23 Nisan 1998 AKŞAM Şâkirin evinden beraber çıktık. Arkadaşıma: — Şakir, dedim, evin güzel, en kulla- nışlı, kutu gibi amma dışardan man- sarası iyi değii,.. Şunu adamakıllı bir boyatsana... Şakir gözlerini yuvarlak yuvarlak açtı; — Ne? dedi, evi boyatayım mı?... Boyatmak ha?... Sen benim dehşetli bir «boya düşmanız olduğumu bilmi- yor musun? — «Boya düşmanı» ne demek?. — Basbayağı «boya düşmanı». Şu boya denilen şey yüzünden başıma gelenleri sana anlatsam şaşarsın, ve o zaman neden boya düşmanı oldu- ğumu daha iyi kavrarsın... Hele ev- velâ şu tramvayı kaçırmıyalım da... Koşarak tramvaya yetiştik. Bir yer bulup oturduk. Şakir başladı: — Azizim, boya denilen şeyle be- nim aramda ötedenberi bir şakalaş- ma vardır. O bana ne oyunlar oyna- mıştır. Ne muziplikler etmiştir. Sana bunlardan yalnız bir tanesini, başım- dan geçen en son vakayı anlatacağım. Çünkü hepsini anlatmağa imkân yok- tur. Bir gün yazıhanemden gayet erken çıktım, Maksadım şöyle kısaca bir,gezinti yapmaktı. Gayet sıcak ta bir yaz günü... Köprüden Karaköye doğru ilerledim. Birdenbire arkamdan tatlı bir ka- &n sesinin çetrefil bir dille: Şakir... Şakir!,.. diye ismimi ça- dardığım işittim. Dönüp baktım... | Genç bir kadın!... Eva... Eskibir | gözağrısı, bir bekârlık hatırası... Eva | Viyanalı bir bar artisti idi. Benim be- | kârlık zamanımda varyete numaralari yapmak üzere Viyanadan İstanbula gelmişti. Bu sarışın, kızılcık dudaklı, camgöbeğine kaçan yeşli gözlü nefis kadını işte o vakıt tanımıştım. Hele onun barda mayo ile sahneye çıkıp Söylediği: «İki karanfilim var, biri kırmızı, biri sarı...» şarkısı yok mu? Eva bütün bardakileri coşturur, ken- disile beraber herkese bu <iki karan- filim var, biri kırmızı, biri sarı.» şar- Eva ile birbirimizden pek hoşlan- mıştık. Onunla ne çılgın geceler ge- çirmiştik. Birlikte geçen ne güzel günlerimiz olmuştu. Aramızda unu- tulmasına imkân olmıyan ne tatlı hatıralar vardı. Aradan seneler geçtiği halde bazan Evayı düşündükçe (o kulaklarımda: «İki karanfilim var, bir kırmızı, biri sarı...» şerkısi çınlayordu: Bunun için şimdi, hiç tnmadığım | bir zamanda onunla böyle karşı kar- | mya gelince pek heyecanlanmıştım. | Eva da ellerime sarıldı: — Şakir... dedi, sana rastgelmem ne kadar iyi oldu. Bundan ne kadar memnunum... Hain... Viyanadan sana bir kart yazmıştım, cevap bile vermedin... Nasılsın? Ne yapıyorsun? Yoksa evlendin mi? Başımı önüme iğdim: — Evlendik!.. dedim, Eva beni yanındaki arkadaşına takdim etti; — Hani barda her gece aradığım genç adam işle bu... Güzellikten yana arkadaşı da Eva- dan hiç aşağı değildi Hep beraber yürümeğe başladık. Eva anlatıyordu, On gün evvel gene bir kaç Viyanalı artistle beraber İstanbula gelmişler... Bir barda numaralar yapıyorlarmış. Benim eski gözağrısı bunları söyle- dikten sonra: — Bu sefer gelir gelmez seni ara- dım... Geceleri barda boş yere hep se- ni bekledim ...Artık barlara da git. miyorsun galiba... dedi. Bir yerde oturduk. Bir kaç bira iç- tik. Eva bir aralık tatlı tatlı yanıma sokularak: — Gitmeden evvel eskisi gibi bir gün geçirsek!... diye yavaşca fısılda- dı. Sonra gayet uzun kirpikli gözle- rinden birini kırparak ilâve etti: — Hani eski günler gibi bir gün... <Eski günler gibi birgün.» Bu cümle kulağıma bir şiir mısra gibi geldi. Onun elini tuttum: — Peki... dedim, eski günler gibi bir gün geçirelim... Meselâ ne man? Düşünmeden cevap verdi; — Ben geceleri bardayım... Fak halinden anlıyorum ki ar ad bara filân gelemiyecek vaziyettesin. zü- “ diki ME | Malüm ya, şimdi eskisi gibi bekâr de- isin... Onun için, istersen, gündüz buluşalım... — Mükemmel... Ne günü?... — Ben her gün sabahleyin on tre- nile plâja gidiyorum... Yarın gelir misin?... — «Gelir misin?» de söz mü?... 'Tabil gelirim. — O halde yarın dokuz buçukta buluşalım... Plâja beraber gideriz. Kararlaştırdık. Ertesi günü saat tam dökuz buçukta buluşacaktık. Gece âdetâ heyecan içinde idim, Er- tesi günü geçireceğim aşk saatlerini tatlı tatlı düşünüyordum. Fakat ka- rımdan ne derece korktuğumu da bi- Mesin ya... Hanı bazı erkekler vardır, Hem karılarından ödleri patlar, deh- getli korkarlar, derecesiz kılıbıktırlar; | hem de bu hallerine bakmadan sarı saman altından su yürülmeğe çalı- şırlar. İşte ben de bu cinsdenim... Ni- çin yalan söyliyeyim? Vaziyet böyle... Bunun için ertesi günü son derece ihtiyatlı hareket etmeğe karar ver- dim. Saat dokuz buçukta Eva ile ka- rarlaştırdığımız yerde buluştuk. Onun neşesine hudud yoktu. Plâja gidin- ceye kadar bana neler neler, ne ne- şeli hikâyeler atlatmadı ki. Plâjın bir köşesinde güzel bir s0- | yunma odası kiraladık. Fakat bu plâj sahibinin garip bir merakı vardı. Plâjm her tarafına, soyunma kulübe- lerinin üstüne, bunların kapılarına, | her tarafa kırmızı boya ile plâjın 1s- | mini yazdırmıştı. Fakat bundan bize | ne?... O gün Eva ile hakikaten «eski günler gibi bir gün..» geçirdik. Fakat ben ihtiyatı bir dakika bile elden bi- rakmıyordum. Belki vücudum güneş- ten yanar, diye sık sık soyunma oda- larının arkasındaki gölgeliğe çekili- yordum. O kadar kızgın güneşte dur- miyordum. Öyle ya-güneşten vücü- dum yanacak olursa plâja gittiğim evde meydane çıkacaktı, ben ne yapardım?... Bir aralık gene plâjın soyunma odalarının arkasın- daki gölgeliğe çekilmiştik. İçeriden, elbisemin cebinden sigara tabakamı adım. Bir sigara Evaya verdim, bir de ben yaktım. Onun vücudu ne kadar güzeldi. Ayakta, soyunma odasının tahtalarına sırtımızı dayıyarak bir | taraftan sigaramızı içiyor, bir taraf- tan çene çalıyorduk. Bu sırada plâjda hizmet eden adamlardan biri yanımıza yaklaştı: — Aman, dedi, soyunma kulübele- i rini dışradan boyadık. Boyalarıda henüz kurumadı. Oraya dayanırsa- nız vücudünüz boyanır... Hemen Soyunma odasının dan Evayı uzaklaştırdım. Neme lâ- aim? Benim böyle boyalı yerlerde işim ne? Plâjdan çıkmak üzere giyinirken üstüme başıma son derece dikkat et- tim. İskarpinlerimin içine plâjın kum: | larından girip girmediğini #yice mua- yene ettim. Korkacak hiç bir şey yoktu. Evadan © akşam Galatasarayda ayrıldım. Eve geldim..Ben gizli bir iş filân yaptım mı Şâşırırm. Konuşur- ken kızarım. Fakat bu âefer çok ta- bil davrandım. Lâkin yatak odasında elbisemi çi- kanıp ta pijamamı giyerken karım bir çığlık kopardı: — One o? Arkanda yazı? Şaşırmış, korkmuş, vurulmuşa dönmüştüm. Abdal abdaj: — Hangi yazı? Ne Yazısı kane. ğm?.. dedim. Karım bir kurşun hizile Üstüme atıldı: — Bu yazı... Bu sırlındaki yaz... Şöyle aynalı dolabın önünde sırtına bak da arkandaki yazıyı oku... Aynalı dolabın önünde sırtımı dön- düm. Bir de ne bakayım? Arkamda kırmızı boya ile «Âşıklar piâjis yaz- mıyor mu?... Deli olacaktım. Vaziyeti derhal anladım. Sırtımı plâjdaki s0- yunma odasının boyalı tahtalarına dayamıştım ya... Plâj sahipleri, her yerde olduğu gibi, soyunma odaları- nın da üzerine kırmızı boya ile «Âşık- lar plâjı> diye yazdırmışlardı. Henüz kurumamış olân bu yazı da olduğu gibi sırtıma çıkmıştı. — Bu yazıyı arkana kim yazdı? Masuri bir tavır aldim, boynumu O zaman | yanın- | 3— Mücevher ölçüsü - Bey. 4 — Vücudün yumuşak kısmı - Sonu- na «R» konursa genişin aksi olur. 8 — Bir kadın ismi - Bir renk. 6 — Dikiş âlet, 7 — Beyoğlunda bir bar - Demir rendesi, 8 — Menfi edatı - Nişane, 9 — Hem bir deniz hem de bir vapuru- | muzun İsmi, 10 — Ayak cambazı - Keyfi yerinde. Yukarıdan aşağı: 1 — Şarlatan. 2 — Bal sineği - Ceketin bir yeri. 3 — Can kurtaran şemsiye - Kırmızı. 4 — Azim - Sonuna «T» korsanız tüy- süz genç olur. 5 — Geminin istikameti - Kovuk - Bir hayvan, 6 — Hayvan gidanı - Romanya para- si - Atıf edatımn tere. 7 — Uyku alâmeti. 8 — Muti - Kıvam. 9 — Bamya İle yapılar bir yemek-- Bir meyva, 10 — Kaçak » Eziyet. Geçen bulmacanızın halli: Boldnn sağa: 1 — Canayakın, 2 — Erişen, Set,$ — Malümat, Sa, 4 —Ab, Ren, Şin, Akıl, 6 — Asır, 7 — Aram, Vasi, 8 — Do, Ler, Ei 9 — ita, Eza, Le, 10 — Radi, Aktar, Yukarıdan aşağı: 1 — Cemal Nadir, 2 — Arabi, Rota,3 — | Ni, 8. O. 8, Ad, 4 — Aşure Le, Ananas, Eza, 7 9 — Nesli, Selâ, 10 — Tan, Kiler. 4 İmsak Güneş Öğle kimdi Akşam Yal BR. 4351011 616 9051200 140 Va, 320 5017 1212 10,00 1856 2037 İdarehane: Babığli Acımusluk So. No. 17 Akba müesseseleri Ankarada her dilden kitap, ga- xete, mecmua ve kırtasiyeyi ucuz olarak AKBA müesseselerinde bu- labilirsiniz. Her dilde kitap, mec- #ua siparişi kabul edilir. İstanbul gazeteleri için ilân kabul, abone kaydedilir. Undervodd yazı ve he- sap makinelerinin Ankara acentesi, Parker dolma kalemlerinin Ankarada sabş yeridir. Telefon: 3377. büktüm: — Ne bileyim karıcığım? dedim. Hiç farkında değilim ... Karım büsbütün kızdı: — Bak beni nasıl çıldırtacak!... Demek birisi senin sırtına yazı yaza- cak ta sen un farkında olmıya- caksın,.. Sen bu derece budala mısın? Nihayet bizim foya meydana çıktı. Evde kızılkıyamet koptu. Amma ne kıyamet... Sorma... Eva ile geçirdi- ğim «eski günler gibi bir gün; fitil tü burnumdan geldi, ş İşte o günden sonra şimdi nerede boyalı bir duvar, boyalı bir kapı gör- sem kan tepeme çıkıyor. Bir yerde bo- va kokusu duysamâdetâ sinirlerim bozuluyor... Sana boyanın bana oy- nadığı bir tek oyunu anlattım. Bu boya denilen şey yüzünden başıma daha neler gelmedi. Onun için şimdi benmüthiş bir boya düşmanıyım... Yanımda boya adının geçmesini bile istemiyorum. Boya düşmanlığından nerede ise kunduralarımı bile boyat- mıyacağım amma olmıyor işte... (Bir yıldız) KAPTAN PAŞA GELİYOR Tarihi Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertelli mamumn Tefrika No. 208 Üçüncü Murad, Özdemiroğlu Osman paşayı: “İşte mert, ölümden yılmaz bir asker!, diye takdir ediyordu — İmam Kulinin Gence civarın- daki hezimeti de Mirza han bozgu- nundan daha şerefli oldu, şevketlim! Onların ordusunu da dağlara kadar sürdük. Her biri bir tarafta kaldı. Sultan murad, Osman paşanın za- fer destanlarını dinledikten sonra heyecandan tıkanacak gibi, sevinç ve neşe içinde çırpınıyordu, Gene kalktı. Sarığında bulunan diğer bir sorgucu çıkarıp Osman paşanın başına taktı. Ayaktaki vezirler burunlaşndan solumağa başlamışlardı. Nihayet Osman paşa, Kırım hani nın muhasarasını, üç dört bin kişi müdafaa edip kırk bin kişilik düş man ordusunu nası) dağıttığını ve Hanı nasıl ele geçirip idam ettiğini anlatarak sözünü bitirdiği zaman, Murad ellerini kaldırarak; « — İki cihanda yüzün ak olsun! Allah senden razı olsun! Her nereye gidersen muzatferiyet refikin olsun! Cennelte namdaşın halife Osman bin Affan ile bir köşkte ve bir sofra- da beraber bulun! Bu dünyada uzun müddet şeref ve iktidar ile yaşa!» (1) dedi. Osman paşanın âlnından öptü... Özdemiroğlu, padişahtan bu kadar iltifat göreceği ummadığı için, hayranlığı henüz zai! olmamıştı. Siyaviş paşa kendi kendine; — Acaba bu iltifatın sonu neye va- racak? Diye düşünüyordu. Hüseyin kâhyanın sözleri de Zey- İ nelin herzeleri gibi boşa mu çıkacaktı? Üçüncü Murad, kapıağasına işaret ederek kulağına bir şeyler söyledi: — Haydi Osman, dışarıya çık ta ! soyun! Dedi. Kapıağası, Özdemiroğlunu | dışarıya çıkardı. Vezirler hayretle biribirlerine ba kıştılar. Acaba dışarda, padişahın verdiği hediyeleri geri mi alacaklardı? Osman paşayı soymanın mânası ne demekti? Siyaviş paşa, padişah atiyesinin geri almmıyacağını pekâlâ bilirdi. Herkesi tereddüde düşüren nokta şu idi; Murad, gözbebeği kadar sevdiği murassa hançerini sevgili şehzadesi Mehmedin beline bile takmamıştı. Ya şimdi. nasıl oluyor da babasından kalan böyle kiymetli bir hediyeyi Osman paşanın beline takıyordu? Osman paşayı köşkün bahçesi i kameriyeye götürerek iç çamaşırına kadar soymuşlar ve Muradın giydiği elbiselerden giydirerek başından tır- nağına kadar donalımışlardı. Osman paşa sarığına padişah tara- fından ihsan buyurulan sorguçları ve belindeki kemere zümrütlü hançeri taktı ve kapıağasına dönerek: « — Zâtı şahaneye tekrar teşekkür etmek ve hakipayına yüz sürmek İs- terim dedi, Tekrar huzura girdi. O gün Osman paşa ile padişalun konuşmaları dört saat sürmüştü. Üçüncü Murad, Osman paşayı bu suretle taltif ettikten sonra hareme geçli ve kızlarağasına! « — Artık Osman paşanışı âfyona müptelâ olmadığına şüphem kal madı. Çünkü öyle biriptilâsı olsa, dört saat yorulmaksızın Könuşmakta devam edemezdi. Şimdiye kadar onu bu kadar yakından tanımamış oldu- ğuma müteessifim!» dedi, Osman paşanın en büyük devlet hizmetine tayinine o zamana kadar mâni olan, bu şüphe idi ve artık, Os- man paşanın afyon müptelâsı olma- dığı tahakkuk etmişti, Pilvaki vakti- le Osman paşa arasıra afyon çekerdi. Fakat bunu iptilâ derecesine vardır- mamıştı. Keşke her vezirin kusuru bu kadar olsaydı. sabahlara kadar içki ile mestolan vezirlerin sarhoşluğu ne- den ağıza alınmıyordu? İbrahim pa- şanın, Ali paşanın, hattâ beş vakıt namazını terketmiyen Siyaviş paşa- nın içkiye olan İptilâlarını Murad gör- müyor miydi? 11) Peçevi, Nuhbe... Osman paşa Gürcüstanda içkiye alışmıştı. Eski şaraptan çok hoşla- mırdı. Murad içkiden ziyade afyon ve €s- rar çekenlerden korkardı Murada göre: «Afyon ve esrar çekenler devlet hizmeti göremezler» di. İçkinin tesiri geçlei olduğundan, insan ertesi gün şuur ve muhakemesine sahip olabilir, fakat afyon ve esrar müptelâları her gün, her saat sarhoş ve dalgın görü- nürlerdi. Osman paşanın içki sarhoşluğu da çok neşeli geçerdi. Osman paşa âza- mi on kadeh sarap içer ve gözleri mahmurlaşıp uyku hali gelince, ol- duğu yerde başını bir yastığa dayar, uyurdu. Bu uyku nihayet iki, üç sa- at sürerdi. Osman paşa bu kısa baş dinlendirmesinden sonra derhal gö- zünü açar, ayılır ve «bu suretle defi mesi eder ve içtiğine nâdim olur yerinden firlayıp apdest alarak iki rekât namaz kılar ve hemen «daima böyle gözlerinden eşki nedamet döke- reks dua ederdi. vve «Güneşi çamurla sıvamağa kalkışmak budalalıktır!» Özdemiroğlu Osman paşanın mu- zafer olarak İstanbula gelişi bütün vezirlerin ve bilhassa veziriâzam Si- yaviş paşamn huzur ve rahatını ka- çırmıştı. Eski vezirlerden iki kişi birbirine: — Güneşi çamurla sıvamağa ksl- kışmak budalalıktır. Osman paşanın yaptığı fedakârlıklar kendisine büyük ve parlak bir istikbal hazırlamıştır. Diyordu. Siyaviş pasa da bu haki- kat! teslim ediyordu amma, Osman pasaya vadedilen o parlak İstikbalin kendisini ikbâlden düşürecek kadar yakın olduğunu görerek geceleri uy- ku uyumuyor. Hâlâ kâhyası Hüseyin- den meded umuyordu. Hüseyin kâhya Edirnekapıdaki bü- yücü Aysenin evine hemen hergün taşınıp dururken, hadiseler durma- dan yürüyor ve Osman pasanın yıl- dızı evinde otururken parlayıp duru- yordu. Artık ne kadın parmağı, ne büyü- cü ve üfürükçü efsunları para etmi- yor. Siyaviş paşanın yıldızı söndükçe sönüyordu. Üçüncü Murad, Osman paşayı çok SEVMİŞ; — İşte merd, içi dışı bir, ölümden yılmaz bir asker... Diyerek, hemen her gün ondan bahsetmeğe baslamıştı. Siyaviş paşa: — Bu ne talihli adammış! Biz padi- şahın gözüne girmek için neler ya- piyoruz. O, evinde oturduğu halde, sul- tan Murad mütemadiyen ondan bah- sediyor ve onu İaltif vesileleri arıyor. Diye söyleniyordu. Özdemiroğlu Osman paşanm' Ki- rım ve Gürcüstanda gördüğü büyük işleri ve kazandığı zaferleri hesaba katan yoktu. Bunları yalnız üçüncü Murad görüyordu. Vezirler birbirine rakip ve birbirinin düşmanı idiler, Murad ise tahtını sağlam esaslarla tahkim etmek ve devlet işalerini da- ha mazbut seciyeli ve kuvvetli şah- siyetler elinde bulundurmak istiyor- du, Murad, Osman paşanın sarsılmaz iradesini ve yenilmez cesaretini tak- dir etmişti. Osman paşanın Kırım muvaffakıyeti bütün dünyaya yayı)- muştı. Bunu görüp takdir etmemek büyük insafsızlık olurdu. Murad bir gün Siyaviş paşayı azletmeğe ve ye- Tin€ Osman paşayı tayine karar verdi. Bu, saltanatı için kardeşlerini bile boğdurmaktan çekinmiyen üçüncü Muradın - devlet ve memleket hesa- bına - verilmiş en isabetli kararla rından biri Id. * Yapılan büyüler hakikati yenemedi!.. 28 temmuz 1584 sabahı. Siyaviş paşanın azlı haberi dilden " dile ortalığa yayılmıştı. Murad, Siya» N viş paşadan mükrü hümayunu aldır- mış, Osman paşayı sadarete tayin ete « mişti, (Arkası var) Me si sid les