... bir antitetanik şırınga yapmam lâzım... Hadiye yalvararak: — Kuzum beyefendi... Ümid var mı?. idare eder. Meteliğe düğüm bağlıyan” Jardandır. : Geçenlerde Londraya gönderdiği iki oğlunun ciddi bir para sıkıntıs çektikleri belli oldu. Bir gün seyyar bir ayna satıcısından almak istediği bir ayna üzerinde müthiş bir pasarlır ğa girişmiş ve birkaç paralık fark yü” zinden vazgeçmiş. z Nizamın otomobili En büyük zevki, yakın akrabalar" Da kullanmadığı elbiselerini hediye edip onlari elbise masrafından kum tarmaktır, Komşuları olan mahrac&” ler saraylarından en aşağı bir düzin& filden mürekkep bir alayla çıkarlar” ken, onun ancak bir tek fili vardı. Malümdur ki bir filin satış fiati: 40 bin liradır. Haydarâbad nizamı böyle büyük masraflara girişmez. 27 sene” Ek Rolls Royce otomobili vardır ve gör tan aldığındanberi henüz 700 kilomel# re yapmışlır. Bundan başka 30 sen& Uk iki eski otomobili daha vardır. Sarayındaki eşyalar eskimesin di ye, teklifsiz misafirlerini sarayının bahçesinde kurduğu çadırlarda kabul eder, Medeni âlemin bütün yeni icadla” rından müstağnidir. Radyodan Ef” ret eder ve dinlemeğe tahammül €ğ#” mez. Giydiği elbiseler gayet sade, Y& diği yemekler basittir. Haydarâbad nizamı memleketinin varidatına, kendi parası üzerine tlf rer gibi titrer. Gayet iyi neticeler ve ren üç senelik bir bütçe usulü ihdas etmiştir. Bu sayede komuşuları bu” Tanı hissettikleri halde o, kılını kapı datmamış, onlar gibi vergileri arttı” I mamıştır, Valileri her sene gelerek hesap verirler. Onlara parsi” rını ne şekilde idare edecekleri hah” kında hasusi nasihatler verir. Haydarâbad nizamının memleket” de başlıca ehemmiyet verdiği işlerde biri erazinin sulanmasıdır. Bununl bizzat meşgul olur. Katiyen ata bim mez, av meraklısı değildir, hiçbir İ oyun bilmez, spordan hoşlanma Onün en büyük zevki akşam olup #8” rayına çekildiği ve büyük kapılar mW azzam servetinin üzerine ağır ağır Kö pandığı zaman atlas minderinin üze“ rine bağdaş kurup hindec yısraisf yazmaktır, , ŞER "Delikanlı tallı bir tebessümle: — Ümid, doktorluğun en birinci dö” turudur! - dedi, - Size şunu vi Mirim ki, hanımefendi, bütün bi bütün gayretimi sarfedeceğim... Yi akşam hastanede nöbetçi kalmak Ji sımdı amma telefon edeceğim, giti yeceğim; kocanızın başında bekliye©” ! gim... Hayatımda ilk defa olarak feme icabet etmemiş olacağım... * Dışardan otomobil sesi işitildi. — Otomaebil geliyor! - diyerek, Pef” tev merdivenlerden aşağı koştu. Uşağın elinden trusunu alarak te rar hastanın odasına geldi. Parlak | âletler, birer birer çantadan vir | Sonra doktor, yara üzerinde büyük itina ile meşgul oldu. Lütfi bey, rüya gören bir adam #” bi. Bağırdı ve mânasız kelimelerle # yıkladı durdu... 5 Pertev, kendi kendine söyleni; «— Oldukça derin... Bir az dahâ la gelseydi bu sadme ölümüne olurdu... Neyse tehlike yok...» Sonra kendisine heyecan içinde D#” kan Hadiye ve Suzana sevinçle: — Allahın iznile kurtulacağına YÜ” de yüz emin olabilirsiniz! - dedi. Kadınm çehresi biran içinde sevin le parladı. Pertev, yarayı temi: ar kanı sildikten sonra büyük sargi hastanın başını sardı, (Arkası Di