Amerika reklâm memleketidir Amerikalıya göre reklâm sayesinde herşey mükemmel surette satılabilir Amerika âyanından Bora Borah'ı yük: yükselten şey iktidarı, çalışması değil, kullandığı kundura boyası imiş! Amerikada öyle ticarethaneler var» Gir ki sermayelerinin yüzde kırk beşi- ni reklâm için sarfederler. Bazıları muvaffak olurlar, bâzıları da' olmaz. Tar. Muvaffak olamıyan firma kabaha- Pında değil, mutlaka reklâm işl idare olunmamasın- da bulür. Çünkü Amerikalının naza- rında her şey, hattâ kıymetsiz çakıl taşı bile, mükemmel surette satilabi- lir, eiverir ki her şeye uygun gelecek surette ve fedakârlıktan çekinmiyerek reklâm yapılsın. Büyük bir Amerikan gazetesinin reklâm kısmı dikkatle okunursa bü- tün Amerikalıların midelerinden muz- tarib oldukları görülür. Öyle değilse bile neşrolunan ilânlar bunu ifade edi- yor. Bin mecmuada, bir milyon afişte ve radyoda okunan ve işitilen şey bu- dur: «Fena görünüyorsunuz, hazım cihazımız İyi işlemiyor! Her memlekette reklâm vapılır, fa- kat Amerikan reklâmı karşısında di- fer memleketlerin reklâmı solda sıfır kah. Amerikan radyolarından birinde birdenbire bir küçük skeç işitirsiniz. Cenç bir anne nevmid bir haldedir, bu zamana kadar mesud bir hayat sürmüştür, fakat şimdi bedbahttır. Kocası kendisinden uzaklaşıyor, yegâ- ne çocuğu Mabel de annesine karşı soğuk davranıyor, Kadın ölmeyi göze aldıracak hale geliyor. O esnada falan hapı satan bir komisyoncu meydana çıkıyor. Kadına haplarından veriyor. | Derhal her şey düzeliyor, kadın gene mesud oluyor. Aradan Iki ay geçme- den bu hapların ne olduğunu bütün Amerika biliyor... Nereye baksanız o ismi okuyorsunuz işltiyorsunuz, Sine- malarda, tiyatrolarda, şimendiferler- de hep o isim yazılı duruyor. Gece ya- rısındar sonra saat birde, telefon çalı- yor, bir ses: «Son defa tavsiye ediyo- | rum, falan hapı alınız! diyor, Niha- yet insan bir kere tecrübe etmeğe mecbur oluyor. İşte Amerikan reklâ- “mından bir nümune! Niçin ağlıyormuş! Diğer bir nümune'de şudur: Ka- dınlara mahsus lâstik çorap nasıl ta- mtılyor? Milyonlarca nüsha satan bir gazetede bir gün büyük bir ilân çıkıyor. Fil gibi kalın bacaklı bir ka- dın bir köşeye oturmuş, ağlıyor. Res- Amerika âyanından Bora min altında okuyuculara şu sual s0- rTuluyor: «Bu kadının neden ağladığı- nı biliyor niusunuz?» Tabii kimse bil- miyor. Ertesi gün ayni gazetede şu cevap veriliyor: «Bacakları biçimsiz de onun için!» Okuyanlar o kadına acı- yorlar. Fakat üçüncü günü kurtuluş haberi veriliyor: Koskoca harflere ya- alı olan bu haberde genç kadının ar- tık karaca gibi ince bacaklara malik olduğu, bu mucizenin de şu marka lâstik çoraplar sayesinde elde edildiği bildiriliyor. Halk heyecan içinde, ama hakikaten heyecan içinde bulunuyor. Fil bacaklarının nasıl olup ta karaca bacağına çevrildiğini sormak kimse- nin hâtırına gelmiyor. Bundan sonra radyoda bir haber işitiyorsunuz. Vinston ailesinin boşan- mak için mahkemeye müracaat etti- ğini öğreniyorsunuz. Niçin? Çünkü bayan Vinston, şu marka çorapları giymek istememiş ve onun için cildi bozülmüş! Yahud: Şikagonun en büyük berber dükkânlarından birinin camekânında şu levha asılı duruyor: «Bütün kadın- lara hitab! Saçlarınızı boyatmak için bana mllracaat ediyorsunuz ama ya- İ ; , Aydın Cumhuriyet okulu talebesi merasim esnasında (köşedeki zat mektebin genç ve çalışkan başöğretmeni B. Mümtaz Mahçıdır.) pamam. Saçlarınızı permanant yaptar- mak istiyorsunuz amâ yapamam. Ma- nikür yaptırmak istiyorsanız, beyhude müracaat ediyorsunuz. Şayed falan marka lâstik kemerleri takınmazsanız serseri kıyafetinde gezmeğe mahküm- sunuz! Bu levhayı okuyan bir ecnebi kızı- Yor, berber dükkânının önünde tesa- düf ettiği bir kadına diyor ki: «Bayan, içeriye girdiğiniz zaman saç boyasile Yâstik kemer arasında ne münasebet olduğunu berbere sorar mısınız?ı Ka- dın hayretle yabancının yüzüne bakı- | yor ve: «Siz, ya bir İrlândalı ve yahud bir Avrupalısınız. Yoksa böyle buda- Jaca sual sormazdıniz!» cevabını veri- yor. Çünkü hayret edilecek nokta şu- dur: Her Amerikalı kadın gibi o kadın da levhada yazılı olan şeye körü kö- rTüne inanıyor. Evden çıkmadan her şey öğreniliyor! Reklâmlara bakilacak olursa insan evinde her şeyi öğrenebiliyor. Mister Hayberi nümune olarak gösteriliyor. Mister Hayberi altmış yaşında bir ih- tiyarken ve açlıktan ağzı kokarken Vaşington güzel sanatler akademisi- nin rehberini alıp okudu, o sayede bugün Amerikanın birinci ressamları sırasına geçti, deniliyor. Yahud: Küçük Etel, ailesine derd oluyordu. Hiç bir erkek onunla meş- gul olmuyordu. Bunun üzerine kız: «Nasıl enteresan görünebilirim?» kita- bını satın aldı, Ondan sonra erkekler etrafında pervane gibi dönmeğe baş- Jadılar, Bir gün en güzel bir reklâm «Nev- york» gazetesinde çıktı. Koca harfler- de yazılı olan bu reklâmda deniliyordu. ki: Unvanıniz yok mu? Hiç bir kimse sizinle alâkadar olmuyor mu? Bizim zabıta kursuna yazılınız, Altı haftada imtihan verip miralay rütbesini alabi- lirsiniz.» Bu ilânlara bakılacak olursa insan evinden çıkmadan tayyareci oluyor, mucid oluyor, dört haftalık bir kurs- dan sonra üniversite prfofesörü bile oluyor! Niyuberi metodu sayesinde yedi günde piyano öğreniliyor, sekizin- cl günü Beethovenin «ikinci senfonis sini veyahud Liszt'in ikinci rapsodisi- ni çalıyorsunuz, Sekiz şişe salt alacak olursanız, su içmekten ebediyen kur- tuluyorsunuz. Hayatınızı uzatıyorsu- nuz ve çöllerde kâşiflik yapabiliyorsu- nuz. Şimal kutbunu yeniden keşfede- biliyorsunuz ve nihayet üç ay devam eden bir kursdan sonra muvaffakıyet- Ji bir altın arayıcısı olabiliyorsunuz, Borah ne diyor? Amerikada reklâmcılık biç bir şey- den çekinmiyor, Her şeyden istifade ediyor. Yalnız reklâm için milyonlar döküyor. İcab ederse Amerikanın ya- rısını satın alıp muvaffak oluyor. Ame- rika senatörlerindenn Eorah bile bir kere bir reklâma mevzu teşkil etti ve alenen dedi ki: «Yükselişimi ne sâyi- me, ne iktidarıma, ne de hatibliğime medyunum, Beni yükselten şey ancak ve ancak (..) kundura boyasıydı!» Şu reklâm da Şikagoda bir mezarlı- ga konulan reklâmın yanında hiç me- sabesinde kalır. Orada bir mezar taşı- nın üzerinde şu satırları oküyabilirsi. niz: «102 yaşında ölmüştür. Çünkü dalma yoğurt yemiştir.» Bu ilânın asılması için şimdi o mezarda yatan adam hayatta iken bir yoğurt şirke- tinden mütemadiyen reklâm patası çekmiştir. Bu tarzda reklâm yalniz Amerikada yapılabiliyor. Amerikalılar bundan hoşlanıyorlar. Bir reklâm he kadar kuvvetli ve etraflı olursa onu yapan adam da o nisbette milyonlar kazânı- yor. Çünkü Amerikalı her şeyde rek- lâm beklemeğe alışmıştır. Halk rek- lâm ister ve onu dikkate alır. Reklâ- mı görünce satın alır ve aldatılmış ol- ması hatırına gelmez. İşte . Amerika reklâminın eni garib ve en gizli tarafı budur. Bir hatıra Türk vapurculuğunun geçirdiği devreler Bir zamanlar Istanbuldan Mudanyaya nasıl gidilirdi? Bir sefirin gikâyatinin tesiri Almanyada ni Skil Gu vapuru stanbula geldiğini ga- zelelerde okuyunca ne Kudar sevindim anlatamam. Şirketi Hayriye ile Kadı- köy ve Adalar vapurları hemen hep istanbula yeni olarak gelmişlerdi; fa- kat liman dışı denizlerimizde sanca- gımızı dolaştıran postalar ar şimdiye kadar bir tane olsun yeni yap-| tırlan vapur görmemiştim, Çocukluğumda Boğaziçinde Vani- köyündeki yalımızın penceresinden denize bakarak gelen geçen vapurları seyrettiğim gündenberi yürüyen yıl- ların vapurcuk billnçosuzu yaptım. 'Tezgâhtan yeni indirilerek İstanbul limanına gelen Trak'ın ne demek ol- | duğunu daha iyi anladım, Hatırladık- | Jarımı Size yazayım ki okuyucularım, bu deniz muvaffakıyetini daha iyi kay» rasınlar. Bizde ilk vapurculuğu merhum Mit- hat paşa kurdurmuştur. <Ummanı Bahri» adlı bir idare tesis etmiş, iki vapur almış, bunlara Basra ile İstan- bul arasında sefer yaptırmağa başla- miş. Aldanmıyorsam 1975 de filân ola- cak. «Ummanı Bahriv oDenizyolları idaresinin büyük babasıdır. Ben «Um- manı Bahrisyi görmedim, fakat onun | oğlu «İdârci Mahsusasyı iyi biliyo- | rum, İ İdarel Mahsusaya halel olan «Şey- risefain»i hep biliriz diyebilirim. «Ummanı Bahrisnin ilk vapurlarının arkasından «Medarı Tevfik» ve «Şe- refresan» adlı iki iyice vapur alınmiş- tır. Bunlarda yolculuğum var; Şeref- resana Karadeniz gemicileri «Şerif Hasan» demeği daha dile kolay bul- muşlardı. «Medar 'Teyfiksin kaptan köprüsüne güzel bir ayı postekisi se- Terek üstüne oturup çubuğu elde ku- manda eden çok sevimli ve cesur bir ihtiyar gemici kaptanı da İvi hatırlı. yorum, Şimdi yeni yapılıp gelen <Traksın yapacağı İstanbül -Mudanya “hattın- da dahi çok hatıralarım yardır, Bur- sada Defterdarlığı olan babamla İs- tanbul Mudanya arasında İlk yolculuğu «Şehber> adlı yandan çarklı, fakat yüksek tekneli ahşap bir vapurla yap- mıştık. Şehberin pat pat nekaratile Marmarayı aşmasını gençlikte keyif- le seyretmiştim. Şehberin bir arkada» g ia vardı, adı «Mudanya idi. Bu da ahşaptı ve Şehbere eş olarak İz- mit tersanesinde yapılmıştı. Bak bu- rada kusur dilemek lâzım geldi. Li. man dışı denizlerde yeni vapur gör- medim demiştim. Halbuki «Mudânya» yapuru İzmitte inşa olunmuş yeni bir ahşap vapurdu. Fakat yürümekte çok tenbeldi. Mudanya vapurile Mudanya İskelesine altı buçuk saatte gidilirdi. İşte bu yıllarda (1884) İdarei Mah- susaya Londradan üç vapur aldılar, Bunlar o zamana göre güzel gemiler idi. Fakat İngilizler çok kömür ya- kıyor diye kadro harici yapmışlardı. Üç vapura «Kâmil paşa, «Husan pa- Şa>, «Ali Saib paşa: adlarını taktılar, Gemiler vaktin sadrazamının, Bahri- ye ve Harbiye Nazırlarının adlarını taşıyordu. Daha sonra «Söğütlü adı takılan bir vapur alındı. «Söğütlüz gar Uiba bir büyük mektep gemisi imiş; inden başka gemide tam yelkenli arması vardı. Üç dire- ginde her türlü yelken ve - serenler vardı Söğütlü ile bir İzmir yolculuğum vardır; çok tuhaftır Vapur Çanak- kalede aldığı saray emrini yerine ge- tirmek üzere boğazdan çıkınca bizi Gi- ritte Hanyaya götürdü, oradan bir hafta sonra İzmire döndük! Söğütlü galiba uğurlu geldi. 1908 inkılâbına kadar beş on eski vapur da- ha alındı. Bunlar bilhassa Karadeniz postasını yapiyor ve Şab denizine, Garp Trablusuna, Yanya sahillerine asker taşıyordu, Çünkü oralarda dö- vüşmenin durduğu olmazdı. 1908 geldi, her şey gibi İdarei Mah- susa da adını değiştirdi, Seyrisefain oldu. Köhne Yapurlardan yarım dü- züne kadar daha aldılar, Bu sırada «Tirümüjgünsı «Gülnihal! batırla- mak lâzımdır. Tirümüjgânın bir ar- kadaşı daha vardı, onun da adı Sul- tanlar sarayı gözdelerinden birisi idi. Uzuk deniz vapurları böyle safhalar geçirirken Bursa yolculuğunu da can- landırmağa çabalıyorlardı. (o İdarel Mahsusunun başında bir «Jon: paşa vardı. O, paçaları sıvamıştı. Çünkü mahud «Şehbersde Bursaya giden bir Avrupa büyük elçisi yolculuğun uzun sürdüğünden padişaha şikâyet etmiş- ti. Abdülhamid en ziyade Avrupalı el- çi şikâyetlerini dinlediği için «Jon» pa- şaya yollu vapur koyunuz emrini ver- mişti. Derhal <Maiyeti Şahane» va- purlarından yandan çarklı «Süreyyas- yı İdarel Mahsusaya verdiler. İstan- buldan Bursaya üç buçuk saatte git- meğe başladık. Jon paşa «Bingazi> ve «Lütfiye» adlı iki yat dahâ satın aldı. Bingazi bir İngiliz lordunun'hususi yatı idi, kamara ve salonları o zamana göre çok güzeldi, vapur yollu idi, Bingazi ve Lütfiye ile İstanbuldan Mudan- yaya çok defa üç buçuk saatte gitmiş- tik. Zavallı Lütfiye çok yaşamadı, Sa- rayburnunda bir başka vapurla çar- pıştı, baştan kara yapıp rıhtıma ken- dini oturttu ve batmaktan kurtuldu. Abdülhamid Sarayburnunda bir vâ- purun batmasını fali hayır sanmamış derler, Vapüru çekip kurlarmağa çok uğtaşlılar, mümkün oldmâdı, dinamit ile alıp Sarayburmunu kurlarmak Yâzım geliyordu. Padişah büna bir türlü razi olamadı. Lütfiye orada se- nelerle yattı ;ancak 1908 inkılâbın- dan sonra akıntı bumunu temizledi- ler. Görüyorsunuz ki İstanbuldan Bur- saya üç buçuk saatte gitmek otuz yıl önce dahi mümkün oluyordu ve bunu ancak bir büyük elçinin şikâyeti temin etmişti. Fakat o sür'ati yapan vapur- lar dâhi köhne alınmış yahut köhne- leşmiş şeylerdi. eCümhuriyet3 bizi her şeyde olduğu gibi, bizim için yaptırıl- mış yepyeni bir vapura kavuşturdu, artık Trak'la iki buçuk saatte İstan- buldan Bursaya gidip geleceğiz, Bur- #ada içine girip yatılacak modern otel ler bulacağız. İşte «Trak; vapuru bana hep bun- ları hatırlattı, sevincimin sebebi bun- Jardı, Ahmed İhsan Tokgöz Mersin (Akşam) — Burada hakikaten örnek olabilecek mükemmeliyetta bir ilk okul binası yapılmıştır. İleri adını taşıyan bu mühteşem okul yalnız bina itibarile değil kadro itibarile de birinci sınıftır. Mektebe 600 talebe des vam etmekte ve bunlara on iki öğretmen tarafından ders verilmektedir. Res» mimiz ilk okulun ön cephesinden bir parçayı tesbit ediyor,