BİR HİKÂYE Ona «Tiyatrocu Ahmed» derlerdi. Halbuki mesleğinin tiyatroculukla hiç alâkası yoktu, İsmi neden eTiyatro- cu> kalmıştı. Bunu âdetâ merak edi- yordum. Bir akşam bir kaç arkadaş oturmuş bira içiyorduk. Tiyatrocu OAhmedle son zamanlarda adamakıllı samimi olmuştuk. Bir aralık sordum: — Sizin tiyatroculuğunuz var mı? Güldü: — Var amma çok garip bir tarz da,..-Hem de bu pek eski bir hikâ- ye. Eski fakat eğlenceli. İsterse- niz anlatayım da dinleyiniz. Birer sigara yaktık. Tiyatrocu Ah- > hikâyesini dinlemeğe başla- — Ben İstanbullu değilim. İlk tah- silimi vilâyetlerden birinde yaptım. Gene bir vilâyet idadisini bitirdim. Babam zengin bir adam değildi. Fa- kat ben her halde İstanbula gidip yüksek tahsil yapmak istiyordum. Ni- hayet evdekileri kandırdım, İstanbu- la geldim. Babam bana gayet az bir para gönderebiliyordu. Çarşıkapı ta- raflarında bir Ermeni mada'mın evin- do küçük bir oda kiralamıştım. Bu pansiyonu arkadaşım Hakkı ile bera- ber tutmuştuk. Ben Hakkıdan para- sız, Hakkı benden parasız... Bilhassa ay sonları ne yapacağımızı bilmiyor- duk. Fasulye piyazı yemekten canı- muz çıkıyordu. Aradan otuz sene'geşmesine rağ- men bugünkü gibi hatırımdadır. Bir gün pansiyondaki odamızda oturmuş, pis pis düşünüyorduk. Bitişikteki oda- da dehşelli bir gürültü koptu. Bizim pansiyoncu Ermeni kadın garip bir türkçe ile kocasına çatıyordu: Gençliğimi mahvetlin... Sans var- dığım zaman koncalar gibi bir taze idim... Açılmamış bir konca idim.. be- ni ne hallere giriftar ettin? Ah, ah... Çarşıkapıda «Samur kaş Hayganuş» denildi mi? Bir tane idim, biricik idim. Üç parmak enliliğinde kaşlarım var- dı. Sana vardıktan sonra çektiğim ce- falardan kaşlarım bile döküldü. Hain herifi... Malüm ya, o zaman kalın kaş ka- dınların arasında pek makbuldü. Bİz bitişik odada Ermeni madamın koca- sına çattığını işitince hemen yerimiz- den fırladık. Bizim oda ile bitişik oda arasında çivilenmiş, körleştirilmiş, kullantimıyan bir kapı vardı. Bu ka- pıdaki küçük deliklerden birine ben, ötekine Hakkı gözlerimizi uydurduk, içeriyi seyeretmeğe başladık. Birkaç gündenberi pansiyoncu Hayganuş Kalfa ile - ona biz Hayganuş Kalfa derdik - kocası bizim bitişik odada yalıyorlardı. Hemen her gün, hattâ bazan günde iki defa Hayganuş Kal- fa ile kocası kavga ederlerdi. Bu kav- galarda allmışını çoktan aşan Hay- ganuş Kalfa daima kocasına: — Gençliğimi, güzelliğimi mahvet- tin... Hain herif!,.. diye bağırdıktan sonra, kendi kendine: y —aAh, ah... Samur kaş Hayga- nuş... Nerede o senin topuklarını dö- gen saçların?... Nerede o senin ki- razlar gibi dudakların?... diye döğü- nür dururdu. Bunun üzerine Hayganuş Kalfanın kocası Artin ağa da kendi gençliğin- den bahsetmeğe başlar: o. — Ben de böyle idim? Ben de böy- le idim? Ben de bir bıyıklar var idi. Uçları kulaklarıma girer idi, «Palabı- yık Artin» deyinces parmaklarla gös- terirlerdi, Karı koca bu kavgaları sırasında biribirlerine gayet tuhaf, ihsanı kah- kahalarla güldürecek şeyler söylerler- di. Bizim tiyatroya veya başka bir eğlenceye gitmeğe paramız yok. Büs tün zevkimiz, eğlencemiz bu idi. On- lar kavgaya başlar başlamaz hemen kapıdaki deliklerin önüne birer iskem- le koyar, otururduk. Eğlenceli bir ti- yatro komedisi gibi onları seyreder- dik. Bu eğlencemizin adını «Hususi «yatromuz» koymuştuk. Bir gün biz gene «Hususi tiyatro» muzu seyrederken bir iki arkadaşımız geldi. Onlar da bizim gibi gözlerini kapıdaki deliğe uydurarak içeriyi sey- rettiler, Hemen hepsi de; — Aman ne eğlenceli şey... diyor- lardı, Bunlar her gün böyle kavga ediyorlar mı?... Sizin için tiyatroya filân gitmeğe lüzum yok. Bu en tu- haf, en komik eğlence... Arkadaşlar arasında bizim Hususi tiyatro pek meşhur oldu. Birçokları eğlenceli kavga seyretmek için bizim pansiyona geliyorlardı. Çünkü her za- man bitişik odada kavga hazırdı, Bir gün arkadaşlarımızdan zenginliğile | meşhur Recep pansiyona geldi: — Aman, dedi, ben de görmek İste- rim, Sizin evde hususi tiyaro varmış. Hakkı Hemen: — Yooo... Bedada tiyatro olmaz. Bu bizimki hem de hakiki tiyatro... Ötekileri gibi yalancı değil. 10 kuruşa seyrettiriyoruz, çık 10 kuruşu... Recep parayı verdi. Hazır bitişik odada kavga da başlamıştı. Hayganuş Kalfa ile Artin ağa biribirlerine ne eğ- lenceli şeyler söylemiyorlardı ki... Res cep gözlerini deliğe uydurdu. Gülme- mek, kahkaha atmamak için kendisi- ni zor zaptediyordu. Nihayet kavga bitince, gözlerini delikten ayırdı: — 10 kuruşu verdim amma... di- yordu, değdi... Ben hiçbir tiyatroda bu kadar eğlendiğimi bilmiyorum. Bundan sonra işin kârlı tarafını keştetmiştik. Tiyatromuzun şöhretini işitip seyretmek için pansiyona koşan bizim çocuklardan üçer, beşer kuruş topluyorduk. Tiyatro için iki tarife yapmıştık. Kapıdaki dar, küçük delik: ten seyrelmek bir kuruştu. Kapının tam ortasında bulunan öteki geniş delik birinci mevki idi. Buradan tiyat- Toyu seyredenlerden beş kuruş alıyor- duk. Her gün kavgayı seyretmek için epey meraklı geliyordu. Artık işimiz işti. Hakkı: — Yaşasın tiyatroculuk!... diyordu, Bir de bu memlekette tiyatro insana para kazandırmaz derler. Fakat felek bize bu kârı çok gördü. Hayganuş Kalfa ile Artin ağa odala- rını değiştirdiler, alt kata indiler, Bir gün Hakkı ile dertleşiyorduk: — Gördün'mü başımıza gelenleri... Tiyatromuz elden gitti. Şimdi ne ya- pacağız? — Bilmem ki kardeşim... Bitişik odaya bizim gibi son derece parasız iki talebe arkadaş taşınmıştı. Onlarla ahbap olmuştuk. Yeni bitişik komşumuz Necmi ile Mahmuda: — Siz bu odaya gelmeden evvel işi- miz ne kadar iyi idi.. dedik... Ve «Hu- susi tiyatro» işini onlara anlattık. Yeni komşumuz Necmi gayet kur- naz bir çocuktu: — Bu tiyatro işini yeniden canlan- dırabiliriz... dedi. Merakla sorduk: — Nasıl? Necmi, şeytanca bir gülümseme Ile anlatmağa başladı: — Gayet basit... Biz Mahmudla beraber bitişik odada oturmuyor mu- yuz? Tiyatro salonu gene sizin oda- nız olur, bizim oda da sahne... Siz ti- yatrocu.. biz sizin aktörleriniz... Her gün, hattâ günde iki defa biz Mah- mudla beraber öteki odada yalancık- tan kavgalar eder, piyesler oynarız; siz de kapıdaki deliklerden, para mu- kabilinde, bunları meraklılara seyret- tirirsiniz. «Husus! tiyatro» bu suret- le yeniden canlanmış olur... Mahmudla Necmi başka mektebe gittikleri için, onları bizim arkadaş- lar tanımazlardı. Bunun İçin Necmi- nin teklif ettiği işi mükemmel yapak bilirdik. Necmi, Şehzadebaşında tulüat kum» panyalarında çalışan bir arkadaşın- dan takma sâç ve bir kadın elbisesi tedarik etti. Bir gün, oynanacak oyu- nun provasını yaptık. Necmi, bulduğu takma saç ve kadın elbisesile müthiş bir acuze kıyafetine girmişti. Mah- mud da bu acuzenin kocası rolünü oy- nuyordu. Necminin Ermeni şivesile: —bBen prensesler gibi bir tane idim,.. Sara Bernarlar ayak parmak- larımın ucuna, su dökemezdi. Fındık kurdları gibi idim. Diye kocasına, yani Mahmuda bir çatışı vardı ki ömürdü. Hemen yeni tiyatromuzu arkadaşlara anlattık. Bi- zim eve yeniden akın etmeğe başladı- lar, Bu sefer Mahmud ve Necminin odasile bizim oda arasındaki kapıya burgu ile 10 delik açmıştık. Bu 10 de- likten beş altı kişi bitişik odayı mü- Kemmel surette seyredebiliyorlardı. İki matine yapıyorduk. Biri öğle- den evvel, biri öğleden sonra... Topla- diğimız parayı akşamları dördümüz payediyorduk. Kazancımızdan son de- Tece memnunduk. İşte o zamandan- beri benim adımı «Tiyatrocu Ahmed koymuşlardı. Eşimizdeki hususi ti- yatromuz sayesinde birkaç ay mü- kemmel kazandık. Fakat bir gün bir aksilik oldu. Necmi acuze kadın rolü- nü oynarken başındaki takma saç düştü. Kapıdaki deliklerden bunu seyredenler foyamızı anladılar. İŞ bütün arkadaşlar arasına yayıldı. Ti- yatromuz rağbetten düştü. Biz de bu işten vazgeçmeğe mecbur olduk. Fa- kat benim ismim <Tiyatrocus kaldı... (Bir yıldız) Halkın şikâyet ve dilekleri Hamidiyenin ismi değişmeli mi? Bay H. Sargın ölyor ki: — Deniz Barb pkulu ile Hamidiye ala- yına sancak verildiğini bir İstanbul ha- vadisi olarak okuduk. Hamidiye alayının mekteb gemisindeki alaya aid olduğuna şüphe yok. Fakat çeşmelerin, çarşı gibi tarihi eserlerin bile üzerinden kazdırdığı- mız bu ismin ve benzerlerinin bir mek- teb gemisinde kullanılması doğru mu? | Bunları değiştirmek uygun olmaz mı? Fikrimizce: Umumiyetle tenkid edilen ve memle- keti inkişaftan meneden bir tarihi der- rin içinde iyi eserler, hareketler bulunur. Bunları hayırla yad etmek kadirşinas- lıklar. Fakat her geyden Sarfınazar, Hamidi- ye, Balkan harbinin kahraman bir gemi- aldir: Sade bu sebebden dolayı onun 15- aniini değiştirmeği teklif etmek doğru ola- Bu akşam Nöbetçi eczaneler nikapıda Sarım, Beşiktaş: Vidin, Fo- ner; Vitali, Kumkapı: Cemil, Kü- çükpasar: Necati, Samatya: Yediku- lede Teofilos, Alemdar: Ali Rıza, Şeh- Temini: Ahmed Hamdi, Kadıköy: Sa- dık, oYeldeğirmeninde Üçkardeşler, Üsküdar: Selimiyede Selimiye, Heybe- Mada: Tomas, Büyükada: Halk, Her geçe açık eczaneler: Tarabya, Yeniköy, Emirgân, Rumelihisarı, Or- Eski kiler ananemizi bugünün şartlarına uyduralım. Bügünün kileri, reçel, şurub ve turşu kile- ridir. Ulusal Ekonomi ve arttırma kurumu Yeni telefon numaralarımız Gazetemizin telefon numaralarında değişiklik olduğu için yeni numara- lan okuyucularımızın dikkatine ar- zediyoruz; Başmuharrir Yazı işleri 20165 İdare, ilân ve abone 20681 Akşam matbaası (Müdür) 20497 b, .ZÖrsnünü . ünün. 8 | Baş, diş, nezle, grip. romatizma, nevralji, kırıklık ve bütün ağrılarınızı derhal keser. İcbanda günde 3 başa mb. MEN GN MN MN ME HN di me Tarihi İkisi de hemen hemen ayni yaşta idiler. Âdile Girayın asaleti tavırlarından, konuşmasından anlaşılıyordu. İkbal belliydi ki konak terbiyesile inccl- mişti, İkbal, Âdilenin çok hoşuna git- mişti. Bir müddet sustular. İkbal kapının iç tarafında ayakta duruyordu. Âdile bir kaç kere: — Otur... Dediği halde, İkbal, yeni hanımı- nın sözünü yerine getirmek için ye- re oturup tekrar kalkıyordu. Onu konakta böyle alıştırmışladı. Âdile Giray ısrarla tekrarladı: — Otur da konuşalım... İkbal yere diz çöktü: — Ne mutlu hanımcığım size... Ya- rın öbürgün saraya gideceksiniz! — Padişah acaba benden hoşlanacak mı? — Hoşlanmaz olur mu? Sizin gibi güzel ve sevimli bir kızı görürse kim bilir ne kadar sevinecek... — Sarayda başka güzel kızlar yok mu? — Elbette vardır. Fakat, ben si- İ zin kadar güzülini görmedim. | — Demek beni çok beğendin, öy- le mi? — Ne diyorsunuz... Vallahi yüzü- nüze bakmağa bile kıyamıyorum. Ben paşa efendimizin yerinde olsay- dım, sizi yanımdan ayırmazdım! | — Aman, sakınbunu başka bir yerde söyleme! Paşanın kulağına gi- der de belki fikrini değiştirir. | o — Kabil mi hiç hanımcığım? Ben boşboğaz değilim. Fakat, paşanın bu hususta büyük bir hata işlediğini size söylemeklen de kendimi alamı- yorum... Sizin gibi bir meleği ne di- ye kendi elile #araya veriyor? Şaşıyo- rum doğrusu. — Paşanın bana vaadi var: «Seni padişaha takdim edeceğim. Belki gü- nün birinde sen de hasekiler sırası- na geçersin!» dedi. Ben de bu ümid- le geldim İstanbula. Yoksa yerim- den, ailemden ayrılmazdım. — Kırım hanını idam etmişler... astırdı, Gözü kör olasıca adam. — Kimin gözünden bahsediyor- sunuz... Osman paşanın mi yöküm Kırım hanının mı? — Kırım hanı benim Aamcamdı. Ölmüş adamın ruhunu tazib eder miyim hiç? Elbette Osman paşadan, o inadçı ve garezkâr adamdan bah- sediyorum. — O ne yaptı size? — Bana bir'şey yapmadı amma amcam Mehmed hanla uyuşmak ve anlaşmak imkânı varken, onu yaka- latıp astırdı. — Osman paşa kendi kendine bu işi yapamaz, hanımcığım! Pâdişahı- mız da böyle arzu etmişletdir. — Ne olursa olsun bu işi yapan odur. Eğer sultan Muradla karşıla” şırsam, ilk işim bu adamı gözden ve mevkiden düşürmek olacak. Adile Girayın kindar bir kız ol duğunu gören İkbal müstakbel pa- dişah gözdesinin ağzından bir hayli lâf almış ve no maksadla İstanbula geldiğini"öğrenmişti. Adilenin Osman paşadan öç almak niyetinde olduğu ve bu fırsatı ele geçirince boş durmıyacağı muhak- kaktı. Adile zeki ve anlayışlı bir kız- dı. O da saraylarda, saray enirikası içinde büyümüştü. Uyku zamanı gelmişti. İkbal hanımına: — Allah rahatlık versin.., Diyerek çekildi. Adile yatağına girdi. Fakat gö- züne uyku girmiyordu. — Hele bir sabah olsun, diyordu. Padişahın sarayına gideyim. Ben bi- lirim GE ” Adile Giray « Yalı köşküsn de mi kalıyor? Ertesi gün bir haremağası Adile- nin odasına bir e da getirdi. Kap- :| KAPTAN PAŞA GELİYOR | Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertelll mumun Tefrika No. 223 Kaptan paşa, Kırım güzelini yanından ayıramıyordu. Âdile Giray bu bekleyişten, bıkmış usanmıştı.. «ha yakından alâkadar olmağa bağ” Mayıs tan paşanın kâhyası odayı süsledi İkbal merakından çatlıyordu. H& remağasının kulağına yavaşça fini: | dadı: — Haniya saraya gidecekti bu kız?! Arabın gözleri süzüldü: — Paşa efendimiz ağzının tadın kaybetmedi daha. O şimdilik buradâ kalacak... Adile derin bir şaşkınlık içinde önüne gelene soruyordu: — Beni saraya götürmiyecekler mi? Paşanın kâhyası yavaşça Adilenin yanına, sokuldu: — Hünkâr bügünlerde rahatsi” dır. İyileşinceye kadar burada kör lacaksınız! Adilenin içine garib bir şüphe gir” mişti, Fakat, bu habere inandı, Ol# bilir ya... Herkes gibi padişahın d8 hastalanması pek tabii bir hadis idi. Bir gün, iki gün, beş gün böylecs sükünetle geçti. Azerbaycandan çok iyi haberlef geliyordu: k — Osman paşanın ordusu ileri © yor. Hiç bir mânile karşılaşmıyor, Adile Giray bu haberleri duyduk” ça geçen günlere acıyor, bir an ÖN ce sultan Muradın iyileşmesini bek” liyordu. Adile, padişahın «Zührer den başka bir kadınla meşgul ok madığının farkında değildi. O hâl saraya gireceğini, Osman paşanın. ayağını kaydıracığını umuyordu. Oysa ki, Kılıç Ali paşa bu fikrin © den, yani Adileyi saraya vermek ki m rarından vazgeçmişti. . Bu kısa gü ler içinde Adile Girayın zekâ ve isti” dadına da şahid olunca onunla d# BEF2SEEEB BO id SERERE 4 EY e Tadı. Adile hâlâ padişahın hasta old ğunu sanıyordu. Bir akşam paşanın kâhyası bif haremağasile konuşurken, Adile Ki lak verdi: «— Bu gece paşa efendimiz saraj” daki ziyafete gidecek mi?> «— Şüphesiz gidecek. Gitmezs0 padişah ne der» «— Gidecekse, sekiz çifte kürekik nin şimdiye kadar hazırlanması Ji zımdı...» «— Belki de rahatsızdır. Bu İİ kâhyadan sormalı.» «— Kâhya bilir mi dersin?» miş <— O bilmeyip te kim bilecek? H# | ver rTemağalarma sordum, dudak büktü" tur ler. Bir şey söylemediler.» : Adile Giray bu konuşmayı dW | tari yunce hayretten hayrete düştü. Kef İile di kendine söylendi: tur — Haniya padişah rahatsızdı? Acs” J ba beni aldatıyorlar mı? Padişai he hasta ise nasıl ziyafet veriyor? Adile çok kızmıştı. Eiddetindef ne yapacağını bilmiyordu. — Demek ki beni, padişah sarf” yına vereceğiz diye buraya kapatli" lar. Ben bu seksenlik pintinin y# nında nasıl kalabilirim? Diyordu. Adilenin hizmetine bi kan İkbal de yavaş yavaş her anlamıştı. Üçüncü Muradın «Zül res den başka bir kadınla düşü | kalkmadığını bilmiyen yoktu. Çiçek” pazarındaki saz şairlerinden birinin «Hünkürmiz, bir gözleri âhuya tatuldi genel? Türküsü bile halkın dilinde dol ( şıyordu. İkbal O gece hanımını yatış” (| mak için: — Merak etmeyin! Padişahın has talığı yalandır. Benden duymuş mayın amma, sizi aldatıyorlar, İh” nımcığım! Demekten kendini alamamıştı. (Arkası var) Yakında BİZANS KAPILARINDA DİŞİ KORSAN | EEEEEHBESEE HBOBİMHSENLEE 3