En inadcı bekârlardan olan arka- daşım Hamdi evleneli altı an olmuş- fu. Kendisini uzun zamandanberi görmemiştim. Geçen gün Beyazıttan geçerken birisi birdenbire koluma yapıştı. Baktım, bizim Hamdi, — Bu ne dâalgınlık?.. diyordu. Tâ e "yn, Bala br lata ye lenme kuyusu» nun sayesinde... — «Evlenme kuyusus mu? Oda ne?... — Tokantaya girelim de anlatı- Garson önümüze kızarmış yeşil sivri biber ve yine kızarmış yarım domatesle beraber döner kebablarını getirdiği zaman Hamdi de hikâyesine başladı: — Ya azizim... Ben «Evlenme ku- yusu> yüzünden evlendim... Anlata- yım'da dinle... Geçen yaz sen İstan- bulda değildin. Bunun için benim sayfiyeye taşındığımı tabi! bilmez- sin. İşte yine tam bu aylarda... Ben katiyen evlenmeği aklımdan geçir- miyordum. İşim İstanbulda olduğu için köyden sabahları İlk trenle gi- diyor. Akşamları da saat sekizde, dokuzda dönüyordum. Bunun için bizim sayfiyede kimler oturuyor? Komşularımız nasıl (İnsanlardır? Farkında bile değildim. Nihayet ça- ıştığım şirketten bana on gün tatil verdiler, Bu on gün sayfiyede sırtüs- tü yatarak dinlenmek niyetinde idim. Fakat evdeki pazar çarşıya uymadı. Bir gün öğle uykusundan kalktım. Tıraş oldum, giyindim. şöyle bir et- rafı dolaşacaklım. İstansyon cadde- sinde tam benim bindiğim trende iki genç kiza rasladım. Hele genç kızlar- dan biraz büyükçe görüneni pek gü- eldi, Hem bana uzun uzun da baktı. Akşam Üstü onlara deniz kenarında- ki çalgılı bahçede rasgeldim. Yanla- rmda gayetle sert tavırlı, aksi yüzlü bir ihtiyar adam vardı. Bu zatı uzak- tan tanırdım. İsmi Mehmeddi. Doğ- Tuluğu, tok sözlülüğü, fakat aynı za- manda gayet sertliği ile meşhurdu. Hattâ eskiden kendisine «Biber Meh- med bey» derlermiş. Gençliğinden- beri gayet aksi bir adammış. Onun iki güzel kızı olduğunu da işitmiştim. Demek kızları bunlardı. Lâfı uzatımı- yayım, Ertesi günü, daha ertesi gü- nü genç kızları hep gördüm. Büyüğü, yani kardeşinden daha güzeli dalma gözlerime uzun uzun bakıyor. haltâ gülümsüyordu. Bügünlerde onların baba'ariyle de tanıştım. Bay Mehmed vakıa çok aksi bir adamdı amma son derecede doğru bir insandı, Kiz larının kendisinden ödleri kopüyor- du. Mahmure ile - sevgilimin ismi Geki sevda ateşi saçağı sarmıştı, Bu m meler son derece az geliyordu. Mahmure ile daha uzun boylu oturup ram konuşmak, anlaşmak İsti. Yordum. Halbuki gneç kıza babası Böz açtırmıyordu. Mahmurenin her Bi sevdiğini hissediyordum. Nihâyet bir elk Gi gün sevgilim ısrarları- — Peki, dedi. Een g köşkün alt ka- bahçeye gayet yakın... Sen köşkün arka tarafındaki Zerzayat bahçesine girersin. Amma, gece el ayak çekil dikten sonra... Bahçeye girdiklen sonrâ İş Kolay... Köşke yaklaşırsın. Benim odamın penceresine iki üç ke- re vurursun... Saat tam on bir bu- çukla on iki arası unutma... Bak se nin için ne çılgınlıklar yapıyorum... kai Liz Aman karşıdan biri geliyor. Bizl gö- rürse felâkettir... (Konuştuğumuz babamın kulağına gider, Allah ver- mesin, Mahmure böyle söyliyerek benden uzaklaştı. Giderken tekrar fısıldadı: — Unutma, on bir buçukla on iki arası,.. Hiç unutur muym! O gece saat tam on bir buçuğa geldiği zaman ben de zerzavat bahçesinin pek de yüksek olmıyan duvarını aşiverdim. Hani Mahmurenin babası da dehşetli zerzavat yetiştirmek meraklısı idi, Bahçede yürürken ayağımın altında domateslerin, patlıcanların ezildiğini hissediyordum. İçimden de «bu gece hayatımda geçirdiğim ve geçirece- a en şairane gecelerden biri ola- . diyordum. ei yürürken birdenbire ayağım kaydı Kendimi boşlukta buldum. Aman,.. Garip bir yere yuvarlanıyor. dum, Biraz sonra kendimi yarı beli- me kadar su içinde buldum. Bu ga rip yere düşerken vücudumun her tarafını taşlara vurmuştum, Bilmem, omuzlarım fena halde sizliyordu. Bir iki dakika sonra başıma gelen fe- lâketi anladım. Mahmure bana zer- zavat bahçesinde suyu pek azalmış bir kuyu olduğunu söylemişti. Kuyu- nun ağzı açık kalmış olacak ki ben karanlıkta yürürken içine düşmüş- tüm, Cebimden kibritimi çıkarıp yak- mağı düşündüm. Fakat yarı belime kadar su içinde idim. Kibrit kutum da ıslanmıştı. İçine düştüğüm zaman ağır yaralnmadığıma nazaren kuyu hiç de derin olmıyacaktı, Belki çika- bilirim diye uğraştım. Ne mümkün? Kuyunun duvarları pek çürüktü. Hangi taşa asılsan sallanıyordu Bu taşlara tutuna tutuna yukarı çıkma nın imkânı yoktu. Beni müthiş bir telâş aldı? Şimdi ne yapacaktım. Sabaha kadar yarı bellme kadar su içinde, bu karanlık kuyuda bekliye. cek mi idim? Bereket Xi sıcak bir yaz gecesi ldi. Fakat ne de olsa soğuk su- yun içinde tiril tiril titriyor, hapsı- rıyordum. Bir aralık içime bir ümid düştü. Belki Mahmure gelmediğimi görünce bahçede beni zramağa kal- kardı, O zaman ona seslenirdim. Yu- karıdan bir ip filân uzatırsabu kör olasıca kuyudan çıkabilirdim, Fakat sabaha kadar boş yere bekledim. Her halde Mahmure benim gelmediğimi görünce yatıp uyumuş olacaktı. Nİ- hayet yavaş yavaş sabah olmağa başladı. Gündüz göziyle baktım. Ha- kikaten düştüğüm kuyu hiç de derin değildi. Fakaf yukarıya çikmağa im- kân yoktu. Bir aralık bahçede bir ayak sesi işittim, Her halde bu bah- çıvan olacaktı, Seslendim: — Bahçıvanbaşı,.. Bahçıvanbaşı... Ben kuyuya Güştüm... Buradayım... Kuzum bir ip uzat da çıkayım..: Benim bağırmam üzerine ayak se- si kuyuya kadar yaklaştı, Kuyunun ağzından içeriye doğru bir baş uzan- dı. Ben de kafamı yukarıya kaldır. mişlam. Azizim bu esnada Mahmure- nin babası le göz göze gelmiyelim mi? Dehşetli bahçe meraklısı olan bay Mehmed sabahleyin erkenden zerzavatlarını sulamağa çıkmıştı. Aksi ihtiyar kuyunun içine seslendi: — Ne arıyorsunuz orada? O kadar şaşırmıştım ki söyliyecek şey ham: — Şey ...Şey efendim... Sabah şe- rifleriniz hayır olsun ... Bay Mehmed: — Hayır olsun ...Olsun amma su- alime cevab veriniz. Sabah karanlı- ğında orada işiniz ne? Büsbütün şaşırdım, Ne ecvab ver- sem beğenirsin? — Akşamdan, geceden düşmüş- tüm efendim... Cümlesi ağzımdan çıkmadı m?.. Derhal kuyuya bir ip uzatıldı. Ben sırsıklam, hapşura hapşura dışarı çıktım. Bay Mehmed: — Delikanlı, dedi, Biliyorsun ki, bu ev benim kayınpederimin evidir. Bundan 30 sene evvel, ben de senin gibi yine bu bahçenin duvarını â$- mıştım. Maksadım o zaman sevgilim olan şimdiki zevcemin odasına gir- mekti .Tıpkı senin gibi buradan ge- çerken şu kuyuya düşmüştüm. Yine şimdi olduğu gibi kayinpederim beni sabahleyin bu kuyudan çıkarmıştı, Ben kuyudan çıkar çıkmaz kayin; deyi kendisinden istedim, Namuslu bir gencin yapacağı iş de budur... Öp elimi ... Diyerek bana elini uzatmaz mı? Ben, inatçı bekâra itiraz edecek ol dum: — Aman efendim... Sözümü ağzımda bıraktı; — Sus... dedi, bir bekâr delikanlı- nın gece yarısı benim kuyumda işi ne? Bilhassa ben geceleyin kuyuya düşme- nin mânasını çok iyi bilirim... Bu esnada Mahmure de köşkten te- lâş içinde fırlamış: — Babacığım, babacığım, onun ka- bahatı yok... diye yanımıza yaklaş- muştı. Bay Mehmed: — Hey külhaniler hey... diyerek bi- 26 elini öplürdü. On beş, yirmi gün i sonra da evlendik. Kayınpederimin | içine düşerek evlenmesine sebep olan kuyu beni de dünya evine sokmuştu. Fakat hikâye burada bitmiyor. Biz ev- lendikten bir ay sonra baldızım Meb- rurenin halinde bir tuhaflık başladı. Bir gün eski arkadaşlarımdan Eşref he- ni trende yakaladı: — Ah kardeşim... dedi, sana birşey söyliyeceğim.. mahrem birşey... Ben genin baldızınia evlenmek istiyorum. Mebrure de bunu çok İstiyor, Fakat bilirsin ben parasız bir gencim,.. Meb- rürenin babası dünyada bizim evlen- memize razı olmaz. Ne yapsak aca- ba?. Aklıma derhal kuyu geldi, Evlenme kuyusu... Eşrefe gülerek; «- Ben senin derdine çare bulabili- rim... dedim, Ertesi gün erkenden hep birlikte Eşrefi gizlice zerzevat bahçesindeki ku- yuya sarkıttık. Telâşin kayınpedere koştuk: — Aman... Zerzevat bahçesindeki kuyuya bir genç düşmüş... Kayınpeder şiddetle yerinden fırla- dı: — Ne? Zerzevat bahçesindeki kuyu- ya bir genç mi düşmüş?.. Çabuk çıkar- sınlar külhaniyi... Eşref kuyudan çıkarıldı, Kayınpe- derim tıpkı bana söylediiğ gibi Eşre- fe de: — Delikanlı... Bundan 30 sene ev- veli ben de tipkı senin gibi... diyerek nutkuna basladı. Ve elini delikanlıya uzattı, Eşrefle Mebrüre de böyle ev- lendiler.., Aradan altı ay geçmişti Evdeki genç evlâtlık Ayşe bir gün telâşla ka- yınpederin huzurura girdi: — Efendim... Efendim..."Kasabın genç çırağı bahçedeki kuyuya düş- müş!... Kayınpeder evlâdlıkla kasa” bin çırağını da başgöz etti. Ve bun- dan sonra artık evde evlenecek kız olmadığı için kuyuyu doldurtiu.. (Bir yildiz) Bu akşam Nöbetçi eczaneler Şişli: Pangaltıda Nargileciyan, Tak- #im: Limonciyan, Beyoğlu: mal, Fatih: İsmall Hakkı, Karagüm- Fük: Ahmed Suad, Bakorkör; İstan- bul, Sarıyer: Nuri, Aksaray; Etem Pertev, Beşiktaş: Süleyman Receb, Fener: Emilyadi, Kumkapı: Belkis, Küçükpazar: Hasan Hulüs!, Samatya: Kocamustafapaşada Rıdvan, Alem- dar: Çemberlitaşta Suri Rasim, Şeh- remini:. Topkapıda Nâzım, Kadıköy: Pazaryolunda Rıfat Muhtar, Moda- da Alâaddin, Üsküdar: İskelebaşında Merkez, Heybeliada: Halk, Büyüka- zareler her gece açıktır. i DİŞİ KORSAN Tariht Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertelli 'Tefrika No. 1 Latinleri Bizanstan kovarak yeni bir imparatorluk kuran Mihail Paleolog, harap şehri imâra başlamıştı mai İmparator, oğlu ile konuşuyor.. 1264 yılının bir şubat sabahı: yeni saraya şöyle bir haber geldi: «İmparatorun Akdenize çıkan do- nanması Venediklilerden bir çok adaları geri almağa muvaffak ol- muştur. Cenevizlilerin de burun- ları kırıldı. Lâtinler her yerde im- parator Mihail Paleoloğun emrine boyun eğiyorlar. Makedonya üze- rine yürüyen ordumuz da bir çok yerler zaptetmiştir. Yakında Epir- lilerden Yanyayı da istirdad ede- ceğiz...» İmparator Mihail Paleolog bu si- rada Sarayın bahçesine diktirdiği heykellerin önünde oğlu Andronik ile konuşuyordu: — Nereye el atsam Lâtin sözü, Lâ- tin eseri, Lâtin kitabesi, Lâtin âdeti ile karşılaşıyorum. Bunları ortadan kaldırmak için, Bizansa yeniden €s- ki ihtişam ve güzelliğini vermek lâ- zım, Sen de benim gibi çalış, Andro- nik! Sen de benim gibi yorul, uyku- suz kal; kafanla kolların birlikte ça- lışsın. Bu harabeyi süratle ve pek az zaman içinde imar etmeğe mecburuz. — Bunlardan önce yapilacak işler var, baba! Epir despotluğu Arnavut- luk hükümdarı gibi ihtişam ve sal- tanat içinde yaşıyormuş. Atinz du- kalığı, Mora prensliği hâlâ yerinde duruyor. Trabzon imparatorluğu, Karadeniz kıyılarındaki zengin ve mamur vilâyetlerin en büyük kısmı- nı elinde tutuyor. Tesalya, Ulah, Ohri dukalıkları gleyhimizde tahrikât ya- Ppıp duruyorlar, Sakız hâlâ Ceneviz- ilerden alınamadı, Bu engeller başı mızda dururken, siz bahçedeki hey- kellerle uğraşmağa nasıl vakıt bulu- yorsunuz ? — Ben, senin gibi genç kızlara şi- irler yazmak, hazin türküler söyle- mek, Haliçte yarışlar yapıp eğlen- mekle vakıt geçirmiyorum, Oğlum! Bu dediklerinin hepsini düşündüm. Mer yere ayrı ayrı ordular, elçiler, kumandanlar gönderdim. Görüyor- sun ki, her gün, bu yerlerden sevin- dirici haberler geliyor. Çok yakında ği de yıkılacak Gönderdiğim ordu- i nun bugünlerde Yanyayı zaptedece- | gini umuyorum. Ben enin gibi şiir, İ musiki ve yarış meraklısı değilim. belki bunlarin hepsini severim. Fakat ! yeniden kurmağa muvaffak olduğum imparatorluğu başlan başa süsleme- | yi de ihmal edemem. Şehrin her kö- sesini heykellerle, âbidelerle, mey- danlarla, bahçelerle tezyin edeceğim. Biliyorsun ki, Lâtinler buradan ka- çarken bütün şehri tahrip etmişler. her semt bir harabeye dönmüş. Dört İ yil (1261) denberi bu harabeyi ima- re, şenlendirmeğe çalışıyorum, Hay- di gel, sen de yardım et bana! İznik- te benimle beraber çalışırdın.. büra- “Emin Coşkundere adın- da muhabirimiz yoktur Emin Coşkundere adında biri- nin Anadoluda Akşam muharriri sıfatile gezdiği ve abone kaydet- tiği haber alınmıştır... Gazetemi- zin bu namda hiç bir muharrir veya muhabiri o olmadığını, ken- disine abone parası veren olursa mesuliyet kabul etmiyeceğimizi beyan ederiz. sı mı, neyi bilmem, seni haylâz yaptı? yelerin arasından bir dakika bile ay- e amman muganni- Prens Andronik önünde durduğu heykelin yüzüne bakarak cevab verdi; — Şu kadının suratını hiç beğen- medim, baba! Eğer bunun güzelliği hakkında reyimi sorsaydın, şu kadi- nın yüzü, uyuz bir tazının suratına benziyor derdim. İnsan, bunların canlısı ve daha güzelleri dururken, bu taş yığınlarına baktıkça ruhu ka- rarıyor. Şu kadmın yerine, buraya bir Asya herkülü diktirseydin, hiç olmazsa arasıra Asyaldarı hatırla- mak bakimindan faydalı olurdu... Mihail Paleolog, oğlunun daima nükteli konuştuğunu bildiği için, bu sözüne kulak vermemişti. Fakat, Andronik, bu sülğlenin en iy! tahsil görmüş, zeki, arilayışlı bir prensi idi, Bir kusuru vardı: Kadınlara, edebi- yata, eğlenceye fazla düşkündü. Kalıramanlıkta gözü yoktu. Bununla berâber memleketin bütün siyasi iş- .| lerini yakından takib eder, babası- sülâlemizi tahkir eden Epir prensli- | nın vaziyetile herkesten çok meşgul olurdu. İmparator bir kaç dakika sonra, oğluna başını çevirdi: — Doğru söylüyorsun, Andronik! dedi. Orta Asyadan gelen tehlike ih- mal edilmiyecek kadar büyüktür. Cengiz oğlullarının orduları Tunayı sarmış. bütün Avrupayı işgal edecek diyorlar. — Avrupayı işgal etse ve bize 22- rarı dokunmasa, hiç de endişe etmez- dim. Fakat, Moğollar her yere casus göndermişler. Kuleleri içinden fethe- diyorlarmış. İşte, beni düşündüren ve endişeye düşüren nokta budur. — Hakkın var, oğlum! Tehlike sir dilik uzak. Fakat, bu adamların As- yadan Avrupaya akınlarımı görünce, günün birindi bizim de bu tehlike ile karşılaşmamız ihtimalini dama göz önünde tutmalıyız. İmparatorun içini yiyen bir Mihail Paleolog, oğlu ile bahçede görüştüğü gündenberi Moğol tehli- kesini düşünüyordu. İçini yiyen bir , Şüphesi vardı: Acaba Moğollar Bi- “ zansa da casus gönderdiler mi? Bunu anlamak cok güç olacaktı. Zira, o günlerde şehir içinde yabancı milletlere mensup o kadar çok insan vardı ki... Atinalılar, Arnavutlar, Ulahlar, Sırplar, Venedikliler, Cene- vizler, İspanyollar, hattâ Araplar Bunların içinden Moğol casusunu bulup meydana çıkarmak nasıl müm» kün olabilirdi? İmparator Mihail bu işi gizlice ta- kib etmek üzere sadık adamlarından bir çoğunu faaliyete geçirmişti. Mihail, çok sevdiği ve itimad ettiği genera'larından İznikli Anivas'a da bu endişesini açtı; — Şehir içinde Moğol casusu var mudır? — Vardır diyemem, haşmetmatp! Böyle birşey sezmedim. Fakat, Mo- ğollar şimdiye kadar hiç bir yerde yakayı ele vermediler. Bunu göz önünde tularak (yoktur!) da diye- mem, General Anivas'ın bu cevabından hiç te memunun kalmıyan imparator Mihail: — O halde yapılacak birşey var! - demişti. - Düşmana karşı çok kuy- — vetli görünmek . Anivas, imparatorun bu fikrini te- yid etti: — Çok güzel bir tedbir olur, haş- metmaâp! Hattâ bu tedbirin yanım » da şunu da kararlaştırmalıyız: Şe- hirdeki yabancılar surların bundan sonra zap! ve teshiri kabil olamıyas cağına ve en küvvetli orduların bile Bizans karşısında dağılmağa mah- küm olduğuna dair halk arasma bir takım efsaneler yaymak çok fayrialı olur, — Peki amma, Türklerin böyle ef- sanelere inanacağını nasıl tahmin ya gelince, Bizansın suyu inu, hava. | ©diyorsun? — Tahmin değil. Bu hususta duyduklarım var: Moğol orduları başkumandanı - Tunadan geçerken, bir Moğol zabiti üç bin kişilik kuvve- tile bir köye girmek ve geceyi köyde geçirmek istemiş. Köylülerden biri «Bu köye yabancı ayağı basarsa, sağ çıkmaz. muhak- kak ve süratle bir hastalığa tutulup ölür!» demiş. i — Moğol zabiti bu saçma sözlere inanmış mi? — Evet, haşmetmaâp! İnanmış ve &skerini çekip bu (meş'um köy) den uzaklaşmış. Şimdi o civardan geçen bütün Moğol orduları bu köyün sems tine bile uğramıyormuş. ğ — Vaktile Lâtinler de böyle bir hile düşünmüşlerdi amma, Araplar buna inanmadılar.. şehri muhasarada devam ettilı Muhasara ettiler amma, şehre giremediler, General Anivas, bu münasebetle imparatora Moğollar hakkında duy- duklarını anlatırken, bilhassa $v Ng ber üstünde durarak: (Arkası vur) ©