5 Mayıs 1938 AKŞAM İ Yunan üniversitelileri Edirnede Bu ziyaret Türk - Yunan dostluğunun tezahürüne yeni bir vesile oldu Umumi müfettiş general Kâzım Dirik, Yunan profesörleri ve talebe tarafından nutuklar söylendi Edirne (Akşam) — Bugün Edir- Me dost ve müttefik Yunanistanın Paytahtından gelen 100 üniversiteli. Yi kucakiamakal sevinçli ve heye Canlı bir gün yaşadı. Atina üniversitesinden ©öi ku, 51 i erkek 96 talebe, başlarında 6 Profesör olduğu halde saat 12,45 te hususi bir trenle Edimeye gelmiş ve İstasyonda umumi müfettişlik adına ekonomi müşaviri B, Saffet, emniyet müşavir muavini B. Cavid, Karaağağ istasyonunda da umumi müfettiş general Kâzım Dirik, vali B. Niyazi Mergen, Yunan konsolosu, kültür, ekonomi, maliye müşavirleri ve mek- teb müdür ve taleberile halk ve genç“ lik mümessilleri tarafından hara- retle karşılanmışlardır. İstasyonda iki taraf birbirlerile tanıştıktan son- Tâ Arkeoloji profesörü M. İkonomos İranisızca bir nutuk söyliyerek Edir- henin mimari ve tarihi kıymetinden, ve Türk - Yunan dostluğundan çok Samimi bir lisanla bahsetmiş ve: «Ya» Şasın Atatürk, yaşasın Türkiye, yü $&sın Edirne; sözlerile nutkunu bi- tirmiştir, * Profesörden sonra talebe adına söz «lan Şerafeddinidiz türkçe kısa bir nutuk söylemiş ve Atinadan Edirne« Ye selâm ve sevgi getirdiklerini söy- , İiyerek o da; «Yaşasın Atatrük, yâ $asın Türkiye» diye haykırmış ve bu Sözler bütün misafir gençler tarafın. dan türkçe olarak tekrarlanmıştır. Bu nutuklardan sonra general Kâ- ım Dirik karşılık vermiş ve Elen milleti ile majeste Jorj'a saadetler temenni etmşitir, ik Üniversiteliler istasyondan otomo- bil ve otobüslerle doğruca Atstürk anıtına ç ler ve elektrik fabrika- #1 önünden başlıyan büyük caddenin iki tarafındaki halk tarafından çid- detle alkışlanmışlardır. Anıt önünde tarih profesörü M. Völonakis elindeki buketi göstererek bunu Türkiyenin Büyük Şefine hür- Metle sunarken 'Türk - Yunan dost Yuk münasebetlerinin bu çiçekler Bibi dalma taze kalmasını temenni firler buradan kız muallim mektebine gitmişler ve verilen ziya- fette hazır bulunmuşlardır. Yemekte Edirne okulları adına lise talebesin- den Türkânın fransızca söylediği mutku ga çok beğenilmiştir. Buna bir Üniversiteli karşılık vermiştir. Sıra şehri gezmeğe gelmişti: Misa- İlr Yunanlı üniversiteliler başlarında general Kâzım Dirik, vali ve arka- daşları ve profesörler olduğu halde Yoz muallim miektebinden erkek mu- allim mektebine gitmişler ve oradan Selimiyeye giderek koca sanat dâhi- Miz Sinanın ölmez eserini görmüş- lerdir. F Bundan sonra etnoğrafya müzesi- .İ, Üç şerefeliyi, Edirne Ziraat bah- | Sesini gezmişlerdir. Ziraat bahçe- sinde bir müddet istirahat eden, fi- danlığı, tavuk, tavşan istasyonlarını” / Bezen ve eğitmenlerin tatbikat der- 8inde bulunan misafir gençler gör- dükleri yeniliklerden ve kardeşçe Şılanmadan son derece memnun N mütehassis kaldıklarını söylemiş- İ Burada general Kâzım Dirik ken- dilerine Edirneyi ziyaretlerine ei İotograflarla umumi müfettişlik ya- Yamlarından birer takım ve Atina Üniversitesine götürülmek üzere zen- $in bir Trakya albümü, dergi kolek- 8iyonu #le Trakya manzaralarından #arif kartlar ve birer kutu da badem ©zmesi sunmuştur. Üniversiteliler Karaağaça okadar iki taraflı halkla dolu olan yolda Mütemadiyen alkışlanarak istasyona dönmüşlerdir. İstasyonda misafirleri İrmeye getiren hususi tren hazır- niŞ bulunuyordu. Burada yapı Çok samimi görüşmeler esnasın- 1 - Misafirler istasyonda karşıladıkları zaman kafile reisi nutuk söylüyor, 2 - Atatürk anıtına çelenk koyma resmi, $ - Misafirler Kız Muallim mektebine girerken, 4 - Misafirler uğurlanırlarken da iki memleket kültür yakınlığı müşterek menfaatlere dayanan kuvy- yetli dostluk ve kardeşlik duyguları- nı bir kat daha kuvvetlendirecek olan bu gezilerin bundan sonra sık &ık iki tarafça devamı dileklerinden sonra dost ve komşu memleket üni- versitelileri başta general Kâzım Di- rik olduğu halde çok kalabalık bir halk ve gençlik tarafından uğurlan- mıştır. Atina üniversitesi gençlerinin Edir- neye gelişleri, Edirnede büyük bir sevinç yaratmış ve bu ziyaret fotog- raf ve filimle tesbit edilmiştir. 23 Nisanda Edirneye gelen Türk Üniversitelilerinin 100 gencini iki hafla sonra Alina Üniyersilelilerinin 100 genci takib etmesi, birbirini sa- ran iki büyük kıymetli kardeşlik sen- bolü sayılmaktadır. Orman fakültesi son sınıf talebesi Eskişehire gitti ” Orman fakültesi son sınıf telebesinden 31 kişilk bir grup, fakülte dekam profesör Mayer'in reisliği altında dün sabahki trenle Eekişehire gitmiştir, Talebe, Eskişehir, Bozöyük ve Bolu havalisindeki ormanlarda tatbikat yapa- caktır. Talebe aynı zamanda Bozöyük kereste fabrikasını gezecektir, Seyahat 14 gün devam edecektir. Yukarıda talebe istasyonda görünüyor, , : Sahife 7 Yazan: Sermed Muhtar Alus Tefrika No. 94 NANEMOLLA Paytak çırakta cevab bile yok. İçin- den (çattık belâya) diyor. Babaçko, sabah sabah gene misafir- perverlikten geri kalmamıştı — Sabah şerifler hayır olsun beyim. Rahat rahat uyudun ya? demiş, kah- ve ile bir bardak suyu öne koymuş ve sormuştu: — Bir kaç dükkân ötemizdeki Bu garda halis koyun sütü var, Yumurta kırdırıp bir kâse getirteyim mi?. Fi- rancala büyük mü, küçük mü olsun? Sabah kahvaltısını edecek kim? Vakitler geçtikçe, şaşı yangaboz gel- meği geciktirdikçe kahvecide de surat dönmüştü, Devamlı müşterilerinden bazılarile fısıldaşıyor, taş bile atıyor- du: — Kahveyi kapatıp bari burada bir han açalım, hancılığa kalkışalım. Hay- rat olduklan sonra babam bile gelir. Zindan, İrfana bundan yeğdir. Da- kikaları gün, saatleri yıl. Gecekinden bin kat beter. Kafası kazan, şakakla- rı zonk zonk; ürpermeler, buz gibi ter- ler içinde. Hapishanede olsa hastane- ye korlar. Paytak çırak, işi düşüp dışarı çıka- cakken, ahçı, arabacı yamaklarına eğiliyor: — Şu zıpır, bizim ustayı masrafa soktu. Gece de burada zıbardı. Fırsat kollayıp tüyecek galiba. Kaçarken çelmeyi takın, sakın kaçırmayın!.. diyordu. Ve bunlar Nanemollanın kulağına gidiyordu. Tufan, pürtelâş girdi kahveye, Son nefesini verecek hale gelmiş olan İr- fan canlanıp sıçradı yerinden: — Neredesin yahu, beklete beklete deli ettin beni! Baslı bacak, baş parmağını dudak- Jarma götürüp (sus!) dedikten sonra kahveciye (paran hazır) kabilinden, elile cebini gösterdi, Ne soluyuş, ne soluyuş. Dikkatli ba- karsan yüzünde ter değil, nem yok; rengi de yerinde., yalancıktan yaptığı muhakkak. İskemleye yığıldı: — Aman bana bir cıgara! Kahveci Emin reis hemen tabaka- sını uzattı: — Sar, kâhyafendiciğim! Biraz evvelki kahveci gilmiş, yerine geceki ve sabahki kahveci gelmiş: — Az şekerli mi, çok şekerli mi? — İkisi arası, enişte... Atmasyonlarını dinleyin: — Velinimet zadem dinle, enişte sen de kulak ver, dün gece &hamdan em- diğim süt burnumdan geldi, Sizden ayrılıp iskeleden kayığa bindim, biraz açıldık. Kayıkçı küreklere asılıyor ası- yor, olduğumuz yerdeyiz. Herif (akın- tı ters tarafa) demesin mi?. Birde baktım, Boğaza doğru gitmiyor mıyız? İrfan, bu sözlerin yarısından fazla- sını ıskartaya çıkardığından susuyor, babaçko kulak kesilmiş dinlerken, ati- Yıverdi: — Dinine yandığımın Kandilli akın- tışna kapıldın mi çaparizdir ha!., — Beylerbeyi açıklarına kadar dişi- mi sıktım. Daha dursam Kandillisini, Kanlıcasını, Çubuklusunu aşacağız, Anadolu Kavaklarını, Karadenizleri bulacağız. — Büyük geçmiş olsun birader.. Sonra? — Binerken farkında olmadım, ka- yıkçı da hırtlambanın biriymiş... — Gördün mü Caferin marifetini ,. — İş başa düştü. (Dayı, dedim, bir çift küreğin daha var mı ).. Allahtan olacak, varmış. Ben de geçtim kürek- lere, — İşte buna pardon... — (Heyamola bizim gemi, heyamo heyamo!) yu basa basa ne kayık çeki- yorum, Sultan Aziz efendimizin ham- lacı başıları da ancak bu kadar çeker, »— Yamanlarin yamanı imişsin be Kardaşim. Saklama, mutlaka sen san- dık kaldırmışsındır. Hangi sandıkta idin, Düdüklüde mi, Okluda mı? * Emin rels İrfana döndü: © .— Wezirradem, zannıma kalırsa omuzdaşlığa merakın yok, bu sebeb- en ötürü bilmezsin. Düdüklüyü, Ok- Buyu sana söyleyim. Düdüklü Firüza- Ea sandığı, Oklu da Esekapısınınki. Firüzağa sandığının üstünde bir dü- dük vardı; hââ da var a, Takım kal kıp kurtdingilini tuttu mu öyle rüz- gür gibi giderdi ki düdük düt düt apısı sandığında da iki ar- a, kırmızı bir kurdele. Kurt dingiline kalktılar mı, kurdele ok gibi dümdüz durur. Eski günleri hatır- lattın, coşturdun beni. Şimdi, anlat ihvan? — Nerede kalmıştım?.. Ha, heya- molayı basa basa, küreklere asiliyo- Tum. Kandilliye gelmeden, Vaniköyü bizasından sola bir tornistan, karşı kıyıyı tuttuk, Ortaköy önlerindeyiz, (Dayı, dedim, yanaşalım, ineceğim; şurada bir kaç tek çekeceğim!) — Ananın ak sütü gibi helâl olsun imanım! — Kayıkçının hakkımı verip atladım Ortaköye. Açtırdım bir Yahudi mey- hanesi, Haralop, yüz dirhemi kıvır. dım. — Paşam böyle bir lalan varken sırtın yere gelmez billâhi! — Ortaköyde at, araba ne gezer. Kaldırdım tabanvayı, son islim üstü- ne öyle bir gidiyorum ki arkamdan poyraz bile yetişemiyor. — Sen de omuzdaşlığın daniskası yoksa, hattâ reisliğin yoksa eşşoğlu eşşeğim! Tufan, kafa sallayıp kolunun altın- dan fıskıye gibi tükürdü. Emin reis kalkıp alnını öptü: — Demedim ben? — Karaköye geldim. Köprü açık, Kayığı da hak getire... Kuşluyu açtır. dım, üç dört duble de orada çektim, — Yağ, bal olsun! — Sabah da olmağa başladı. Köprü kapandı. Geçtik İstanbul yakasına... İrfan sıkıntıdan çatlıyor: — Artık uzatma, bitir allasen, — Söyliyeceklerim zaten sona erdi, Eminönünden doğru Koska. Dadı kak faya haberi verip semte çıktım, Bizim veled, veledin karısı, piçleri pencere- lerde bekliyorlarmış. Efendi babamız geliyor diye bağrışmadalar, — Rica ederim kısa kes! — Sabahleyin gözümü açıp saati sorayım ki üç buçuk, O vâkite kadar uyumuşum. İşte halt ettiğim nokta bu. Emin reis atıldı; — Yerden göğe kadar haklısın be kayınço! — Bankadan paraları alınca koş. tum Üsküdar vapuruna, İrfan, (artık çıkalım buradan) diye göz ediyordu. Hesabı sordular, Babaçko yeminlerde: — Vallâa, billâa yatak parası ma- tak parası almam. Hancı mıyım ben, misafirimsiniz. İşkembeci ile sütçü- nün alacağını da istemezdim ama bu- günlerde biraz hafifiz de... Borçları 22 buçuk kuruşmuş. Tufan, maabahşiş, mecidiye ile çeyreği sökül. dü. (Kahvem sizindir, gene beklerim) lerle, (bay hay, geliriz işallah) larla tokalaştılar, Kahveden çıktılar, Delikanlı merâkta! — Dadımdan kaç para bulabildin? — Bu kadar uzamama sebeb kal fanım oldu ya. Doğrusunu İstersen gece uğradım ama kapıyı işittineme- miştim, Bu sabah karanlıkta düştüm konağa. Dadı kalfa (bekle!) dedi; fe- racesini giyip sokağa çıktı... Bir saat, iki saat, üç saat... Gelmez de gelmez, — Sen şimdi şunu söyle, ne kadar gönderdi? — Topu topu beş mecidiye, — Yirmi beşi kayveye gidince yet» miş beş kuruş kaldı demek. — Kuş muyum, buraya uçtum mü güzelciğim? — Sahi köprü parasını, vapur para» sını unuttum. — Beyciğim, senin anlıyacağın yanı mizda şimdi 66 kuruş otuz para var, Derhal avucunu yanağına yapıştır. dı — Şu kökünden kopası diş, şu dis kapaktan kırılası ayaklar gecedenbe- ri gene domuzlukta, Kayıkta tekrar poyrazı yedik a... Ağzında karanfil kokusu, Payrik& kapısı da yapıyor. Köprü parası on« luk, vapurunki de kuruş; yedi kuruş açık, (Arkası var),