K Vakıü bu isnadlar ortaya çıktığı za- man merkezi umuminin kararile ce- miyetten bir değil, üç kişi mabeyine müracaat etmişti, Fakat mabeyine bu müracaat (İkdam )ile refiklerinin ve muarız fırkaların iddi, razamı azlettirmek ma! mamıştı, Cemiyelimizi ziyaret ve tebrik et- mek üzere tâ Londradan İstanbula gelmekle muhalâsat eseri gösteren ve istibdad devrinde Bulgar taraftarlığı- le maruf olan, fakat meşrutiyetin ilâ- nını müteakıb hüsnü niyetle müved- det elini bize uzatan Balkan komitesi reisile âzasına sadrazam paşa tarafım- dan bir ziyafet verdirmek maksadına müsteniddi. Sadrazam ise cemiyetimizi Balkan komitesi nezdinde küçük düşürmek gayretile bu ziyafeti vermekten imtina ediyordu. Cemiyet yaptığı bu teşebbüsle sad- razama bu ziyafeti verdirdi; mevki ve haysiyetini muhafazaya matuf mak- sadna muvaffak oldu. Bundan anlaşılır ki mabeyine vaki olay müracaat sadrazaniı azlettirmek için değildi; eğer cemiyetin öyle bir teşebbüsü olsaydı hiç şüphesiz ki bu- na da muvaffak olurdu. Herkes bilir ki Kâmil paşayı sada- ret makamına geçiren bu cemiyet onu iskata da muktedirdi; fakat bunu ar- zu etmedi; bu buhranlı zamanlarda bunu cemiyetin iş başında bulunanla- rından kimse Patıra bile getirmedi. Hususile bu şayialar, rivayetler gâ- zete sütunlarına düştüğü sıralarda meclisi mebusanın açilmâsına bir, iki haftalık zaman kalmıştı, Böyle dar vakitte kabine reisini veya kabineyi düşürmeğe kalkışmak divanelikten başka bir şeyle tefsir olunamazdı. Ka- bine yakında açılacak meclis karşısın- da millet menafiini dair cevab vermek mecburiyetinde idi; ve- remediği takdirde kati bir zaruret il- casile sukuta mahküm bulunuyordu. Bu hakikati müeyyed olmak üzere zikrolunabilir ki: Sadrazam millet menafiini muhafa- za ettiğine ve edeceğine dair daha ev- vel cemiyete teminat verdiğinden do- Jayı mebusan meclisinde en evvel ce- miyetimize mensub zevat tarafından kendisine itimad beyan edilmişti. Hat- tâ Hüseyin Cahid beyin mecliste sü- küt etmesi de cemiyet tarafından ve- rilen karara ittiba eylemekten başka bir sebebden ileri gelmiş değildi. Vatanı inkıraz ve ölümden kurta- Tan cemiyetin kabahat ve fenalık na- mına ne lekesi olabilir? Hiç! Cemiyetin yegâne bir hatâsı var ise © da meşrutiyetin ilânını müteakıb her yerde merkezlerinin meydana çık- miş bulunması ve iştihar yahud te- ferrüd daiyesile meydana atılıp bu koca inkılâbı kendi nefislerine hasret- mek istiyen efradı cemiyetten bazıla- rını bu hareketlerinden menetmemiş, (Şürayi Ümmetin) indi ve şahsi neşri- yatına vakit ve zamanile mümancat eylememiş olmasıdır. Ancak bunlara da bir dereceye kadar insafla hüküm vermek icab eder, İnsanlardan mürek- keb olmak haysiyetile cemiyetin de bilmiyerek hâta etmesi ve bir mahzu- run refine yetişememesi tabii ahval- den sayılır. Meşrutiyetin ilânında el- de takib edilecek bir plân bulunma- ması maksud menzile vusul için da- ha pek çok zamana, pek çok fedakâr- lıklar ihtiyarına ihtiyac bulunacağı zannından münbais idi. (Merkezi umumi 16 Mayıs 324 tarih ve 471 umumi, 6 hususi numaralı ta- miminde vilâyet merkezlerine 10 tem- muzda Selânikte umumi bir kongre- nin akdi takarrür ettiğini, müzakere edilecek hususlar hâkkında on bir maddeden ibaret bir program dahi gönderdiğini bildirmişti. Bu progra- mın üçüncü maddesinde bu nokta da- hi mezkür idi, Bu kongrenin akdi ta- rihi zda hürriyet ilân olundu.) İnkılâbın husulile istibdad binası yıkılmca memleketin her tarafında hükümetsizlik başgöstermişti. O buh- ranlı hengâmda bütün dünya cemi. yete ve onun icraatına göz dikmişti. le vaki ol- SARAY ve BABIÂLİNİN İÇ YÜZÜ Yazan: SÜLEYMAN KÂNİ İRTEM —Tercüme, iktibas hakki mahfuzdur Tefrika No. 134 ittihad ve Terakki cemiyeti yapılan hücumlar için ne diyor ? gibi sad- | İ merhamet ağuşuna atmış, ondan im- 4 Her tarafı görmek, dinlemek, bütün gayrimuntazar hâdiselere cevab ve karar vermek lâzımdı, Bir taraftan istibdaddan bağrı yanmış, gözü yılmış millet efradı temennileri, istirhamla- rile kendilerini cemiyetin adalet ve dad bekliyordu; diğer taraftan mem- leketin her tarafından her gün bin | türlü müracaatler vaki oluyordu. Bunları halletmek, herkesin derdi. | ne derman bulmak mecburiyetinde kalınmıştı. Her gün dahilden, haric- den tebrik için gelen ziyaretçilerin ha- | tırlarını tatyibe de çalışmak lâzım ge- lirken sırf cemiyete taallük eden pek | mühim muameleleri de tedvir etmek | iktiza ediyordu. İ Bütün bu işlere yetişmek için bık- maz, usanmaz bir gayretle geceli, gün- düzlü uğraşılıyordu. İ Allahın inayetile hepsi başarıldı, Ekseriyeti cemiyet mensublarından olmak üzere meclisi mebusan da açıl. dı, Cemiyet mukaddes emeline nail oldu. ) Bu muvaffakıyetten sonra cemiyet için bütün gayret ve fedakârlıklarnı vatanın terakki ve tealisine, milletin | selâmetini temine hasretmek zamanı | gelmişti. Tam bu sırada hiç bir meş- ru sebeb yokken bir taarruz ve mua» heze tufanıdır koptu. Bidayette bu melânetkârane taar- | ruzlara cemiyetin efkârını neşre vası- ta olan (Şürayi Ümmet) mütehakki- mane ve gayrimakul bir surette mu- kabele eder gibi oldu. Sonra Şörayi Ümmetin kendisine verilen cevabları süküt ile karşılaması mütearrızların cüretini arttırdı. Taarruzlar cemiye- tin ruhuna, aslına dokunacak, mane- vi şahsiyetini cinayetkâr gösterecek dereceye vardı, Cemiyetin ademi mev- cudiyeti bile ortaya sürüldü. Bütün bu haller alttan alta cemiye- te küskün, daha doğrusu istibdada ta- raftar olanları memnun, samimiyetle | cemiyete merbut bulunanları da me- yus etti, Artık bir dedikodu tuğyanı başladı. Klübelerde, kahvelerde, gazinolarda, tiyatrolarda cemiyet müuaheze edilir oldu. Bunca fedakârlıkların, cansipa- Tane gayretlerin, himmetlerin hepsi unutulmak istenildi, Ortada yalnız bir muaheze kaldı. Bu taarruz tufanı nereden geliyor. du? Saltanatın merkezinden! Bu hale nazaran payitahtın mazisi ile haline bir kerecik olsun nazar ede- lim: Vehleten görülür ki Bizans ahlâkı- nın seyyielerine varis olan İstanbul halkının büyük kısmı menhus İstib- dad devrinde tabasbuş ve temellük sayesinde maişetini temin ediyordu. (1) toplamaktı, Gayrimeşru surette zayal- lı milletin parasını çekip yemeğe ba- kıyorlardı, Bir sürü menfaat mürekkeb olan bu kütleye meşrutiye- tin ilânını müteakıb fenalıkları yü- zünden memleketin her tarafından kovulan paşalar, memurlar, jurnalcı- lık mesleğine sülük ettikleri halde be- ceremiyerek öteye beriye sürülmüş olanlar da iltihak etti, Bu yadigârların gayrimeşru emel ve maksadlarına ebedi bir darbe vu- ran cemiyete bütün meyve! düşman olacakları ve bu husumet- lerini - modaya göre - hürriyet perde- si arkasından izhar eyliyecekleri ta- bit idi, İşte cemiyetin aleyhinde bedhaha- ne neşriyatta bulunan gazetelerden (Serbesti) ve (Hukuku Umumiye) bu gibilerin tezvir vasıtalarıdır, (Ademi merkeziyet) | fıfkasının fi kirlerini tervlie eden İkdamın başmu- harriri Ali Kemal evvelce Necib Mel- hemenin hafiyesi ve kâtibi idi. Keki hükümetten bir çok paralar çektiğini bilmiyen yoktur, (Arkası var) (1) İttihad ve Torakkinin Rumeli eri günlerde an ka hş A KEŞAN — Aşk nuveli | —Baştarajı 11 inci sahifede— — Sahiden kovdun mu ki ., Sen mi buyurdun?... Onu diyivir! Sesinde hainlik, sertlik ve öfge his- sediliyordu. Zaten asâbı gerilen Hilmi bunu tehdid telâkki etti, İçini kaplı- yan korku ve öfgeyle: — Evet! - dedi. Hasibe'nin kendisine hücumunu beklerken, birdenbire mahzunlaştığı- nı, yaralanmış bir hayvan gibi meyus meyus yüzüne baktığını gördü: — Peki, beyüm... Gayrık seni ra- hatsız etmem. Boynu bükük, yerek çıktı. ayaklarını sürükli- ves O akşam Hilmi bey evine döndüğü zaman, yazı masası üstünde tahta bir kutu gördü. Açtı. Bu, Hasibe'nin birik- tirdiği paralarla ve kendisinin verdiği ufak tefek hediyelerle dolu garib ve mütevazı bir hazinecikti, Zile bastı. Uşağını çağırdı: — Hasibe nerede? » diye sordu. Bütün evi aradılar. Odasında eşya- ları durmasına rağmen kendisi yok- tu. Ertesi gün Bolu'lu Hasibe kadının cesedi kuyuda keşfedildi. Nakleden: (Vâ — Nü) (Garole Lomhard diyor ki.. —Baştarafı dokunzucu sahifede— Bu sırada sigarasının ucunu bir ye- Te çarptı. ateşi benim Za- vallı smokinimin üzerine düşmez mi? Aman... Hepimizde bir telâş... Ateşi elimizle ittik amma biçare smokini- min pantalonunda küçük bir yanık izi açılmıştı. Karol Lombard bir yandan gülü- yor, bir yandan da: — Affedersiniz... diyordu, amma sigara ile elbise yanması basılıp sökü- len etek gibi insana uğur getirir... Uğur, uğur... Allah için ne uğur!... Bu esnada Carole Lombardla sine- maya gelen, şişman bir adam - bu za- tı her stüdyoda müdürlerin artistle- rin yanında görürüm fakat ismini bilmem - güldü, Carole Lombarda: — Siz, dedi, erkeklerin kalblerini yakıyorsunuz... Gazeteci dostumuzun smokini yanmış ne çıkar?.. Ne mi çıkar? Onu ben bilirim... Hikmet Feridun Es Ev kadınları; Türkiye, şekeri en ucuz yiyen memleketlerden biri oldu. Türki- ye, ayni zamanda çeşiti yemiş memleketidir. Şeker ve yemişin iz- divacından reçel ve şurup doğar. Taze yemiş mevsimini kaçırmayı- nizi Ulusal Ekonomi! ve Arttırma Kurumu RADYOLIN En kisa zamanda size de aynı parlak neticeyi kazandırabilir. Sabah öğle ve akşam her yemekten sonra RADYOLİN Tarihi Kılıç Ali paşa gözdesinebir şey söyliyemiyordu. Bahçıvanları çağırdı: — Bir daha harem pencerelerine bakarsanız, gözlerinizi oyarım! Dedi ve harem odalarının kafesle- rini baştanbaşa değiştirdi... Daha sık örgülü kafesler koydurdu. Cariyeler ve odalıklar bu İftira- nında Adileyi gözden düşürmediği- ni görünce başka bir hile düşündü- ler. Haremde küçükten yetiştirilmiş bir Akoğlan vardı. On dokuz, yirmi yaşına gelmişti. Akoğlan çok saf bir gençti Bir gün cariyelerden bir ka- çı onu bir köşede çevirdiler: — Budala, dediler, Adile gibi gü- zel bir kız seni seviyorda neden ona yaltaklanmıyorsun? Akoğlan şaşırdı: — Bir şeyden haberim yok, dedi, demek Adile beni seviyor ha?... Kızlardan biri kulağına fısıldadı: — Bu gece yemekten sonra seni odasında bekliyecek. Fakat, onun yanıma giderken başını ve yüzünü ört... Seni koridordan geçerken gö- ren olursa tanımasın. Akoğlan sevincinden (çıldıracaktı. O gün akşamı iple çekti. Gece olun- ca tablakârlar yemek tepsilerini gö- türdüler.. cariyeler odalarına çekil- di. Haremde sükünet vardı, Arasıra bir iki haremağasının yürüyüşelri duyuluyordu. Akoğlan temiz elbiseler giydi. İç çamaşırını değiştirdi. Göğsüne koku- lar sürdü. Başını örttü. Yavaş ya Yaş Adilenin odasına doğru yürüme- Akoğlanın kalbi çarpıyordu. Kendi kendine: Diye söylenerek Adile gireyim. ka pısını yavaşça vurdu... İkbal kapıyı açtı. İşte bu sırada odanın kapısı önün- de bir kaç adam peyda oluvermişti. Bunlar kaptan paşanın sadık ağala- rıidi. Derhal Akoğlanı kollarından yakalayıp başındaki örtüyü açtılar. Akoğlan hâlâ cariyelerin tuzağına düştüğünün farkında değildi. İkbal de şaşırmıştı. Adile Giray yatağının önünde oturmuş nakış işliyordu. Akoğlanı derhal kucaklayıp kap- tan paşanın yanına götürdüler. Cariyelerden biri, Akoğlanı gün- düzden avladıktan sonra kaptan pa- şaya koşarak; — Bize şimdiye kadar inanmıyor- dunuz, devletlim! Fakat, bu gece Adilenin ihanetine şahid olacaksı- nizi O, Akoğlanı seviyor. Gece onu odasına alacak. Demişti. Bu haber karşısında kaptan paşa lâkayd ' kalamazdı o Adamlarından bir kaçını - sular kararınca - kori- dorlardaki perdelerin arkalarına göz- cü olarak koymuştu. Perde arkasında saklanan gözcü- ler, Akoğlanı yakalayıp getirdikleri zaman: — Yüzü örtülüydu, devletlimi Et- rafına bakınarak korka korka yü- rüyordu. Ona İkbal kapıyı açtı. İçe- ri girerken kolundan tuttuk. Dediler. Kaptan paşa bu müsbet hadise karşısında hiddetinden ateş püskürmeğe başlamıştı. Yalnız için- de bir şüphe vardı: Acaba onu oda- sına çağıran Adile miydi? Yoksa Akoğlan sevgisini yenemiyerek ken- di kendine mi gitmişti oraya? Bunu anlamak güç bir iş değildi. Kaplan paşa ağalara döndü: — Yatırın şu teresi yerel Akoğlan korkudan titriyordu. — Paşacığım, vallahi benim &$u- çum yok. O, beni odasına çağırdı. Ben de dayanamadım, gittim. Diyerek ağlamağa başladı. Kılıç Ali paşa büsbütün hiddet- Jenmişti. — Demek ki, Akoğlanı odasına ça- ğıran Adile, öyle mi? Dedi... Yerinden fırladı, Adilenin odasına gitti. Zayallı Adilenin bir şeyden habe- e İİ ğe KAPTAN PAŞA GELİYOR Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertelli Tefrika No, 225 i Adile yapılan tavsiyelere şu cevabı veriyordu: “ Benim suçum yok, suçlu insanlar yalvarır... ,, ri yoktu. O, melekler gibi sessiz ve ” masum, yatağının dibinde hâlâ nakış © işliyordu. 3 Adile, kaptan paşanın birdenbire e hiddetle odadan içeri girdiğini gö O rünce şaşırdı, hemen ayağa kalka © rak efendisini karşılamak istedi, Si Kaptan paşa korkunç bir sesle haykırdı: — Alçak! Evimde gönül verecek z bu budaladan başka bir adambu- © (© lamadın mı? Tuh senin kalıbına kı- yafetinel Adile birdenbire kızardı, şaşırdı: 7 — Ne oldu, devletlim? Benim bir © şeyden haberim yok. Kimmiş acaba bu gönlümü çalan bahtiyar adam? Kılıç Ali paşa Adilenin üzerine yürüdü; — Bre melân! Beni hâlâ aldat- y mak mu istiyorsun? Gizlice odana “ > çağırdığın erkeği elimle yakaladım. . > Adile büsbütün şaşırmış, afalla« İ miş kalmıştı. Kılıç Ali paşa kâhyasına: — Atın şu kahbeyi taş odalara... Diyerek dışarı çıktı. Adileye fazla söz söyletmeden odasına döndü. Par ' şanın eli ayağı da yüreği gibi titri- yordu. 7 — Ben zaten kadınlara inanmam. İşte en çok güvendiğim aklı başın- da bir kız, katır sürücülüğüne bile lâyık olmıyan bir adama gönül verdi, 4 Diyordu. Kaptan paşa o gece sabahı güç buldu. # “ Adile Giray zindanda.. i Yalı köşkündeki taş odaların zin- dandan farkı yoktu. Adile hâlâ bir rüya içinde yaşıyor gibiydi. Ne İs tanbula geldiğine inanıyordu, ne de zindana atıldığına... — Kılıç Ali paşa meğer ne inadçı, ne asabi bir adammış. Anlayıp din- lemeden beni defhal gözden uzak- ; laştırdı. Diye söylenen Adile Giray saraya gideceğini ünürken, zindana gi- receğini aklından bile geçirmemişt. 5. O, taş odalara atıldıktan sonra, kendisi için cariyeler ve odalıklar tarafından kurulan tuzağı anlamıştı. İkbal henüz ondan ayrılmamıştı. Kaptan paşa İkbale: — Her gün Adileyi yokla ve yeme ğini sen götür! Diye emir vermişti. İki gün böy- lece geçti. Acaba kaplan paşanın hiddeti geçmiş miydi? Yoksa bu hapis cezası bir müddet daha uza yap gid gidecek miydi? k — RED ben size söyleme dim mi bu kadınlar bir fenalık ya pacaklar diyel Neden bunları paşa efendimize bahsetmediniz? Paşanın kulağında bulunsaydı, şimdi size karşı bu kadar şiddet göstermezdil Diyordu. İkbal her yemek getiri şinde : — Müsaade edin de paşa efendi- mize yalvarayım! Diyor, Adile Giray yi razı ol : muyordu. Adile de az inadçı değindi: p — Benim suçum yok. Suçlu ir sanlar yalvarır... z Diyerek İkbalin ağzını kapıyordu. Kılıç Ali paşa O günlerde hem çok meşgul, hem de çok rahatsızdı. İstanbulda bir takım siyasi kaynaş- malar, faaliyetler vardı. İspanyol elçisi, Osmanlı devleti ile kendi hü- kümeti arasında pamuk ipliğiyle bağlı olan dostluk muahedesinin - korsan Filip yüzünden - bozulacağı endişesiyle sağa sola başvuruyordu. Kılıç Ali paşayı yalısında ziyaret lerin haddi hesabi yoktu. Kaptan paşa o kadar meşguldü ki, yemek yemeğe, rahat uyumağa bile vakit bulamıyordu. (Arkası var) Fİ Yakında BİZANS KAPILARINDA DİŞİ KORSAN