o a ı a 5 Mayıs 1938 ————— AKŞAM Garip moda ve meraklar Bir e « Son zamanlarda Avrupa ve Ameri- kada bazı garib modalar ve meraklar başgöstermiştir. Bir İngiliz gazetesi bunları akıl eksikliğine delil addet- mektedir. Meselâ bir kısım kadınlar Yarısı beyaz, yarısı siyah renkli çorab Biymeğe başlamışlardır. Amerikalılar bile bu garib çoraplara şaşmaktan kendilerini alamamıştardır. B. Hardi adında biri otomobilini iyonu (yapmıştır. Ko- y arını her zaman yanın- da bulunduracağını ve koleksiyonu- Run çalınması endişesinden kurtula- Gağımı söylemektedir. Derhal bir çok mseler modayı taklid etmeğe Malatyada inşaat! faaliyeti Yollar açılıyor, yeni binalar yapılıyor Malatya (Ak Şam) — Malat Yada büyük bir Salışma var. Yol- âr «açılıyor, yeni halar yapıl .. Ni faaliyet hak- kinda vali B. İb- Talim Etem Akin- G ile görüştüm, Şu malâmatı ai dun: 1 — Malatya Rin müstakbel şe- | plânı 936 da Malatya valisi B. | Yapılmıştı, Bu O Etem Akıncı mucibince ir işine çalışılıyor. 937 senesinde ye-! belediye, hükümet binalarile inhisar- Ja atölyesinin inşasına başlanmıştır. İnema, hastanenin inşası bitmek Zeredir, 2 — Bu sene içinde beledilye ve hü- met binalarile bez fabrikasının İn- $ası bitecektir. Bu sene park da bite- tektir. Park civarında güzel bir otel Yapılmaktadır. 3 — İçme suyu bir şirkete ihale edil- ait. Bu sene içinde tesisat bitecek- 4 — Pamuk ıslah istasyonunun ya- Şida inşasına başlanacaktır. Çifçiye Yİ tütün tohumu dağıtılmaktadır. 5 — Yeniden mektepler yapılmış bir Şak mektepler tamir edilmiştir, Yol asma faaliyetle devam ediliyor. Bu Ni Mise binasının inşasına baş- İngiliz gazetesi “a aktır, başlamışlardır. Yalnız B, Hardi yağ- mur yağdığı zaman ne yapıyor? Oto- mobili örtecek kadar büyük bir şem- siye mi taşıyor? Portlandda bayan Deraborn büyük bir kaşık koleksiyonu yapmıştır. Ko- leksiyonda muhtelif boyda ve muhte- lif cinste 2457 kaşık vardır! Bir kadın bebek gibi giydirdiği ke- disini sokaklarda kucağında taşımak- tadır. Kedinin çeşid çeşid elbiseleri varmış. Sabahleyin başka, öğleyin başka, akşamları başka elbiseler giy- mektedir, Bir kadın boyalı tırnaklarına kıy- metli taş yapıştırmak modasını icad Diyarbakırda ipek böcekçilik istasyonu Istasyon bittikten sonra filâtör fabrikası yapıl- ması bekleniyor Diyarbakır (Akşam) — Evvelce pro- je ve keşifleri hazırlanarak Urfa ka» pi civarındaki sur dışında yapılması tensib edilen ipek böcekcilik istasyo- nu binasının inşasına bir aydanberi başlanmıştır. İpekçiliğimizin inkişa- fına pek büyük yardımı dokunacak olan bu istasyon binası inşaatı için bütçeye bu sene on bin lira tahsisat | konulmuştu. Bina inşaatın ikmali için i daha on iki bin lira tahsisata ihtiyaç | görülmektedir. Bu para da önü- | müzdeki yeni sene bütçesine konuldu- ğu takdirde istasyon irışsatı tamam- lanatcaktır. İpekçiliğin daha ziyade in- kişafı için burada bir de filâtör fab- rikasının kurulmasına çok ihtiyaç var« dır. Bu işi dikkat nazarms alan şeh- rimiz iktisadi teşekkülleri tarafından İktisad vekâleti nezdinde teşebbüsat- ta da bulunulmuştu. İpek böcekcilik istasyon binasının ikmalinden sonra İktisad vekâletince filâtör fabrikası işinin de düşünüleceği kuvvetle tah- min ediliyor. Salihli orta okul talebeleri Sart harabelerinde Salihli (Akşam) — Salihli orta okul talebesi Sart harabelerinde bir tedikik gezintisi yapmışlar, meşhur Krezüsün sarayı, eski Sart şehri hakkında hara- belerde öğretmenlerinin verdikleri ta- rihi malümatı dinlemişlerdir. Bu ge- zinti, çocuklar için çok istifadeli ol- muştur, kıl eksikliği,,diyor etmiştir. Giydiği elbiseye ve yaptığı ziyarete göre bazan pırlanta, bazan zümrüd, bazan inci yapıştırıyormuş. Pariste bayanların sevgili köpekleri için bir lokanta açılmıştır. Burada kö- peklerin sevdikleri seçme yemeklerin bir listesi dalma hazır bulundurur maktadır. Nihayet el öpme için kapak gibi açı- ıp kapanır bir Kısmı bulunan eldiven- ler yapılmıştır. Sokakta kadının el öpüleceği zaman kapak kaldırılıyor, müsellesin ortası öpüldükten sonra gene kapanıyormuş. Yukarıda bu garib modaları tatbik "edenlerin resimleri görünüyor. Kilis'de mahsul çok bol Zeytin hasılatı 30 seneden beri görülmemiş derecede Kilis (Akşam) — Bu sene Kiliste mahsul fevkalâde bereketlidir. Esa- sen ziraat memleketi olan bu şehir 4 zeytinciliği, bağcılığı, bol hububati, tanınmış pamukları ile meşhurdur. Bu sene bütün bu mahsuller iyi olmuş- tur. Zeytin hasılatının otuz seneden- beri görülmedik derecede olacağı an- laşılıyor. Zeytinyağı rekoltesi 8000 ton tahmin edilmektedir. Halk bu feyiz ve bereketten çok memnundur. Şehirde imar hareketi 25 bin nüfuslu güzel bir şehrimizdir. senedenberi büyük bir hızla terakki ve umrana doğru ilerlemektedir. Er- velleri 30 bin lirayı geçmiyen belediye bütçesi gümrük yüzde onlarından ai- dığı hisse ile 80-90 bin liraya yetişmiş ve imara kavuşmuştur. Son iki yıl içinde şehir elektriğe ka- vuşmuş, ana caddeleri, cümhuriyet meydanı parke döşenmiş, evvelce mep- bele halinde bulunan üç meydan park haline getirilmiş, bir Şehidler Abidesi yapılmış, şehir haritası ikmal imar plânı da müteahhide verilmiştir. Şehirde güzel bir otel, bir modem sinema binası ve sahne ile bir buz fab- rikası ve bir hal yapılmaktadır. Bele- diyenin bu çalışmasını örnek tutan halk ta yeni ve güzel binalarla şehri süslemeye başlamıştır, Yazan: Sermed Muhtar Alus Sahife 7 'Tefrika No 51 NANEMOLLA — Senin düşmanı canın, mührü sa- rikin, sened sahtekârın melüne beni ecelsiz öldürecekti şimdi. Tam 4 tane paraşol. İçlerinde o kaldırım kabada- yıları, mezarlık malları, safayı hatır- In Üsküdara iniyorlar, Hasibe rezilesi beni görünce, beş parmağını açıp bur- nuna götürerek nanik yapmasın mi?.. Ardından da, gene elini uzatarak: (Nah sana!.. Nah solucan İrfanal..) demesin mi?.. Canımı dişime takayım, yakalayım kaltağın saçlarından, ara- banm perde demirlerine vura vura kafasını dağıtayım. Fakat evdekilere elveda olacak; beni Mehterhaneye tık- tıkları vakit kim bakacak onlara?. Cennetmekân paşamızın kabri hakkı için artık buralarda durmıyalım... İrfan da inadına kalmak fikrinde, (Daha vaktimiz var) diyip yerinden kımıldamıyor. Beberuhi şu dakikada rakıya gene öyle bir susamıştı ki, Arabistan çölün- de bir fıçı Gelibolu sardalyesi yemiş te sunun katresini bulamamış bir kim- se gibi. Öttü: — Cepteki mevcudumuzu bir daha sayalım. KÂfI derecede paramız var, şu bahçede ikişer tek olsun raki içelim. Kuşluda, Aynalıda bile rakının kadehi kuruşa; burada olsun olsun da ikilik, Mabahşiş, ik! çeyreği feda ederiz, Meteliğe kurşun Amani... Tufan ceplerini arıyor tarıyor, ter- sine çeviriyor, pul yok, — Mevcudü kâmilen bana verdin- di, değil mi aslan? — Hepsini sen aldındı azizim... — Yoksa yarısını nezdinde mi âlı- koydundu? — Ne münasebeti Üzerinde mangır birakmadığı hal de İrfan da ceplerini aramada, İşte derdin şahanesi buydu. Altı kulaç, çahıları, hendekleri, tümsekleri aşarken, paraların hepsi düşmüş. — Gidip oraları arasak Tufan efen- di, — Bu zifiri karanlıkta ne bulabili- riz tosunum? — Kibrit mibrit çaksak... — Çoban köpeğinden postu kurtar- dığım nokta ile caddenin kenarında serildiğim nokta, buradan Üsküdara kadar mesafe, Paralar nerede serpildi, kimbilir? Ne diye o kadar uzaklara gittiği, delikanlının aklına gelmiyor. — Ne yapacağız şimdi? — Derdimizi Marko paşaya anlata- cağızl Bahçe dönüyor dönüyor, İrfanın başına yıkılacakmış gibi oluyordu. — Sen akıllısm, kurnazsın ezizim, bu işe bir çare bul, Güzlerim kararı- yor, bayılacağım... — Boyunbağı iğnen, kol düğmen yok mu? — Hayıri.. — Gümüş tütün fabakan, enfiye kutun? — Ben tütün, enfiye kullanıyor mıyım? — Saatin maatin, kösteğin möste- ğin herhalde olacak, Karşıki içini çekmede; (ah dadicı- ğım dadıcığım, neredesin?) diye dü- günmede. Dokunsalar yıkılacak derecede me- calsiz, bakar körler gibi önlerini gör- miyerek, ayakları dolaşa dolaşa bah- ve çıktılar... İrfan dilini oynata- — Nereye gidiyoruz? — Sana sormalı. — Cehenneme gidiyoruz, — Doğrusu bul, Cehenneme gidenler bile zebaniler- den şefaat diler, Vezirzade bastibaca- ğa boyun büktü: — Evlâdlarının başı için şu felâke- te bir çare bul, — Evlâdlarımın başı kopsun! İkisi de farkında değil, yokuş mezra alen kanında Jaştığını hisseder gibi olunca adımla- rını ağırlaştırdı. Daha ziyade gideme- Ai, durdu; bir daha sordu: — Peki, nereye gidiyoruz? HÂlâ o kafada. Buralardan uzaklaş- mamak... Tufan cevab verdi: — Üsküdara iniyoruz. Kayığı tuta- nız, Eminönüne, yahut Sirkeciye ge- lince para bozduracağım diyerek ben fırlarım önden. Sonra sen de atlayıp kaçıverirsin, N — İmkânı mı var? — (Önce ben ineyim, sonra sen at la) diyeceksin ve lâkin malümu ihas- nın, eski halim kalmadı. Beş on sene evvel olsaydı febiha.... — Fıkara kayıkçıya karşı nasıl kan- cıklık yaparız? — Korkma, onlar senden benden ziyade keselidir. Her gün avuç dolu- ları para kırıyorlar... Bu bir şey mi, vaktinde nelerini yapmışım ben, KA- nına, Yemişe geldik mi, birer birer sa- vardım ihvanları, Sona kaldım mi, kayığa üslüplu tekmeyi veriştirines tutardım caddeyi. Herif iskeleye yap naşıp ininciye kadar ben çoktan fen tik.. — Ben bu işe gelemem... — Ah ah, asalet ve necabet başka şeydir. Yorulan çeneler boşuna; söyle söy- le, kendin dinle... İrfan dedi ki: — Şu faydasız lâfları bırakalım da bir çıkar yol bulalım. — Paşazadeciğim, hava pek serin değil, Birimizden birimiz ceketi çıka- rıp kayıkçıya teslim ederiz. Para cüz- danımızı düşürdük, bu ceket sende emanet kalsın; yarın hakkını getire. ceğiz, deriz... Benim setreyi almaz he- rif zira resmi. Yani, (sen ceketini ver) demeğe ge- tiriyor; alt tarafını da bağlıyor: — Ceketi Sirkeciye, Eminönüne gel- dikten sonra vermek te mümkün, Deniz üstünde poyrazı yememek te kabil, İrfan, gene ısrardaydı: — Allahını, Peygamberini, evlâdla- rini... — Erlâdlarımın boynu altında kal. sınl — Hasibenin başı için ceplerini bi? daha ara, Kuşağın varsa parayı belki oraya sokmuşsundur. — Kuşağı göbekliler, omuzdaşlar, muhacirler sarar gözüm. — Bazıları da fesinin, kunduraları« nın içine saklar. — LAf anlıyan beri gelsin. Çoban köpeğinden kaçarken fesim cebimde, lapçınlarım koltuğumdaydı diye kaş kere söyledim. İrfan, ölüyordu: — Kahveciye plastron boyunbağımı versek, Yenidir, iki üç kere kullan- dım; 45 kuruşa almıştım. Hödük kayıkçı ne anlar boyunba- ğından? — Kayıkçıya değil, bir kahveciye... Yani kayık mayık bulamazsak.. Gene anlaşılıyor ya, ayrılmak iste- miyor buralardan... Fikrini daha açığa vurdu: - Bana Kalırsa bu gece bu taraf- larda kalalım. Kahveciyi onun için Söyledim, dara gelirsek kalırız diye, Maamafih senin tanıdıkların çoktur. Üsküdarda bir ahbabın yok mu? — Ben İstanbulluyum sertacım. Bu yakada kimseleri tanımam, karşıya geçelim, köprü başından Edir- nekapısına kadar İstanbul içi benim, Ahbabı benden oralarda iste. Daire müdürleri, başkâtibleri, mümeyyizleri., Daha dara gelirsek, Haydarda, Fil yo- kuşundaki Yanaksız Zilhanın, Tekir. sarayındaki Kokulu Esterin, Edime- kapısındaki Şişko Marinin evlerine bi- le düşerdik. İrfanın bezi o taraklarda değil: so- ruyor: — Vaniköyü buraya pek uzak olma- sa gerek, — Ne diyorsun beyciğim, bir konak- lık yol; sabaha kadar varamayız. — Orada eski ahbablardan bir şa hende hanım var. Ayağımız karada olur, geceyi onlarda geçirirdik. Yarın da oğlu Fahriyi, çocukluk arkadaşım olan bir gençtir o, dadıma gönderip para getirtirdik... Tufan, baktı ki delikanlı bu tarafa halatla, zincirle bağlı, Dedi ki: — O halde beni bırak şimdi. Sen bu- rada kal, ben gideyim; dadın hemşire- mizden münasib miktar nukud teda. alessabah buradayım! İrfan ses çıkarmıyordu, Zaten iste» diği bu... Bülbülderesin! geçmişler, is- keleye yaklaşmışlardı. Bacaksız, gözü ne İlk çarpan kahveye girdi; kahveciyi çağırdı; döşendi: Ge SA mar m Gas ER re rü ame ei