23 Nisan 1938 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7

23 Nisan 1938 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

23 Nisan 1938 Çocuk büyütmek zannedildiği NANEMOLLA AKŞAM ... kadar kolay birşey değildir Yeni doğmuş bir çocuktaki hayat alevi bir mum ışığından daha kuvvetsizdir. Hafif bir rüzğâr Çocuk büyütmek zannedildiği gibi kolay bir şey değildir. Maddi manevi her türlü ârıza ve noksan ile malül olmadan büyümüş biz çocuk daimi bir ihtimamın, tükenmez bir alâka ve muhabbetin eseridir. Geçenlerde Fladelfiyada çocuk be» kımı etrafında yapılan çok şayanş dikkat bir istatistiğe göre, zamani» mızda çocuk, derin maden kuyular rında çalışan amelenin maruz bulun» duğu tehlikeden !ki defa, azılı hay dudların peşinden koşan polis hafiye» lerinin başlarında dolaşan ölüm teli» didlerinden 18 defa daha fazla tehlike- ye maruzdur, Yeryüzünün en çelim- siz ve müdafaasız mahlüku olan yeni doğmuş bir çocuğu bu tehilkelerden koruyup delikanlı çağına getirebilme bir mucizedir, Bu söz bir mübalâğa addedilmesin. Yeni doğmuş bir çocuktaki hayat ale vi titrek bir müm ışığından daha kuy« vetsizdir. Hafif bir rüzgür, ufak biz hararet tebeddülü, küçük bir dikkaf- sizlik onu müteessir eder, hattâ sön- dürmeğe kâfi gelir. Bu alevi kuvvet» lenip kendi kendini koruyabileceli hale gelinciye kadar idame ettirebil. mek ancak etrafındakilerin gösterece« ği dikkat ve ihtimama bağlıdır. Çocuk büyütmek bir sanattir, Çüne kü ana kucağına henüz gözleri kapa» kı olarak gelmiş bir çocuk ileride ken disini müdafaa edecek bir silâh olan, akildan, arzuların Ifade edecek dildetı mahrumdur. Etrafındakileri bütün ihtiyac ve ilerinden haberdar eds mek için malik olduğu yeğâne vasıta ağlamaktır. Bu muğlak dili ancak ço cuğunun üzerine her an kalbi le titriyerek iğilen ve gece feda edecek kadar nefis fi hib bir anne kulağı anlıyabil Çocuğun en tehlikeli devirleri kun» daktan çıkıp oturmıya, etrafında gör“ düğü şeyleri tanımıya ve yürümenin ilk tecrübelerini yapmıya başladığı günlerdir. Çünkü bu devrede çocuk kendisini çeviren eğyayı tanımak ar. xusundadır. Her gördüğü şeyi elile tutmak, her eline geçeni ağzına götür- mek suretile onların mahiyeti hakkın- da bir fikir edinmeğe çalışır. Evin için- deki ehli hayvanlarla, kedi ve köpek- lerle arkadaşlık eder, Onların kuyruk- larını çekip mıncıklar, yerden yere vurur, 'Teblikelerden bihaber, korku- larda uzaktır, Büyük adamların ödü nü koparan şeyler ona ufak bir endişe bile vermez. Yedi sekiz katlı aparti- manların balkon ve pencerelerinden iğilip aşağı bakmak onun için bir oyundur. Çocuğu-bu devresinde biran yalnıs bırakmak, küçük bir dikkatsizlik, te- tâfisi gayrimiümkün facinlar doğura bilir, Bu satırları yazarken talebelik ha- yatımda karşılaştığım, küçükken mer- divenlerden düşerek kambur olmuş, parmakları kapı arasında sıkışarak kopmuş, erik ağacından düşüp bir ayağı sakat kalmış, elleri yanmış ve yüzlerinde silinmez nişanlar taşıyan arkadaşlarımın, içlerinde daima bir ânne ihmali gizli olan hazin hikâye- lerini hatırlıyorüm, Annesinin dikiş kutusunu karıştırırken eline geçirdiği iğneyi yutarak ölen, bir odada oyun oynanırken öteki odada mışi mişil uyuduğu zannedilen küçük yavrular rin açık pencerelerden düşüp bir alle- yi eleme garketmelerile neticelenen &cıklı vakalar gözümün önüne geliyor, Hiç bir annenin çocuğunu sevdiğin- den şüphe edilemez. Fakat çocuğu sevmek onu sık sık okşayıp öpmek, arzularını yerine getirmek değti, usan- maz bir şı tle Üzerine titremek de- mektir. Her çocuğun annesinden, ba- basından ve etrafındakilerden bekle- diği, daha doğrusu muhtac olduğu muhabbet de budur, Bir çocuğa gene annesi tarafından atılan ilk terbiye ve insanlık tohumları küçük bir hararet tebeddülü ona dokunur bahsi bir tarafa bırakılırsa onun kü- çük yaşlarda harici hareketlerini tü- kenmez bir sabır ve nihayetsiz bir fe- ragatle takib etmek ve biran başın- dan 8; annelerin Üzerine düşen, başarılması bir ömür tüketme- ye bedel fakat en mukaddes vazife- lerinden biridir, Bütün dünyada olduğu gibi bizde de çocuk vefiyatını gösteren nazarı dikkati calib rakamların içinde hasta- ıklarla beraber bu nevi ihmal ve dik- katsizliklerin de büyük hissesi vardır. Halbuki varlığının en güzel meyvesi olan çocuğunu noksansız yetişmiş görmek bir annein kalbine ebedi hu- Kuru veren erişilmez saadetlerinden biridir, Ve bir annenin çocuğunu ye- tiştirmek için sarfettiği emeklere bun- dan güzel bir mükâfat tasavvur olu- Dabilir mi? Şevket Hıfzı Rado i * Doğanspor birliğinin temsil ettiği Kozanoğlu piyesinden bir sakin Gönen (Akşam) — Gönen yeni Doğanspor birliği, Kozanoğlu piyesini Halkevi binasında temsil etti. Piyes üç akşam devam etti, Gençlerin ve Gönen- lilerin Halkevi başkanından bir ricalarş yarsa g da büyük biz temsil salonu inşasıdır, Şimdiki bina ufak gelmektedir, Sahife 7 Tetrikn No, #& İnsafı olan söylesin, kim kimin eline | su dökemez? Küçük Karakaşyan mı İ onlarınkine, yoksa onlar nı Küçük Karakaşyanınkine?,. Böyle bir illmya kaymağından daha fazlasını mi bekli- yorsun beycağızım?.. Kömürcü soka- Kında, İnek Peruzun sermayesi mi bu, yoksa Karacaahmed dudusu mu? Gel bu ağzı öpme; vallahi akıl için tarik bir... "Tufan efendi çıban başını şöyle deş- ti — Selâmüneleyküm kör kadı hesa- bı, söyliyeceğimi apaçık söylerim ben; elimde değil, huyum kurusun... Darıl- ma, gücenme, bu hallere sebeb biraz da sensin; biraz değil fazlasile sensin & paşam. Dost acı söyler, affet. Senin bu yaşayışın yaşayış mı, bu gidişin gi- diş mi? Nedir bu hali pürmelâlin? Bak şu işret edişinin şekline, Benliği- me linet, fakirhaneciğimde şu fare düşse başı yarılacak tepsiyi önüme ge- tirsinler, kaldırıp kafalarından aşağı dökmezsem namerdim. Sıcak mezesiz, yumurta salatasız, turşusuz, marul suz rakı içilir mi a tosunum?.. Cent- mekân pederinden mevrus bunca mâ- ın mülkün, müterakim nukudun bu- lunsun da sen para sıkıntısı çek, yum- rük mezesine dayan, günah, billâhi günah... Sevgiline hüsün, işve ve cilve, edeb, feraset kraliçesi dedik, Yalan değil fakat şunu da bil, O kadar da gikürmatah sanma; tabak şeftalisi gi- bi açılmışlardan olduğunu unutma... Parmağın oynamıyacağına hükme- derse babasına bile dirsek çevirir böy- leleri... Neyse boş yere vakit geçiriyo- ruz, mülklerimize, nakidlerimize biran evvel vazıyed odelim, kısacası parala- nalım, Bak o zaman seyreyle sen Kü- çükteki burunun kırılışını, suratın si- rıtışını.. İrfan, (haklısın!) diyerek baş sallı- yor, Tufan bir kadeh daha çekip de- vam ediyordu: — Babacığın bu devletin en ileride vezirlerindendi. Yüksek mansıblarda bulunan kimselerden elbette pek çok ahbabları bulunacak, Bunlar kimler» dir, hangileri hukuk gözetir, insaniyet tanır, araştıralım, Ağlamıyan çocuğa meme verilmez, Gidip halimizi anla- talım, yardımlarını dileyelim, Delâlet etsinler de evvelemirde maaşını alma- ğa başina; saniyen emsali misillü kay- âli hayat şartile her ay 40, 50 altına kon; salisen Eytam sandığındaki lira- larını, vesi yedindeki konağını kur- tar; rablan ceza mahkemesine müra- caatle Hasibe kahbesinin aleyhine sır- kat, sahtekârlık davalarını aç. Bak o gaman keyfin nasıl bal gibi yerine ge- lebek, Küçüğü müçüğü, dudusu mu- dusu senin ayaklarına düşecek, Bu zamanda arkesız, İltimassız soluk bile alınmıyor, hâlâ anlıyamadın mı bey- cağızım? Büyüklerden merhumu tanıyanla- ra hali anlatmak İrfanın aklına gel- memiş değildi. En ziyade dadısı onu teşvik etmişti. Fakat sıkılgan genç bir türlü kimseye gidememiş, baş ağrı- tamamıştı, Tufan: — Düşün yahu, haydi şimdi düşün, yüksek makamlılardan babacığına yarı şefik kimler var? Rahmetli en zi- yade kimlerin adını söylerdi?.. diyor, İrfan düşünüyor, dudaklarından bazı isimler çıkıyordu: — Derviş paşa... — Lofçalı burada mı ya? Bosnada — Nedimof mu, geç onu, Ona gidip Moskof elçiliğinde kavaslık mi istiye- ceksin? — Hasan Rıza paşa... — Onu da geç. Mecalisi Aliyeye me- mur ama ne kokar, ne bulaşir.. Artık onun düdüğü de ötmüyor. — Arifi paşa... m Maarif nazırı?.. ah... m Tayyar paşal.. (1) 'Tulan efendi, perende atacakmış gibi havaya sıçradı. Parmaklarını şı- kırdatap oynuyordu: .— Ah yalel yalel, yalel yalel yaleli... Şu eski Suriye velisi, şimdi de meclisi hâssa memur olan Tayyar paşa hal. Allasen o mu?, Ne duruyorsun güzel beyim, kalk sen de oyna, beraber oynuyalım. Bolkeyif Tayyar paşa elde olduktan sonra daha ne istiyorsun? Keyfinden kadehe kanaat etmeyip Şişeyi bardağa uzattı. Yarısına kadar doldurup hemen parlattı: — Bolkeyif diye adı üstünde, Keyfi bol olduğu gibi insanlığı, insaniyeti, merdliğ& de bol bir zatı mübarektir 0, Yalnız ben söylemiyorum, âleme sor, fetvasını al. O kahrolası Etyemeze ta» şınmadan evvel Kadirgada oturur- dum. Paşanın konağı da karşımızda... Kapılar ardına kadar açık, Gelen gö Jene, sofrasına oturan oturana. Keyif ehli, kalender, gönülsüz vezir böylesi- ne derler işte Akşama daml'ıyalım paşaya. İrfan hiç cevap verineden dinliyor- du, — İyi ama azizim!, derken, şaşı sö- zünü kesti: — Efendi de ne oluyor? Tufan de Tufan ağa de, Tufan herif de. Ben se nin kölenim Akşama gidelim diyorsun. Bi? defa sıkılıyorum, bu gibi ziyaretlere alışık değilim. Onu da bırak, ağzımız- daki içki kokusu kolay kolay geçmez. Tufan rakı şişesini yakalamış, şap şap üstüne elini vuruyordu: — Görüyor musun, her akşam nah bunun ikisini, üçünü haklıyan adam, Keyif ehli diyorum da hâlâ inanmı- yorsun, Gidelim de bak, içki masasi- nm önünde bulacağız... Uzatmıyalım, Kadirgadaki konağı ziyareti kararlaştırdılar, Tufan efendi, akşam ezanı sularını, yani paşanın Babıâliden dönüp hare- me girmeden evvel selâmlıkta ilk ça» kıştırdığı zamani muvafık buluyor. — Bolkeyif Tayyar paşa imam su- yunu çekerken daha keyifli olur, da- ha da kıyak kaçar, Belki sabaha kadar beklemeyip bu gece sadrazamına, Ş6- hislâmına sır kâtibini yollayıp işimizi hallediverir!.. diyor, İrfan yatsıdan sonra gitmeği tercih ediyordu. Tayyar paşanın konağında — Paşa birader, hele biraz kulağı» nı yaklaştır, sana bir şey soracağım. Bizim serasker mektepli midir, yoksa alaylı mı?., Paşa birader kulağı ağırca işittiği için: — Ne, ne?, Kimin oğlu alayla mek- tebe başlamış?.. Derken, cevabı açığa döktü: Amma da yaptın ha birader. Hü“ seyin Avni pâşâ, Mektebi harbiyel şa- haneden 1285 de neşet eden İlk erkâ- nı harbiye sınıfındandır. Fosforun (2) sınıf arkadaşıdır. Başka biri lâfa karışia: — Müşarünileyh ashabı iktidar ve dirayetten, erbabı temkin ve basiret. ten, elhak zabit ve Amir, tehdidini ikaa kadir bir recülü devlettir, amen- Dâ; fakat şu noktayı da unutmıyalım, Keçecizade Fuad paşa merhumun mahmilerindendir. Bir yiyip bin rah» met okusun efendisine, Ve Fuad paşayı dile aldı: — İhata, muhakeme, fetanet, zara- fet gibi hasletler biemsaldı merhum da... Efendim bakındı şuna, İlmi tıb tahsil etmiş. Kefereden Fenerli Sa- randi gibi müshil, hap, lapa sağlık vermekle ömür geçirecek adam mi?, Benatı yahudden Hasköyde Ester (3) gibi hokna ve sülük vaz'ı misillü me- şagili süfliye Je de uğraşacak mah. lük mu?.. Paşayi merhum, malâmu ihsanmız, tabiflik şehadetnamesini bir tarafa atıp Babrâlide hariciyeye in- tisab ediyor. Ne şayanı tahsin bir ha- reket, Hadisei sinninde, bitecrübe bir memur iken memleketeynde Rus elçi l #i Baron Budbergle musarsası ve mu-” matleyhi alt edişi kiyaseti siyasiyesi- nin İlk semerelerindendir. Yanındakine fısıltılar geçen bitye- nikli diğer biri, söze karıştı: — 79 daki (yani 1279 bieri yılı) sa retten sukutu hoştur, El elden üstüne dür arşa çıkınca. Mısırlı Mustafa Fa» zil paşa da kündeye getirivermişti Ke- çeciyi... Fuad paşanın meddahı gene aldı: (Arkası var) (1) Bu paşa, muhayyeldir. (3) O tarihte Konya valisi bulunadi müşir Fosor Mustafa paşa. (3) Abdülmecid devrinde &n meşhur profesyonel hekimi, İstanbulu

Bu sayıdan diğer sayfalar: