ie a s2 . BTTTES RTE. 18 REYERNN exe "Terme rTir Herkesin zayıf bir tarafı vardır. Kimi paraya düşkündür, Kimi şöhre- İs... Kimi zevk içinde yaşamağa bayı- ır. Kimi ihtiyarlayıncıya kadar aşk peşinde koşmaktan kendisini alamaz. Arkadaşım Hamdinin de en zayıf ta- rafı midesidir. ağzının tadını bilir, nefis yemeklere bayılır. Geçenlerde Kadıköyünde vapurdan çıktıktan sonra Hamdi ile burunbu- Tüna geldik. İki dirhem, bir çekirdek şüslenmişti. Sordum: — Hayır ola Hamdi. yorsun? Güldü cevab verdi: — Nişanlımın evine... — Ay sen nişanlandın mı? — Nişanlandım ya... Haberin yok mu?.. — Küçük bir seyahat yaptım. Ni- ganlandığını işitmedim... Kiminle ni- şanlandın bakalım... — Nadide ile... Şaşırmıştım. Nadide çirkinliği ile Meşhur bir kızdı. Fakat öyle böyle çirkinlerden değil. Tasavvur edilmi- yecek derecede çehre züğürdü idi. Üs- telik inadına da şişmandı.. Maama- fih arkadaşımın neşesini kırmak İste- medim: — Haydi hayırlısı, dedim, musun bari... Hamdi: — Ne diyorsun birader?.. dedi, «mesud musun?» da ne kelime? Dünyanın en büyük saadetine kavuş- tum. Dünyanm en mesud adamı be- nim... Nadide ideal kadın azizim ide- Al kadın... Benim için en mükemmel kadın demek, en güzel yemek pişiren kadın demektir. Vakıâ - itiraf ede- rim - Nadide öyle son derecede güzel bir kız değildir. Fakat azizim, sen onun bir yemeğini yesen, bir yemeği- Bi yesen... Parmaklarını da beraber Nadide gözünde birdenbi- Nereye gidi- mesud öğleye yaklaşıyordu. Hamdi enin o sanatkârane ya- dinden mutlaka tatmalı- İtiraz edecek oldum: — Aman Hamdiciğim, dedim, işim var. Bin bana müsaade et. FP ö ü dinlemiyordu: — Olmaz, ölmez... Bugün Nadidenin yem den dünyada senin yakanı bırak Hamdi beni hemen hemen zorla ürdü. Arkada - mın nişanlısına am. Haki de çirkindi. bir kızdı aşımın midesini ne derece sevdiğini çok iyi biliyordu. Na- dide, midesinin yolile Hamdinin kal- ordu. AE Bir gelmez Nadide: ır... Sana ekler pişirdim... dedi. gözleri parlamıştı şekküir ederim Nadideciğim... Teşekkür ederim... Sen bir üstadsın, Arkadaşım bundan sonra muzafle- Tâne bir tavırla bana baktı, Gözlerin- de: «Biraz sonra Nadidenin yemekleri- Mİ yiyeceksin...» gibi bir mâna vardı. Nihayet sofraya oturduk; Hakikaten önümüze getirilen ye- Mmekler fevkalâde nefisti, Hele bir do- Mmates dolması vardı ki tadı hâlâ da- mağımdadır. Hamdi her yemeği âdeta vecdiçinde Yiyor; — Şaheser, şüheser... diyordu. Yemeğin sonlarına doğru sofraya Betirilen nefis pilâvdan bir kaşık alın- Ca arkadaşımın zevkten gözleri süzül- — Bu pilâv deği), dedi, bir şiir... İn- Ce bir şiir... Bu bir sanat şaheseri... Hakikaten pilâv son derece güzeldi. Pilâvdan sonra sofraya getirilen ka- Tişik meyvalardan yapılmış kompos- to da fevkalâde idi. Hamdi kömpostodan İlk kaşığı alır almaz. — Aman dedi, bu komposto sanat Mtibarile bence meşhur Jokond tablo- sundan da daha yüksektir. Arkadaşımın bu mübalâğasına gü- Obur değildir, fakat | İ olduğumu bil Jümsemekle beraber ben de komposto- nun güzelliğini methetmekten kendi- mi alamadım. Sofradan kalktık. Denize karşı ge- niş balkonda kahvelerimizi içiyor- duk. Arkadı n tıka basa yediği ne- fis yemeklerden şişmiş zevkli bir hal- sizlik, yorgunluk içinde balkondaki geniş iskemlelerden birine uzanmıştı Bir aralık telefon çaldı. Nadide içe- Tİ girince Hamdi bana sordu: — Nasıl bayım? Ne buyrulur bu işe... yemekleri nasıl buldunuz? — Fevkalâde... — Şimdi sana sorarım. Benim gibi midesine son derece düşkün bir adam için Nadide ideal bir kadın değil mi- dir?... Hem azizim hayatta güzellik ve çirkinlik mühim bir mesele değildir. İnsan güzel bir kadınla, çirkin bir ka- dınla da evlense biraz lik veya çirkinlik ta uzun zaman yaşadığı Kirhmeni in güze liğini, çirkinliğini farkedemez olur. Fakat bir kadının elinde böylesnefis yemek pişirmek gibi bir sanat, bir al- tın bilezik olursa, bununla hayatının sonuna kadar kocasına kendini be- gendirir, aratır, sevdirir... Kahvelerimizi içerken birer de siga- ra yaktık, Arkadaşım devam etti; — Hem azizim... Nadide bir mahal- lebi pişirir; bu mahallebi en güzel cildli kadına bedeldir. Nadide bir di!- berdudağı yapar; en güzel, en dilber | kadının dudakları bu tatlının yanın- da sönük kalır, Hani bazı çirkin fa- kat güzel konuşan insanlar olurmuş. Bunlar o derece güzel konuşurlarmış ki ağızlarını açıp söz söylemeğe baş- ladıkları zaman âdeta çirkinlikleri kaybolurmuş. Konuştukça güzelleşir- lermiş... Benide sofraya oturup Na- didenin yemeklerini yemeğe başladı- ğım zaman nişanlım gözümde son de- rece güzelleşmeğe başlıyör. eselâ onun pişi r patlıcan dolmasını yerken Nadidenin yüzüne bakıyorum. Ben patlıcan dolmasını yerken onun biraz büyükçe olan burnu gözüm r. Onun pişirdi; n Nadidenin d gözüme iki küçük kiraz gibi | iyor... Ama sen diyeceksin ki: Senin bütün hayatın sof- cek ya... Karını dün; güzeli gibi görmek için mülemadiyen I sofra başında otürmiyacaksın ya Fakat unutı ki hayatın en m zevkli zamanlarından ve yer) den biri de yemek dır. sonra telefonda konu: a gelmişti Yılışik bir ta- uyordunuz bakalım... orduk Nadideci- sordüm: esin? Gene musun Hamdi &cı acı yüz verdi: — Ne münasebet birader? Ne mü- nasebet?.. Hayatımda öyle bir tonga- ya bastım ki bunu ömrümün sonuna kadar unutamıyacağım. — Ne oldu? — Ne olacak?.. Daha ne olacak?.. Evlendikten sonra karımın bütün f0- yalarını öğrendim. Meğer un ye- mek yemek pişirmek bil yok» muş... Bütün o nefis yemekler civar- daki gayet üstad, gayet mabir bir ahçıdan getiriliyormuş. Nadide beni ne kadar midesine düşkün bir ada: i ve benimle evlen- meği aklına koyduğu için böyle yap- mış... “O mahir ahçıdan > gelen nefis yemekleri: — Ben yaptım... diye önüme sürer dururmüş. Ben de bunları enayi gibi yer aldanırmışım... Evlendikten sonra onun döğru dürüst bir yumurta bile pişirmediğini öğrendim. Üstelik ev- lendikten sonra karıma bir hasislik çöktü. O mahir ahçıdan para ile dün- yada yemek getirimiyor, — Hiç şimdiye kadar pişirmedim ama bundan sonra yemekleri ben ya- pacağım. diye tutturdu. Evdeki ye- İ ime baktı, cevab ANİ (3 Lenz'den Dörtlü kozlar Briç oyununda en büyük yeniliklerden biri de hiç şüphesiz dörtlü koz deklâras- yonudur. Her ne kadar söylenecek kozun beşi: olması müreccah ise de buna sıkı sıkıya riayet eden muhafazakâr oyuncu- ların çok defa parti kaybettikleri g müştür. Ben bir kaç sene evvel sonra bu mevru çok alâk: münakaşalara; yol açtı taların bir çoğu dörtlü kı h nun doğruluğunu ve 'İ krbul et tüler, fakal uzunluktaki moksanı telârı edecek yal retklerde bir mikdar kuvvet bulunması Mizumunda Israr ettiler. Bir müddet evvel briç mecmuasında benim: muhterem meslekdaşım bay Mi- ten C. Work, dörtlü kozların yanında Du- Yanması Mizimgelen kuvvetin mahiyet ve mikdarını gösterir bir tablo vermişti. Az, rua ile başlıyan bir renkte Work hiç al- mazsa yanında bir as veya yua bulunma- sı lüzumuna Kanidir. Dürtlü koz deklârasyonu üç büyük avantaj temin eder: 1 < Köğd çıkışına bir direkifsir. 2 — Emin bir Köntre vasıtadır. 3 — Mukesim tarafın sanzatu deklâras» birer birer ele alalım: Kiğıd verenin elinde as, rundan başlı” yan dörtlü bir koz bulunduğu halde pas- ia geçtiğini, solundaki muhasımın kuv- vetli bir deklârasyon yaptığını farzeder- sek böyle bir vaziyette ortağı nasl iyi bir # çıkış yapabilir? Bu gibi ahvalde iki veya Üç çıkış arasında en İyisini tahmin et- mek bittabi güçtür. Halbuki oyunu kur- tarmak ekseriya ilk çıkış kâğıdına bağ- | hıdır. Misal; 3 10 Li 3 9 Ben cenubda oturuyordum. Bir kupa dedim, gürb iki pika İle mukabele etti, Halbuki kupam üzerine bir pika bile söy- leseydi oyun gene onun Üzerinde kala- Üç &l kupadan “sonra “artık bizim için dükkân! kapama! yoktu. Yerdeki sağla dım ortağımın en logik çıkışı sinek .> cakti, Binek çıkışı ile de kozu on iki leve MARVJGİZ şi as VAR #106 vVD643 #587 #101543 aD8 yvrs #D1086 #bDIim87 bir kupa e eifi ve ümid ib- kağıdı verdi, dedi, Garb ik kk ortağından Pp etti, El dört karoya oynandı. Muhasım ta- rafın -bidayette kupa deklürasyonu üç sanzatıyu ve binnetice partiyi kazanmak ihtimalini kapamış oldu. Hulâsa, benim fikrime göre dörtlü koz | a bu sisteme vâkıf | | biliyorum. Onun çifiiğinde dokuz gün deklârasyonu, bilha: bir ortak yondur. ile mükemmel bir konvansi- meklerin Düşün behim gibi midesine düşkün bir adam için bu ne ıztırabdır, Bereket ki Nadi- denin evvelce yemek getirttiği o Üüs- tad ahçının dükkânını öğrendim... Ara sira kaçamak oraya gidiyorum... Bu da olmasa halim harabdı... (Bir yıldız) DİŞİ KORSAN Tarihi Yazan; İskender F, Sertelli Deniz Romanı Tefrika No. 22 O gün Macar kralının idamına karar verilmişti. Ulak koşarak geldi: - O, sahte kraldır. Onu asmayın! — İşte. bunlar büyük babamın armağanıdır. Sana veriyorum. Benim için bir torba altından veya bir çif- likten daha değerlidir. Sakla onları göğsünde... Ve kadından siyrldı. karanlıkları yararak çiflikten uzaklaştı. Ulak, Moğol karargâbına dönebil- mek için çok yol gidecekti. ... Macar kralı asılırken.. Aradan günler geçti. Ulak bir çok ölüm tehlikesi atlat- tıktan ve bir hayli sıkıntı çektikten sonra, nihayet Moğol karargâhma vardı, O gün Dublinden gelen esirlerden elli kişi - Göktayı öldürmeğe teşeb- büs ettikleri için - sıra ile şehrin or- tasında idam ediliyordu. Ulak büyük karargâha vardığı z8- man Göktay çok hiddetliydi. O güne kadar yerlilere çok yumuşak davra- nan Moğol kumandanı, artık, Cengi- zin yasasına karşı koymak isteyen- leri şiddetle cezalandırmağa Karar vermişti. Ulak Macaristanda gördüklerini ve duyduklarını anlattı: — Avrupadan <mukaddes harp» için bir tek asker gelmemiştir. Macar kralı Moğulları aldatmak kasdile her tarafa böyle haberler salmıştır, Dedi. Göktay güldü: — Macarlar senide aldatmışlar. Ben kral Belâyı yakalattım, tuzağa düşürerek esir aldım ve bugün onu şehrin büyük meydanında idam etti- Teceğim,. Belâyı idam etmeden Moğol orduları burada rahat ve huzur yüzü görmiyecektir, dedi Ulak, hakiki Macar kralının Peşte- de oturduğunu biliyordu. — Belâ kendi ordusunun başında- dır “Aldanan ben değilim, sizsiniz! Diyerek, Peşteye kadar nasıl $0- kulduğunu, Macar çifliğinde kaldığı müddetçe neler öğrendiğini anlattı. Göktay: — İlk önce biz de şüpheye düşmüş- dük, Fakat, sonradan İnandık Ki, elimize düşen adam Macar kralının İ t& kendisidir. Onu bu akşam güneş İ batarken idam ettireceğim. Deyinci Ulak ayağa Kalktı. — Beni bir dakika bir esir si- fatile onun yanına c2 konuştukların: - Macar kralına çiflik sahibidir. Göktay bu sözlere ins Ulak cevap verdi: disi kapı ardına saklanarak, onların çök be | konuşmalarını dinlemeğe başladı. Ulak zindanda, Moğ atıp tutuyordu ık kralın sesi de işitildi: susadın, bedbaht? r aleyhinde Ulak ceva pverdi; Suçum yok.. kimseye bir fena- ık yapmadım.. ordu civarından gö- çiyordum diye yakaladılar. idam edeceğiz!» dediler, Bu ne sda- letsizlik?! Allahın kulağı masumla- rın sesini duymuyor mu? Bir müddet sustular Ulak sordu; »- Macar kralını da yakalamışlar.. Goğru mu? — Evet. — Nerede acaba o şimdi? - Neden soruyorsun onu? — Ben onun fedaisiyim de. Ona diyeceklerim vardı, Yazık ki yakayı ele verdim ben de onun gibi, — O adamın hakiki Macar kralı olduğundan emin misin? — Hâyır. Ben onun kim olduğunu kaldım. Kâhyası İle.dost oldum. Pav- Yinin bana söylediklerini efendisine anlatmak isterdim. Sahte kral yavaşça Ulakın yanına yaklaştı: — Yavaş konuşalım... O aradığın adam işte karşında duruyor. Demek sen Pavlinin arkadaşısın, öyle mi? Ulak cali bir sevinçle cevab verdi; «seni de | | bir süreti — Evet... Ben çifilkten geliyorum. Kral işlerini bitirmiş, ordusunu ta“ mamlamıştır. Fakat, (mukaddes harp) ilân edildiği halde Avrupadan bir tek yardımcı gelmeyişine pek mü- teessirdir, — Moğollara karşı bir hareket yap- mayı düşünmüyor mu? — Hayir. “Belâ artık Moğollarla cenk etmemeğe karar vermiş. «Ben onlarla böy ölçüşemem... Bir kaç tecrübe yaptım, yurdum harap oldu!» diyor. — O halde buraya gelişimin. bir mânası kalmadı. — Niçin?.Sen de Moğolların içyü- zünü görmüş oluyorsun! Eğer kur- tulur da Peşteye dönersen, krala bas kikatı söylersin! — Kurtulacağımı ummuyorum. Eğer bir mucize beni ölümden kurta- rırsa ve Peşteye sağ olarak dönersem, ilk işim kralın silâhını elinden almak olacak . — Buna sen nasıl muvaffak olabi- irsin! Kral seni dinler mi? — Evet, dinler. Ben kralın çocuk- Yuk arkadaşıyım. Onun bana çok iti- madı vardır. — Garip bir tesdüf bu! Birbirinize ne kadar benziyorsunuz! — Küçükken bizi görenler kardeş sanırdı. Büyüdükten sonra birbirimi- benzedik.. ve işte bu benzerlikten istifade ederek buraya geldim. Fakat şimdi tanınmıyacak hale geldim. — Kendi arzunla m esir düştün Moğolların eline? — Evet.. buraya kadar girmiştim. Bir sabah Karargâh civarından çoban kıyafetile geçerken yakalandım. Daha fazla konuşamadılar. Birdenbire zindanın kapısı açıldı. İki Moğol nöbetçisi Ulakı yakalayıp dışarı çıkardı. Göktay bütün bu konuşmayı s0- nuna kadar dinlemişti. — Şimdi inandım, dedi, bu adam, Macar kralı “değilmiş. Fakat, onu yine astıracağım. Çünkü kralın ca- susudur. İçimize kadar girmesi bü- yük bir suçtur. Ondan öç almalıyız. Ulak diz çökerek Göklaya yalvardı: — Ben onun çifiğinde kaldım. Adamlarından himaye gördüm. Ma- car kralının bütün esrarını onun kâh» yasından öğrendim.. Onu bana ba- Eışlayın! Eğer bu adam Peşteye dö- nerse, yaşaması, bizim için ölümün- den daha faydalı olur. Burada gör- düğü kuvveti krala anlatır, Bundan sonra karşımıza hiç bir yerde Macer ordusu ve Macar casusu çikamaz. Onu affet! Göktay, Ulukın sözlerini dinledi. Sahte Macar kralmı affetti. Polonyalılar bu hadiseyi hayretle karsılamışlardı. Moğol. kumandan! düşamnini hiç affetmezdi. Fakat, bu adam casus olarak geldiğinden, dö- nüşü ölümünden faydalı olacaktı. Sahte krala: — Haydi git, Belâya gördüklerini anlat! Ve Moğolların asmasmı bildiği kadar affetmesini de bildiklerini söyle... dedi, Sahte kral şehirden dışarı çıkârken, dağların bütün yamaçları Moğol © ordusu sarmıştı. Moğol askeri, kara- bulutlar gibi, gözünün. görebildiği kadar bütün sahayı kaplamış bulu- nuyordu. İş Macar çilçisi Moğol ordusunu bu derece yakından görmemişti. Şehir- den ayrlirken Göktayın ayaklarını öptü ve Ulaku teşekkür etti. Kralın ktrtulduğunu gören Polon- yalılar birdenbire hayrete düşmüş- derdi, İdama mahküm edilen bir adam - kral olmadığı tahakkuk etse bile - nasıl serbes bırakılabilirdi? İki tarih.. ve iki kadın. İşte böyle, her gün bir başka vaka» ya sahne olan Polonya topraklarında, ak, Moğol ordusu yarı yerleşmiş bir hal- de, Rusyaya giden ırkadan haber bekliyerek vakıt geçiriyordu.