Nisan 1938 ” Hollivuddan Meksikaya... Âdemle Havvanın cennette yedikleri memnu meyva tatlı patates imiş! Meksikada en bol şey sevişenler... Sokaklar sevişen çiftlerden geçilmiyor! İçeride, şimdi bütün Meksikanın ve bütün Amerikanın ağzından düş- miyen meşhur #Mamma!, Oh mam- ma» rumbası yeri gökü inletiyordu. Önümüze çıkan daracık pantalonlu, Kocaman şapkalı, Meksikalı bir de- rumbalari ârasında, yemekleri yiyeceksi- Diye nefis Meksika niz... Lokantamıza buyrunuz... küçük bir kapıyı-işaret etti. Burası bir lokanta kapısından zi- yade karanlık bir in ağzını andır- yordu, Sekiz on. merdiven - indikten sonra kendimizi gayet loş bir taşlık- ta bulduk. Her masada ikişer mum yanıyor, görünürde tek bir elektrik ampulü bile yok... Herkes masalara yerleştikten son- ra bk olarak önümüze yağda kızar- mış tatlı patatesleri getirdiler. Evet tatlı, bal gibi patabes... Bu acayip patates tatlısını Meksikâdan önce Kaliforniyanın bazı yerlerinde, bil- hassa Los Ancelosta ve Hollivutta çok yemiştim, Fakat Meksikanın. tat- )ı patatesi pek meşhurdur. Külde pişirilerek yahud yağda kı- zartılarak dumanları üzerinde sıcak sıcak önümüze getirilen bu açık sari patatesin lezzeti harikülüdedir. Şim- di Amerikalılar - bilhassa bağırsak- elmadan çok daha faydah bu tatlı pata! Kalifor- nım cenubundan şimaline kadar, hattâ San Fransiskoda bile yetiştir- meğe çalışıyorlar. Bilhassa Kalifor- niyanın cenubunda tatlı patatesi ga- yet bol mikdarda bulabilirsiniz. Iklimi aşağı yukarı Kaliforniyay yakın hattâ San Fransiskoya nazar tan çok sıcak oları bizim Adana mın- takasında acaba bu nefis meyva ve nefis sebze yetiştirilemez mi? Çünkü Kaliforniya ve Meksikada bu pata- tes çifçi için de en iyi servet mem- bar, halk için de en iyi gıdadır. Lezzeti pişmiş elmayı çok andıran tatlı patatesleri yerken lokantanın baş garsonu yanımızdaki masaya yak» lâştı, Gülerek eğildi: — Âdemle Havvayı cenetten kov- duran meyvayı şimdiye kadar «elmas zannediyorlardı di ri Hattâ «memnu meyva» birçok resimlerde elma şeklinde yapılır... Halbuki biça- re elmanın günahma girmişler, za- vallıya iftira etmişler... vanın cennetle dayanamayıp yedik- leri lezzetli «memnu meyva» budur, Dünyanın ilk karı kocası bu tatlı pa- tatesi yedikleri için cennetten kovul- muşlardır. Çünkü yeryüzünde bun- dan daha lezzetli bir şey yoktur Bu tatlı patates iyi hoş amma ni- çin yemekte tuzlulardan, etlerden €v- vel yeniyor? İşte buna aklım ermedi. Fakat bu âdet yalnız Meksika lokan- talarında böyle... Amerikalılar tatlı patatesi yemek sonunda yerler. Her şeyden evvel yeşil salata Amerikalıların da yemek tarzları ömürdür ya, Bir kere yemekten, tuz- Tulardan, etlerden, çorbalardan evvel mutlaka ya bir yeşil salata, ya mey- va salatası, yahud üzerine bol krem dökülmüş portakal salatası yenile cek... Biz salatayı yemek arasında arada bir ağzımızın tadı değişsin di- ye yeriz değil mi?.. Halbuki Amerika da salata baş yemektir. Evvelâ sof- raya konur ve son damlasına kadar yenilip bittikten sonra öbür yemek- lere ancak o zaman sıra gelir, Yeşil salataları sirkesiz, zeytinyağsız, li- monsuzdur. Yalnız üzerine tuz ekil- miştir. Salata ile birlikte sofraya te- reyağı da konulmuştur. Arada bir ekmekle yağ da yenir, Fakat Ameri- kalıların asıl sevdikleri $ı portakal salatasıdır. Bununla yemeğe başla- masını pek rler. Meksikay: tliğim zaman 'Ameri- kalılar arasında garib bir koleksiyon meraki olduğunu öğrendim. Bu ge Tib koleksiyonculuk şudur: «Bütün memleketlerin ve milletlerin yemek- Âdemle Hav- * Amerika - Meksika hududunda bir Meksika köyü meydant Meksika sokaklarında bir satiet lerinden yemek..>... Bazı uçarı çap- kın erkeklerin esmer, sarışın, kum- ral, Çinli, cenubi Amerikalı kadınlar- la âşıkdaşlık ederek kadın koleksi- yonları yapmaları gibi Amerikada da | bütün memleketlerin, bütün millet- lerin yemeklerinden tatmak sureti- le garib bir yemek yeme koleksiyonu yapanlar pek çoktur. Bunun için kalabalıkça bir seyyah kafilesi halinde Meksika lokantasına girdikten biraz sonra yanımdaki ma- salarda konuşulduğunu işittim. Biri diyordu ki: a — Çin yemeği yedim, Fransız ye- meği yedim, İngiliz yemeği yedim, Türk yemeği yedim, Alman ye yedim, Acem pilâvı bile yedim, Ne yorkta Japon yemeği yedim, Bir Meksika yemeği ile Afrikalıların ye- meklerinden tatmıştım. Meksika ye- meğini de tattım. Gelecek sene Me sıra gidersem Afrika yemeği de yiye- ceğim. Amerikahların en büyük merakla- rından biri de budur, Her milletin yemeklerinden tatmak... Bunun için Amerikadaki Türk lokantaları, Fran- $ız lokantaları, İtalyan lokantaları, Çin lokantaları, Jâpon lokantaları, Harlem'deki zenci lokantaları fev- kalâde iyi iş yaparlar, Mideleri alışın alışmasın Amerikalılar sıri merak saikasile bütün milletlerin lokanta- larına uğrarlar, Meselâ Çin yeme! leri hakikaten birer facladır. Hele bizim bu yemekleri yememize imkân yoktur. Fakat Çin eriği Ame- rikalılarla dolup Bir zamanlar İstanbula g Amerikalı seyyahın'sır? Asya toprak- larına ayak basmak sevdasile, vapur- larını kaçırmak tehlikesini bile gö- 20 alarak Üsküdarğ geçtiklerini, bu- rada Asya topraklarına istedikleri gibi ayak bastıktağ sonra, ceplerini de bu topraklarla' doldurduklarını gazetelerde -okumuştum, Amerikada da birçok kimseler sıri hakiki Meksi- ka yemeği yemek için Los Ancelos- tan otomobillere binerler, hududu aşarlar, Meksikaya giderler, orâda Agvnr. Caliente'de hakiki Meksika ye- meklerini yediklen sonra memnun dönerler... Ehh., Kolei na bir mil- Jetin yemeği daha ili olunmuştur, Nasıl memnun olmasımlar?,.. Lokantadan çıktık. Fakat Meksika dane kadar sevişenler var, Dünya nın hiç bir yerinde ben bu Kadar çok sevişenlere raslamadım. Sokakta se- vişen çiftlerden geçilmiyor, Hollivuta dönüş Gece tekrar Bahri Muhiti Kebir sahilinden Amerikaya, Kalifomiyaya dönüş pek şairane oldu. Meksikanın meşhur mehtaplı gecelerinden biri idi. Amerikalılar böyle geceleri hiç kaçırmazlar. Binlerce, yüz binlerce otomobil Amerikayı Meksikaya bağ- | lıyan sahildeki asfalt yolun üzerine dökülürler, Bu yolda meşhur Santa Monica bumu vardir. Sinema yıldız- ları, zenginler bu burna otomobil- lerini çekip Okyanus üzerindeki ha- rikülâde mehtabı seyrederler. Biz de aynı yoldan geldik. Hakika- ten Büyük Okyanusun mehtabı gö- rülecek şey... Gökyüzü, rörü sahne lerindeki suni yapılmış gökyüzleri gibi mübalâğalı bir tarzda yıldızla dolu... Fakat deniz dehşetli dalgalı... Denize uzun uzun bakınca ilk defa içime bir endişe düştü. Geçtiğim de- nizleri, Marmarayı, Karadenizi, Şimal denizini, Manş denizini, Atlantiği dü- şündüm. Nihayet Büyük Okyanusa bakarken âdeta korktum. Kendimi İyi yüzme bilmediği halde denize gi- | rip açılan açlan, sonra da yorulup İ kuvvetten kesilen çocuklara benzet- | tim. İstanbuldan kalkıp Büyük Bah- | ri Muhit kenarına kadar gelince tek- rar döneci yolun uzunluğu aklı- ma geldiği zaunan âdeta korktum... Hikmet Feridun Es “sinin kötü bir inhiraftı (Perşembe müsahabeleri | Cimnastiğin hılzıssıhhada yeri Yatan: Selim Sırn Evyelki yıl Brükselde toplanan €n- ternasyonal VII inci beden terbiyesi kongresinde vücud kültürüne ald bir çok faydalı şeyler görmüş ve dinle- miştim. «Tababet bakımından beden terbiyesi> komisyonunda İngiltereyi temsil eden doktor Edgar Cirlax top- lantılarımızdan birinde şunları söyle- mişti: <Hıfzıssıhhanın gayesi sağlığın ida- mesi için vücüdü hastalıktan koru- maktır. 'Terbiyeri ve makul cimnas- tikler bu gayenin elde edilmesi için çok ehemmiyetli bir vasıtadır. İki ke- lime ile bunu ifade etmek lâzımgelir- se cimnastik sıhhatin hem elde edil- mesine, hem muhafaza edilmesine yardım eder. Clminastik ile vücud diri, düzgün, işlek bir hale gelir, iyi terbiye edilen adaleler vazifelerini hak- kile İfa ederek vücüdü biçimli bir ha- le koyarlar. Cimnastik içerdeki uzuv- ların da işlekliğini ve sağlamlılığını temin eder. Vücüdün heyeti umumi- yesinin âhenkli bir surette inkişafı- na hizmet etmiyen bir beden faaliye- ti anatomi ve fiziyoloji esaslarına mu- gayır bir sistemdir, binacnaleyh gay- ri fennidir ve şuuri değildir. Bugün üzerinden yüz yirmi beş yıl kadar bir zaman geçmiştir. İsveçlile- rin cimnastik babası P, H. Lingbu hakikati daha o zaman ortaya koy- müş ve her nevi beden fnaliyetlerin- de vücudün vaz ve tavrını, biçimini, dikliğini daima gözönünde bulundur- mak lâzınigeldiğini öne sürmüştür ve onun bu iddiası karşısında bugün birçok memleketlerin beden terbiye- cileri baş iğmeğe mecbur kalmışlar- dır. (1) Çok teessüre şayandır ki yakın za- manlara kadar tababet mesleği umu» miyetle beden terbiyesile pek az alâ- kadar olmuştur, Tabipler hıfzıssıhha- nın bu kismi üzerinde durmağa değ- miyen bir iş gibi telâkki ederek onu beden uallimlerine mal etmişlerdi, Bu telâkki son senelerde hayli değişmiştir. Şimdi artık taba * eskiye nisbetle beden terbiyesine daha büyük bir alâka göstermeğe başlamıştır. Vücudün tavır ve vaziyetine ge terbiyesi lince: Bu hususta yapılan uzun tet- kiklerden birçok hastalıkların ya tama» mile veyâ kısmen vücudün fena vâ- ziyetinden ve sikletin kusurlu teşekkü- lünden ileri geldiği anlaşılmıştır. Şimdi obilinmiştir ki (Lordose) bel kemiğinde görülen inhirafı Kalani amudü fıkarinin bir kısmının mu- kaariyeti (albuminure)ye sebeb ola- bildiği gibi, göğsün de Yüzumu kadar inkişaf etmemesi yüzünden ciğerler ekseriya vereme müstaid oluyor. Hat | ta kalbin vurmasında görülen inti- zamsızlık çok kere vücudün 'fend te- şekkül etmiş olmasından ileri geli- yor. Bu söylediklerim bu kadarla Kalmı- yor. Bu hususta bazı müşahedeleri- mi söyliyerek alâkadarların dikkati- ni celbetmek istiyorum, 1 — Amudü fıkarinin kısmi unki- gözlerde ve dimağda bir ihtikanı demi mucib ola- bilir, 2 — Bir inhiraf katanii ulvi ense kıs- mını mukaariyeti kronik bronşitie- re ve kalbin vazifesindeki teşevvüşle- re sebeb olabilir. 3 — İnhirafı katani! (belin içeri kaç- mış vaziyeti) - kadınlarda aybaşı rar hatsızlıklarının şiddetine sebeb olabi- | Mir. Vücud endamının dürüstlüğünü bü- tün hayat müddetince muhafaza etme- | Midir. Ben eminim ki yaşı ilerleyip de kalbten ölenlerin vücudü muayene edilse ekserisinde hastalığın kalbten değil, belkemiğinin sırt ve ense kıs- | mının fena şekilde çarpılmış ve katı- laşmış olduğunun bir neticesi olduğu | görülecektir. >. emmez (1) Doktorun ba sözleri bana memleke. timizde antrenör diye getirtilen bir Al man yabudisinin geçen #€ne bİr gazetede çıkan bir yazısmı halırlattı. (İsveç eim- nastikleri mânasız kol bacak hareketle- finden ibaretti, şimdi onu artık İsyeçlile bile terkettiler (1)) Cehlin bu derecesi he denir? Size kendi müşahadelerimden bir vaka arzedeyim, bir gün muayene haneme 84 yaşında bir hasta geldi ve şunları söyledi: «Ben yakın zamana kadar evimin merdivenlerini gayet süratli çıkıyor dum, hattâ başan acele işim olursa ikişer, ikişer çıkabiliyordum. Fakat şimdi bilmem ne oldu bu merâiyen- leri çıkarken, hattâ yavaş çıkarken tıkanıyorum.» Hastayı muayene ettim ve kalbinde hiç bir ârıza bulmadım, Yalnız amu- dü fıkarisinin kısmı unkisinde mu- kâar şekilde bariz bir inhiraf (yani ensesini iyice çukur. düm, O nahiyedeki fıkralar da ke laşmıştı. Kendi dört be tıbbi cimnastik t sesine, sırtına mai ve ketler yaptım, Amudü fikarisinin İş- lekliğini temin ettim ve başka hiç bir ilâç vermedim. Hasta #amamile düzeldi ve eskisi kolaylikla mer- divenlörini çıkmağa başladı. Umumiyelle halkın şöyle bir itikadı vardır. Her ihtiyarın beli bükülür, sırtı kanburlaşır. Hayır böyle bir id- dia varid değildir. Vücudüne bakan ve onun mühtsiç olduğu hareket gr dasını şuurlu bir şekilde v esini bilen kimselerin yaşları ne kadar ile-, ri giderse gitsin ne belleri bükülür, ne de sırtları kanburlaşır. İş o ka- darla kalmaz, Bu dik duruş onları bir çok hastalıklardan koruyan bir kudretli silâh olur. Yetm hattâ çok yaşlı dimdik tiyarlar bilirim ki bunlar her sabah vücudlarının tuvaleti makamında olan hafif ekzersizleri hiç ihmal e mezler, Şuurlu bir cimnastiğin sıhhi ve terbiyevi tesirleri o kadar bir beda- hat mahiyeti almıştır ki huzurunuz- da tekrar etmeyi zaid aâddederim. Fakat gene müsaadenizle birkaç söz Nefes cimnastikleri vü nemasinâ hizmet eder ve nahif, cılız, vereme müstaid çocukların sıh- ciğerlerin neş- hi vaziyetlerini düzeltir, Onlara âde- ta taze hayat verir. Gariptir rle- rinden hasia çocukları tedavi için birçok memleketlerde milyonlar Sar- İederek sanatoryomlar inşa ederler, buna mukabil mekteplerinde fenni bir şekilde nasıl teneffüs hareketleri yapıldığını ve bu hareketlerin ne gi- bi fiziyolojik tesirleri» olduğunu ço- cuklara ne etirler, ne de munla- r şekilde tatbik ederler, aha ilk tahsil d nde çocuk- lara terbiyevi cimnastikler yaptıran | mualiimlerin kol, bacak, gövde hare ketleri yaparken, yürürken, bir yo- kuşa çıkarken, koşarken nasıl nefes alacağını ve göğüsle, karınla nasıl nefes alındığını, sıkı elbi füsü nasıl güçleştirdiği ni ve bu teneffüs n yaşadıkça bütün hayatta kadar lâzım olduğunu iyice belletme- leri lâzımdır. Doktor bu sözleri mütenkib tenef- füsl cimnastiklerin cij üzerindeki mühim tesi tıktan sonra bu cimnastiklerin İsveç- te pek mükemmel bir şekilde bir as- rı mütecaviz bir zamandır tatbik edil. mekte olduğunu söyliyerek nutkunu bitirdi, Şimdi bir rubu asırdan fazla bir za- man oldu. İşveçte tahsilde iken bu ne- fes cimnaştiklerini ilk gördüğüm za- man gülmüştüm. Çünkü Oo zaman herşeyi adale yapar, zannediyordum. İnsanın bacakları ile koştuğunu gö- rerek, koşularda ciğerlerin oynadığı rolden haberdar değildim. Onları gö- ğüs üstündeki şişkin sert et tabaka- Jarı görmekliğime mâni idi, Bir müd- det sonra orada hayatın bir şehik ile başlayıp bir zefir ile bittiğini öğrendim ve memleketime döndüğümde ilk işim nefes cimnastiklerini yeni yetişen nesle öğretmek oldu. Bu sefer alaylı muallimler benimle de alay etmeğe başladılar ve talim ettiğim usule te- eddüben ee m «sümük çekme i » adını verdiler! Garip de- Selim Sırra