© rimin önünde ” duk. O zaman köyde otururduk. Ce- * ca köşkünde annesile başbaşa otu- — Fayordu. R ISPİRITIZMA NUVELİ Kocasını çağıran ruh aç dost toplanmış Güzel bir yemek ye- edi mu- m gözlerimle bir | manyulizma ve ispiritizma hadisesine | şahid oldum. mlardan bazıları telâşla: — Aman, anlatın! Nasıl oldu?... Ruh geldi mi?... - diye sordular. Zira kadınlar esrarengiz hadise- leri istihfaf etmezler. Anlamaktan Eiyâde hissetmeğe omeyyal oldukları için mutekid ve hürmetkârdırlar, Ki Bu hikâyeyi dinlemek arzuları kar- © şında Kadri bey bir sigara yaka- rak başladı; «Efendim! - dedi, - Benim bir ar- kadaşım vardı. İsmi Celâl Fuaddı. Şimdi bu adı anarken hayali güzle- ik; tecessüm etti: Uzun © boylu, zayıf, sinirli, sarışın bir genç- bu... Ayni sene doğmuştuk ve komşuy- Mâlin babası çoktan vefat etmişti. Ko- > Mektebini bitirdikten sonra hiç bir Işe girmedi. Evinden dışarı çıkmaz; altmış dönümlük bağının içinde do- laşır; okur, çalgı çalar, ava giderdi. Bense hayata atıldım. İşlerim do- | Mayısile İstanbulda oturmağa mecbur oldum. Görüşmemiz, tabiatile sey- Tekleşti. İ Bir gün, Celâlin bir genç kızla se- Yişip evlendiğini haber aldım. Ken- disine bir tebrik meklubu yazdım; Cevab vermdei. Fakât arasıra annem yasıtasile haberini alırdım: Pek me- #udmuş; amma, heyhat, izdivaçla- rından bir sene sonra zavallı genç kadın, birdenbire, bir sektei kalbden ölmüş... Celâle tekrar bir mektub yazıp Kaziyetlerimi bildirdim. Gene cevab Yermedi. Ve aradan zamanlar geçti. Üç sene sonra bir gün çocukluğu- Mun geçtiği köşke gelmiştim. Yolda yürürken Celâlle karşılaştık. O ka- © dar değişmişti ki tanımakta bir an tereddüd ettim. Fakat o beni görün- ©e seslendi: — A... Kadri... Fakat hiç hayret ©tmedim; çünkü sana raslıyacağı- ma emindim... Biraz evvel sağa sola bakarken birdenbire hayalin gözü- Mün önünde tecessüm etti, Gülerek: — Bu ne kuvvetli telepati! - dedim. ©, elddiyetle başını sallıyarak : — Evetl “Telepatil - diye cevab Yerdi. Bir müddet yanyana, şundan bun- dan konuşarak yürüdük. Sonra o, hayatını anlatmağa başladı: — Çok mesuddum ve çok bed- baht oldum... Şimdi sevgili karım Afife ile dolaştığım yerleri tekrar ge- Xiyorum ve hep onu hatırlıyorum. Sakin ve iztırablı bir sesle ban& hep karısından bâhsetti: Pek güzel piyano bilirmiş... Bir Akşam gene Mozarın bir parçasını Çalarken birdenbire parmağı bir no- tanın üzerine lüzumundan fazla. bas- Miş ve kalmış... Kadın, böyelce öl müş... — O büyük acıya rağmen ben ya- Şadım! - diyordu. - Fakat içimde bir mid yardı... Yok, alay etme... Sa- kın bana deli deme!... Mantıkan, fennen, isbat ederim ki düşüncelerim Mudur. — Dikkat et! - dedim. - Ölülerin sü- unu bozma... Bu şimdiki haya- zın ötesine bakmak ta doğru © İleğildir. İnsanın başı döner! © Müstehzi müstehzi cevab verdi: — Nasihatine teşekkür ederim! & ben cahil ve tecrübesiz bir Bam değilim! Geçenlerde İstanbula ur doktor Anton Faer geldi. Yanında medyumu matmazel Silyila Ha var — Vay! O meşhur ispiritizmacı Murada mı? İ salonda oturduk. Uşak önümüze bol i mezeli bir rakı tepsisi getirdi. Kar- Nakleden: İ kendini göstermesi Yazıklar olsun ki, gaze- atini bile celbetmedi... Matbuatta buna dair bir kelime yok... Asrımızın me maddileştiğini gösteren bir hadise... Bense onunla konuştum. Kendisini köşke davet ettim. Başını sallıyorsun, gülüyor- | sun, Bilmeden, anlamadan alay et- | mek kolay! Gelir de onları gözlerinle | görürsün... | — Neyi göreceğim? — Yaptığı harikaları... O zaman bu kadar septik olmazsın. — Mösyö Anton Faer, benim gibi inanmaz bir adamın seanslarda bu- Tunmasına razı olur mu? — Olur... Çünkü o kendisine emin- diri Gel, bu akşam gel... Israrla beni evine götürdü. Hem merak ediyordum, hem de arkada- şımın bu itimadına karşı kalbimde merhamet uyanıyordu. Celâl: — Bu gece bizde kimse yok. Dok- tora oldukça mühim bir para vere- rek yalnız benim için tecrübelerini yapmasını rica ettim. Şimdi biraz- dan gelecek. Onu beklerken biz birer kadeh içelim... Yaldızlı döşemelerle süslü geniş alıklı çakıştırmağa başladık. Biraz sonra doktorla medyumu göründü. Bu, ciddi tavırlı, profesör kılıklı, kırmızı saçlı bir adamdı. Hiç te dolandırıcı, sahtekâr, şarlatan in- Medyumun arkasında yavaş yavaş ruh belirdi... tibammı vermiyordu. Yanında yorgun ; halli, gayet güzel, yaşı biraz geçkin | bir kadın vardı. Biraz oturup konuş. | tuktan sonra, doktor kadına sordu: — Hazıt mısınız, Silvia? — Evet, gelmeden evvel biraz uyu- dum, dinlendim. | Zarif elini alnına götürerek: | Dün geceki ruh, beni fena hal | de sarstı. > Celâl son derece halecanlıydı. Bu İ sözleri işitince bir şeyler sormak İs- tedi; fakat doktor süküt etmesini işaret etti. — Silvia ço kyorgun! Onu fazla rahatsız etmek doğru değil... Kadın, bir emele kendini istiye- rek feda eden bir fedai tebessümlile güldü. Celâl yanından kalktı. Piyanonun kapağını açtı. Asabi parmaklarını üstünde dolaştırdı. Doktor ışıkları söndürdü. Arkadaşım tekrar yanıma gelip oturdu. Şimdi oda, adamakıllı kararmıştı. Yalnız iyi kapanmıyan pancurlardan dışarının mehtabı içe- riye sızıyordu. Ortada ağır ve elek- İrikli bir hava hâkimdi, Âsabımın bozulduğunu hissederek mantığıma (ltica ediyor; bu haleti ruhiyemin ka- ranlıktan gelme gayritabiilikler ne- ticesi olduğuna kendimi iknsa çalı- gyordum. Yerimden kalkmak, ba-, ırmak, kaçmak istiyordum. Fakat, susuyor, kımıldamıyordum. | Odanın ortasında, on adım ötede, matmazel Silvia bir iskemleye otur- i ayrılan hemşirem! Ne olur? İ uğından, pencerelerin çatlaklığından | İşle hikâyem gayritabif görünmekle muş; benzinin uçukluğu kâranlıklar içinde göze çarpıyordu. Hafif hafif irkildiğini, sonra âde- ta titreme halinde sarsıldığını hisse- | diyorduk. Doktor Anton Faer ruha, | için yalvarıyor- | du: İ — Ey hemşirem! Maddi cisminden | Bir an | için eski kılığına girerek bize görün! Beni geven, seni çağıran, seni gör- mek istiyen adama doğru gel... Ey Afife! Soğuk . bir rüzgâr hepimizin saç- larını dimdik etti. Bu, kapıların ara- gelen bir serinlik değildi. Şimdi ar- tik medyum şiddetli sadmelerle sar- sılıyordu. Celâl inledi: Piyano!... Piyano... Mozarın s0- natıl Doktor, elini, kımıldamıyan Sil viaya doğru uzatarak: — İşte... geliyor.! - dedi. » rdü. Sonra etrafı «Size gördüklerimi olduğu gibi an- Jatıyorum: Hakikaten odanın içinde elle tutulmaz, gevşek bir beyazlık | sallandı ve yavaş yavaş bir kadın bi- çimine girdi. Bu, bir an sürdü. Ayni zamanda piyanodan tatlı bir nağme duyduk. Ben gayriihtiyari gerilemiş- tim. Celâl, öne doğru atılarak bağırdı: Beni mi çağırıyorsun. | İşte geliyorum... | llarını uzattı. Piyanoya çarptı | ve boyluboyunca yere düştü ve çalgı sesi derhal kesildi. Vücudün yere düşmesinden hasıl oi v olma patırdı ile | ayıldım? Kendime geldim. Ölünün hayali tamamen kaybolmştu. Mumları yaktım. Doktor yerde baygın yatan Ce- âli okaldırmağa yardım etti. Fa kat arkadaşım ne- fes bile almıyor. du. Uşakları ça- ğırdık. Kolonya, | #riksiyon, hiç bir şey para etmedi. | Celâl, gözleri açık, | çehresinde sonsuz bir sevinç alâlmi ile dünyaya veda etmişti.» “ Bir an süküttan sonra Kadri ilâve etti: Onun da kalbi zayıfmış... Afi- fesi gibi öldü... Ve öyle mesud öldü | ki, doğrusu gıpta bile ettim, Fakat | sonra doktorlarla epey mesele çıktı... berâber bütün mânasile doğrudur. Meclisteki genç kadınlardan biri sordu: — Böyle bir hadiseye gözlerinizle şahid olduktan sonra nasıl oluyor da ispirtizmaya merak sarmadınız? — Vallahi hanımefendi, bilmem HÂlâ inanamıyorum. Matmazel Si- vianın, rakının, muhitin tesiri sitın- da kaldığımı sanıyorum. Doktor An- ton Faer meşhur bir manyatizmacı- dır. Olabilir ki çalgı sesini bana te- vehhüm ettirdi. Bu da bir faraziye! Bir şey izah etmiyorum, bir şey isbat etmiyorum, Sadece anlatıyorum. Bir müddet, herkes sustu. Dışamda kurbağalar ötüyordu. Mehtab “in- sanlarla istihza eder gibi gülümsü- yordu. Deniz sinsi sinsi sahile çar- pıyordu. Ev sahibesi yerinden kalkarak: — Aman, Kadri bey! - dedi. - Hi kâyeniz sinirlerimi bozdu. Bu akşam rüyamda hep perilerle uğraşacağım! Allah aşkına başka bir şeyden, ne- geli bir mevzudan bahsedelim... Ve hep birden diğer bir bahse geç- tik... Nakleden; (Vâ - Nü) > Üç kişiyi baltaile Bae AE .. .. 0 öldüren haydutlar yakalandı Haydutlardan Hilmi, Edirnede de bir karı kocayı parasına tamaen öldürdü İzmir (Akşam) — Bergamada jan- darmalarımız tarafından yakalanan Kayalarlı Hilmi ve Dilâver isminde iki | şeririn taammüden mütcaddiğ ci- nayetler işledikleri, birçok hırsızlıkla- rın faili oldukları Adiiyece yapılan tahkikat neticesinde meydana çıkarıl- mıştır. Katillerin kurbanlarından biri Said Gürkaş, diğeri Akhisarlı canbaz ve arabacı Mustafa Pekefelerdir. Bu iki kişiyi paralarına tama ederek bal- ta ile başlarını parçalamak suretile öl- dürdükleri sabil olmuştur. Saidi Sin- del köyü civarında bir çavdar tarlası içinde, Mustafayı da Bakırçay kena- rında öldürmüşlerdir. Mustafayı, ken- dilerine sid olduğunu söyledikleri bir bahçeyi göstermek bahanesile Bakır- çay kenarına götürüp öldürdükten sonra baltayı köprü altında su içine attıkları, üzerindeki para ve eşyasını aladıkları, Saidi de ayri şekilde çav- dar tarlasında öldürdükleri, Nagand tabancasını, çizmelerini aldıkları sa- bit olmuştur. Suç dellileri tamamen tesbit edilmiştir. İzmir valiliğinden muhtelif vilâyet- lere gönderilen bir telgrafla Hilmi ve Dilâverin başkaca suçu olup olmadığı sorulmuştu, Edirne valiliğinden çok mühim malümatı ihtiva eden bir tel- graf cevabı gelmiştir. Bunda Hilmi- nin Edirne nüfus kütüğünde kayıtlı, azılı bir cani olduğu, müteaddid hır. sızlıkların faili olan bu şeririn, Edir- nede Kemal ve karısı Fatma adında iki kişiyi parasına tama ederek 9 ey- 101 837 tarihinde öldürdükleri, Hilmi- nin ortadan kaybolduğu, suç ortağı Şevkinin yâkâlandığı, muhakemesinin hâlâ Edirne ağır ceza mahkemesinde görülmekte olduğu, oradaki cinayetin de balta ile işlendiği bildirilmiştir. Hilminin, Edirne havalisindeki mü- tenddid hırsızlık ve cinayetlerinden evvel Bulgaristanda da eşkıyalık su- çundan 15 sene ağır hapse mahküm edildiği, fakat bir gece Hasköy hapis- hanesinden kaçtığı, yurdumuza gel diği, Hatice adında bir kadının oğlu olduğu, babasının kim olduğu bilin- mediği de haber verilmiştir. Bu azılı caninin, kaçması ihtimaline karşı Bergama adliye ve zabıtası, sıkı ted. birler almıştır, Bir aşk macerasının sonu Seniha: “ Beni Kemal vurmadı, ben kendi kendimi vurdum, kabahati o, üzerine aldı ,, diyor İzmir (Akşam) — İzmirin İnciraltı plâjındaki banyolardan birinde bayan Senihayı öldürmek kastile bıçakla ya- Talamakla maznun Kemalin muhs- kemesine ağır ceza mahkemesinde başlanmıştır. İkisi de yirmi yaşların- da olan bu iki gencin başından bir aşk macerası geçmiş, neticede kızın göğ- sülün sağ tarafından yaralanmasile macera bitmiştir. Fakat, mahkemede de söyledikleri gibi onlar hâlâ birbirini seviyorlar. Evvelâ okunan istintak kararname- sinden anlaşıldığına göre Kemal ve Seniha epey zamandanberi sevişiyor- larmış. Kemal, kızı babasından İste- miş, red cevabı almıştır. Fakat bu- İ narağmen bu iki genç, kendi ara- İ larında sözleşmiş, nişanlarımışlardır. Bir gün İnciraltı plâjına giderek bir banyoya girmişler, orada biraz kon- yak içmişler, bir konserve balık kutu- sunu açarken kızla arasında geçen ve evlenmelerine mâni olan kızın ana ve babası hakkında bir münakaşa, kendilerini fevkalâde müteessir etmiş, içtikleri konyağın tesirile artan bu teessür neticesinde Kemal; — Madem ki seni bana vermiyecek- ler, ben hem seni, hem de kendimi öldürürüm, demiş, masa üzerinde du- ran ekmek bıçağını alarak kızın göğ- süne saplamış, onu yaralamış, fakat sonra kendisini de vurmağa cesaret edememiştir. Kararnameye güre Ke- mâlin Senihayı öldürmek kastile ya- ralamak suçundan ağır cezada mu- hakemesi istenmiştir. £ Kararname okunduğu sırada davacı mevkilnde oturan genç kız, mütemadiyen maz- nun mevkiinde otüran Kemale bakı- yor, Kemal de kızdan gözünü ayır- mıyordu. Mahkemece Senihaya söz verildi. Fakat Kemal birdenbire aya- ğa kalkarak kızı lâf söylemesine mey- dan vermeden: — MuHakemenin gizli olmasın ri- ca ederim, Dedi, bu dilek üzerine kıza söz ve- rildi: — Sen nedersin? diye soruldu, kız da: — Gizli olması daha iyidir. Ceva- bını verdi, Mahkeme heyeti, bu dilek Üzerine kısa bir müzakerede bulun- duktan sonra muhâkemenin açık ol masını kararlaştırdı. O vakit Seniha, vakayı şöylece anlattı; — Kemelle yedi aydanberi sevişi- yorduk. Bir gün İnciraltına gittik, bir banyoda oturduk, şuradan buradan görüştük. Bir aralık Kemalle evlen- memiz Üzerine görüştük. Annem, ba- bam evlenmemize müsaade etmiyor- lardı. Kemalin, bir konserve kutusu- nu açmak için yanımdan uzaklaşma- sından istifade ederek bıçakla kendi- mi göğsümün sağ tarafından yarala- dım. Kemal yanıma geldiği vat be- ni yaralı buldu, sonra birlikte bünyo- dan çıktık, bir otomobile bindik, İz- mire geldik, Yaranın tehlikeli olması ihtimlaini düşünerek polise müraçaat ettik. O vakit Kemal, zabıtaya verdiği ifadede beni kurlarmak için: — Kızı ben vurdum, öldürmek iste- dim, dedi. Halbuklonun hiç suçu yoktur. Kemale soruldu, suçlu mevkiinde oturan genç de şu sözleri söyledi: — Seniha benim nişanlımdır, üvey babası ve annesi evlehmemize mü- saade etmiyorlardı, Vaka günü plâja gittik, bir banyoya girdik, biraz kon- yak içtik. Evlenmek İçin aramızda sözleşmiştik. Orada ikimiz de müthiş bir teessüre düştük, Bir aralık ben bir konserve kutusunu açtırmak için ban» yodan çıkmıştım, tekrar döndüğüm vakit Senihayı göğsünden bıçakla ya- ralanmış buldum. Onu yaralıyan ben değilim. Hâlâ sevişiyoruz, birbirimizi çıldırasıya seviyoruz. Böyle bir şeyi nasıl yaparım. Şahidler dinlenmiş, Seniha ve Ke- malin banyoya geldiklerini gördükle TİNİ, fakat kızın nasi yaralandığın- dan haberleri olmadığını söylemişler ve yalnız banyodan kolkola çıktıkla- rını, yavaş adımlarla bir otomobile kadar İlerliyerek bindiklerinin, banyo- dan ayrıldıklarını, kızın yaralandığın- dan haberleri bile olmadığını bildir- mişlerdir. Gayri mevkuf olarak mu- hakeme edilen Kemalin, mahkemece tevkifine lüzum görülmemiş, gelmi- yen bir şahidin celbi için muhakeme," başka bir güne bırakılmıştır. Kaçak balık avlıyanlar İzmir (Akşam) — Çeşme kazasının Koraka burnünda Kavak limanı için. de kara sularımızda kaçak balık övl- yan Sakızlı 11 Yunanlı, altı sandalla birlikte yakalanmıştır. Kaçakçıların sandal ve balıkları müsadere edilmiş, kendileri Çeşme mahkemesine yeril- miştir, Bursada ( Akşam ) ın satış yeri «AKŞAM, gazetesi ve «AKŞAM neş- münhasıran