AŞK ve MACERA NUVELİ etkatin aşkımı öldürdü! Muharrir Akif'in zevcesi Pervin, masa başına oturmuş, evin hesabları- ni tanzimle meşguldü. Kocasının on beş senedenberi mesleğinde ilerileme- sine ve varidatın günden güne artma- sınâ rağmen, o, diğer arkadaşları gibi, sevke, sefahale atilmarmış; çöcuklü- ğunda aldığı sakin ve ciddi terbiyeden ayrılmamıştı. Bütün ömrü evinin ida- resile geçer, en ufak bir yanlış hesabı gözden kaçirmazdı. Pervin, orta boylu, irice yapılı, yü- zü genç kalmasına rağmen vücudü olgun ve şişmanca bir kadındı. Hesab işini bitirdikten sonra kalk- tı. Sırtında koyu renk, basit bir elbise vardı. Muntazam döşenmiş odasının içinde dolaştı. Bir yastığı düzeltti, Yan konmuş bir resim çerçevesini doğrulttu. İçindeki resme bakarak gülümsedi: Bu, oğllle kızının fotog- rafıydı Sonra sante bir göz attı. redeyse postacı gelir!» diye düşündü. O sirada kapı açılarak, kocası içeri girdi ». Nasıl oldu da alktın? Dün gece çok Işma odasının $0- — Doğrusu merak ettim... Havalar soğuk... «Ya Akif üşürse?» diyordum... Gözü uyku girmedi. Beyhude meraklanmışsın, vin'eiğim! — Fakat benzin uçuk... bir halin var. Kadın, kocasını dikkatle süzdü. Er- kek, omuzlarım silkerek: İyiyim... Azıcık yorgunum... Baş- ka bir şeyim yok! Pervin, erkeğin asabi olduğunu se- sinin ahenginden anlamıştı. Cevab vermeden bir koltuğu olurdu. Dalgın dalgın bahçeye bakan Akif'i süzdü. yaşlarındaydı yesinde son derece tanın- mıştı; hâlâ da sevilen bir sânatkârdı. | Dalga dalga kır saçları alnının üstünü süslüyor; genç kalmış lâciverd gözleri zekâ ve münevverlik ışığile parlıyordu. Doğrusu, güzel bir adamdı bu... Kadın, içini çekerek: l «— Hiç de değişmedi. Ne kadar kendini muhafaza etti! - diye düşün- dü. - Neden acaba sakin ve aklı ba- şında insanlar daha evvel ihtiyarlıyor da bu büyük coşkunlar ve büyük âşık- lar uzun müddet zinde, genç kalıyor- lar?... Herhalde senelerin - zannedildi- | ği kâdar - yıpratıcı bir tesiri olmasa Per Rahatsız gerek... Taze kalmak için en büyük çare yaşamak zevki, hayatiyet kudreti ve kuvvetli bir iradedir... Hayat mü- | cadelesinde teslimi silâh etmek: İşte ihtiyarlık!.» Pervin, senelerdenberi, işte, teslimi silâh etmiş... Onun için kendini kocâ- sından çok ihtiyar hissediyor. — Akir! — Efendim. — Nen var? — Bir şeyim yok... Bu odaya bakı- yarum... Ne fena döşenmiş... Bütün gün burada oturmağa mecbur olsam asabiyetten ölürüm! — Tabiatsiz olduğumu söyle baka- 1m. — Tabiatsiz değilsin, fakat yaptık- ların gustoma uymuyor... Şikâyet et- miyorum, Pervin'ciğim, üzülme... Şa- ka söylüyorum!.. Ben zaten bu köşkü sevmem... İçim sıkılıyor burada .. Sen böyle yepyeni, pırti pırıl eşya istedin... İşte, güle güle kullar... Ben eski dö- şemelerimizi daha çok seviyordum. — O soluk perdeleri mi?.. Üzülme, | bunlar da on beş sene sonra onların haline gelir!.. Fakat ben ... Kocasının kendisini dinlemediğini farkederek sustu, Erkeğin iztırab çek- tiği belli... Acaba nesi var? Kederi ne- dir? İşinden mi üzülüyor, yoksa âşık ruhu mu muztarib? Kadın muhave- reyi değiştirdi: Çocuk! n bahsetti, İyi ders okuduklarını söyledi. Sonra ahçının hesabını anlattı, Derken, bal- düzeltmek için bahçıvana bir yardımcı lâzim olduğunu ilâve etti; mi, mevsimliğine mi tutsam acaba?.. Ne dersin? Akif, bu hususta karısile hiç müna- | Nakleden: kaşa etmezdi. Eve aid bütün işler içi- ni sıkardı, Lâkayd bir sesle: — Ne istersen öyle yap, güzelim! » dedi. Ve Sonra. birdenbire sordu: — Acabt saat doğru mu? — Evet... Niçin? — Postacı daha gelmedi de. — Bir haber mi bekliyorsun? — Evet... Oynanan piyes Bu eshennemin bucağında oturuyo- ruz; dünyadan haberim olmuyor... Sinirleniyorum, doğrusu! Kadın şefkatle gülerek: — Merak etme senin eserlerin dai- ma muvaffakıyet kazanıyor... Bilhas- sa Bedriye Berkin oynadığı sarman Bu ismi işitince erkeğin bütün vü- cüdü titredi. Odada bir üçüncü şahıs olsa, Akif'in bu rabıtasından Pervin'in bihaber olduğunu sanacak... Halbuki kadın her şeyi biliyor... Dokuz senedir süren bu münasebet artık Pervin'de mücadele hissini öl dürmüştü. Zavallcık vaziyeti olduğu gibi kabul ediy , çocuklarile meşgul oluyordu; kocasını âdeta bir hasta telâkki ederek onun bütün kap- rislerine inkiyad ediyordu. Akif, karısının bu fedakârlıklarma alışmış, bütün yaptıklarını tabii bul makla beraber, ona karşı minnettarlık hissediyordu. Biran kendini toplıyarak: — Affedersin karıcığım! Çok sinir- liyim. Aksi aksi konuşuyorum! Bana kızma... Kadın muhabbetle: — Şansın var... Senin her istediğini yapıyorum... Hiç bir huysuzluğuna ses orum... Doğrusu, annen sağ olsaydı, ser ar, bana hak ve- rirdi... Ben £ mesud görmek İstiyo- | rum... Rahatsın, mesudsun, değil mi Akif? Erkek, kendi kendine şöyle düşün- dü: Karısı bu sual! samimiyetle mi s0- ruyordu? Onca ssadet ne demekti acaba?.. Herhalde ayni kelimeler, her İkisi iç ânayı İfade etmiyor- du. Pervin'in ke: 06 uluvvücenab saydığı erkeğin nazarında hobdinlik- ten başka bir şey değildi. Sagdet!.. Karısı ona saadeti ancak | hürriyetle beraber verebilecekti; Aki. | f'in zorla islirdad etmek İstemediği hürriyetle... O halde niçin onu takdir edip teşekkür etsin?.. İçinde kabaran ve dalma ezdiği ki- nin tesirile mırıldandı — Elbette... Mezudu: Mesudum! Ve kendi kendine: «— Of!.. Artık tabammülüm kalma- â1!... Gitmek istiyorum... Kalbim sız- uyor... Üç gündür mektub almadı: Bedriye hiç bir zaman beni uzun det böyle habersiz birakmamıştı,.» #3 ydi Akif... Odâna çık... Üzür me, sinirlenme... Postacı gelir gelmez ben senin mektubunu yollarım!. — Teşekkür ederim Pervin! Kadın yalnız kalınca pencereyi açtı, Derin derin nefes alarak temiz hava- yı ciğerlerine çekti. Ruhunda bir ha- fiflik hissediyordu: Acaba Bedriye ile araları açılmış mıydı? Kavga mı et- mişlerdi?.. Niçin mektub yazmıyor. du?.. Halbuki turneye Çıktıkları za- man her gün mektub gelirdi... Dokuz sene sonra genç artist, kocasından bik, mış miydı?.. Bu ergeç beklenen işler- dendi zaten... Bedriye gibi, genç, gü- zel, meşhur bir kadının bir erkeğe bu kadar sene sadık kalır hayret! «— Akif çok üzülecek... Fakat zarar yok... Bu yaştan sonra aşk yözünden kimse ölmez... Hem ben onu öyle naz- Jlandırır, öyle rahat ettiririm ki yavaş yavaş derdini unutur Dalgın, bunlari düşünürken, posta- cırın bahçe kapısından girdiğini gör- dü; seslendi. Gelen mektuplarla gaze- | teleri aldı. Bütün ümidleri biran içinde Yı Mahdud eflâtun zarf da var işte... Gazeteleri açtı, Serlâvhaları görünce bağırmamak Öyle ya: için kendini zor zapletti. Fakat ba- cakları keslidi. Oradaki kanapenin üzerine yığılıerdi. Kalbi çatlıyacak gibi çarpıyordu. p, İri puntuyla şu kelimeler gözünün önünde dans ediyord «Adanada ahşab bir tiyatro binasın- da yangın çıktı. - On yedi kişi diri diri yandı. - Meşhur artist Bedriye Berkin ölenler arasındadır.» Kadın inledi: «-- Aman Allahım!... Allahım!... Za- vallı Akif!... Ne ıztırap çekecektir...» Bütün tafsilâtı okudu. Bu, cidden feci, acıklı bir vakaydı. Sonra etrafına bakındı. Odada büyük bir sükün hü- küm sürüyordu. Sanki hayatlarında hiç bir değişiklik olmamış gibi her şey yerli yerinde, her şey tertibinde duru yordu. Akif gene onunla yapayalnız, başbaşa kalacaktı: Ta, eski zamanlar | gibi yal Onun yanında ağlıyacak, onun nda teselli bulacaktı!... ... Akif, karısının elinde zarfı görmez, oturduğu yazı fırladı. Neşeli bir feryatla: — Oh, çok şükür! - diye bağırdı. Akif! Ver... Çabuk ver... Kadın, şaşkın bir halde, yerinde du Tuyor,. Ne istiyor: Kocası ondan ne istiyor ... A, Evet... Elinde tuttuğu mektubu... Erkek, sevinçten, katisının perişan hâlini, heyecanımı fark bile etmiyor... görür masasından Akif felâket haberin! aldıktan sonra biraz yalmz kalmak İstedi Hemen kâğıdı kapıyor, açıyor... Arkasını dönüp pencereye doğru okumağa giderken; — Gazetelerde bir şey yok mu? « di- ye soruyor. Ve sonra-kendi kendine gülerek: «— Aman, ne deli imişim!.. Çılgın- Jar gibi merak ettim... Canim Bedri- yeciğim...» Okumağa başlıyor. Gözleri yaşlarla doluyordu. Kalbi muhabbetle çarpıyordu. Hem okuyor, hem ara sira kâğıdı dudaklarına doğ- | Tü götürerek koklıyor, koklıyordu. «On gün daha sabredeceğiz (o Son- ya yine bütün aşkımla sana geliyo- rum... Küçücük yuvamızda birleşi- riz.. Kapı eşiğinde, Pervin, kocasını ar- kadan süzüyor. Onun nasıl canlandı- ğını, neşeyle nasıl gençleştiğini hisse- diyor ve kendi kendine; «w- Keşke mektubu vermeseydim... O üzüntü içinde bu büyük darbeye da- ha hazır bir haleti ruhiyedeydi... Hal- buki şimdi ne sevindi... Hakikati öğ- renmesi daha müthiş olacak-...» zamanda bu anın devamını yordu. Çünkü Akli sevgilisini sağ zannettiği için Bedriye - hayalinde çi- sun - yaşıyordu. Pervin kocasının bu muvakkat saadetini bozmağa bir türlü razı olmiyordu. Erkek büyük bir coşkunlukla mek- tubun arkasını okomaktaydı: «Geldiğim zaman sana neler, ne ier anlalacağım!... Ah benim Akifci- ğim... Seni ne kadar seviyorum... Bu akşam senden uzak, bu otelin yaban- ct odasında, hep seni düşünmekle meşgulüm...» — Akif! Erkek işitmedi. — Akif! .. Dinle beni... Muhârrir, gene mektubu okumakla meşgul... « Bizim aşkımız o kadar genç, © kadar taze kt, sayesinde hiç ihtiyar- lamadığımızı göreceksin!... Böyle ço- cukça düşünüşime gülme... İnan ki.» — Akif! Erkek, başını vab verdi: — Ne istiyorsun? Pervin sustu. Koltuğun kenarına ilişmiş, ellerini ıstirapla uğtuşturuyordu «— Nasıl söyliyeceğim!... O, bu an- da o kadar mesud ki, mevcudiyetimi bile unuttu... Bu mektubün sonuncu olduğunu bilmiyor... Bir daha Bedriye yazamıyacak... Ona hitab edemiyecek Şimdi o, sevgilisile konuştuğunu sa&- rıyor... Halbuki, orada, ötede... Yanmış bir cesed. tabutun içinde yabıyor!...n Bu düşünce, kadını ıstırapla irgiltti, 4— Rahat rahat okusun!... Hakika- ti mümkün mertebe geç öğrensin!...» Şimdi o, feda edildiği bu büyük aş- kın bütün vekaytini bir bir hatırlı- yordu; çevirmeden bem €e- Ne ıstırap çek- 3 mişti, Ne kadar lâ- net etmişti. Hal- buki şimdi, bu mü- nasebet maziye karışınca ona hür- met ilka ediyordu: Ölümün verdiği hürmet!... Birbirle- rinden bıkmaksı- zın dokuz sene s€- viştiler, Kim bilir ne mesud anlar ya- şadılar... Artık bu haksiz saadeti dü- şünerek kızmıyor, istırap çekmiyor- du. O, tamamen bitmiş, ölmüş bir şeydi. Şiddetli aci- dan sonra yavaş yavaş sükün hâ- kim olacaktı, Çün- kü hisler de onları telkin edenlerle ğlar üzerin- hâkimiyeti kitabın- rin & deki Şairlerin dadır... Uzakta bir 211 çal- | çalıp | dı, bir kapı kapandı, Taze han- çevrelerden , kahkahalar yazı odasına kadar yük- seldi. O zaman, uykusundan uyanan | bir adam gibi, Akif, karısına dönerek: — Gel... İnelim.. Çocuklar geldi. Yemek yiyeceği Mektubu kalbinin yerleştirdi. Gözleri ışık doluydu. Aş- du. Pervin onu o anda, artık hayatında bir daha göremiyeceği bir şekilde coş- kun ve dipdiri seyrediyordu, Karısının perişan halini farkederek sordu: — Nen var?... Sana demin cevab vermedim diye kızdın mı?.... Affet be- ni karıcığım! Saadetinin zekâtını veriyordu. — Hayır, kızmadım... Mesele o de- Ne var?... Bir şeye mi üzüldün?... Fena haber mi aldın?.. Teyzen mi hasta .. Yoksa çocuklar mi bir saç- malık yaptılar?. Mültefit, tebessüm ediyordu — Dergini sofrada anlatırsın ! — Hayır, Akif... Dur... Yanıma gel... Birazdan ineriz... Rahatsızım... «— Sahi... Rengin ne kadar uçuk!... Nen var?... Bir yerin mi ağriyor?... tayım ! hayır... Gel, yanıma otur. . Beni biraz olsun gever- sin değil mi?... İyi bir arkadaşın ok ! duğuma kanisin her halde... Hayatta çıkan | üstündeki cebe | kın ebedi gençliği, yüzünde parlıyor- | | büyük bir acı duyup ta yalnız kalsan, yapayalnız... “© zaman bana doğru gelirsin, değil Akif? — Bu susllere sebeb ne?... Neden korkuyorsun?... Ne kadar asabisin... Elbette arkâdaşımsın!... — Seni teselli edebileceğime kani misin? — Eminim... Fakat inşallah hiç ihtiyacım olmaz... Bilirsin ya, ızbrap çekmeği sevmem!... — Bu, mukadderattır... Hayatta herkese bir ıztırap piyangosu çar- par...! İnsah acının da, ölümün de önüne geçemez! — Bu güne kadar felsefeye mey- yalsn!... Senin hiç böyle adetlerin yoktu... En büyük şikâyetlerin da- ima kasap > ve bakkaldandı... Hain herifler!,.. Hep seni aldatırlar, değil mi?,.. Haydi gülsene... Hasta değil- Ölüme gelince onu arasıra im; fakat hiç bahsetmiyelim. zan bunu emreder!... bahsetmiyelim?... O, her ia hazır değil mi?... Eğer hissi kablelvukulara inanırsan... — Vallhi delisin, karıcığım ! Pervin, muztarip gözlerle karısna baktı, O şimdi öyle mesuddu ki, en ufak bir felâket gölgesi içini karart- mıyordu. Kolunu kocasının boynuna sararak — Bâzı günler çok bedbin olurum. Meçhul bir şeyden deliler gibi kor- karım... Bilhassa sen seyahate çıktı- gın, yahut ben çocuklardan uzak bulunduğum zaman,,, Her an içime şöyle bir korku gelir; Derim ki, «ben burada rahatım, onlardan haber al- dım, Dün akşam bana mektup yaz- mışlar. Sıhhatleri yerinde!... Fakat. o zamandan şimdiye kadar acaba Belki şuanda.» diye ıkışır, darlanir... Akif, dalgın ,cevab verdi: — Evet... Bazan bana da Olur... Ne halecanlı, ne deli geceler geçir- mişimdir... Fakat niçin bunları ko- nuşuyoruz?... İnsanın asabını boza- cak şeyler! Haydi Pervin, kalk, gide- lim,,. Yemeğe inelim... Böyle şeyler- le sinirlerimi ozedeliyecek olursan bugün çalışamam sonra... Ne? Ciddi bir şey mi var?... Haydi söyle.. Çabuk... Beni korkutuyorsun!... Ak dığın mektuplardan fena havadisler mi öğrendin? — Ah, Akif!,.. Demin sen o mek- tubu neşe ve sandelle okurken kazalara uğrıyanları düşündü İnsan uzaklarda olan ahbapları; neşeli satırlarını okurken diğer ix raftan da gazetelerde isimleri geçmiş tir: Bir şimendifer, bir otomobil ka- zası,.. Yaralanmışlardır veya ölmüş- lerdir... İşte bunları düşünüyorum çünkü... Akif bağırdı : — Pervin! ... Ve sonra, deliler gibi: — Söyle! Birşey biliyorsun... .. Telgraf mı geldi?... Benden ?... Bir felâket mi var?.. — Akif!,.. Metin ol... — Telgrat Çabuk ver... yim,.. Yok mu?... O halde ne? nasıl haber aldın?... Gazete! Evet, gazete,., Söylesene... Ne var... Beni deli etme!... Onun hakkında, değil mi?... Bir kaza... Yaralı mı?... Pervin, biçare erkeği kollarile sa- rarak: — Dün akşam... Tiyatroda... Yan- gın çikmiş... Ah Akif ağla... Ağlıya- ım... Iztırabına ortak olmak istiyo- Fakat muharrir vahşi bir hareket- le, kadının kollarını boynundan $ıyi- rp attı ve çilgım gibi koşarak gazete ye sarıldı. Yırtacasına açtı. Göz ka kaplarında âdetâ bir sis var... Başı dönüyor... Iztıraplarının farketmedi... Cün- kü aci çekmeğe daha başlamadı. Gırtlağında boğulan bir feryad bo- fazını sıkıyor ve içini parçalıyarak yakıyor. Put gibi, hissiz, bembeyaz duruyor... Karısı, ona sarılmı; riyordu: (Devamı 43 üncül sahifede)