şu” ser. leri atisi tanı nel Bu- tini Mu“ yazu di AŞK NUVELİ Hasibe kadının aşkı İsmi Hasibeydi. Otuz dokuz yaşım- daydı. Kemikli ve sıska bir sütçü bey- gifi tesirini bırakırdı. Alt dudağının Barkışı, güneşten yanmış yüzünün uzunluğu ve seri kirpiksiz gözle- Tinin kof bakışı, kılları kalın saçları- Bin alnına yapışışı bu tesiri kuvvetlen- dirirdi. Yürüyüşündeki tereddüd ve Korkuyla da bozuk dağ yollarına tır- Mânarı inadcı katırları hatırlatırdı. “Umumi manzarasında haşinlik, zara- İetsizlik ve ağırlık görünürdü. Ekseri- YA iki elini cettehiyatü, de imiş gibi dizlerine koyar ve bön bön etrafına bakardı Düşünmek onun için gayet güç bir Şeydi. Anlayışı batiydi. Lâkin bir fi- kir sık telli bir elekten süzülür gibi di- Mağma nüfuz edebildi miydi, Hasibe Kadın ona yapışır kalır, Öl Allah de #en birakmazdı. Bütün benliğindeki yabanilik s& #inde de barizdi. Ağzını açtığı zaman Tezeleri paslı bi kapı gibi gıcırdar, ho- Murdanırdı. Fakat Hasibenin Tüzüm- Buz bir söz ettiği, gelişigüzel konuştu- olmazdı. Hattâ onun güldüğünü gören yoktu. İşte bu hususta da hâza dört ayaklıydı. Zira hayatta dü- dahi gören yoktu. İşte bu hususta da Ma feci bir şey vardır, oda gülme- mek! Hayatında hiç bir erkek ona yak- mmıştı, Yegâne zevki para birik- ekti, Zaten sırf bu kayguyla gur- düşmüş, buralara gelmişti, Aslen Bolu'luydu. Babası eski za- manın meşhur ahçılarından biriymiş; 8 sanatini öğretmiş. fevkalâde Yemek pişirdiği için iyi maaşla yerleş- mesi kolay oldu. Çalıştığı evde hiç bir hizmetçi tutu- Damadığı halde, o, senelerce kaldı. Çünkü Hasibe kadın her şeye lâkayd, €trafında kopan fırtınalardan biha- ber, durmaksızın çalışır; yemeğini pi- girir; hiç sokağa çıkmadığı için bütün Parasını köyden getirdiği tahta bir biriktirirdi. ... Br sahibesi Fahire hanım, gayet Yengin bir tüccarın kızıydı, Kocası işsiz ve müflis paşazadelerden Bilimi beye bir ziyafete raslamış; deli- güzelliğine, zarafetine mec- Vb olduğu için, anasını babasını din- k onunla evlenmişti. Erkek Müsrifliğine, çapkınlığına rağmen Bazik ve neşeliydi. Karısının hasisli- Ğİ, hisabiliği yüzünden ailenin şırâzesi uş, kavgalar başgöstermişti Ama, bir taraflı kavgaydı bunlar... Zi- TA, Me zaman Fahire hanım bağırıp Sağırmağa başlasa, Hilmi bey zerrece ini bozmaz, hiddete şiddete kap- Maz, bilâkis, hürmetkâr bir tavır ta- rak, dudaklarının kenarına nazik tebessüm iliştirir, fakat gene ya- yapar, bildiğinden şaşmazdı. Bu sinik mukavemet, genç kadını tün hırçınlatır; öfkesini hizmet- almağa onu sevkederdi. Nem- Tad hali, Hasibe kadını her türlü azar- , paylardan kurtarırdı; Fahire “çatmak cesaretini gösteremezdi. Böylece seneler geçti, in feleğin en ham ruhları deşe- ek için ne akla gelmez aletleri var- ! Tahriri nüfus günü Hilmi bey adamlarının hüviyetlerini yazmak işi- Mİ üzerine aldığı için Hasibeyi de ya- al «Babanın adı nedir? — eketin neresi?» diye sorduğu si- ada, hayrete düştü: — Vay, demek sen benim büyük n ahçı başısı Kadri ustanın e he,... - dedi, - Ulan senin ecda- hep bizim konaktaymışlar... Te- mala öyle güzel yemek pişiri Hasibe kızararak efendisini dinli- Yordu Silsilesinin tanınmasımdan bir gu- Tur hissettiği her halinden belliydi. il bey, bunu anlayınca şakayı leterek Kadri ustanın taklidini Yapmağa başladı: — Galfaaa! İnehterü nlttün? - diye hun gibi bağırdı. Ve sonra, kadının arkasına bir to- Kat indirerek: — Al şu lirayı... Kadri ustanın kızı olduğun için bahşiş... Hâdisenin haddizatinde hiç bir ha- tikulâdeliği yoktu ama, beş dakikalık Nakleden: | xvâ - Nü) konuşma, durgun ve yosunlu suya atı- lan bir taş gibi, bu donuk ve sessiz mahlükun benliğinde kımıldamalar hasıl etti. Ruhun derinlikleri tabaka tabaka sarsıldı ve önce müphemken sonra vazıhlaşan yepyeni bir his, inki- şaf etti; Kalabalık ortasında efendisi- ni seçen köpeğin hissi gibi bir şey. Hasibe kadının, çarşı, pare, terce- re, namaz ve yatak gibi beş altı un- surdan mürekkeb olan znahdud hı yalında beliren bu yeni tezahür, eski itiyadiarın hepsini iki yana savurarak | en ön plâna çıkıverdi. Şahsındaki bu değişmeler oluncaya kadar epey zaman | geçti. İlk tezahürat, küçük, eherami- yetsiz şeylerle başladı: Meselâ, efendisinin ayakkabılarını, pantalon paçalarını büyük bir mu- habbetle temizliyor, fırçalıyordu. Hal- buki hanıma ald şeylere elini bile sü müyordu. Ortalıkta daha sık sık görü- nüyor; akşam üstü kapı çalınınca he- men koşuyor, beyin paltosile bastonu- Du alıyordu. Pişirdiği yemeğe büsbü-“ tün itina ediyor; Hilmi'nin sevdikleri- ni yapıyordu. Hattâ giyimine de daha dikkate başladı; daha kıvrak ve temiz dolaşıyordu. Bir iki hafta sonra, derun! hayatın- dan yeni bir filiz çıktı ve bu İkinci his, birincinin mütemmimiydi: Fahi- re hanıma karşı günden güne büyü- yen nefreti... O kadın ki, Hilmi beyle yaşıyor, konuşuyor; fakat delikanlıyı Jâyık olduğu şekilde - yani kendi sev- diği gibi - sevemiyor! Artık Hasibe, evde cereyan eden kavgalarla alâkadar olmağa başladı. Bu soğuk mütekebbir kadının o neşeli ve sevimli erkeğe lâyık olmadığına kanidi, Ufak tefek her hareketile ha- nmına karşı nefretini hissettirmeğe Faraza Fahire hanımın, ahçı kadını çağırdığı zaman mutlak iki üç kere seslenmesi icab ediyordu. Karşısına gelince, Hasibe suratını daha gurur- laştırıyor; başını âdeta iki omuzu içine sokarak dik dik bakıyordu. Aldı- ğı emirlere cevab vermiyordu. Fahire hanım «anlamadın mı?» diyince: — İşittik ya... - diye tersliyordu. Artan isteri krizleri üzerine, doktor- lar. Fahire'nin iki ay kadar bir sana- toryoma gidip istirahat etmesini mutlak surette tavsiye ettiler. Kadın bir türlü kocasından ayrılmak istemi- yordu. Fakat neticede seyahate karar verildi. Fahire hanım yalnız başına gidecek; Hasibe kadın da evde kalan beyefendiye bakacaktı. Bu haber, ahçının bütün donmuş hislerini galeyana getirdi. Tahammü- re müsald mayile dolu bir şişe imiş de sarsılmış gibi, tekmil aşkı coştu, pürdü, taştı, Bütün ağırlığı, büti uyuntuluğu silindi. Hafif adımlarla Adeta sekercesine yürümeğe, odadan odaya eşyaları toplamağa başladı. Seyahat akşamı karısını teşyiden geç vakit dönen Hilmi bey, bastenile paltosunu Hasibe kadına uzattığı zar man, içini çekerek: — Of... Çok şükür gönderdik! - di- yince, çok garib bir şey oldu. Ahçı kadının gülmeği hiç bilmiyen sımsıkı dudakları birdenbire şiddetle takallus etti; ağzı buruştu, sonra bü- tün adaleler birden açılarak aptalca parlıyan bu yüzde, pek samimi sırıt- na hasıl oldu; Hasibe hayvani ve lâü- bali bir sada ile gülmeğe başladı. Hilmi, hayretle baktı. Sonra hizmet- kârın yanında söylediği bu sözden utanarak odasına yürüdü. s.s Başbaşa geçen bugünler zarlında hizmetçi ile efendi arasında ahbablık ilerledi. Hasibe kadın daha zevkle iş görüyor, daha nefis yemekler pişiri- yor, hattâ misafirlere mahsus takım- | ları beyefendiye kullanıyordu. Bunları gören Hilmi bey, gülerek: — Sen beni pek nazlandırıyorsun, Hasibe-.. Alışacağım; karım gelirse halim ne olacak?... - diyordu Ahçısının kendisine karşı sadakat ve muhabbetine artık katiyetle emin olduğu için, günün birinde gayet ta- bii bir eda ile Hasibeye: — Bu akşam eve bir hanım gele- cek... Sofrayı iki kişilik kur! - dedi, Kadri ustanın kızı, ne gözlerinin Hadesile, ne yüzünün işmizazile bu sözlerin hakiki mânasını anladığını belli etmedi. Fakat akşam üstü Hilmi bey gelince hayretle ve sevinçle kadı- nın hakiki maksadı pek'iyi sezmiş olduğunu gördü. Sofra, büyük bir iti- na ile kurulmuş; yatak odasında ha- nımın boş kalan yatağı yapılmış; Fa- hire'nin en yeni sabahlığı ve geceliği çıkarılmış; terlikler çevrilmiş; velha- sil her şey yerli yerinde... Bu kadar ileri varan gayret, Hilmi beyi güldürdü ve artık hizmetçisile kendi arasında bir sırdaşlık muahede- si imzalandı. Efendisinin her gün çeşld çeşid de- ğişen aşk maceralarile alâkadar olu- şu, Hasibe kadında merak ve kurnaz- lık hislerini uyandırdı, Her şeyi öğ- Tehmek, bilmek istiyordu. Kapılardan dinlemeğe; anahtar deliklerinden gö- zetlemeğe; oda boşalınca, hemen ya- takları karıştırmağa koşuyordu. Ye- rinde duramıyordu. Pervane kesii- mişti! Artık gelen giden satıcılarla, posta- cılarla ahbablık ediyor; çenesinin açıl- masi konu komşuyu hayretlere düşü- rüyordu, : Çıt duyulmıyan odasının pencere- sinden bir gür garib bir vızıltı yüksel- di: Beceriksiz ve gıcırtılı bir sesle, kö- yünde işittiği türküleri söylüyordu! Hasibe, çocukluğundanberi ilk defa olarak musikiye merak sarmıştı!!! Bu manzaranın, komik olmakla be- raber, acıklı bir tarafı da vardı: İste- miyerek bu kadar değişikliklere sebe- biyet verdiği halde bunun en ziyade farkına varmıyan gene Hilmi beydi. O, Hasibe kadında yalnız kendine kar- şı sadakati görüyor, köpeğini okşarea- sına onu okşuyordu. Kâh şakalaşıyor, kâh kulağını çekiyor, yeleğinin cebin- de bulduğu tek lirayı, alıp da gitmedi- ği bir tiyatro biletini ona veriyordu. Hasibe kadın tiyatroya falan gitmi- yor, bunların hepsini kıymetli bir ha- tıra diye mahud tahta kutusunda sak- Wyordu. Erkek artık onun yanında bütün düşüncelerini söylemeğe başladı. Hat- tâ bazan ahçısından güç işler bile is- terdi. Hilmi itimadını gösterdikçe kadının memnuniyeti artar, büsbütün güvene lâyık olmak için gayreti faz- lalaşırdı. liyordu, yoksa ara bulmağa çalışan kadının haline gülmeli miydi? Nihs- yet merakı galebe çalarak: — Çağır bakalım buraya! - dedi. Bu, sarışın, on altı yaşlarında, tom- balak, sevimli bir gençti, Yanakları al al olmuş, mahcub bir tebessümle kapının kenarında duruyordu, Hasi- be kadın onu beyin odasına kadar gö- türdü. İtt. Kapıyı kapayıp çekildi, gitti, ... Kadri ustanın kızının zekâsında her ne kadar bir uyanış oldise de, bu, hay- vanlarm insiyakındaki inkişaflan faz- 1a bir şey değildi. İşte o yözdendir ki, efendisine dört elle sarıldığı sırada, hanımının mevcudiyetini tamamile unutmuştu. Bir sabah, Hilmi bey, elinde mektub, Fahire hanımın geleceğini haber ve- rTince, Hasibe kadın, bir darbenin şid- deti altında sarsıldı. O kadar rengi uçtu, öyle afalladı ki, evin beyi ahçıyı teselli etmek mecburiyetinde kaldı: — Ne yapalım, Hasibeciğim? Çare- siz. Katlarmağa mecburuz, Kadının sitüst olan benliğinden çeliresine doğru yavaş yavaş bir hare- ket başladı: Yanakları kızardı; derin derin nefes alıyordu; gırtlağı titriye- rek dişleri arasmdan ıslık gibi: — Her şeyün golayı bulunur! - de di, Bu cümle tüfekten atılan mermi hi- gile fırlamıştı. Yüzünde de öyle ha- in bir ifade vardı ki... Evin beyi gayri- ihtiyar! geriledi... Fakat Hasibe hemen başını çevirdi ve parlattığı kapı tok- mağını uvmakta devam etti. sas Fahire hanımın avdetinden sonra ev gene fırtınalaria sarsılmağa başla” Ahçı kadım, sevdiği efendisinin genç ve güzel kadınlarla seviştiğini görerek duyardı... memnuniyetine pâyan olmazdı. Hil- mi bey akşamları yalnız dönünce ise, beklemesi boş çıktığından dolayı fena halde kızardı, Şimdiye kadar yalnız elleri işlemeğe alışmış olan bu kadında, artık kafa da çalışıyordu. Gözlerinde yeni bir ışık parlıyor! Hırızması çıkmış O eski sütçü beygirinin kalıbı içinde, şimdi bir beşer mahlüku uyanmıştı. Öyle bir mahlük ki, inadcı, sinsi, kurnaz, uyur yılan tarzında tehlikeli... s.s Bir akşam Hilmi bey geç vakit eve döndüğü vakit mutfak tarafında ke- sik kesik kahkahalar işitti. Şaşması- na vaki tkalmadan, Hasibe, hem mah- cub, hem küstah bir tavırla: — Gusura bahma, beyefendü... Me- helledekü şekercünün gızı bizde... Gu- zel tezedür... Senü görmek istiye... Hilmi bey, muhatabını hayretle süzdü. Bu cürete kızması mi lâzım ge- dı. Kavgalar eskisinden daha sıklaştı. Çünkü kadına bazı imzasız mektuplar gelmiş; kendisi yokken kocasının yap- tığı marifetler haber verilmişti, Hasibeyi sorarsanız, o eski sesizliği- ne avdet etmiş; mutfağından çıkmaz olmuştu, Fakat bu seferki sükütunda tehlikeli ve mütecaviz bir hal vardı. Hanımını kapıdan bile karşılamamış- ta. Fahire onu çağırıp ta bir kaç süal sormak isteyince öyle nadan, öyle ak- si cevablar vermişti ki, genç kadın, istintaktan vazgeçip uzaklaşmaktan başka çare bulamamıştı, O anda ahçı kadının kendisine nasıl büyük bir nefretle baktığını görseydi korkardı. Fahire'nin avdetindenberi, Hasibe, haklarından mahrum bırakıldığına kani oluyordu. Zira evin beyi kendisi- le eskisi gibi şakalaşmıyor, konuşmu- yor; kendisi ise, evin bütün işlerile meşgul olamıyordu. Yalnız bazı kav galardan sonra Hilmi beyin içini çe- 'kerek: — Artık tahammülüm kalmadı! - dediğini işittiği zaman, bütün öfkesi- ni, köfte kıymımsını yumruklamakla, tencerelerin Kapağını çarpıp kapa makla alırdı. Şiddetli bir kavga neticesinde, Hil mi, artık sabrı tükenip; — Kafamı dinlemke için bir kaç gün çifliğe gideceğim! - diye haykır- dı, Hasibeyi çağırdı; bavullarını hazır. lattı. Asabi asabi söyleniyordu: — Allah Allahı Artık bu işe bir ni- hayet vermeli!... Ahçı kadın boğuk bir gülüşle, efen- disini tasdik etti: — Virmelü, beyüm! Virmelü! Bavulu kapadı. Kendi elile kapıda bekliyen otomobile yerleştirdi. Deli- kanlı ona gülerek teşekkür edeceği sırada, sözleri dudaklarında donakal- dı. Çünkü Hasibe, şikârına saldıracak vahşi bir hayvan bekışile sinsi sinsi sırıtıyordu. Efendisine sokuldu ve bo- Euk bir sesle: — Gule gule git!.. Meraklanma... Ben her şeyü yapıvireceğin! - dedi. * Üç gün sonra Hilmi beyi telgrafla evine çağırdılar. Apartımanda bütün aile toplandığı için fevkalâde bir hi- dise olduğunu derhal hissetti, Fahire hanım ölmüş! Herkes onun intihar ettiğine kani oldu. Çünkü mayısın sıcak bir günü olduğu halde, odadaki havagazı soba- sile oynamış... Musluk açık kalmış... Kadım boğulmuş. Yatmadan evvel mutadı üzere uyku ilâcı ahşı da bu şüpheyi takviye ediyordu. Fakat Hilmi bey Hasibeyi görünee, içinde müthiş bir korku uyandı. Ken- di kendine itiraf edemediği bir düşün- cenin tesirile bütün vücudü titredi, sessiz ve sinsi adımlarla içeri giren ahçı kadının yüzüne bakmağa cesaret edemiyordu. Kadın korkak bir sesle sordu: — Beyefendü! Burada mı yemek yiyecegün? — Şimdi bir şey istemem, Sürüklenen terliklerin sesi kaybo- Tunca, Hilmi yerinden fırladı, Hemen odanın kapısını kilitledi. Oradaki kol- tuğa bitab yığıldı. Soğuk ve iğrençbir solucan gibi beyninde dolaşan bir fikri boğmak istiyordu. Fakat o düşünce kendisini mütemadiyen tazyik ediyor, beyninde yayılıyordu. Artık evde oturamaz oldu. Hasibe ile yalnız kalmaktan korkuyordu, Ah- çi kadın bütün gününü mutfak is kemlesinde tüneyerek efendisini bek- Jemekle geçiriyordu. Yüzü günden gü- ne daha sertleşiyor, hareketleri daha mihanikileşiyordu. Günün birinde ilmi bey bir uşak tuttu ve bütün evin idaresini ona tes- lim etti, Bu, yaşlı ve aklı başında bir adamdı. Hâdise Hasibeyi âdeta hastalandır- dı, Saçları şakaklarında bir hafta için- de beyazlaştı. Yeni gelen uşağın güü- lerini, elinden geldiği kadar cehen- nem etmeğe çalıştı. Uşak efendisine şi- küyet etti: — Bu kadının ne menhus şey oldu- ğunu bilmiyorsunuz... Pek tehlikeli... Elinden cinayet bile gelir? Hilmi bey irkildi: Aacaba herifin kulağına bir rivayet mi çalınmıştı? Dikkatli dikkatli baktı. Fakat hiç bir hususi maksadı olmadığını anla- dı. Biraz tereddüd ederek: — Eğer aksiliğine devam ederse sav... Sana müsaade ediyorum! - dedi. *.. Ertesi gün odasına çekildiğ izaman kapısı vuruldu. Beti enzi uçmuş, âde- ta ölü halinde, Hasibe göründü, Hilmi bey bir şeyden haberi yokmuş gibi, işi şakaya vurarak, saf bir eda ile: — Ne var, Hasibe? - dedi. Kadın, yerinden kımıldamıyordu. Gözlerini halının bir noktasına dik- miş, duruyordu. Sonra tekerlenir gibi iki adım attı, Boğuk bir sesle: — Yeni getürdüğün uşak beni kov- du! - dedi, - Sen öyle buyurmuşsun. Hilmi, son derece mahcub oldu Ka- rışık lâflarla bin bir dereden su getir- di. Lâkin Hasibe işitmiyormuş gibi aym vanvette kaldı. Nihayet: —Devamı 12 inci sahifede—